Bölüm.7. Alemci Gençler
Bölüm. 7. Alemci Gençler.
Günler su gibi akıp giderken Menekşe, günbegün daha çok alışıyordu konağın yaşamına. Belki bir dilenci kızıydı ama her insan gibi o da söyleneni çabuk kavrıyordu. Sonra gençti, dinamikti, her işin altından kolaylıkla kalkıyordu.
Zeyno, zaten insanları hiç ayırt etmeyen bir yapıya sahipti. Menekşe'nin konağa gelişi onun yalnızlığını alıp götürmüş, ona adeta can suyu olmuştu. Genç kız için gerisi mühim değildi.
Çünkü biliyordu, her insanın kaderini belirleyen unsurların olduğunu. Çünkü biliyordu, çoğu zaman tercihlerimiz kederimize yön verse de asıl belirleyici olanın doğduğun alan olduğunu. Hiç kuşkusuz Menekşe'nin kaderini belirleyen de doğduğu ortamdı. Kim bilir, belki tercih hakkı olsaydı kaderinin yazıldığı yerde doğmak istemeyecekti. Zeyno, zaman zaman bütün bunları akıl süzgecinden geçirir fakat bir kaba sığdıramazdı.
***
Güneş, dağların ardından salına salına doğarken yaydığı kızıllık karşı tepeleri yalayarak ahkâm kesiyordu. Uykunun mahmurlaştırdığı bedenler rahat yatağını bırakmak istemese de yaşam gailesi onları rahat bırakmıyordu.
Sabah serinliğini fırsata çeviren Murathan, işe gitmek için hazırlanıyor Osman da ona yardım ediyordu. Genç adamın, elleri işliyordu lakin aklı başka yerde gibiyi. Murathan, bakışlarını arkadaşı Osman'ın yüzüne çevirdi. Belli ki, arkadaşının bir sıkıntısı vardı. Yüzünün ekşisine bakılacak olursa konu mühim görünüyordu. "Hayırdır, kötü bir şey mi oldu? Senin bir sıkıntın var gibi?"
Osman, yerden aldığı üş-beş çapayı traktörün römork kısmına bırakıp avuç içlerini birbirine vurarak ellerine yapışmış tozlardan kurtuldu. Konağın cümle kapısının tam karşısına gelecek şekilde konumlanmış komşunun taş duvarına sırtını dayayarak sorduğu soruya cevap bekleyen Murathan'ın yanına birkaç adımda vardı. Sağ elinin ayasıyla çenesini kaşırken, "Pek hayra benzemiyor ağam!" dedi.
Yüzünü buruşturarak üst perdeden konuşan Murathan, "Önce bir anlat istersen. Şer olup olmadığına ondan sonra karar verelim." dedi.
Osman'ın huzursuz tavırlarına bakılacak olursa dilinin altına sakladığı her neyse bundan hiç hoşnut değil gibiydi. "Bir gün önce arkadaşım Salih, bana gelmişti. Biraz oturup sohbet ettik. Sohbet esnasında bana bir şeyler çıtlattı."
Murathan, sırtını dayadığı duvardan ayırdı vücudunu dikleştirip gömleğinin yaka kısmına yakın düğmesinden birini açtı, zira zaman ilerledikçe sıcak hava asi yüzünü göstermeye başlamıştı. "Peki, mevzu nedir?"
Genç adam, sıkkınca başını önüne eğmişti. Bu tür mevzuları ağası ile konuşmaktan hayâ ediyordu ama anlatmazsa da mevzu dönüp dolaşıp yine ağasına dokunacaktı. "Sizin konakta çalışan kız var ya ağam, mevzu onunla ilgili."
Murathan'ın merak duvarı tam orta yerinden çatlarken tek kaşını havalandırdı. Menekşe'nin adı geçince cümle içinde kalbine paslı bir hançer saplandı. Canı yanıyormuş gibi dişlerini sıkıp yüzünü buruşturdu. "Ne olmuş bizim konakta çalışan kıza? Hadi Osman, çatlatma adamı anlat."
"Bizim Salih'in takıldığı işsiz güçsüz birkaç serseri var."
Kaşlarını çatıp Osman'a yandan bir bakış atarken soluğunu yenileme ihtiyacı hissetti Murathan. Sıcak basmış insana nefes aldırmıyor, üstüne üstlük içinde kötü bir his vardı. "Ee, seni dinliyorum anlatmayacak mısın?"
Osman, şakalarına biriken terleri boynuna bağladığı beyaz mendilin uç kısmıyla kuruladı. Hem arkadaşı hem ağası konumundaki kişi anlat diyordu ama böyle bir şey nasıl anlatılırdı daha doğrusu anlatmak için neresinden başlanırdı bilmiyordu. "İşte onlar bu kıza kafayı takmışlar ağam. Geçen yıl alıp kaçıralım birkaç gün gönül eğlenelim dedik olmadı. Bu yıl da ağanın konağına yerleşti yosma ama bizden kaçmaz, elbet bir fırsatını bulur icabına bakarız diyorlarmış..."
Murathan'ın yüreğine balyoz gibi inen "yosma" kelimesi duygularının tarumar olmasına neden olmuştu. Hiddetlendi ve hiddetinden göğüs kafesi körük gibi şişip inmeye başladı. Ne demekti günahsız ve masum bir kıza "yosma" demek. "Senin arkadaşın Salih'te mi onlarla birlikte bu pis işlerle uğraşıyor yoksa?"
"Salih iyi çocuktur ağam, öylesine takılıyor onlarla. Kötü bir niyeti olsa gelip anlatır mıydı her şeyi."
Osman, arkadaşını aklamış temize çıkarmıştı ama hiç kimse bir diğer insanın içinden geçenleri okuyamazdı. Okuyamadığı gibi de hangi suça ne kadar eğilimli bilemezdi.
Sağına soluna bakındı belini hafifçe kırıp genç adamın kulağına doğru eğildi. "Ne bileyim Osman, durduk yere onunla da bozuşmayalım!" Murathan, bozuşmayalım derken kafasından ne geçiyordu bilinmez ama göz çeperlerine vuran kırmızılık öfkesinin nişanesiydi.
Genç adam, elinden geldiğince sakin kalmaya özen göstererek öğrendiği bilgileri Murathan'a aktarmaya çabalıyordu. "Salih, bana ne bu konudan ama kıza bir şey yapacak olurlarsa sonuçta senin ağanın evinde çalışıyor. Ne bileyim ağanın adına bir zarar neyim gelmesin dediydi. Başka sebebi yok yani."
Öfkesini bastırmak için toprak zeminli yolda ileri geri yürümeye başladı Murathan. Attığı her adımda bastığı yerden hoyratça toz kaldırıyordu. Saç diplerinden biriken terler şakaklarını ıslatıyordu. Kısa kesim kumral saçlarını parmak uçlarıyla geriye tararken, sert bir nefes alıp bıraktı. Keskin yüz hatlarına yerleşen ifade bendini aşmış sel gibiydi. Bakışlarından taşan gerginlik her şeyi yıkıp dökmeye can atıyordu.
"Sırf birinin adına leke sürülmesin diye masum bir insanı harcamak vicdan yoksunlarının işidir; bunu biliyorsun değil mi? Osman kardeş, benim adıma zarar gelirse ne olur? Ne olacağını ben söyleyeyim sana, hiç kimseye hiçbir şey olmaz olan zavallı kimsesiz kıza olur. Birileri çirkin emellerine ulaşırken, masum bir kız küçücük köye rezil rüsva olur, rezil rüsva olmakla da kalmaz yok yere hayatı kararır."
Murathan, vicdanının sesini konuşturmuş normal bir insanda olması gereken tepkiyi vermişti. Osman'ın ağasından bu kadar büyük bir tepki beklemediği kesindi. Sus pus olmuş can kulağıyla onu dinliyordu. "Şimdi yanlışım varsa sen söyle Osman? Kabul, onların bizden farklı yaşamları var ama benim gözümde onlar sadece insan anlıyor musun beni sadece insan. Sence yaşadıkları hayatı seçmek onların tercihi miydi? Tabii ki, değildi. Kul kaderini yaşar Osman, kul kaderini yaşar."
Genç adam, haklı konuşan ağasını dinlerken arada bir onu onaylamak için başını aşağı yukarı sallamakla yetiniyordu. Taksiye doğru kararlı adımlar atarken duraksayıp arkasını döndü, "Osman, nerede buluruz bu serserileri?" Murathan'ın ağız boşluğundan çıkıp havaya karışan sözcükler yemin gibiydi.
Sağ ayağını hafif bir açıyla öne sol ayağını onun yanına bıraktı. Kendisine yöneltilen soruyu cevaplayıp cevaplamamakta saniyeliğine de olsa kararsızlık yaşadı. Serserilerin yerini biliyordu fakat onlar şerli insanlardı başları belaya girebilirdi. Biraz önce masum insanlara zarar vermek vicdan yoksunlarının işidir demişti ağası, zarar verilmek istenen masum bir kızdı. Kendi kız kardeşi vardı onun yaşlarında. Henüz vicdanını kaybetmemişti. "Murathan Ağam, dün sohbet sırasında Salih, balık tutmak için kıvrım çayına gitmek istediklerinden bahsetmişti.
İşsiz güçsüz aylak takımı nerede olacak, mutlaka oradadırlar. Sen hiç merak etme ağam, onları elimizle koymuş gibi buluruz."
Beyaz 'fort' marka taksinin şoför mahalline yönelip kapıyı açtığı gibi rahat koltuğuna oturdu. Kontak anahtarını çevirip taksiyi çalıştırdı. Osman'ın kendisiyle birlikte gelmediğini görünce iki kere üst üste kornaya bastı. Başını camdan dışarı çıkarıp, "Sen gelmiyor musun?" diye sordu.
Osman, önce işe gideceklerini düşündüğü için direkt olarak traktörün başına geçmişti. Murathan'ın uyarısıyla traktörün üstünden indiği gibi taksinin oraya geldi. "Nereye ağam, işe gitmiyor muyuz?"
"Hadi Osman, önce şu serserileri bir görelim sonra gideriz işe."
***
Boy boy kavak ve selvi ağaçlarının arasından kıvrıla kıvrıla akıp giden suyun kenarı yemyeşil çimenlerle kaplıydı. Sık ve boyu bir karışa varan çimenlerin üzerine uzanmak insan ruhuna iyi geldiği inkâr edilemez bir gerçekti. Burası kıvrım çayının kenarıydı, burada kimi ruhunu dinlendirirken kimi gönlünü şenlendirir ve âlem yapardı. Yani kıvrım çayının kenarı daha çok gençlerin takıldığı bir çeşit kaçamak yeriydi.
Engebeli toprak yolda ağır aksak ilerliyorlardı kendilerini neyin beklediğini bilmeden. Onların tek derdi sınır tanımaz insanlara nerede durmaları gerektiğini hatırlatmak ve kendi himayesi altındaki zavallı bir kıza ilişmelerini önlemekti.
Kıvrım çayı mesafe olarak köye yakındı ama bozuk yoldan dolayı dakikalardır yol alıyorlardı. Üstelik yol bir yerden sonra bittiği için yaklaşık bir kilometre kadar mesafeyi de yaya olarak yürümek zorunda kalmışları. Belki taksiyle gitmeyip yaya olarak kestirmeden gitselerdi daha çabuk varırlardı ama arabayla gitmeyi tercih etmişlerdi.
Meşakkatli bir yolculuğun ardından nihayet kıvrım çayının kıyısına varabilmişlerdi. Osman'ın dediği gibi elleriyle koymuş gibi buldular bizim âlemci gençleri. Tabii ki, yanlarında Salih'te vardı. Oh, vallahi dünya onlara güzeldi.
Kıvrım çayının kenarına sofrayı kurmuşlar, alabalıkları da tutup bir güzel kızartmışlar; keyif çatıyorlardı. Keyiflerini sohbetle taçlandırırken, sohbetlerinin konusuna bakılacak olursa doyumsuz nefisleri şükür etmek yerine daha fazlasını istiyordu.
Bir taraftan keyif içinde yemeklerini yiyor, diğer taraftan afaki muhabbetlerine keyif katmak için belden aşağı konuşuyorlardı. Tabii ki, muhabbetin konusu çingene kızı Menekşe'ydi. Yani zavallı kızı sofraya meze etmişlerdi.
"Biliyor musunuz gençler, bu sofranın neyi eksik?"
Bakımsız dağınık saçları alnına dökülmüş, gözlerinden şehvet fışkıran sıska gence çevrildi bütün gözler.
"Neyi eksik dostum?" diye sorarken hafif göbekli ve seyrek saçlı genç, içine düşen yangını bastırmak ister gibi gömleğinin üstten bir düğmesini açtı.
Soruyu soran sıska görünümlü genç, hilal şekilli bıyıklarını burarken, baygın baygın arkadaşına bakarak, "Neyi olacak dostum, menekşe gözlü kızı eksik..."
Yılışık bakışlı, uzunca boylu ve pespaye görünümlü olanı uzanıp rakı bardağında kalan son yudumu bir dikişte içip bitirdi. Bardağı aldığı yere bırakırken yüzünü buruşturarak ateşli bir nefes çekti. İçine çektiği nefesi dışarı üflerken sanki ciğerleri yanıyormuş gibi yaparak "öf" diye bir ses çıkardı. "Sen işini biliyorsun dostum!" derken hem konuşuyor hem de dudaklarını dişliyordu.
Yarıya inmiş rakı şişesinden iki parmak kadarını boşalmış bardağına doldurdu ve üstüne biraz da su ekledi. Menekşe'nin adı sofraya meze olarak sunulunca pespaye kılıklı gencin iştahını kabartmıştı. "Menekşe gözlü kızın şerefine!" Yarıya kadar dolu bardağından koca bir yudum aldı ve aldığı yudumu yutkunmadan önce ağız boşluğunda çalkaladı. Anason kokulu içeceği yutarken boğazını yakmış olacak ki, dudaklarını büzüp yüzünü ekşitti. Bir yudum daha, bir yudum daha, derken boşalan bardağı sertçe aldığı yere bıraktı.
Kelimeler ervahından çıkarken dilinin üstünde yuvarlanmıyor cümle kuramadığı için de peltek konuşuyordu. "Ş-şimdi burada olacaktı, vay babam vay!" Ağzından yarım yamalak çıkan sözcükler belli ki, baş edemediği arzularının göstergesiydi. Zaten kızarık gözlerinden fışkıran şehvet, bunu açık seçik ortaya koyuyordu.
Seyrek saçlı ve hafif göbekli genç, fazla yediği için olsa gerek eliyle midesinin üstüne baskı uygularken Menekşe'nin adını duymak bile onu çığırından çıkarmaya yetmişti. "Şimdi burada yok ama bak gör, bir gün mutlaka bu çayın kenarına getirecem o kızı. Arkadaş, yok böyle bir güzellik. Allah, özenmiş de yaratmış yosmayı. O ne güzellik len öyle? Körpe bedenine sahip olmadan içimdeki bu yangın sönmez benim. Ah ulen ah," diye hayıflandı.
Menekşe, konusunu ilk açan sıska görünümlü genç, dudaklarını iştahla geveledi. "Sen ne diyon len, hastasıyım ben o kızın hastası. Erinde geçinde illaki düşecek kollarıma."
Anason kokulu içeceğin etkisiyle kendinden geçmek üzere olan pespaye görünümlü genç, dişlerini sıkarak tıslar gibi konuştu. "Şimdilik Mahmut Ağa'nın kızı koruyup kolluyor sepetçi dilberini ama elbet bir gün o da elime düşecek. Bak o zaman ben ona neler yapıyorum!" dedi Zeyno'ya ayrı bir kini varmış gibiydi. Sanırım kafasına yediği kovayı unutmamıştı...
Genç ağa, kız kardeşinin adının geçtiğini de duyunca öfkeden gözleri kızarmıştı. Sanki tüm bedeni alevler içinde yanıyordu. Buraya ne için gelmişti neler duyuyordu.
Alt damağı üst damağına kenetlenmiş çenesini sıkmaktan dişleri ağrımaya başlamıştı. Konunun içeriğine hâkim olmak için bir süredir onların ağza alınmayacak şehvet dolu sözlerine katlanıyordu ama sabır da bir yere kadardı.
Selvi ağacının süzgün yaprakları ağa oğlunun üzgün kalbine eşlik ederken kavak ağaçlarının küpeli yaprakları hafif esen rüzgârda salınıp durarak öfke kusuyordu. Büyük bir kaya parçasının arkasına gizlenerek dinlemişlerdi aylak takımının uçkur davasını. Gizlendiği kayanın arkasından çıktı ağırdan alarak serserilere yaklaşmaya başladı. Onları duyduğunu belli etmemeye özen göstererek, "Hay maşallah keyifler yerinde bakıyorum?"
Murathan'ın sesiyle başlar aynı yöne çevrildi. "Biliyor musunuz gençler, bu güzel sohbetin bir tek alkışı eksik, alkışı da ben tutayım bari." dedi ve ellerini çırpmaya başladı.
Kafası güzel ve şehla bakışlı gençler ima dolu sözlerden hiçbir şey anlamadıkları için "Buyur ağam, kaynanan da pek severmiş." dediler.
Kaygan çimenlerin üstünde yürürken, sert adımlar atıyor bastığı her kare ayakları altında eziliyordu. "Şimdilik yok ama olursa sever umarım. Aslan parçaları sofranız da pek bereketliymiş."
Murathan, tepelerine dikilmiş öfkesini kusmak için zaman kolluyordu fakat onlar Murathan'ın kendilerine eşlik edeceğini ve hiçbir şeyden haberi olmadığını sanmışlardı. Sıska genç, gevrek gevrek gülerek, "Sofraya buyur ağam!" dedi.
Biraz önce Zeyno'dan intikam alacağını bu konuda kararlı olduğunu dile getiren gencin gevrek gülüşleri gerilen sinirlerini daha da germişti. Sinirden elleri titriyor ama onlara belli etmemek için titreyen ellerini yumruk yapıp sıkıyordu Murathan. Sakin ve net bir sesle, "Sağ olun gençler, yemiş kadar olduk. Yalnız benim kafama bir şey takıldı sormadan edemeyeceğim. Biraz önce bizim evde çalışan kızdan mı bahsetti biriniz? Yanlış duymadım sanırım?"
Olayın vahametinden bi'haber olan serseri kafalar Murathan'ın sözlerini sahici sanarak hemencecik gevşemişlerdi. Menekşe'nin adını sofraya meze yapmak isteyen yani günün kahramanı sıska görünümlü genç, hiç düşünmeden balıklama atladı. "Güzel kız, öyle değil mi ağam?" Konuşurken çenesinin yayı düşmüş gibi dudakları sağa sola yalpalıyordu.
İşaret parmağını aynı gence doğru tutup ileri geri sallayarak, "Bu konuda kesinlikle sana katılıyorum, cidden güzel kız. Madem bu konuda hemfikiriz kafama takılan bir soru daha var, sanki biriniz de kız kardeşimden bahsetti gibime geldi yanılıyor muyum yoksa?"
Ortalıkta asi bir rüzgâr eserken Salih'in bakışları anında Osman'ı buldu.
Başını hafif bir açıyla önüne eğen Osman, gözlerini yavaşça kapatıp açarak sen karışma mesajı verdi. Konuyu gündeme getiren genç, şimdi pişmanlıklar içinde kıvranıyordu. Eğer elinde olsaydı başa sarar bütün olanları yaşanmamış sayardı ama artık çok geçti ve olan olmuştu. "Şey ağam, yanlış anlama kötü niyetli bir şey değildi."
Murathan, normalde sakin bir insandı ve kumral teni güneşin altında kalmadığı müddetçe hiç kararmazdı fakat şimdi öfkenin son demini yaşayan ağa oğlunun rengi kendini sıkmaktan dolayı kararmıştı. "Bırakın da kötü olup olmadığına ben karar vereyim, sizce de öyle değil mi?" Bu sözleri sarf eden ağa oğlu artık zıvanadan çıkmıştı. "Topunuza yazıklar olsun. Boyunuza posunuza bakan da sizi adam sanır be... Siz kimsesiz gariban bir kızdan ne istiyorsunuz? Edep yoksunları, sizin ananız bacınız yok mu?"
İçlerinden biri sağa sola yalpalayarak ayağa kalktı bir adım öne doğru çıkıp, "Şimdi ağam!" diyecek oldu ama Murathan'ın yüksek tonda çıkan sesi onun geri adım atmasına sebep oldu.
"Sakın mazeret uydurayım deme, geçen yılda o çadırların etrafında dolaşan sapkınlar sizlerdiniz demek?"
"Bizdik, var mı itirazın?"
"Bir daha o çadırların etrafında, benim evimin çevresinde, hatta sokağımda görürüm sizleri. Allah, yarattı demem karşınızda beni bulursunuz."
Menekşe için yanıp tutuşan genç, kendini serseri mayın gibi öne atarak küstahça diklendi.
"Ne o ağam, yoksa kendine mi saklıyon çadırın dilberini?"
Murathan'da artık sabır tükenmiş kayış kopmuştu. Üstelik dakikalardır yumruk yaptığı ellerini sıkmaktan yorulmuştu, daha fazla dayanamayarak sağ elinin yumruğunu havaya kaldırıp küstahlık yapan şahsın gözünün üstüne indirdi.
Yumruğu gözünün üstüne yiyen genç, geriye doğru savruldu bir iki sendeledi ve boylu boyunca sırt üstü yere serildi. Şaşkın bakışlar altında arkadaşları yere düşünce ortalık birden karışmıştı. Osman, acele davranıp birini tuttu Salih, diğerini tutmaya yeltendi. Yere düşen serseri, el çabukluğuyla sofradaki bıçağı kaptığı gibi Murathan'ın böğrüne böğrüne sapladı.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top