Bölüm.30. Özlem

Merhabalar!

Çok güzel bir bölümle geldik.

Keyifli okumalar.

Bölüm.30. Özlem

Yıllar yılları kovalamış ve köprünün altından çok sular akmıştı. Uzak diyarlarda yaşayan kadın ellerini böğürlerine koyarak paytak adımlar atarak yürüyordu. Gün dönmüş vakit ikindi üzerine erişmişti. Kimsesizliğin yokluğunu yaşıyor iki küçük kızını gözünden bile sakınıyordu. Öyle ki, ayakta duracak gücü kalmamasına rağmen inatla kızlarının etrafında pervane olup dönüyordu. Bir an geldi inadı kırıldı bulduğu en yakın sandalyeye oturdu. Nefes nefese kalmıştı ama kızların oyunu bırakmaya niyeti yoktu.

"Kızlar yeter artık oynadığınız hadi eve geçelim. Benim ayakta duracak halim kalmadı hem birazdan babanız da gelir."

İki yaramaz koşturup, "Anne!" diyerek annelerinin eteklerine yapıştılar. O esnada demir parmaklıklı bahçe kapısı açıldı. Gelen komşu kızı Huriye'den başkası değildi. "Menekşe abla, annem yemek gönderdi. Bir de annem dedi ki, Menekşe ablan gebe iş yapacak hali yoktur eğer işi gücü varsa yapıver, dedi."

"Allah sizlerden razı olsun. Sizler olmasaydınız ben ne yapardım bilmiyorum? Şimdilik yapılacak bir işim yok. Yalnız biz yarın son kontrol için doktora gideceğiz. Kızlara göz kulak olursan sevinirim."

"Ne demek abla olurum tabii."

O sırada Huriye etrafında dönüp duran kızları kollarından yakalayıp "Kız bıcırıklar gelin bakalım," deyip yanaklarını elleriyle sıkıp şapur şupur öptükten sonra, "Abla madem yapacak bir işin yok ben gideyim o zaman," deyip bahçe kapısından çıkıp gitti.

&&&

Öte taraftan Murathan, kendini hayatın akışına öylesine kaptırmıştı ki; O’nun bütün dünyası çocukları ve eşi olmuştu. Sanki dünya yalnız kendileri etrafında dönüyordu. Mutluydu... Huzurluydu...

Bu köye ilk geldiklerinde içinde yaşadıkları evi alınca geriye baya yüklü miktarda parası kalmıştı. Önce elinde kalan parayla Muhtar Hasan ile birlikte ortak olarak küçük ölçekli bir zeytinyağı fabrikası açtılar. İşler büyüdükçe aynı fabrikaya ek bir bina daha yaptılar. Orasını da yine küçük ölçekli sabun atölyesi olarak işletmeye başladılar. İşleri gayet iyi gidiyordu.

Murathan, eski arabasını satmış yerine daha geniş bir aile arabası almıştı çünkü üçüncü evladı da yolda gelmek üzereydi...

&&&

İçinden geçtikleri zaman su yüzündeki köpük misali akıp giderken Murathan, köyünden ve ailesinden ayrılalı tam yedi yıl olmuştu.

Özlemi çığ gibi büyümüş köyünün taşı toprağı da burnunda tüter olmuştu. İkizler altı yaşına girmiş oğlu Mahmut ise bir yaşındaydı.

Oğlunun ismini her söylediğinde babası aklına düşüyor ve burnunun direği sızlıyordu. İkiz kızların birinin adını Zeyno, koymuştu. Kızına her baktığında kız kardeşinin sureti beliriyordu karşısında ve hasret dayanılmaz bir hal alıyordu.

Yine böyle bir zamanda Murathan, çok uzaklara dalıp gitmişti. Yine hasret düşmüştü yüreğine yine gözlerinde keder vardı. Menekşe, eşinin bu haline daha fazla dayanmayarak gelip dizinin dibine oturdu çünkü onun gözlerindeki kederi açık ve seçik olarak görebiliyordu. Biricik hayat yoldaşını mutsuz görmeye dayanamıyordu zira mutsuzluğunun sebebinin kendisi olduğunu düşünüyor ve kahroluyordu. "Kendine eziyet ettiğin yetmedi mi? Yeter artık ne olacaksa olsun seni üzgün görmeye dayanamıyordum ben. Git aşkım git. Git de bu eziyete bir son ver..."

"Bana git diyorsun da ya sen? Ben özledim de sen özlemedin mi?"

Menekşe, yüzüne umursamaz bir görüntü çizerken dudak büktü. "Ben senin yerinde değilim. Benim kimim kimsem yok orada. Orası senin doğduğun topraklar, senin diğer yarın orada. Ben sadece can arkadaşım Zeyno'yu özlüyorum. Bak gör kimse sana bir şey demeyecek. Sen önden git olmazsa bizleri de zamanla götürürsün."

Sözlerinin bitiminde genç kadın derin bir iç çekti. Konak düştü hayaline; arkadaşıyla geçirdiği doludizgin günler geçti gözünün önünden. Gülümsedi mazide kalan günlere. Zeyno, evlenmiş midir acaba diye geçirdi içinden. İç güveyi alacam deyip dururdu hep. Canım arkadaşım seni nasıl özledim bir bilebilsen...

Menekşe iç dünyasını yokladığına kendisinin de eşinden geri kalır yanının olmadığını gördü. Onun da yüreğini hasret ateşi dağlamıştı amma velakin öncelik canının diğer yarısı olan kocasının idi...

Saliseleri dakikalara yükledi ve uzun uzun düşündü genç adam. Bilmiyordu araya zaman girmişti ve yılları eskitmişti. Yaşayıp yaşamadıklarını bile bilmiyordu. Gitmeliydi ve ne olacaksa olmalıydı... Bu kadar beklemek bile hataydı. Ucunda ölüm yoktu ya? Biraz eser gürler sonra yağmur olup yağarlardı.

"Menekşe'm kır çiçeğim, biraz düşününce sana hak verdim. Çekilir çile değil bu. Ne olacaksa bir an evvel olsun bitsin artık. Bence gitmekte geç bile kaldık..."

"Ben de sana onu söylüyorum ağam, daha fazla uzatma bu ayrılığı. Uzadıkça canından can gidiyor."

"Tamamdır. Yarın sabah namazından sonra çıkarsam akşama oradayım."

Murathan, şimdiden havaya girmiş yüzü gülmeye başlamıştı bile...

Huzursuz yüreğine bir damla huzur gelmişti sanki. Hele canının diğer yarılarını bir görseydi, kim bilir nasıl mutlu olurdu.

Hasreti bitirmeye karar veren genç adam sabah erkenden yola çıkmıştı. İşleri muhtara Menekşe'yi komşulara emanet etti. O kadar heyecanlıydı ki, dur durak bilmeden hiç mola vermeden yol aldı.

&&&

Gecenin karanlığında bir çift el uzandı duvardan duvara iki kanatlı bahçe kapısına. İki kanatlı bahçe kapısını kuvvetlice ittirip açtı. Önce avluya geçti sonra evin cümle kapısı önündeki sekmele gelince durdu. Cebindeki anahtarları çıkarıp kapıyı açmaya çalıştı. Kapının anahtarı bir türlü yuvasına girmiyordu; aradan yıllar geçmişti değiştirmiş olmalıydılar. Ne sandın Murathan, hayatlar değişiyor insanlar değişiyor işte bu değişime konakta uydu değişti ve yenilendi.

Kapı tıkırtısını duyan Fatih, eline gaz lambasını alıp, "Kim var orada?" diye seslendi.

Murathan, içeriden gelen sesi tanımayınca tedirgin oldu ve kalbinin kasları acı içinde kasıldı; acaba başkaları mı oturuyordu kendi konaklarında? Bu olabilir miydi? İçine inceden bir sızı düştü zira hayatta her şey mümkündü...

Fatih, "Kim var irada?" diye sorusunu tekrarlayınca Murathan, içeriden gelen sesle kendine gelip, "Benim," diye cevap verdi. Eli ayağı çözülmüş heyecandan kalbi duracak gibi atmaya başlamıştı. "Sen kimsin?"

Murathan, bu kez titreyen bir ses tonuyla, "Benim, Murathan Ağa!" diye cevap verdi.

Fatih, telaşlandı demek sonunda gelmişti. Hemen kapının arkasındaki mandalı kaldırdı aceleyle kapıyı açtı. Elindeki gaz lambasını gelen konuğa doğru tutarak "Buyur ağam!" dedi ve saygıyla kenara çekildi.

Ev sahibi gelen konuğu tanımıştı ama konuk ev sahibini tanımamıştı. Gaz lambasından sızan loş ışığın gölgesinde önce gözleri birbirini buldu. İçeriye buyur edilmişti ama geçip geçmemekte tereddüt yaşıyordu genç adam. "Burası Mahmut Ağanın konağıydı, onlar neredeler?"

Başını hafifçe yukarı kata doğru kaldırıp işaret parmağıyla merdivenleri göstererek, "Üst kattalar ağam!" dedi.

"Peki, sen kimsin?" diye sorunca Murathan, iç güveysi olduğunu hatırlayan genç damadın yüzüne yavan bir tebessüm oturdu. "Ben kız kardeşinizin eşiyim!"

Her şeyin yerli yerinde duruyor olmasının verdiği rahatlıkla gözleri kapanırken derin bir oh çekti Murathan...

Kızını uyutmaya çalışan Zeyno, kapı önünden gelen seslerden rahatsız olunca, "Fatih, kim var yanında? Ben burada bir saattir kızı uyutmaya çalışıyorum ama sesinizden uyutamıyorum." Merakına yenilen ağa kızının içi rahat edememiş olacak ki sesin sahibini görmek istemişti. Kapı aralığından başını uzatıp kim olduğuna baktı ama lambanın gerisinde kalan gölgeyi pek seçemedi. "Zeyno!"

Saçlarına ak düşmüş Murathan'ın sesini duyunca dizlerinin bağı çözülmüştü genç kadının. "Murathan Ağam!" diye bir çığlık attı ve yere yığıldı kaldı. Ee, dile kolaydı görüşmeyeli tamı tamına yedi yıl olmuştu.

İkisi birden Zeyno'yu yığılıp kaldığı yerden kucaklayıp kaldırdılar ve kendine gelmesi için yüzüne biraz su serptiler. Yaşadığı anın etkisiyle kısa süreliğine içi geçen genç kadın gözlerini açar açmaz, "Murathan Ağam!" deyip yedi yılın hasretiyle öyle bir sarıldı ki, eğer görebilseydi dönmeyi unuturdu Dünya...

Sarıldılar, koklaştılar ve yılların özlemiyle gözyaşları pınar olup aktı.

Dilber Hatun ve Mahmut Ağa üst katta kalıyorlardı. Üstümüzde biraz kırgınlık var deyip o akşam erkenden yatmaya çıkmışlardı. Mahmut Ağa, çoktan uyumuştu ama Dilber Hatun'u bir türlü uyku tutmamıştı; alt kattan gelen sesleri de duyunca neler oluyor merakıyla aheste adımlarla aşağı inmişti. "Zeyno kızım, sesinizden uyunmuyor. Allah aşkına kiminle konuşuyorsunuz?"

Oturma odasının kapısı önüne gelince başını içeriye doğru uzatıp bakmıştı konağın hatunu; catık kaşlarına ve kısık gözlerine bakılacak olursa gördüğüne inanamıyor gibiydi. Sonunda dayanamayıp, "Oğlum, Murathan'ım, yoksa sen misin?" diye güçlü bir çığlık attı geceyi ikiye bölüp çarşaf gibi yırtan. İçinden dışına taşan vaveyla yaşlı bedenine ağır gelince ayakta durmakta zorlandı ve duvara tutundu. "Hatun anam!"

Biricik oğlunun yıllar sonra sesini duymak sözün bittiği yerdeydi. "Oğlum!" dedi ve daha fazla dayanamadı kalbi hasretin ağır yüküne. Kolları gevşedi bacakları vücudunu taşıyamaz oldu...

Üçü üç yerden yere düşmeden yakaladılar konağın hatununu...

İkisi de bir süre hiçbir şey konuşmadılar. Özlemlerini anlatmaya kelimeler kifayetsiz kalıyordu zira... Sadece sımsıkı sarıldılar birbirlerine yedi yıllık hasreti dindirmek istercesine. Onlar sarmaş dolaş otururken bir çift yaşlı göz uzunca bir süredir onları izliyordu.

Mahmut ağayı ilk gören Zeyno oldu, "Baba!"

Bütün gözler oturma odasının kapısına yöneldi. Öyle ya Mahmut Ağa'nın tepkisini merak ediyorlardı. Hadi konağın hatunu bir anaydı tez affederdi. Ya babası; erkekler bazı konularda inatçı olabiliyorlardı.

Mahmut Ağa, gözlerindeki nemi avuç içleriyle kurularken, "Kaçak, sonunda geldin demek? Kerata insan bu kadar arayı uzatır mı?"

Murathan, oturduğu yerden kalktı babasının ellerine uzanırken, "Geldim baba geldim!" dedi.

Ellerine yapışan oğlunu hızla kendine çekerken sımsıkı sarıldı. Belli ki, onun da oğluna karşı kini veya öfkesi kalmamıştı...

"Neden oğlum, neden söylemedin? Bizim kalbimiz taş mıydı; biz bilmez miyiz aşkı sevdayı? Niçin hasreti omuzlarımıza yükledin de gittin be oğlum?"

Murathan, konuşurken başını öne doğru eğdi zira sesinde mahcubiyet vardı. "Beni anlamak istemeyeceğinizi düşündüm. Bilseydim, söylerdim!" dedi başını kaldırıp babasının gözlerinin içine bakarken.

O gece konağın bayramıydı. O gece konağın ve içinde yaşayanların vuslatı idi. O gece kelebeğin ışığın etrafında dönüp durduğu gibi Murathan'ın etrafında dönüp durdu ailesi. O gece sorular soruldu ve sorulan sorulara cevaplar aldı. O gece kâh sevindiler kâh üzülüp gözyaşı döktüler.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top