Bölüm. 36. Talan
Bölüm. 36. Talan
Sepetçi adam Menekşe'nin zengin ağaya kaçtığını duyunca kendince hayaller kurmuştu. Hem kendisi hem de eşi ve çocukları kurtulur diye ummuştu. Belli mi olurdu, belki yerleşik hayata bile geçerlerdi.
Bir evinin olması içten bile değildi. Hele bir de kapağı ağa konağına attı mıydı, keyfine diyecek olmazdı. Kim bilir, hayat ne kadar güzel olurdu o zaman. Nasıl olsa onlarda mal mülk ganiydi. Kendisine yardım ederlerse neleri eksik olurdu ki?
Sepetçi adam ağa konağından ayrılırken hem kendi kendine konuşuyordu hem de sinsi planlarına planlar ekliyordu. ‘Bu bir başlangıçtı. Bundan sonra kim tutar beni. Şimdilik bir yem attım önlerine. Elbet takılır bir balık oltaya.’ Asalak yaşamı kendisine ilke edinen adam, ilk günün ilk bombasını patlatmıştı ve keyfine diyecek yoktu doğrusu. Emeline ulaşmanın verdiği hoyratlık ile içinden kahkahalar atarken çadırının yolunu tutmuştu...
&&&
Sepetçi durumdan istifade ederek ağa konağını terk etmişti ama Menekşe, yaşadığı buhran sebebiyle henüz kendine geliyordu. "Bana kızım mı, dedi? Ben babasıyım mı, dedi?" Menekşe, sürekli tekrara düşerek aynı soruları sorup duruyordu.
Murathan, biricik eşini sakinleştirmek adına, "Hatunum, şimdi sen o hayırsız adamı boş ver. Kendini toplamaya çalış," dediyse de Menekşe, bir türlü sakinleşmiyordu.
"Yengem, bak su getirdim bir yudum iç de çabucak kendine gel. O adam, bir daha bu konağın kapısına gelirse bilmiş olun herkesten önce ben hesap soracağım. Yengem, yeter ki sen iyi ol..."
Görümcesinin getirdiği bir bardak suyu beklete beklete içen Menekşe, sonunda kendine gelir gibi olmuştu. Kendine gelir gibi olmuştu fakat cevaplanması gereken yığınla sorular vardı dağarcığında. Her ne kadar etrafını kuşatan insanlar bu soruların muhatabı değilse de. "Ben anlamadım ki, onca zamandan sonra şimdi niye çıkıp gelmiş?"
"Bunun cevabı çok basit hatunum, adam şimdiye kadar hiç arayıp sormamış şimdi gelmiş o benim kızım, diyor. Sen hiç merak etme ben onun meramını çok iyi biliyorum!"
Menekşe, isterdi ki babası onu yıllarca aramış olsun, aramış ama bulamamış olsun. Şimdi kızının izini bulmuş onu çok özlemiş olsun. Hasretle onu kucaklayıp sonunda seni buldum bir daha bırakmam diye sözler versin. Baba derdi koşar boynuna sarılır ve yılların baba hasreti sona ererdi. Bir daha hiç ayrılmazlardı birbirlerinden ama maalesef bütün bunlar gerçek değildi. Gerçek olan bir şey varsa o da onun kendisini bırakıp gittiği ve bir daha arkasına dönüp bakmadığı idi.
Şimdi ben senin babanım diyerek karşısına çıkan bu adamın niyeti belliydi ve tek gerçekte buydu...
Gördüğü kâbus gibi rüya belli ki bir şeylerin habercisiydi. Bugün yaşananlar da bir başlangıç olabilirdi. Kendini o kadar aciz hissetti ki, elinden dua etmekten başka bir şey gelmiyordu. "Allah'ım babam diye karşıma çıkan bu adama karşı bana dayanma gücü ver!"
Menekşe, babasının gerçek yüzünü şimdilik keşfetmemiş olsa da Murathan, en başından sepetçi adamın niyetini anlamıştı. Onu eşinden uzak tutmak için evlerine gelen davetsiz misafiri aradı buldu ve eline bir tomar para sıkıştırdı.
Sepetçi adam ilk başta, "Ben para neyim istemem ağam, yalnızca kızımı göreyim yeter!" dedi.
Murathan, sepetçi adamın nabzını ölçmek isteyerek, "Madem isteğin sadece kızını görmek tamam o zaman. Eve gidince görüşmek istediğini söylerim kızına, bakalım seni görmek isteyecek mi?"
Baba müsveddesinin bakışları Murathan ile elindeki para arsında gidip geliyordu. Kızının kendisini görmek istemeyeceği kuvvetle muhtemeldi, bunu da biliyordu. Parayı almamak için biraz daha diretirse hazır ayağına kadar gelen kısmetiden de olacaktı. El çabukluğuyla Murathan'ın elindeki parayı kapar gibi alıp cebine indirirken, "Benim çocuklarım aç açıkta, ver ağam ver." dedi.
"Bundan böyle seni görmek istemeyen kızını rahat bırakırsın umarım. Sakın ola bir daha karşısına çıkma, karşısına çıkıp da kafasını karıştırma."
Yüzsüzlüğün kitabını yazmaya niyetlenen adam ilkel bir sırıtışla Murathan'a yalvarırken, "Bari arada bir görmeme izin ver ağam!" demişti.
Murathan'ın yine merhamet dolu iyi yüreği devreye girmişti. "Madem bu kadar çok görmek istiyorsun kızını, uzaktan göreceksin sadece uzaktan ama çok uzaktan!" dedi.
Yalanı diline dolayan adam yine yalandan sözler verdi. Üstelik o kadar inandırıcıydı ki, sanırsın gerçekten ağlayıp gözyaşı döküyor ama her şey bir oyundan ibaretti. "Olur, ağam... Ben kızımı uzaktan görmeye de razıyım yeter ki, göreyim."
Murathan'ın yüzüne karşı timsah gözyaşları döktü arkasından da, "Saf bu adam ya çok saf. Ben kızım sayesinde böyle yağlı bir kapı bulmuşum bırakır mıyım hiç?" diye dalgasını geçti.
Kendisini akıllı sanan adam bir de yaptığını marifet sayarak geleceğe yönelik düşler kurdu. Ömründe ilk defa bu kadar parayı bir arada görüyordu. Sayısı belirsiz kez cebindeki para destesini çıkarıp saydı. Saydıkça paraya âşık oldu. Paraya olan aşkı alevlendikçe Murathan'ı gelir kapısı olarak belledi. "Olmadı param bittikçe gider bir kere görünürüm Menekşe'nin kocasına. Murathan Ağa, sende kızıma karşı bu sevgi oldukça bundan böyle benim sırtım yere gelmez gayrı."
Niyet bozuk akıbet bozuktu...
Menekşe'nin babası ortaya çıkmıştı çıkmasına lakin o günden sonra hiç ortalıkta görünmemişti.
Gerçi görünse de konak eşrafının kimseyi görecek hâlleri yoktu çünkü çok yoğun günler yaşıyorlardı. Sayılı günler tükenmiş düğün zamanı gelip çatmıştı.
Zeyno, tutturmuştu illaki yengesine gelinlik giydirecek. Menekşe, olmaz dediyse de görümcenin elinden kurtuluşu olmamıştı. Olmazdı elbette çünkü gün onların günüydü ve doyasıya yaşamaları gerekiyordu.
Mahmut Ağa, dört bir yana davetiyeler yollamış düğün üç gün önceden başlamıştı. Konağın önündeki yola boylu boyunca gölgelik yapsın diye çadır gerilmişti. Öyle ki; düğün iğne atsan yere düşmeyecek kadar kalabalık mı kalabalıktı. Üç gün boyunca gece düğün halayları çekilmişti. Gündüz için bir düzine aşçı tutulmuş, yemekler pişiyor yenilip içiliyordu.
Üçüncü günün gündüzüydü ve düğünün son günüydü; üç çocuklu damat ve gelinin düğünüydü bu düğün. Mahşeri bir kalabalık toplanmış, davulların sayısı belirsiz çifter çifter çalıyordu.
Günün zamanı ilerlemiş vakit düğün gününün öğleden sonrasıydı...
İki ayrı yerde halaylar çekiliyor ortalığın tozunu attırıyorlardı.
Beklenmedik misafir...
Herkes kendini davul zurnanın ahengine kaptırmış gülüp eğleniyordu fakat tam da bu esnada düğün halayının orta yerine hiç beklenmedik davetsiz bir misafir gelip durdu.
Hem de bütün ailenin aynı anda halaya girdiği bir sırada. Kendini dev aynasında gören adam elinde bir tabancayla davul çalan abdallara döndü yönünü ve ‘durun’ diye haykırdı. Beklenmedik konuğun uyarısıyla davul çalan abdallar çalmayı bırakıp durdular. Ortalık süt liman; bütün gözler düğün halayının tam orta yerinde ve elinde tabanca olan adama kilitlendi.
Siması tanıdık genç adam, "Mahmut Ağa! Mahmut Ağa!" diye yüksek sesle nara atar gibi bağırdı. Belli ki kafası biraz nahoştu çünkü sağa sola yalpalayarak konuşmaya çalışıyordu. Mahmut Ağa, sesin geldiği yöne doğru dikkat kesilerek baktı.
Bizim davetsiz misafir, elindeki tabancayı sağa sola sallayarak, "Bak gördün mü, devran döndü gün gelip çattı. Hiç kimsenin yaptığı yanına kar kalmaz. İlla ki hesabı sorulur. Ya bu dünyada ya da öbür dünyada," dedi. Genç adam, tabanca tuttuğu elini önce havaya kaldırdı sonra namlunun ucunu Mahmut Ağa'ya doğru çevirdi. "Hiç şaşmaz mutlaka sorulur ve hesap kapatılır. Bu işe ne diyorsun ağam!"
Mahmut Ağa, oğlunun düğününü sabote eden adamın ne yapmaya çalıştığını anlamak maksadı ile ileriye doğru birkaç adım attı.
Genç adam, "Orada dur ve sakın yaklaşayım deme!!!" Namlunun ucu hala Mahmut Ağaya dönüktü.
"Tamam, oğlum sakin ol. Sana bir şey yapmayacağım!"
Genç adam, cık cıklayarak başını sağa sola salladı. “Senin dediğini yapmayacak sakin olmayacağım, zira şimdi sakin olma zamanı değil. Ben yıllardır sakinim zaten çünkü hep böyle bir günü bekledim durdum. Senin bize yaptığın reva mıydı? Hadi orada öylece dikilip durma bir şeyler söyle? Cık, söyleyemezsin çünkü haksızsın. Gerçi söylesen de bu saatten sonra hiçbir şey değişmeyecek zira boşuna konuşmuş olacaksın. Şimdi hesap ödeme vakti, her şey buraya kadarmış!"
Birkaç kişi hamle yapmaya kalktı fakat adam havaya ateş açıp, "Yaklaşmayın hepinizi vururum," diye bağırdı.
Önce Murathan'a doğrulttu tabancayı sonra Menekşe'ye ve onların önüne kendini atan Zeyno'ya.
İnsanın vaveylası arşıâlâya ulaşırken Mahmut Ağa'nın gözleri bir anda olup biten olaya kilitlenmiş; vücudu adeta buz kesmişti.
Henüz insanlar durumu idrak etmeye çalışırken adam, canlı bir bomba misali yönünü tekrar amca bellediği adama döndü. "Bak gördün mü Mahmut amca, ben sana söyledim her şey bitti diye!" dedi ve tabancayı kendisine doğrulttu. Tabancada kalan son kurşunu kendi kafasına sıkıp yere bir külçe gibi yığıldı kaldı.
Mahmut Ağa'nın yaşlı kalbi sonunda gözleri önünde yaşananlara dayanamadı; fani bedeni yere düşerken yaşlı bir çınar ağacının çatırdayarak toprağa devrilmesi gibiydi.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top