2. Bölüm

İçimde bir huzursuzluk vardı ne olduğunu bilmiyorum ama engel olamıyorum. Saatlerdir yüzümü üzerimdeki pikenin altından çıkaramıyorum. Yattığım yatakta durmadan dönüp dururken bir ürperme ile içimdeki endişe ve sıkıntı korkuyla eş büyümeye başladı. Kendime engel olamadan kafama çektiğim örtüyü aşağı çektim.

Yerimi mi yadırgamıştım, neydi bilmiyorum. Daha burdaki ikinci geceden bu kadar stres bana fazla geliyordu. Normalde bu kadar korkan biri değilim ama bu ürperti fazlasıyla korkutuyordu beni. Korkak bakışlarla kapıya doğru başımı kaldırarak baktım. Gördüğüm şey nefesimi keserken kapının hemen girişinde bir gölge vardı. İkinci kezdir gördüğüm bu gölge neydi? Bir yansıma mı yoksa biri bana oyun mu oynuyor? Gerçi oyun oynayacak kimsede yok ki! Aklımdaki ardı arkası kesilmeyen sorularla cebelleşmeyi bırakarak tüm dikkatimi o gölgeye odakladım.

Ne geri yatağa yatıp uyuyabiliyor ne de kalkıp bakabiliyordum. Derin ve kesik bir nefes alarak kararsızca topladım üzerindeki pikeyi. Titreyen bacaklarımı yataktan sarkıtarak soğuk zemine bastım. Sıklaşan nefesimle ayağa kalktım yutkunarak. Cesaretimi toplayarak kapıya doğru yürüdüm.

Her an bayılacakmışım gibi hissediyordum. Sanki içimde koca bir yangın varken bütün bedenimden buz gibi soğuk sular akıyordu. Anlık bir titreme geçirip yürümeye devam ettim. Kesinlikle çok korkuyordum. Korkak adımlar, bin bir düşünce ve endişeyle ulaştığım kapıda hiçbir şey yoktu. Kapının önünü, dışını iyice kontrol ettim. Bu kez koridorun da her yerine bakarak kendimi bir şey olmadığına ikna etmiştim.

Sanırım dün korktuğum için bu gece de böyle bir şey yaşadım. Derin birkaç nefes alarak odama döndüm. İçim bir nebzede olsa rahatlarken üzerimdeki korkuyu tamamen atlatmış değildim. Odanın kapısını kapatarak yatağıma yürüdüm. Garipti ama bir şey hissetmiştim. O hissi bir türlü bastıramıyordum. Aklımı kurcalayan düşüncelerle yatağıma yattım. Ama bir şeyin varlığını hâlâ hissedebiliyordum ve bu his beni fazlasıyla korkutuyordu.

Korktuğum için saçmaladığımı düşünerek aklımdaki düşünceleri bir kenara atmaya çalıştım. Kuruntu yaptığımı sürekli kendime telkin ediyordum içimden. Gözlerimi kapatarak uykuya zorladım kendimi.

Yarı uyur yarı uyanık bir hâlde gözlerime yapışan uyku zihnime hükmedecek derken bütün bedenimde hissettiğim ürperme ile sanki bedenime bir ağırlık çökmüştü. Zoraki araladığım korku dolu gözlerime değen ilk şey başımda dikilmiş biriydi. Ne olduğunu seçemediğim şey bir anda yok olurken korku ile bağırdım. Sesim bütün evde yankılanırken zelzeleye tutulmuş gibi titreyen bedenimle o anın korkunçluğundan çıkamıyordum.

Yerinden çıkacakmış gibi atan kalbimin saçtığı ateş beynimi yakıyordu. Bütün bedenimin her bir yerinde hissediyordum o korku ateşini. Açılan ışık ve annemin endişe dolu sesi bana tutunacak bir kurtuluş olmuştu. Saliselerle yanıma ulaşan annem bana sarılırken ona tutunup sığındım.

"Tamam kızım geçti! Tamam annem geçti sakin ol! " diyerek sıkıca beni sararken tüm bedenim karıncalanıyordu. Yapabildiğim tek şey ağlamaktı.

Tir tir titreken konuşamıyordum. Ellerim ayaklarım uyuşmuş annemin o sıcak sarılmasını dahi hissetmiyordum. O anın görüntüsü bir saniye olsun aklımdan çıkmıyordu. O anın korkunçluğundan benliğimi kurtaramıyordum. Sadece anneme sığınıp ağlayabiliyordum.

"Erva'm kendine gel kızım! Burdayım ben sakin ol. Aç gözlerini annem burdayım. Kötü bir kabustu geçti birtanem! " yüzümü gömdüğüm annemin gögsünden başımı kaldırarak sıkıca yumduğum gözlerimi açtım titrerken.

"Hadi kızım iç biraz. " diyen Murat Hoca'nın ağzıma tutup zorla bir kaç yudum içirdiği suyun ardından zihnimin korku perdeleri usul usul aralanıyordu. Annem saçlarımın içine üst üste güven veren öpücükler bırakırken gözyaşlarıma hakim olamıyor, durmadan ard arda yutkunuyordum konuşabilmek için.

"Tamam annem sakin ol geçti. Nefes al. Nefes al ki sakinleş. " annemin telkinleriyle dakikalar sonra ağlamam hafiflesede titremem durmuyordu. Korkudan etrafıma bakamıyordum bile. Sanki o şey her an her yerden çıkacakmış gibi bir his vardı içimde. Beni fazlasıyla korkutan şeyse hâlâ bir şeyin varlığını hissediyor olmaktı.

"Anne bu... " dedim yutkunarak. Bu... buradaydı. Burda bir şey vardı! Başımda dikiliyordu. " sesim kısılıyor, boğazıma iğneler batırıyorlar gibi ince keskin bir sızıyla acıyordu. Kasılan çenemle zoraki söyleyebildiklerim yaşadığım korkuyu anlatmaya yetmiyordu. Annem bir kere daha beni göğsüne sardı.

"Kötü bir rüyaydı sadece. Geçti güzel kızım. " diyen annemin göğsünden hızla başımı kaldırıp iki yana salladım.

"Hayır! Rüya değildi! Hi...hissettim onu sonra bu... burada duruyordu, ben gördüm. " dedim aynı görüntü zihnimde canlanırken. Yutkunarak bir kere daha sığındım annemin göğsüne. Tüylerim diken diken oluyor, nefes alamıyordum.

"Tamam canım hadi uyuyalım. Uyuyunca hepsi geçecek. " annem beni kendisi ile birlikte yatağa yatırırken Murat Hoca ikimizin üzerini örttü.

"Ben buradayım. Hadi uyu bir tanem. " dedi annem. O gördüğüm şeyden sonra, gerçekten uyumakla geçecek miydi? Ama mümkün müydü uyumak? Sanki her an o şey bir yerden çıkacakmış gibi geliyordu. Gözüm azıcık kaysa sıçrayarak uyanıyorum tekrar.

Yerimden sıçrayarak uyanırken günün çoktan aydığı odamın ortasına kadar vuran güneşten belliydi. Tüylerim diken diken olurken hızla yataktan çıkıp koşarak odayı terk ettim. Hızlı adımlarla merdivenleri inerken sanki biri arkamdan yakalayacakmış gibiydi. Mutfakta bulduğum annemle duraksayıp yutkunurken, beni gören annem bana gülümsedi.

"Erva, annem ne zaman uyandın? Şimdi yanındaydım. " dedi. Kolumdan tutarak sandalyeye oturttu beni. Saçlarımı öperek yüzümü okşadı.

"Ben sana çorba yapmak için indim aşağı. Murat sana rahat uyuyabilmen için bitki çayları getirdi. " diyerek ocaktaki tencereyi karıştırmak üzere yöneldi. Biraz tereddütle yutkunarak anneme baktım.

"Anne? "

"Efendim ömrüm? " diyerek bana çevirdi bakışlarını.

"Anne ben dün, bilmiyorum ama bir şey gördüm. " Annem elindeki kaşığı bırakarak bana gülümsedi hafif. Karşımdaki sandalyeyi çekip otururken elimi tuttu.

"Çok yıprandın aylardır. " dedi. "Hep içine attın. Aslında ilk başta profesyonel destek alman lazımdı senin. Akıl edemedim ilk başta. Telefonda doktorla konuştum, randevu da aldım önümüzdeki haftaya. "

"Ne yani delirdim mi ben? "

"Elbette hayır, sadece bazı şeyleri tek başımıza atlatmaya çalıştıkça daha kötü hale getiriyoruz durumu. Sadece bu.  "

"Peki. " diyerek annemin haklı olduğuna inandırmaya çalıştım kendimi. Ama varlığını hissettiğim o şeyin ne olduğunu bilmiyordum.

....

Annemin özenle yaptığı çorbayı içtikten sonra kendimi daha iyi hissediyordum. Yemek yediğim bulaşıkları yıkayarak kuruladım. Dolabın içine yerleştirerek annemin benim için demlediği bitki çayından kupa bardağa doldurarak elime aldım. Çayımı yudumlayarak salona geçtim. Özellikle yalnız kalmamaya özen gösteriyordum. Şimdi daha iyi olsamda hâlâ o yaşadığım korkuyu tam anlamıyla atlatabilmiş değildim.

Salonda kitap okuyan annem ve Murat Hoca'ya gülümseyerek baktım. Evde bir öğretmenin olması her şeye fark katıyordu. Hele ki edebiyat öğretmeni olması kesinlikle bir ayrıcalıktı.

"Sizde çay ister misiniz? " diye sordum oturmadan. İkiside gülümseyerek bakarken Murat Hoca gözlüğünü çıkararak bana gülümsedi.

"Çay değil ama o güzel kahvenden yaparsan içerim. " dedi son derece nezaketle.

"Peki. " gülümsemem genişlerken elimdeki tadı garip çayı zigon sehpaya koydum. Mutfağa geri dönerek aldığım cezveyle kahveyi yapmaya başladım. İçen herkes çok beğeniyordu yaptığım kahveyi. Aslında herkeste benim gibi yapıyordu ama benim yaptığım kahve nasıl oluyorsa farklı ve daha güzel oluyordu. Pişen kahveyi fincanlara doldurup yanına koyduğum suyla salona götürdüm.

"Ellerine sağlık. " dedi Murat Hoca daha ben fincanı önüne koymadan. Yaptığım kahveyi açık ara en çok seven oydu.

"Afiyet olsun. " diyerek ikisininde fincanlarını önlerine koydum. Annem,

"Ellerin dert görmesin kuzum. " dedi. Annemin yanağından kocaman öperek o tadı garip çayımı aldım elime. Koltuğa oturarak diğer elime aldığım telefonumu karıştırmaya başladım.

Az sonra hissettiğim ince, derin ve soğuk bir ürpertiyle omurgamdan parmak uçlarıma kadar titredim. Göğüs kafesim çökecekmiş gibi nefes almakta zorlanırken derin ve kesik bir nefes aldım. Çok yakınımda bir şey olduğunu hissediyordum. Yutkunarak başımı kaldırdım telefondan. Her bir hücreme kadar işleyen korkuyla titreyen bakışlarımı etrafta gezdirdim çekinceyle.

O kadar çok korkuyordum ki emindim onu tekrar göreceğime ama etrafta hiçbir şey yoktu hissettiğim varlığından başka.

Dakikalarca süren o hisle yerimden kımıldayamadım. Ellerim buz kesmişti. Boğazıma götürdüğüm ellerimin parmak uçlarını hissetmiyordum. Defalarca kez yumruk yaparak hissizleşen parmak uçlarımı sıktım. Yerimden kalkarak mutfağa gittim hızlı adımlarla. Derin ve kesik nefesler alırken olduğum yerde duramıyordum. Parmaklarımı avuçlarımda sıkarak ovuşturdum.

Tekrar salona geçtim ama salonda da duramıyordum. Koltuğa oturarak sıktığım dişlerim arasından huzursuzca nefesler soludum. O garip his salondayken kendini en yalın haliyle hissettiriyordu. Mutfakta böyle bir his yaşamazken salonda boğulacak gibi oluyordum.

Yanımda annem ile Murat Hoca olmasına rağmen oturamıyor, oturduğum yer sanki batıyor gibiydi. İçimde endişeyle karışık koca bir korku oluşuyor, hatta midem bulanıyordu.

Murat Hoca huzursuzluğumu fark etmiş olacak ki dikkatli bir şekilde bana bakmaya başladı.

"Erva, çıkıp biraz atla dolaşmak ister misin? " diye sordu. Annemde gülümseyerek bakarken kocasına destek çıktı.

"Senin için çok iyi olur. Bakma adının Fırtına olduğuna, çok uysal bir attır. "  Kararsızca ikisine baktım.

Murat Hoca,

"Annen Fırtına'yı bir koşturuyor görmen lazım. Ben onun kadar iyi at binemiyorum. İnşaallah annenin yeteneği sanada geçmiştir. Hadi kalk ben eğerini bağlayayım da sen biraz hava al. " diyerek ayaklandı. Peşinden annemle ikimizde kalktık. Murat Hoca önümüzden yürüyerek evden çıktı. Ardından annemle ikimizde çıktık.

Annem neler yapmam gerektiğini söylerken birlikte ahıra doğru yürüdük. Ulaştığımız ahırda Murat Hoca atın eğerini bağlamış beni bekliyordu. İkisinin yardımıyla bindiğim atı annemin tavsiyesi üzerine doğu tarafına sürdüm.

At gerçekten de çok uysaldı. Sanki insanı anlıyormuş gibi bir hali vardı. Atı sürme konusunda profesyonel değildim ama kötüde olduğum söylenemezdi. Geniş ve sığ olan derenin yamacında oluşan yolda akan suyun sesini dinleye dinleye yol alırken, karşılaştığım insanlar 'Şehirli Kız' diye arkamdan konuşuyorlardı. Sadece gülmekle yetiniyordum. Sanki onlardan farklı bir insanmışım gibi davranıyorlardı. Küçük çocuklar bana bakıp gülüşüyorlardı. Onlarla konuşmaya çalıştıkça da kaçıyorlardı. Çoğunluğu kavak ağaçlarından oluşan sığ ormana girdim. Aralarında dikkatimi fazlasıyla çeken erik ağaçlarıda vardı. Ve erikler çok lezzetli görünüyorlardı daha tam olgunlaşmamış olsalar da. Erik ağaçlarından birinin altına durdurduğum attan inmeden uzandığım dallardan kopardığım erikleri ceplerime doldurdum. Son kopardığım eriği ağzıma götürmüş tam ısırıyordum ki arkamdan gelen sesle irkilerek elimdeki eriği düşürdüm.

"Yıkadıktan sonra yersen senin için daha iyi olur. "

Arkama hızlı bir şekilde dönerken sesin sahibi yan komşumuzdu. Sırtında olduğu atla bana doğru yaklaşıyordu. Başımdan aşağı kaynar su döküyorlar gibi hissederken cevap veremedim. Korktuğumu anlamış olmalı ki,

"Korkutmak istememiştim. " dedi hemen karşımda dururken. At binmeyi iyi bildiği duruşundan apaçık belliydi. Konuşabilmek için yutkundum.

"Bu koca sessizliğin içinde birden ses duyunca doğal olarak korktum biraz. " dedim sesim titrerken. Tanımadığım bu adamdan neden bu kadar korkuyorum gerçekten bilmiyorum.

"Kusura bakma gerçekten korkmanı istememiştim. Sadece seni uyarmak istedim. Genelde çocuklar yıkamadan yiyince alerji oluyor. "

"Öyle mi? Bilmiyordum. "

"Bu yolu takip edersen taştan örme bir çeşmeye çıkar. " dedi eliyle yolu işaret ederken. "Eriklerini orda yıkayabilirsin. İçmek içinde suyu lezzetlidir. "

"Teşekkür ederim. " diyerek atın yönünü gösterdiği yola çevirdim. Şu an sadece bu adamdan uzaklaşmak istiyorum. Bütün duygularım seferber olmuş beni bu adama karşı uyarırken ellerime, ayaklarıma sanki iğneler batırıyorlardı.

"Erva idi değil mi? İsmin? " demesiyle sinir uçlarıma kadar uyuşmuştu her bir yerim. "Yanlış duymadıysam baban öyle seslenmişti. " duraksayarak,

"Evet. " deyebildim.

"Güzellik ve zariflik demek. Görüşürüz. " diyerek tuttuğu atının dizginlerini, benim atımın tersi yönüne sürerek gözden kayboldu ağaçların arasından. Derin bir nefes alarak atın yönünü eve çevirdim.

Hızlı sürdüğüm atla kısa sürede eve varmıştım. Atı ahıra bağlayarak eğerini çözdüm. Yaşadığım korkuların üzerine bu şoku atlatamıyordum bir türlü. Koşar adımlarla eve doğru yürüdüm. Açtığım kapıdan içeri girdim. Ortalık çok sessizdi. Annemler yukarda olmalıydı.

"Anne! " diye seslendim. Hiçbir ses yoktu. Onların evde olduğuna dair küçük bir ses kırıntısı bile yoktu. Merdivenlerin başına gelerek bir kere daha seslendim.

"Anne! Anne! " kesinlikle evde yoklardı. Sakin kalmaya çalışarak evden çıkmak için kapıya döndüğüm an bedenimi saran soğuk ve tanıdık ürpertiyle duraksadım. Kuruyan boğazımla yutkundum. Titreyen bacaklarımla ürpertinin geldiği yöne döndüm. Kalbim göğüs kafesimi parçalayıp çıkacakmış gibi atarken bir şeyin varlığını açık ve net bir şekilde hissediyordum. Soğuk bir titreme ile titrerken aynı zamanda damarlarımdan ateş akıyormuş gibi içim yanıyordu. Ürpertinin geldiği yerde bir şeyin var olduğuna adım kadar eminim. Hissettiğim şeyi göremiyorum. Göğsümdeki ağırlık her an biraz daha artarken nefes alamıyordum. Kalbimin atışları beynimde yankılanırken buz kesen ellerimin parmaklarını hissetmiyordum. Geri geri kapıya gitmeye çalışırken takıldığım yükseltiyle yere düştüm. Yaşadığım strese daha fazla dayanamayarak beni terk eden bilincime hükmedemedim.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top