otuz ikinci gün

Telefonun ekranına bakarken kendimle kapışıyordum. Gelecekti, onu görecektim, şapkanın altında duran, benden sakladığı yüzünü bana gösterecekti.

Kendi istemişti.

Ama bana bunu borçluydu.

Hastalığı dolayısıyla ona fazla kızamayacağımı bildiği için alttan almak zorundaydı. Doktor muayeneleri ve kemoterapi tedavileri için sık sık şehir değiştirdiğini, geldiğindeyse beni ancak uzaktan izlemekle yetindiğini bana söyleyememişti dediğine göre.

Söylese ne olurdu, diye düşündüm. Onun için umut ve sağlık dilemek, onun acısını paylaşıp onun yanında olmak onun bana bıraktığı şüphe ve umutsuzlukla yaşamaktan daha mı ağır olurdu?

Peki ya minik Ali hayatıma girmeseydi? Akıl edip onun bir rahatsızlığının olabileceğini düşünecek miydim? Yoksa arkada bırakıldığım için onlarca mantıksız teoriyle yüreğimi sıkmaya devam mı edecektim?

Gardaydım.

Trenle gelecekti.

Her şeye rağmen ona sarılacağımı biliyordu.

Her şeye rağmen ona sarılacaktım.

Telefonum çaldığı anda kendimden geçtim. Hızla telefona sarıldım, onunla artık yüz yüze görüşeceğimi bilmek beni daha da sabırsız biri yapmıştı. Elimde imkân olduğunu bilmek beni tahammülsüz bir yaratık haline getiriyordu.

Adeta can havliyle kulağıma yapıştırdığım telefona doğru "Geldin mi?" diye haykırdım.

"Geldim." dedi. Sesi kulağıma dolduğunda gözlerimden yaşlar boşandı.

"Bana bir mezar getirmiyorsun, değil mi? Çiçekler istiyorum senden. Gülüşün ayrı bir çiçek, bakışların ayrı bir çiçek olsun." dedim, gözlerimden akan yaşları umursamadan.

"Ağlıyorsun." dedi.

"Bana o mezardan bir çiçek çal ve onu ömrüme ada artık." deyiverdim. "Beni bir daha yarım bırakma."

"Gördüm seni." dedi, etrafıma bakmaya başladım.

"Seni göremiyorum.." Sesim tedirgin çıkıyordu. Onu bulmuşken kaybetmekten deli gibi korkuyordum çünkü.

Sesini telefonda değil çok daha yakınımda duydum. "Münevver." dedi.

Arkamı döndüm. O kadar yakındı ki. Yorgun gözlerinin ardına gizlediği sevinci ne güzel de sergiliyordu. Onu kimse öyle görmemeliydi. Bu anı yalnızca kendime saklamalıydım.

"Sana çiçeklerden çaldım bu mezarı. Çünkü beni ancak sen yeşertirsin." dediğinde hıçkırarak ağlamaya başladım. Ona doğru yönelip birkaç adımda aramızdaki mesafeyi kapadım. Sarıldım ona, güçsüz kemiklerini benim güçlü kemiklerimin gücüyle beslemek istedim. Ona o kadar sıkı sarıldım ki ona bir şey olmasından korktum.

Geri çekilmek istedim, hıçkırıyordum.

Buna izin vermedi, daha sıkı sarıldı bana.

Kokusu aynıydı, sıcaklığı aynıydı, kuvveti hala aynıydı.

Onu ne kadar özlediğimi biliyordu.

Onu ne kadar özlemiştim.

"Senin gibi bir çiçeğin benim gibi bir güneşe hep ihtiyacı var..." dedim, biraz geri çekilip yüzüme baktı. Geniş bir biçimde gülerken ne de güzel görünüyordu.

"Hala oldukça mütevazıyız bakıyorum.." dedi,

"Egomu bu kadar büyütmesem hayatta kalır mıydım sanıyorsun?" dedim, "Sen yokken kendime daha çok inanmak zorundaydım, yoksa başaramazdım. Etrafımdaki saçma insanların söylediklerine böyle kulak asmadım, onların zorlayıcı tavırlarına bu şekilde ayak diredim. Yakıştırmalar, atıp tutmalar... Bunlar benim tek başımayken başa çıkmada zorlandığım şeylerdi. Ama ben de hayatta kaldım."

"Seni bu kadar yıprattığım için..." dedi, gözleri doldu. "Özür dilerim. Hastalığı ilk öğrendiğimde söylemek istedim ama yapamadım, sonra da... Olmadı işte."

"Şimdinin mutluluğu geçmişin acısının üstünü örttü gibi.." dedim.

"Kalbinin kırıklığı bu mutlulukla örtülmez, biliyorum." dedi.

"Sen kırdın sen iyileştireceksin." dedim, "Ama bunun için öncelikle..."

İlgiyle beni dinliyordu.

"Öncelikle tamamen iyileşmen gerekiyor." dedim. "İyileşmeden başkasına deva olamazsın... Çünkü..."

Lafımı böldü, hâlbuki daha konuşacaktım.

"Sen başkası değilsin." dedi. "Sen kırıp geçtiğim aynadaki aksimsin. Bunu düzelteceğim, yemin ederim düzelteceğim. Beni beklediğin için sana minnettarım... Münevver..."

Başımı tekrar göğsüne gömdüm.

Ağladım, ağladım.

Ağladım.

İyileşene kadar ağlayacaktım, bundan adım kadar emindim. Onun bedeni, benim de kalbim iyileşecekti. Ama zaman lazımdı. Vakti gelene kadar, iyileşene kadar ağlayacaktık ikimiz de. Bunu borçluyduk. Bunu mutluluklarımıza borçluyduk.

*-*-*-*

dia'dan: bu bölümü yazarken ağladım. kurgu işleyiş tarzı biraz farklı bir çalışma oldu, umarım beğenmişsinizdir. bu arada medyadaki şarkıyı dinleyin bence, bu çalışma için anlamlı bir şarkı.

çalışmayı tamamladığınız tarihi şuraya alayım, sizden bir iz kalsın.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top