Bölüm. 41. Gitmenin Buruk Tadı
Bölüm.41. Gitmenin Buruk Tadı
Yaz mevsiminin sonları güz mevsiminin başlarıydı. İklim coğrafyaya özgü olduğundan aylardan eylül olmasına rağmen hava alabildiğine sıcaktı. Konağın alt katında salon olarak ortak kullandıkları geniş odaya girdi ve köşeye yerleştirilmiş fiskos masasının üzerindeki manyetolu telefonun ahizesini kaldırarak kulağına tuttu. Ezberindeki numaranın rakamlarını birbiri ardına çevirdi.
Uzak diyarların ardındaki telefon uzun uzun çalmaya başladı. Birinci çalış, ikinci çalış, üçüncü çalış, telefon çalmaya devam ediyordu ama hala açan yoktu. Tam kapatmaya karar vermişti ki, karşıdaki telefonun ahizesinin kaldırma sesi doldu kulağına. "Alo!" Uzak diyarların ardındaki ses nefes nefeseydi. Belli ki, çalan teflona yetişmek için acele etmiş fakat son anda yetişmişti.
"Alo ben Muhtar Hasan, kiminle görüşüyorum?"
"Selam muhtarım. Ben Murathan!"
"Selamına selâm ağam, çoktandır sesini duyduğumuz yoktu aramana sevindim!"
"Nasılsın muhtarım, iyi misin?"
"Allah razı olsun ağam, şükürler olsun iyiyim! Sizler nasılsınız? Çoluk çocuk nasıllar iyiler mi?"
Murathan, keyifli bir ses tonuyla uzun zamandır görmediği hatta sesini bile duymadığı iş ortağı ile konuşmanın tadını çıkarıyordu. "Herkes çok iyi burada, hatta o kadar iyi ki, anama kalsa bana düğün bile yapacak."
"Hah hay, ne düğünü ağam yoksa evleniyor musun?"
"Bana kalsa ömür boyu bekâr yaşarım ama bizim valide-sultan aklına koymuş bir kere illa everecek beni."
Görüldüğü üzere laf lafı açmış konu evliliğe gelip dayanmıştı. Konu evlilik olunca akla ilk gelen de hiç kuşkusuz Menekşe, olmuştu. Üstelik Murathan, hâlâ resmiyette evli gözüküyordu.
"Murathan Ağam, yengemden bir haber neyim yok mu?" Soru ağız boşluğundan çıkarken ister istemez çekinceliydi. "Şey, anan evermek istiyormuş ya seni ondan sordum ağam."
"Yok," dedi ve sustu. Sustu çünkü sevdiği kadının, kalbinin yarasının, ismi geçince boğazına koskoca bir yumru oturmuştu Murathan'ın.
"Murathan Ağam, sanırım patavatsızlık ettim kusuruma bakma amacım seni üzmek değildi."
"Estağfurullah muhtarım ne kusuru?"
Tam da konuşmanın orta yerinden ikiz kızlardan Diyar, koşarak salona girdi. "Baba, hani bana yardım edecektin?"
Murathan, işaret parmağını dudaklarına bastırıp sus işareti yaptı. "Söz vermiştin ama..."
Bu kez telefonun ahizesini eliyle kapatarak, "Kızım görmüyor musun, telefonla konuşuyorum."
Bugün kızının huysuzluğu üstündeydi anlaşılan. Önce gül pembesi dudaklarını birbirine bastırdı sonra alt dudağını dışa doğru sarkıtarak çocuksu yanını göstermek ister gibi omzunu üst üste silkti. "Bana ne, sen söz verdin dersime yardım etmek için!"
Murathan'ın eli hâlâ telefonun ahizesini kapatıyordu. "Tamam, kızım, yardım edeceğim ama şimdi değil daha sonra."
"Of ya!" Bu kez ayağının birini sinirlenerek sertçe yere vurmuştu, küçük kız. "Şimdi annem olsaydı yardım ederdi. Hep annen gelecek diyorsun ama beni kaldırıyorsun. Ben biliyorum işte annem gelmeyecek!"
Küçük kızı annem demiş Murathan'ın yaralı yüreğine paslı bir hançer saplamıştı. Konuşamadı. Tutuk kaldı dili, konuşamadı. Boğazına sayısı belirsiz yumrular dizildi de nefesini kesti, konuşamadı.
"Alo, ağam orada mısın?"
Karşı taraftan gelen sesin tınısıyla sertçe yutkundu. "Kusura bakma muhtarım, bizim kızlardan biri geldi de ona laf anlatmaya çalışıyorum."
"Ne kusuru ağam, ben seni daha sonra ararım olmazsa."
"Olur, muhtarım daha sonra görüşürüz."
Konuşma asıl amacının dışına taşmış Murathan, söylemek istediği şeyleri söyleyemeden telefonu kapatmak zorunda kalmıştı. Yalnız muhtar bazı sesleri duymuştu özellikle Diyar'ın "Biliyorum annem gelmeyecek," cümlesini net bir şekilde duymuştu.
Murathan'ın melankolik kalbi kızının sistemlerinden kaynaklı sızım sızım sızlıyor, hissiz bacakları ayakta durmasını güçleştiriyordu. Kızları defalarca annesinin nerede olduğunu sormuştu babası da geleceğini söyleyerek avutmuştu onları. Yalanlarına hep bir kılıf bulmuştu fakat kızları büyüyordu ve bir şeyleri anlıyorlardı artık.
İçinde tuttuğu nefesi oflayarak geri bırakırken kızının karşısına geçti ve dizlerini kırarak yere çömeldi. Şimdi kızıyla aynı hizada ve gözleri birbiriyle temas halindeydi. "Kızım, neden böyle hırçınlaşıyor-sun? Biz annen meselesini seninle defalarca konuştuk, öyle değil mi? Hem annenin gelmeyeceğini nereden biliyorsun?"
Umarsızca omuz silkti küçük kız, "Biliyorum işte gelmeyecek!" derken.
"Olmaz öyle şey; annen gelecek diyorsam gelecek!"
"Gelmeyecek! Ben biliyorum işte gelmeyecek! Sen yalan söylüyorsun. Babaannem halamla konuşurken duydum. Hem başka bir kadınla evlenecekmişsin. Baba ben başka kadın istemiyorum. Ben annemi istiyorum!"
Murathan, her şeyin uluorta konuşulmuş olmasına karşın öfkelenmiş arşa yükselen vaveylası gök kubbesini karartmıştı. Kızları henüz buna hazır değildi. Bu tür konular zaten kendi başına hassas konulardı eğer konuşulması gereken bir mevzu varsa kendisi bizzat çocuklarıyla konuşurdu. "Gel kızım," diyerek onu kucakladı ve sımsıkı sarıldı. Küçük kız yaşadığı hezeyana daha fazla kayıtsız kalmayarak hıçkırarak ağlamaya başlamıştı. Menekşe'nin birebir kopyası olan Diyar'ın uzun saçlarını okşayarak onu avutmak isterken yine tutamayacağı sözler vermişti.
"Kızım, ben sizin istemediğiniz hiçbir şeyi yapmam. Ben eminin annen bir gün çıkıp gelecek. Hem biz baba kız her şeyin üstesinden geliriz."
Babasının kucağından sıyrılarak yüzüne sevinçle bakmaya başladı. "Baba sahiden annem gelecek mi?" diye sorup tekrar sarıldı babasına.
"Biz geleceğine inanırsak gelir kızım!"
"Tamam, baba. Ben kardeşim Zeynep'e de söylerim annemin gelmesi için beraber dua ederiz. Belki birlikte dua edersek daha çabuk gelir."
"Olabilir, neden olmasın. Hadi biz şimdi gidelim ve altından kalkamadığın ders neymiş bir bakalım."
Küçük kız, "Gidelim baba!" derken minik ellerini yumruk yaparak gözünün yaşını silmeye çalıştı.
Saatin akrebi ağırdan alıyordu ama yelkovan onun etrafında pervane olup dönerken ağırdan alıp nazlanması pek işe yaramıyordu. Saliseler dakikaları dakikalar saatleri kovaladı; tıpkı tavşan kaç tazı tut oyunundaki gibi. "Kızım tamam mı, buraya kadar anladın mı?"
Küçük kız anladığını göstermek için başını hafifçe aşağı yukarı salladı. "Anladım baba, yarın bu dersten iyi not alacağım."
Öfkesi dinginleşen ve kendini derslere veren kızının saçlarını okşayarak koklayıp öptü. "Aferin benim zeki kızıma. Zeynep, sen anladın mı kızım?"
"Evet, anladım baba ben zaten biliyordum ki, defalarca gösterdiğim halde anlamayan Diyar."
Kız kardeşine dil çıkararak kızdırmak isteyen Diyar, "Sen bana geri zekâlı mı demek istiyorsun?"
"Kızlar, biraz sakin. Zeynep kızım, sen de kardeşinle düzgün konuş."
"Nazlı sende. Her şeyi babamın önünde konuşmazsan olmaz sanki?"
"Tamam, dedim kızlar. Birbirinizle didişmeyi bırakın artık. Hem ben size yardım etmeyi seviyorum. Böylelikle birlikte vakit geçirmiş oluyoruz."
Murathan, masa başından ayağa kalkarken eliyle sakat bacağına bastırdı. Uzun süre hareketsiz oturmak şişmesine ve kramp girmesine sebep oluyordu. Bacakları açılsın diye kızların odasında rastgele yürürken sol kolundaki saate baktı. "Kızlar, vakit bir hayli ilerlemiş. Hadi defteri kitabı toplayın. Sonra da ellerinizi yıkayın. Birazdan halanız akşam yemeği için çağırır."
"Olur, baba!" Kızlarıyla ders çalışıp birlikte vakit geçirmek hem Murathan'a hem de kızlara iyi gelmişti. Üstelik zamanlama tam yerinde olmuştu çünkü yarın sabah cennetim dediği yere gidecek belki de uzunca bir süre geri dönmeyecekti. Yaptığı plana göre iki hafta kalmayı düşünüyordu ama durum neyi gösterirdi henüz bilemiyordu. Eğer işleri planlanandan daha az bir sürede içinde yoluna koyarsa iki haftadan önce geri dönme olasılığı vardı.
Murathan, kendi içinde hesap halindeyken çok geçmeden Zeyno'nun sesi çınladı koridorda. "Millet, her neredeyseniz yemek hazır, herkes sofraya!"
"Bak gördünüz mü, halanız yemeğe çağıyor." Kızlar kıkırtıyla birbirine dürterek gülüştüler ve
akşam yemeği çocukların şamatalarıyla geçti. Kimi yemek beğenmiyor kimi kaşık istiyor kimi tabağıma dokunma diyordu. Küçükler kendi dünyasında hemhal olurken büyükler sofra başındaki kargaşadan dolayı ne yediklerinin farkına bile varamıyorlardı.
Yemek faslından sonra sıra çay içmeye gelmişti. Yemeğin üstüne içilen çayın keyfini Zeyno, hiçbir şeye değişmezdi. Birçok şeyden ödün verirdi ama siyah çayı içmekten asla ödün vermezdi.
Fatih, bunu bildiği için hanımına yardım bahanesiyle gönlünü almak ve geleceğe yatırım yapmak istemişti. Kendi elleriyle demlediği çayı özenle döktü bardaklara. "Bacım bakıyorum da terfi etmişsin?"
"Neye ağam, anlamadım?"
"Çay demleme işini enişteye devretmişsin!" Gülüştüler.
"Yok, ağam nerede canı isteyince yapıyor ben isteyince değil." Tekrardan gülüştüler.
Kızlar büyüklerin sohbetinden sıkılınca oyun oynayacağız deyip odalarına gittiler. Üç yaşını geçmişti küçük Mahmut ve babasının kucağında uyuklayıp duruyordu. Küçük torunun uyuduğunu gören Dilber Hatun, "Benim biraz başım ağrıyor çocuklar gidip uzanacağım hazır gitmişken verin çocuğu da yatırayım. Baksanıza uyuklayıp duruyor yavrum. Uzun zamandır zaten babaannesi ile kalıyordu küçük Mahmut.
Konağın büyük hatunu da gidince üç genç insan oturma odasında baş başa kalmışları. "Bacım bugün içten içe sana çok kızdım."
Şaşkınlıktan gözleri fal taşı gibi büyümüştü genç kadının, "Hayrıdır ağam," diye sorarken.
"Kızların önünde her mesele konuşulur mu? Bugün Diyar, annem gelmeyecek. Sen bana yalan söylüyorsun, dedi."
"Ben elimden geldiğince kendi aramızdaki konuşmaları duymamaları için uğraşıyorum ağam, ama anam nasıl olsa bir gün doğruyu öğrenecekler ne kadar erken öğrenirlerse o kadar iyi diyor."
"Olmaz, onların yaşı daha çok küçük. Günü gelince ben usulünce anlatırım. Siz benim işime karışmayın. Kız oturup bir saat ağladı; zorla susturdum. Hem konuştuğumuz gibi ben yarın gideceğim. Bunları aklından çıkarma anama da tembihle; çocukların önünde ileri geri konuşmasın."
"Murathan Ağam, yolculuk nereye?"
"Hiç sorma enişte, gidip biraz kafamı dinlemek istiyorum. Biliyorum senin haberin yok ama bu akşam konuşmayı düşünüyordum zaten. Birkaç hafta gidip hem kafa dinlemek hem de bizim fabrikanın hesap kitap işlerini gözden geçirmek istiyorum. Bakarsın oraları elden çıkarırım böyle uzaktan uzağa olmuyor çünkü."
Fatih, güven veren bir üslupla konuşurken, "Sen bilirsin ağam, burasını hiç kaygı etme. Osman var ben varım bir şekilde işleri hallederiz. Senin herkesten çok kafa dinlemeye ihtiyacın var, git ve istediğin kadar kal."
"Haklısın enişte de ben çocuklardan uzun süre ayrı kalamam. Başlarında anneleri yok bende gidersem onların üzerinde kötü intiba oluşur. Siz hiç merak etmeyin ben elimden geldiğince hızlandırırım işleri.
"Sabah erken çıkacaksın sanırım?" diye sordum Fatih.
"Evet, enişte. Mümkün olduğunca etken yola çıkmak istiyorum, çünkü çocuklar uyanmadan gitmek istiyorum. Hem erken çıkarsam akışma kalmaz varırım hem de çocuklara veda etmek bana zor geliyor."
Konuşulduğu üzere yola erken saatte çıkmak için Murathan, başta olmak üzere herkes erken girdi yatağa.
Sabahın en kör saatinde uyandı Murathan, çocuklarıyla yüz yüze veda edemeyeceğini bildiği için onlarla uyurken vedalaşmak istiyordu. Mahmut'u es geçti çünkü oğlu anası ile birlikte uyuyordu. Şimdilik anasının gideceğinden haberi yoktu eğer gitmeden önce haberi olursa gitmesini istemeyeceğini düşünmüştü. Bir karar almıştı buna da hiç kimsenin engel olmasını istemiyordu. Gittikten sonra kız kardeşi zaten anasına her şeyi detaylı bir şekilde anlatacaktı.
Murathan, çıplak ayaklarıyla sessiz adımlar atıyordu üst katın koridorunda. Hafif aralık kapının önüne gelince durdu ve soluklandı. Biraz önceki gibi aynı seslilik içinde aralık kapıyı hafifçe ittirdi ve aynı yatağın içinde birlikte uyuyan kızlarının baş-uçlarına gelince diz çöküp konumunu sabitledi. Yastığın üzerine serilmiş uzun ve örgülü saçlarını avuçladı ve dudağına götürüp öptü. İçinden onlara dokunmak yanaklarından öpmek ve ben gidiyorum demek geçiyordu ama bunu eyleme dökemiyordu. Kızlarına dokunamamanın verdiği hasletle sadece ellerini yumruk yapmış sıkıyordu. "Hoşça kalın, sizleri seviyorum hem de tahmin edemeyeceğiniz kadar çok. Güzellerim benim, gittiğimi öğrenince sakın üzülmeyin çünkü en kısa sürede içinde tekrar görüşeceğiz."
Uyku mahmuru gözlerin nemini parmak uçlarıyla silerek girdiği sessizlikte çıktı odada. Uyanıp uyanmadıklarını kontrol etmek maksadı ile kapı aralığından bir kez daha dönüp baktı fakat uyandıklarına dair hiçbir belirti yoktu. Koridoru geçip kendi odasına yönelirken içinde tarifi imkânsız bir sıkıntı vardı ama nedenini ayrılık sandı...
Saatin tik takları birbiri ardınca vuruyor, zaman hızlı bir şekilde akıp gidiyor ve bu onun aleyhine işliyordu. Elini çabuk tutup bir an önce hazırlanıp yollara revan olması gerekiyordu. Bavulunu akşamdan hazırladığından dolayı bu konuda bir sıkıntısı yoktu. Sıkıntı, vakit kaybetmeden kendisini hazırlamaktı fakat düşündüğünün tam tersi olarak bir türlü eli kıyafetlerine gitmiyordu. Nedensizce gitmekle kalmak arasındaki ince çizgiyi geçemiyordu. Üstelik sabahın ayazında eniştesi ile kız kardeşi dakikalardır kendisini sokakta bekliyorlardı. Kapandı gözleri dişleriyle dudaklarını gevelerken, ayağının bağlarını çözmeli kararını eyleme geçirmeliydi. Hem de hiç vakit kaybetmeden.
İvedi hareketlerini tatbike dönüştürüp giyindi. Mevsim sonbahar aylardan eylüldü. Havalar henüz soğumamıştı lakin geceler baya serin olmaya başlamıştı. Her ihtimale karşı beş gözeli gardırobu açtı ve yanına baharlık kumaştan dikilmiş bir ceket aldı; şimdi gitmeye hazırdı. Ceketini omzuna atıp akşamdan hazır bavulu aksamayan bacağı tarafındaki eline aldı.
Odasından çıkıp merdiven başına geldiğinde dönüp arkasına tekrardan baktı. Sahi gitmek için neden bu kadar zorlanıyordu hiçbir fikri yoktu ama zorlanıyordu işte; sanki gidip de geri gelmeyecekmiş gibi...
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top