Bölüm.38. Suç Kimin Günah Kimin?

Bölüm.38. Suç Kimin Günah Kimin

Kanlı düğünün üstünden iki hafta kadar bir zaman geçmişti...

Hastalar birer ikişer taburcu edildiler. Yaşadıkları karabasan gibi günleri kabullenmiş ve içlerine hapsetmiş olarak.

Konağın büyük hatunu hala konuşamıyordu; doktor bu durum geçici dese de pek geçeceğe benzemiyordu.

Konak ahalisi eve döndüler dönmesine ama asıl matemleri başlarına kopan kıyametleri bugün başlıyordu.

Önce babalarının mezarını ziyarete gittiler. İçlerinde birikmiş ağuyu bir nebze dışarı atabilmek için ağlaştılar. Kimisi sitem etti bırakıp gittiği için kimisi kendini suçladı. Kendini suçlayanların arasında başı çeken Menekşe idi.

Konak eşrafı öyle bir haldeydi ki; birbirine ne soracak sorusu vardı ne de verecek cevabı. Şairin de dediği gibi; bazen kelimeler kifayetsiz kalır anlatılmaz yaşanırdı.

İşte bizim ailemizin durumu da tam olarak buydu. Öyle şeyler yaşamışlardı ki, kim kimi suçlayacaktı. Bu bir bedel ise kimin günahının bedeliydi? Eğer ödenecek bir bedel varsa zaten hepsinin canlarına birer kurşun sıkarak ödetmişlerdi...

Öyleyse bunca yaşananın adı neydi? Yani bir avuç mutluluk için insanoğlu bu kadar çok bedel mi ödemeliydi?

Elbette yaşıyorsan, yaşamın da bir bedeli vardı çünkü insanoğlu yaşadığı sürece aldığı her nefesin bedelini fazlasıyla ödüyordu; öyle veya böyle ama mutlaka ödüyordu...

Mesela; bazı acılar vardır anlatılmaz birebir yaşanır. Hem de aldığın her nefesin bedelini ödeye ödeye yaşarsın, canın tenden çıkasıya yaşarsın. İçinde debelendiğin acı dolu günlerin geçmeyeceğini sanır buna inat yaşarsın, amma velakin sandığının aksine günler su yüzeyindeki köpük gibi akıp gider de kendi gözlerinle şahit olursun...

Bundan daha büyük acı mı var dersin ölümü işaret ederek lakin daha da beteri gelir de başına; yaşarken öldüm sanırsın...

Bir kuru canım var başka da neyim var dersin. Oysa candan öte canını yakanlar olur bilemezsin. Can feda edersin. Ben değil o dersin. Ben yanayım o yanmasın dersin fakat an gelir değerlerin ve değer verdiklerin tepetaklak olur da apışıp kalırsın.

Hayat bu sırlarla doludur. Onun içindir ki; anlamaya çalışmak yorumlamaya çalışmak zordur yaşamı ve yaşamdan öteyi...

&&&

Sonbahar geldi mi doğayı bir hüzün sarar ve her şey sararıp solar. Gözünüze ilk çarpan genelde ağaç yaprakları olur; önce sararıp solar sonra dalından tek tek kopup kendini rüzgârın kollarına bırakır. Bu bir ön hazırlıktır. Yani kış aylarının soğuğuna ve zorlu koşullarına karşı alınmış bir tedbirdir. Soğuğa karşı doğa kendini korumaya alacak ki bahar geldiğinde tekrar yeşerebilsin. Yeşerebilsin ki, yaşamına kaldığı yerden devam edebilsin.

İşte bizim ailemiz de tıpkı ağaçlar gibi yaprak dökümünü yaşamıştı. Onlar ellerinden geldiğince yaşadıkları acı olayı arkalarında bırakmaya gayret ediyorlardı. Bir bakıma olanca güçlerini toplayarak yeniden yaşama dahil olmaya çalışıyorlardı.

Tabii bu sanıldığı kadar kolay olmuyordu. Menekşe, her şeyin sorumlusu olarak içten içe kendisini suçlarken; debdebe yaşayan yüreği ateşe atılmış ve patlamak üzere olan bir volkan gibi fokur fokur kaynayıp duruyordu.

Genç kadın, geçerli sebeplerden ötürü kendisini suçlarken yerden göğe kadar hak veriyordu pişmanlıklar içinde kıvranan varlığına...

Bu konağa en başından gelmeyecek ağa oğluna âşık olmayacaktı. Hadi âşık oldu, neden kaçıp gitmişti? Her kaçışın bir bedelinin olduğunu bilmeliydi. Kimsesiz ve köklerinden koparılmış bir kadın olarak aralarına almayacaklarını ve bedel ödeyeceğini bilmeliydi. Keşke bütün bedelleri kendisi ödeseydi de başkalarına zarar gelmeseydi. Koskoca ağa çam ağacı gibi devrilip gitmişti ve bunun sorumlusu açık ara kendisiydi. Üstelik gencecik bir adam kendi canına kıymıştı; yine sorumlu kendisiydi. Hata yapmıştı ağa oğluna kaçarak çok büyük bir hata yapmıştı...

Peki, ama bundan sonra omuzlarına yüklenen bu ağır yükü nasıl taşıyacaktı? Şimdiden bozguna uğrattığı insanlara karşı mahcubiyeti dibine kadar yaşıyordu. Onların yüzüne bakacak gücü bulamıyordu kendisinde. Bundan sonra da bulamayacağı kesindi...

Menekşe her fırsatta kendi varlığını suçlayıp dururken Zeyno’da yaşananların tek sorumlusu olarak kendisini görüyordu. Kaçmalarına önayak olan ve ağasının aklına bu düşünceyi sokan bizzat kendisiydi. Üstelik Hüsnü'nün de kanıda girmişti; buna sebep yine kendisiydi. Zeyno, zaman zaman suçu kendisinde arıyordu ama aralarında en gerçekçi düşünen de ağabeyinden sonra yine oydu. Olacak olan olurdu. Kader diye bir olgu vardı. Sen kaderi ne kadar yörüngesinde saptırmaya çalışırsan çalış yazgın döner dolaşır yine düz yolu bulurdu...

Kadınlar kendi içlerinde bir suçlu ararken erkeklere nazaran daha duygusal davranıyorlardı. Biz buna yaratılışları gereği desek daha doğru olur. Biraz da suçluyu kendi içinde aramak kolaycılık oluyordu.

Murathan, cephesine gelecek olursak eğer, kadınlar kadar duygusal ve detaylı bakmıyordu yaşananlara. Onun için insanın yazgısında olan yaşanır, çıkacak kan damarda durmazdı. Bunun için bir suçlu aramaya gerek yoktu. Takdiri ilahi böyle buyurmuştu; zamanı gelen öbür tarafa giderdi.

Tabii doğru olan Murathan'ın düşündüğü gibiydi. Yazılan bozulmaz vakti saati geldi mi yaşanırdı. Yani ecel geldi mi bir saniye bile beklemezdi. Babasının da vakti saati dolmuştu; aynı zamanda Hüsnü'nün de. Bu düşünce tarzı ağa oğluna büyük teselli kaynağı oluyordu.

&&&

Saatin tık takları durmaksızın vuruyor zaman hızla geçip giderken yürek yaralarının üstüne de soğuk sular serpiyordu. Bu zaman zarfında Menekşe'nin babasıyım diyen sepetçi Atilla, düğünde yaşanan olayı fırsata çevirmiş konağın içine kadar girmişti. Menekşe ise bu durumdan hiç hoşnut değildi. Nasıl olsun ki, her fırsatı kendi aleyhine çeviren bir adam vardı karşısında ve onun fırsatçı kişiliği gözlerinden okunuyordu. Babasını bir türlü benimseyemeyen genç kadın, ister istemez ona karşı soğuk davranıyordu fakat eşi tam tersini düşünüyordu zira çok zorlu günler yaşamışlardı buna binaen moral bozukluğu içindeydiler. Murathan, zamanla biricik eşi babasını kabul eder buna bağlı olarak da moral ve motivasyonu düzelir diye düşünüyordu. Murathan, düşündüğü nedenlerden dolayı sepetçi Atilla'ya karşı hoşgörülü davranmaya gayret ediyordu. Atilla’da canına minnet postu sermişti konağa, ara sıra damadı cebine harçlığını da koyuyordu. Bundan iyisi can sağlığıydı. Tövbe billah ayrılmazdı atık konaktan. Onlar kapıdan kovsa kendisi bacadan girerdi konağa ama mutlaka girerdi. Böylesine bir yaşamı geri tepmek zaten aptallık olurdu. Atilla ise hiçbir zaman aptal biri olmamış aksine asalak yaşamın kitabın yazmıştı. Üstelik sinsilikte ve kurnazlıkta level atlamış biriydi, çünkü insanların zaaflarını kendi aleyhine çevirmesini iyi biliyordu. İşte bundan sebep hemen hemen her gün konaktaydı. Atilla'nın yine konakta olduğu bir gün Menekşe'nin hayaline yaşananlar düşünce duygulanmış ve için için ağlamaya başlamıştı.

Fırsatçı adam durumdan kendine pay çıkarıp hemen Menekşe'nin kıyına sokulmuştu. "Güzel kızım, kendini bu kadar üzme artık... Bak sen üzülür ağlarsan bende üzülürüm. Ölenle ölünmez, giden geri gelmez güzel kızım..." Atilla kendince öğüt veriyor adeta timsah gözyaşları döküyordu.

Babasının sahte gözyaşlarına daha fazla dayanamayan Menekşe, birdenbire öfkeyle ayağa kalktı. Onun bu beklenmedik tavrı karşısında; gözler şaşkınlıktan fal taşı gibi açılmış konuşan diller lal olmuştu. "Affedersiniz ama siz kimsiniz de bana kalkmış kızım diyorsunuz? Karşıma geçmiş bir de utanmadan sahte gözyaşları döküyorsunuz? Siz hiçbir zaman benim hayatımda yoktunuz? Bundan sonra da olmayacaksınız. Benim için siz bir yabancısınız bir yabancı olarak da kalacaksınız."

Menekşe, konuşmasını yarıda keserek görüşünü engelleyen gözyaşlarını elinin ayasıyla sildi ve konuşmasına kaldığı yerden devam etmek isterken işaret parmağıyla babasına kapıyı göstererek; "Şimdi çıkıp gidin evimden. Bundan böyle de sakın bu eve gelmeyin, gelip de bize duygu sömürüsü yapmayın. Meymenetsiz suratınıza bir bakın isterseniz çünkü yüzünüzden sahtekârdık fışkırıyor."

Menekşe, babasının kolundan tutup kapı dışarı etmek için ayaklandığı sırada tiksintiyle bakıyordu yüzüne. "Keşke bana babalık yapmak için gelseydiniz ama gördüğüm kadarıyla gelmemişsiniz. Hadi bayım hadi, bir an önce gidin buradan!" Menekşe, bütün bunları söylerken boğazını yırtarcasına avazının çıktığı kadar yüksek sesle konuşuyordu. Bu arada kolundan tutarak kapıya kadar getirmişti babasını fakat ani bir kararla durdu. "Bir dakika dur gitme!" dedi ve babasının şaşkın bakışları altında telaşla evin öbür odasına gitti. Bir süre sonra elinde bir tomar parayla geri geldi. Paraları babası olacak Atilla'nın yüzüne fırlatır gibi atarken; "Ben biliyorum, senin tek derdin para. Şimdi al bunları ve git. Bir daha da sakın geleyim deme..."

Atilla, pişkin pişkin sırıtarak, "Kızım yapma böyle, ayıp ediyon ama hiç öyle şey olur mu?" derken paraları alıp cebine indirmişti bile.

Paraları alıp giderken, "Hadi bana eyvallah. Sizler de bu kadar üzülmeyin artık, her şey gelir geçer. Ben yine gelir sizleri teselli ederim. Menekşe kızım, biraz sakinleşsin ondan sonra," dedi sinsi sinsi gülümseyerek.

Menekşe, mizacı gereği sakin bir insandı ama babasının sırnaşık tavırları kadını deliye döndürmüştü. Zorlukla aldığı nefesi içinde tutarken dişlerini sıkıyordu. "Utanmaza bakın ya, hala bana kızım diyor?"

Menekşe, babasından yakınırken konağın büyük hatunu ağzının içinde bir şeyler geveledi ama ket vurulmuş dili dönmedi, diliyle anlatamadığını el işareti yaparak anlatmaya çalıştı ama nafile bir türlü derdini anlatamadı. Büyük hatun, aslında görmüş geçirmiş hayat tecrübesi tam bir kadındı lakin bu sefer başkaydı. Bu sefer hayata yenilmişti. Bu sefer hayatın getirdikleriyle baş edememişti. Bu sefer hayatla mücadele yetisini kaybetmişti...

Neredeyse bütün ailesini kaybetmeye ramak kalmıştı ve bütün bunları düşündükçe yeniden vurgun yiyordu acziyet içindeki ruhu...

&&&

Kanlı düğünde Murathan, sağ bacağına iki kurşun yemiş bacak kemiği paramparça olmuştu. Hâlâ zar zor yürüyordu, belki de ömür boyu aksak kalacaktı.

Zeyno, sağ omzundan yemişti kurşunu. Şimdilik kolu güçsüzdü ama ilerisi için bir şey söylemek henüz erkendi.

Menekşe, işte o bedenine iki kurşun yemişti. Hem de vücudunun en hassas bölgesinden. Kurşunlar kasıklarına isabet etmiş yumurtalıklarına büyük oranda zarar vermişti. Muhtemelen bir daha çocuk sahibi olmayacaktı.

Genç kadının, agresif tavırları büyük ölçüde vücudunun hormonal dengesinin bozulması ile alakalıydı.

Görüp işittiğiniz üzere bizim konak ahalisi hastalıklı bir yapıya sahip olan Hüsnü'nün yani Zeyno'nun tabiriyle salak Hüsnü'nün talanı ile baş etmeye çalışıyordu. Yeniden hayata tutunmaya çalışarak. Elbette hayata sil baştan başlamak sanıldığı kadar kolay olmayacaktı çünkü yolları yokuş ve sarp kayalarla çevriliydi.

Öncelikle her koşulda desteğini esirgemeyen ve sırtlarını dayadıkları koca çınar babaları, yoktu. Mahmut Ağanın yokluğu her an her yerde karşılarına dikiliyor yaşama olan bağlılıklarını sekteye uğratıyordu amma velakin hepsi de yetişkin insanlardı bunu da aşmayı başaracaklardı...

Matemli konakta yaşam kaldığı yerden devam ederken o elim olayın üstünden tam iki ay geçmişti. Sepetçi Atilla, ara sıra kendini gösteriyor ve kızını delirtmeyi başarıyordu. Bunun yanı sıra harçlık adı altında damadını tırtıklayıp duruyordu. Murathan, her şeyi bildiği halde Menekşe'nin hatırına hiç ses etmeyip sepetçi Atilla'nın sömürü düzenine ayak uyduruyordu. Bazen aptal yerine konulmak ve sürekli söğüşlenmek insanı aptal yapmaz bilakis kişiliğine değer katar, asıl değersiz kişilik sahibi olanlar karşısındakini aptal sananlardır. Onlar aslen kendilerini dünyanın en zeki insanı sanırlar fakat bizatihi asalaktırlar...

&&&

Günler ayları aylar insan yaşamını cömertçe harcayıp gidiyordu. Tıpkı rüzgârın önünde savrulup duran kuru yapraklar misali.

Menekşe, ara sıra kayın-validesinin kendisini suçlayan bakışlarını yakalamıyor değildi hani, ama görmezden geliyordu ve gelmek zorunda kalıyordu çünkü kimi kimsesi olmayan nereye gideceğini bilmeyen yalnız bir kadındı. Bu hayattaki tek dayanağı tutunduğu en güçlü dalı kocası ve çocuklarıydı. Bir de can dostu Zeyno'su.

Hiç kimsenin istemeyeceği gibi Menekşe'de böyle olsun istemedi. Onun hayattan öyle ahım şahım bir beklentisi yoktu. Sevdiği adam ve çocuklarıyla mütevazı bir yaşam sürmek istiyordu başka bir şey değil. Ne yatlar katlar umurundaydı ne pahalı mücevherler. İstese, kocasının bütün bunları yapacak maddi gücü vardı ama Menekşe hiçbir zaman istememişti.

Üstelik kocasının hediye olarak aldığı takıları bile takmak istemezdi ihtişama kaçar diye zira onun gönlü zengindi. Menekşe'nin tercih ettiği hayatı kocası ona tam yedi yıl yaşatmıştı hem de yetmiş yıla bedel olarak. Görünüşe bakılacak olursa eğer, ödedikleri bedel bitmemiş daha ödeyecekleri bedeller var gibi duruyordu çünkü görünen köy kılavuz istemezdi. Tahminler tutmuş görünen köy kılavuz istememişti...

Murathan, fabrika işlerini telefon aracılığıyla uzaktan uzağa iş ortağı muhtarla birlikte yürütüyor konağın işlerini de bizzat kendisi ele almıştı. Muhtarla birlikte yürüttüğü kendi işinde şimdiye kadar herhangi bir sorun çıkmamıştı, zaten işler sadece zeytin hasattı zamanı yoğun oluyordu. O nedenle muhtar tek başına işleri yürütürken pek zorlanmıyordu.

Konağın işlerini Murathan ele alınca kendi evlerine gitme süreleri uzadıkça uzuyordu. Köye geleli tamı tamına üç ay olmuştu. Bu zaman zarfında konağın büyük hatunu kendini biraz toparlamış kelimeleri tek tük söyler hale gelmişti.

Bir akşam yemeğinden sonrası çay keyfi yapıp afaki sohbet edilirken Fatih, "Murathan Ağam bundan sonra ne yapmayı düşünüyorsun, herhangi bir planın var mı?" diye sordu.

Kısılan gözleri yuvasına çekilirken hafifçe alt dudağı dışa doğru kıvrıldı ağaoğlunun. "Bilmem, şimdiye kadar hiç düşünmedim bu konuyu. Sende takdir edersin ki bir şeyler düşünmeye zamanım olmadı; olmadığı gibi gördüğüm kadarıyla zaten herkes yeni yeni toparlanmaya başladı.."

"İstersen buraya tekrar yerleş ağam. Bak babanda aramızdan ayrılıp gitti. Sen burada olursan ne iyi olurdu. Ben bundan sonra bunca işi tek başıma çekip çeviremem ağam."

Menekşe, bu konuşmaları duyunca beyninden vurulmuşa döndü.

Eğer kocası burada kalmayı kabul ederse o zaman ne yapardı? Bir yanda kayın-validesinin suçlayıcı bakışları, diğer yanda babası olacak hayırsız adam. Ya köylülere ne demeli. Peki, ya çocukları, onlar ne olacaktı? Çocukları bu yıl okula başlayacaktı. Burada olmaz, olamazdı. Kendisini buraya sığdırmazlar, bir nebze olsun rahat huzur vermezlerdi.

Menekşe, her şeyin düşündüğü gibi olacağını çok iyi biliyordu zati bilmesine de gerek yoktu ayan beyan görünüyordu. Kayınvalidesinin suçlayıcı bakışlarını bir tarafa bırak sokaktaki insanlar bile ona suçluymuş gibi bakıyordu. Onlar yaşanılan elim olayın akıbetini kendi içlerinde çoktan yargılayıp hükmünü vermişlerdi çünkü.

İnşallah kocası burada kalmayı kabul etmezdi. Ne olur kabul etmesindi. Menekşe içten içe dualar ede dursun kararın nabzı hangi yöne doğru atacak baştan belliydi. Murathan, kesinlikle köyde kalma kararı alacaktı çünkü henüz acısı tazeydi ve duygusal tarafı ağır basıyordu.

"Fatih kardeş, doğru söylüyorsun. Biliyorum onca işi tek başına çekip çevirmek zor olur ama benim de orada işlerim var. Kurulu bir düzenim var. Orası ne olacak peki?" Bakmayın siz bahanelerin ardına sığındığına, ağaoğlu biraz iteklenme istiyordu...

"Murathan Ağam, düşündüğün şeye bak. Oradaki evi kapatırsın. Eve ve bahçeye bakacak birkaç adam tutarsın. Fabrikayı da zaten muhtar yönetiyor. Sende sra sıra da gider hesap kitap kontrolü yaparsın, olur biter. Burası öyle ama onca araziyi ekip-biçmek gerekiyor. Ondan sonra yetişen ürünleri pazarlamak gerekiyor. Buranın işi gücü çok ağam çok..."

Murathan, düşünceli ama kararlı bir dille, "Haklısın enişte öyle yapalım olmazsa..." değişti.

Menekşe'nin başına kocaman bir buz kütlesi düşerken kayınvalidesi hındır bir bakış atarak gülümsemişti. Oğlu, bundan sonra hep yanında kalacak bir daha hiçbir yere gitmeyecekti; yarabbi şükür diye geçirdi içinden...

Zeyno, arkadaşının kaygılarından bi' haber çocuklar gibi sevinerek, "Yaşasın, ağam yine yanımızda kalacak. Kalmakla ne iyi ettin be ağam. Sen de gitseydin hepten sessizliğe gömülecekti bu konak. İyi ki varsın ağam, iyi ki rabim seni bize bağışladı..."

Ellerini havaya kaldırıp sesizce dua eden büyük hatundu. Sonunda istediği olmuş, bir bakıma istediğini almıştı. Şimdi kadının sevinçten gözleri ışıl ışıl parlıyordu.

Köyde kalma işinden tek memnun olmayan kişi Menekşe idi. Nedeni başına gelecekleri az çok biliyor olmasıydı. Kendi çocukları bile sevinmişti bu köyde kalma meselesine de bir tek o sevinememişti.

Halalarının taklit eder gibi, "Yaşasın!" çığlıkları atarak babalarının boynuna sarılıp yanaklarına teşekkür öpücükleri kondurmuşlardı. Sonra da annelerinin yanına gelip, "Bak anne bundan sonra hep burada kalacakmışız. Biz burayı çok seviyoruz anne, sende sevindin mi?"diye sorular sormuşlardı.

Kızlarına iyi ya da kötü bir cevap veremedi. Hayır, istemiyorum, diyemedi. Burası benim kâbusum olacak, diyemedi. Sadece diline kilit vurdu ve yüzüne sahte bir maske geçirdi, çünkü kalmak istemediğini hiç kimseye belli etmek istemiyordu, çünkü kendi içinde yaşadığı hezeyanların başkalarını mutsuz etsin istemiyordu...

Köyde kalma kararı alınmıştı bu doğrultuda yaz mevsimi yerini güz mevsimine terk ederken zaman kendi akışında hızla ilerliyordu.

Zeyno, "Yengem havalar iyice soğumadan bu gece seninle bir balkon keyfi yapalım mı? Tabii kocaları ve çocukları uyuttuktan sonra," diye kıkırdarken muzipçe gülümsemişti.

Genç kadın, her zaman olduğu gibi şimdi de anlıyordu arkadaşını, görebiliyordu gözlerindeki hüznü. Gözlerindeki hüznün nedenin çok iyi biliyordu aslında. Ne ağabeyinden vazgeçip git diyebiliyordu ne de yengesine kal diyebiliyordu. Onun içindi arkadaşıyla konuşup dertleşmek istemesi. Belki konuşursa yengesini bir nebze rahatlatırdı.

Günün akşam yemeğinden sonra Fatih ile Murathan, yorgunuz deyip odalarına çekildiler. Çocukları da anneleri uyuttu. Dilber Hatun, zaten eşini kaybedince hepten kendi kabuğuna çekilmişti; biraz toparlanmaya başlamış olsa da.

Gecenin ilerleyen saatlerinde iki eski dost çayı demlediler. Uyuyanlar uyanmasın diye kendi aralarında fısıltıyla konuşuyorlardı balkona geçerken.

Gece yazdan kalma bir güzellikteydi. Hanımeli çiçekleri ise hâlâ âdemoğluna çiçeklerini cömertçe sunmaktaydı. Akdeniz ikliminin ılık esintisi tatlı bir meltem gibi iki eski dostun bedenleri etrafında naifçe geziniyordu.

Zeyno, tahta sedirin üzerine geçip oturdu. Oturdu ama söze nasıl başlayacağını bilemiyordu. Onun da iç dünyası çalkantılar içindeydi. Kolay değildi onca yaşanmışlıkla baş edebilmek. "Yengem gel sende otur yamacıma şöyle," derken derin bir nefes aldı oflayarak geri bıraktı.

Menekşe de görümcesinin karşısına düşen sedire geçip oturdu fakat karşılıklı oturmalarına rağmen ikisi de sessizdi. Menekşe, dalgın gözlerle bir süre etrafını izledi. Konuşmaya karar vermiş olacak ki, bakışlarını görümcesinin üzerine çevirdi. "Zeyno, her şey ne kadar da güzel tıpkı eskiden olduğu gibi. Hava aynı hava gece aynı gece ve her şey muhteşem güzellikte. Sadece değişen biz insanlarız. Görüyorsun halimizi, nereden nereye geldik."

"Haklısın. Of, yine beni efkâr bastı he... Menekşe'm doldur çayları içelim, içelim de birazcık efkârımız dağılsın. Hay, benim dilimi eşek arıları soksun yine yenge demeyi unuttum."

Menekşe, gayriihtiyari gülümsedi eski dostuna. Birer bardak tavşankanı çay doldurdular kendilerine. Zeyno, çayından bir yudum aldı, "Oh be," dedi "var mı şu balkonda çay içmek gibi keyiflisi."

Gülüştüler...

"Bakıyorum da keyfin yerinde arkadaşım?"

Zeyno, sırtını sedirin kanaviçe işlemeli yastığına dayarken, "Ne yalan söyleyeyim çay içince keyfim yerine geldi."

"Keşke bende aynısını söyleyebilsem!"

Elinde sıkı sıkı tuttuğu bardaktan ikinci yudumu alan ağa kızının yüzü anında gölgelendi. Çehresine hüzünlü bir portre çizerken, yengesinin derdine derman olmak isteyen biri vardı. "Söylesene yengem, giden geri gelir mi? Ben gidenin geldiğini hiç görmedim. Ne giden geri geliyor ne de bu konuda bizlerin elinden bir şey geliyor. Ben senin için yapıyorum yengem, senin için. Biraz yüzün gülsün istiyorum. Kız yoksa bu saatte kocamın koynunda uyumak varken senin yanında ne işim var?" Tekrardan kıkırdayarak gülüştüler...

"Hah, şöyle biraz gül be arkadaşım. Sen gülde çiçek gibi açsın o menekşe gözlerin, dağılsın şu gözlerindeki hüzün."

Menekşe, başını usulca öne eğdi ve içli bir nefesi koyverdi. "Keşke boş verebilsem arkadaşım ama elimde değil yapamıyorum, düşünmeden edemiyorum.”

"Yengem, sana hak vermemek imkânsız lakin geriye dönük yaşamak da bir o kadar imkânsız. Önümüzde bizleri bekleyen uzun bir hayat var, nolur yengem geçmişi geçmişte bırakalım ve önümüze bakalım." Zeyno, oturduğu sedirin üzerinden kalkıp Menekşe'nin olduğu sedirin diğer ucuna oturdu. Uzanıp yol arkadaşının ellerini tuttu. "Hatırlıyor musun yenge, seninle son konuşmamızı yine bu balkonda yapmıştık. Yeni gelmiştiniz buraya da balkon kaçamağı yapış keyif çatmıştık. Şimdi geldiğimiz yere bak,” derken kolunu gösterdi, "bak, benden geriye sadece bir çolak kol kaldı işte!"

Her ikisi de hayattan nasibini almış dert üstüne dert yaşamışlardı ama bazen birinin sözleri diğerine merhem olur; ağa kızının yapmak istediği tam olarak buydu...

"Zeyno, insanın ağzından sözlere kolayına çıkıyor da sözleri yerine getirmek kolay olmuyor. Bana gül diyorsun ama olmuyor. Olmuyor çünkü seni görüyorum bir türlü Murathan'ı görüyorum bir türlü. Hatun ananın gözlerindeki öfkeyi ve nefreti, görüyorum bir başka türlü. Kendi halim ortada işte, daha geçen gün sen şahit oldun çeşme başındaki yaşananlara. Ben daraldım Zeyno, daraldım. Babam olacak Atilla şerefsizi yüzsüzlük yaparak hâlâ ortalıkta dolanıp duruyor. Benim iyi yürekli kocamı sürekli söğüşlüyor. Bunu bilmediğim sanıyorlar ama ben her şeyin farkındayım."

Zeyno, şaşkınlıktan gözlerini kocaman açmış geceye meydan okurken Menekşe, konuşmaya devam ediyordu. Önce yüzünü hiç olmadığı kadar iğreti bir şekilde buruşturdu sonra, "Şerefsiz, bir türlü gidemedi. Eğer buralardan çekip gitse bayram edip elime kınalar yakacağım ama gitmiyor. Tabii gitmez bulmuş benim merhametli kocamı peşini bırakır mı hiç?"

Zeyno, hiç olmadığı kadar ciddileşmişti. "Kız dur biraz yavaş gel bakalım, ben seni daha önce hiç böyle görmedim. Görmeyeli sen baya küfürlü konuşur olmuşsun, kızarım bak ha!" dedi işaret parmağını Menekşe'ye karşı yalandan sallayarak.

"Yengem, boş ver babanı şimdi. Ona verdiğimiz üç kuruşun lafı bile olmaz. Sonsuza kadar peşimizde olacak değil ya adam, elbet gün gelir yaptığının farkına varır."

"Öyle diyorsun arkadaşım da beni sizlere karşı küçük düşürüyor. Bir gün olsun babalık yapmamış, şimdi babayım diye ahkâm kesiyor. Olmaz olsun onun babalığı. Hadi sen söyle arkadaşım, konuşmayıp da ne yapayım?"

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top