Bölüm.37. İntikamın Soğuk Yüzü
Bölüm.37. İntikamın Soğuk Yüzü
Sevilmemek, kimine göre iğreti bir duygudur ve insanı değersiz hissettirir. Sevilmeye layık olmadığını düşünür ve bununla özdeşleşen zihni hastalıklı bir yapıya dönüşür. Hayattan soyutlanır ve karakteri silikleşir. Silikleşen karakteri yozlaşarak sevgiyi hepten yaşamından çıkarır zira kendisi sevilmeye layık değilse hiç kimse değildir...
Hüsnü, yıllardır sevgisizliği içinde büyütmüştü. Kendisi ölesiye severken sevilmemişti. Bunun ruhunda yaratığı isyan baş edilemez bir hal almış; istenmeyen adam olmayı bir türlü hazmedememişti. Üstelik en sevdiği insanlar tarafından darbe yemiş yüz üstü bırakılmışlardı. Yüz üstü bırakılmak onun için bir ihanetti. İhanetin soğuk tadı dimağına yayıldıkça kekremsi bir tat alıyor bilendikçe bileniyordu.
Bütün bunların ışığı altında Mahmut amcasına biriken kahrı, Murathan'a olan kini, Zeyno'ya olan karşılıksız aşkı. Hemen hemen her şey onun zayıf karakterini etkilemişti.
Kız kardeşi Gülhan, birkaç yıl sonra evlenmiş çoluk çocuğa karışmıştı ama kendisi Zeyno'ya köle olan kalbine bir türlü söz geçirememişti. Zeyno'dan umudu kesmek ona ağır gelmiş bu saplantılı aşk onun ruhunda hezeyanlara sebebiyet vermişti.
Babası bu böyle olmaz deyip köyden güzelce bir kızla evlendirmişti Hüsnü'yü lakin evlendiği kız da onun derdine maalesef derman olamamıştı.
Bütün bunların üzerine bir yıl önce babasını da kaybedince, iyice bunalıma girmişti Hüsnü. Bu düğün onun için kaçırılmaz bir fırsata dönüşürken ruhunun bastırmadığı yenilgiyi intikam duygusuyla pekiştirmişti...
Sonuç olarak, işte cansız bedeni soğuk toprakta düğünün tam orta yerinde boylu boyunca yatıyordu.
Sanki hiç var olmamış gibi sahipsizdi. Birileri üstüne bir çarşaf getirip örterken; açık kalmış gözlerini de kapatmıştı...
Bir çarşafta da yaşlı çınar Mahmut Ağa'nın üzerine örtüldü; onun da açık kalmış gözleri kapatılmıştı.
&&&
Hüsnü'nün talanına geri dönecek olursak eğer zamanın şartlarına göre köylük yerde ambulans neyim yoktu ki ara 112'yi ara gelsin fakat düğün zengin düğünüydü. Tabii düğüne gelen birçok konuğun altında taksisi vardı. Bedenlerine kurşun yemiş yaralıları birer birer taşıdılar; yaklaşık bir saatlik mesafedeki kasaba hastanesine.
Hastalıklı bir ruh ve onun intikam hırsıyla beslenen kini düğünü düğün olmaktan çıkarmış insan kıyımına çevirmişti. Ortalık ana baba günüydü ve kızılca kıyamet kopmuştu konağın çatısına ve yerle yeksan etmişti dünü bugünü.
Görünürde iki ölü üç yaralı vardı lakin insanların hafızasına kazınan insanın insana yaptığı kıyımdı. Bir insan kendi canından vazgeçecek kadar kinle beslenebilir miydi? Nasıl bir düşünce yapısıydı bu; bir aileyi yokluğa sürükleyip mezara gömecek kadar kindar yapan? Hüsnü'nün yaptığı bu kıyım belki de yıllarca insanların zihinlerinden silinmeyecekti. Muhtemelen herkes kendini suçlayacak bu işte bir dahlinin olup olmadığını sorgulayacak dahası kimin kime kıydığı yıllarca konuşulacaktı.
Öte yandan olayın üstünden bir hafta kadar bir zaman geçmiş yaralı hastalar da yavaş yavaş kendilerini toparlamaya başlamışlardı.
Belki klasik bir soru bu ama derin uykusundan uyanan her hasta;
"Ben neredeyim? Bana ne oldu?" sorusu soruyordu.
Henüz bi' şeylerin bilincinde değillerdi çünkü konağın başına gelenleri hayal meyal hatırlıyorlardı. Konak ahalisinin hepsine kıydılarsa kendine gelen hastalar soruları kime soruyorlardı diye soracak olursanız eğer; aileden olmayan ama kendi ailesini kaybetmiş gibi üzülen günlerdir başlarını bekleyen Osman'a enişte Fatih'e ve vefakar bir dostluk örneği sergileyen Salih'e...
Konağın büyük hatununa gelecek olursak; yaşananlar karşısında bir tür şok geçirmiş olmalı ki, dili tutulmuş hiç konuşamıyordu. Sessiz sedasız insanların gözlerinin içine 'mel mel' bakıyor ama kendini ifade edemiyordu, zaten ne konuşacak mecali vardı ne de ayağa kalkacak takati. Yaşamdan soyutlanmış gibi öylece yatıyordu...
Tabii ki vücutları kurşunla delik deşik olanların hiçbiri babalarının ihtişamlı yolculuğunu göremedi.
İhtişam dedik ya; belki öz ailesi yanında yoktu ama onu son yolculuğuna uğurlayan mahşeri bir kalabalık vardı. Sanki Mahmut Ağa, kendisi için toplamıştı etrafına cümle ahaliyi; neye niyet neye kısmet olmuştu.
İlk önce bilinci yerine gelen Murathan olmuştu. Yanında refakatçi olarak Osman, vardı ama onun solgun yüzü bir bakışta kendini ele veriyordu. Murathan, uzunca bir süre bakışlarını arkadaşının yüzünde gezdirdikten sonra boğumlu çıkan bir ses tonuyla yutkunarak konuşurken, "Neler oluyor Osman?" diye sordu...
Osman, elinden geldiğince ağasının gözlerine bakmamaya çabalıyordu fakat ne yapsa bunu başaramıyordu. Kalbinin ritmi değişirken sorunun cevabını nasıl vereceğini bilmiyordu. Nasıl derdi baban öldü diye? Ölen onun babasıydı amma velakin kendisi de baba bellemişti ağasını. Günlerdir hastanede ağlayıp sızlamaktan sesi kısılmıştı. İçinden konuşur gibi tarzlı ama kısık bir ses tonlamasıyla, "Sen meraklanma ağam herkes çok iyi..." diyebildi.
Murathan'ın sorusuna karşılık aldığı cevap onu tatmin etmemiş aksine daha çok meraklandırmıştı. "Herkes çok iyi derken, ne demek istiyorsun Osman? Benim hatırladığım Hüsnü," derken sözü yarıda kaldı. Elini acıyan yarasının üstüne bastırıp doğrulmaya çalışırken ah diye inledi. "En son hatırladığım Hüsnü, babamla konuşuyordu daha sonra da bana dönmüştü yönünü..." Yatağından doğrulmak isterken yüzünü acı içinde buruşturdu. "Sahi babam nerede Osman?"
Osman, önce yaslı başını öne eğdi sonra derin bir iç çekti ve arkasını dönüp pencere kenarına doğru yürüdü. Yok, olmuyordu; ağasının gözlerine bakarak babasının öldüğünü yüzüne karşı söyleyemiyordu. "Baban ağam baban," sözlerinin sonunu getiremedi ve boğazına dizilen yumruları birbiri ardına yutkundu. Yutkunduğu her bir yumru sivri uçlu bir kanca gibi boğazını parçalayarak kanatıyordu.
Murathan, yaralarına aldırmadan vücudunu zorlayarak biraz daha doğruldu yatağından. "Konuşsana Osman, babama ne oldu?"
Osman, pencere kenarından ayrılmadan yüzünü ağasına dönmeden gözlerini kapattı ve acı haberi verdi. "Baban sizlere ömür ağam!"
"Nasıl?" Tek bir kelime çıkmıştı ağız boşluğundan tek bir kelime gerisini konuşmaya gücü kalmamıştı.
Murathan'ın sustuğunu anlayınca ani bir hareketle pencere kenarından ayrılıp yatağın başucuna geldi. "İyi misin ağam, İyi değilsen hemen bir doktor çağırayım?"
Sağa sola telaşlı bir şekilde bilinçsizce adımlar atan Osman'ı durdurup kendine getirmek için bileğinden kavradı Murathan. "İyiyim ben. Sen kendine gel asıl. Şimdi otur şuraya ve düğünde neler yaşandı bir bir anlat bana?"
Günlerin yorgunu bedenini boş bir çuval gibi hastane yatağının başucunda duran sandalye bıraktı. Kederi gözlerinde okunabiliyordu. Sıkıntısı ise alnından şakaklarına doğru süzülen boncuk boncuk terden anlaşılıyordu. "Murathan Ağam, hatırlıyorsan eğer Hüsnü gelmiş düğünü durdurmuştu; çocuk önce sizleri sonra kendini vurdu."
"Babamı da mı vurarak öldürdü?"
"Yok, ağam. Babanı vurmadı. Onun yaşlı kalbi sizleri vurulmuş görmeye dayanamadı. Allah rahmet eylesin!" dedi ve sustu.
Murathan acizdi. Murathan çaresizdi. Murathan'ın vurgun yemiş yüreği yokluğu yaşıyordu. Keşke babasının yerine kendisi ölseydi çünkü her şeye sebep kendisiydi. Şu an içine düşen yangını hiçbir fâni söndüremezdi çünkü mateme tutsak yüreği bir yanardağ misali fokur fokur kaynıyordu.
Babasının ölüm haberi zihnini sıfırlamış düşünce yetisini bir kenara itmişti. Sanki biraz önce konuşulanı yeni idrak etmeye başlamış gibi kaşları öfkeliyle çatılırken, "Sizleri derken, kimleri kastediyorsun? Yoksa başkaları da mı var? Söyle Osman, söyle kimler vuruldu?" diye sorarken üzerindeki örtüyü kaldırıp bir tarafa fırlattı ve kolundaki serumu bir hamlede çıkarıp attı.
Birden ayağa kalkınca kolundan şıpır şıpır akan kanla birlikte başı döndü ve Osman'ın kollarına düşüp bayıldı.
Osman, "Doktor! Doktor!" diye tüm gücüyle sesini duyurabilmek için bağırırken bir ağasını daha kaybetmenin korkusunu yaşıyordu.
Bir ağasını koca çınarını kaybetmişti zaten, şimdi tek dostu can arkadaşını kaybetmeyi kaldıramazdı.
Osman'ın sesini duyan doktor ve hemşireler, koşturdular. Tekrar serum takıldı ve sakinleştirici iğne yapıldı.
Murathan'ın içindeki yangını unutsun diye sürekli uyutuldu; ancak derin uykular unuttururdu yaşadığı onca acıyı...
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top