otuzuncu gün

Gece 00.30

Burnumu çekerek telefonu kulağıma dayadım. Çalış seslerini saydım.

"Bir.."

"İki.."

Açmayacaktı. Genelde açmazdı zaten. Ama bugün açması gerekiyordu. Kafamdakileri ona aktarmam, tartışmam, gerekirse kavga edip ağlamam gerekiyordu. Bundan kurtulmalıydım. Ona soramadığım tüm kelimeleri son defa içimden atmayı denemeliydim. Aklıma gelenleri ertelememeliydim.

Beşinci çalışta açıldı.

"Murat.." dedim, gözlerimdeki yaşları kontrol ettiğimi zannediyordum.

"Münevver..." dedi, güçsüz sesini duymamla birlikte yaşlar aniden gözlerimden boşandı. Halbuki onları biriktirmemiştim.

"Benden neden kaçıyorsun?" diye sordum. Defalarca sorduğum bu soruya bu kez gerçekten bir cevap istiyordum.

"Ben..." diyecek oldu, o anda aklımdakileri aktardım işte.

"Hastasın, değil mi?"

Büyük bir sessizlik oldu, "Ben.." diyemedi bile.

Sesim yükseldi. "Bana söyleyebilirdin!"

"Münevver ben... tedavimi neredeyse tamamladım..." dedi, cümlesini çok zor tamamladı.

"Ama yalnızdın! Korktun değil mi, bir şey olur ve beni tamamen yalnız bırakmak zorunda kalırsan diye korktun... Ne bir elvedan vardı ne de bir merhaban.." hıçkırarak konuşmuştum.

"Ben iyi ol istedim.. Hastalığım ciddiydi." dedi.

"Bana söylemeliydin!" diye bağırdım tekrar. "İçine tükürdüğüm kalbim seni boşuna mı sevdi? Varlığım seninle bir olmayacaksa neden bağlandım sana? Derdin neydi? Aynısı bana olsaydı arkana bakmadan hayatına bakabilecek miydin? Bana söylemeliydin! Hem kendin çok zor zamanlar geçirdin hem de beni bir şüphe içinde bir yıl boyunca oyaladın. Sürekli düşündüm... Bunun derdi ne olabilir de benden bunca saklanıyor diye. Etrafımdaki aptal insanların lafları umrumda değildi ama sen... Yanında olmama izin vermeliydin..."

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top