Bölüm.26. Ya Dualarım Tutarsa
Bölüm. 26. Ya dualarım Tutarsa
İnce belli bir güzel, pencere önüne konumlanmış sedirin üstüne oturmuş camdan dışarıyı seyretmekteydi. Yüzüne hüznün gölgesi düşmüş, gönlüne özlemler taht kurmuştu. Yaşlı gözleri dalıp gitmişti ta uzak diyarlara...
Kim bilir sevdikleri hangi uzak diyarlarda nefes alıp veriyorlardı.
İçine düşen yangını söndürmek ister gibi oflayarak iç çekti. Sevdiklerinin hayaliyle hemhal olurken kapının önünden geçene takıldı ela gözleri. Şaşkınlığına bakılacak olursa gördüğüne inanamıyor gibiydi. Hayal sandığı görüntüyü silmek için gözlerini bir kereliğine yumup açtı. Hâlâ görüntü yerli yerinde duruyordu eğer bu bir hayal olsaydı gözlerini yumduğunda silinmiş olması gerekmez miydi?
Silinmemişti...
Bu kez ellerini yüzüne götürdü ve birkaç kez ileri geri yaparak ayıkmaya çalıştı. Yok, gördükleri ne hayaldi ne başka bir şey, hâlâ capcanlı karşında duruyordu. "Peki, ama nasıl?" diye geçirdi içinden.
Onun kapılarının önünde ne işi olabilirdi ki? Yani kahyaları Osman ile ne işi olabilirdi? Onlar arkadaş bile değillerdi ki? Yok, ben gerçekten hayal görüyorum galiba zira bunun başka açıklaması olamaz, diye hayıflandı.
Bir yandan da içten içe kendine kızıyordu. Neden umutlanıyorsun kızım, sürekli düşünürsen böyle hayal görürsün işte. Olsun, diye omuz silkti. Eğer gözümün gördüğü hayalse hayali bile güzel be...
Genç kızın zihni hayalle gerçeği birbirine karıştırmış ikilem yaşıyordu zira gördükleri gerçek olmayacak kadar düşe yakındı.
&&&
Murathan'ın gidişinin ardından konak eşrafı işe güce yetişemez olmuştu. Osman da arada bir arkadaşı Salih'i yardıma çağırıyordu. Esasında Salih'in de kendi işi gücü vardı lakin sırf Osman'ı kırmamak adına yardıma geliyordu çünkü onların da maddi durumları iyiydi.
Salih'ten yardım alarak başlarına musallat olan serserilere haddini bildirmişti Fatih. İşte o olaydan sonra iki genç adam arasında bir arkadaşlık köprüsü kurulmuş ve aralarında güzel bir dostluk başlamıştı. Osman, arkadaşını yardıma çağırdıkça arkadaşı Salih'de yakın arkadaşı Fatih'i önermişti.
"Osman kardeş dediğim gibi Fatih'i yanına al çalıştır. Fatih, çok dürüst ve çalışkan çocuktur hem şoförlüğü de var, anlayacağın tam senin aradığın adam."
Salih, onca dil döktükten sonra nihayet Osman'ı ikna etmişti etmesine ama işe alım meselesi önce Mahmut Ağa'nın onayından geçmesi gerekiyordu; sonuçta maaşı ödeyen ağanın kendisiydi.
Oğlunun yokluğundan dolayı zaten Mahmut Ağa'nın işleri başından aşkın olduğundan Fatih'i işe alma konusu üzerinde fazla durmadı. "Osman, madem adam lazım al o zaman!" dedi.
Zeyno, bilmiyordu ama Fatih, yaklaşık olarak bir aydır kendi konaklarında çalışıyordu.
Gayet tabi olarak Zeyno'nun gelişmelerden haberi olmadığı için ondandı görüp de gözlerine inanamadığı. Ondandı gözünün gördüğünü hayal sandığı çünkü kırk yıl düşünse böyle bir ihtimal gelmezdi aklının kıyısına.
Yani Zeyno'nun kendisi planlasaydı böyle denk getiremezdi bu işi.
&&&
Genç kız, gördüklerinin hayal olmadığına kanaat getirince hemen kendisini dışarı atıp iki gencin yanına gitti...
Fatih'in neden orada olduğunu öğrenmesi gerekiyordu yoksa merakından çatlardı.
Zeyno'nun yanlarına geldiğini görünce Osman, "Hayırdır bacım, bir sıkıntın mı var?" diye sordu.
Genç kız, bakışlarını üstünkörü etrafta gezdirirken, "Osman ağabey, sen hiç Murathan Ağamdan haber alyon mu?"
Sorulan soru karşısında Osman'ın yüzüne hazin bir tebessüm oturdu. Murathan Ağasını en az kız kardeşi kadar özlüyordu çünkü ağasıyla neredeyse içtikleri su ayrı gitmezdi. "Zeyno bacım, çok mu özledin ağa mı?"
"He ya, çok özledim. Belki senin kulağına bir haber neyim çalınmıştır, diye soruyom." Zeyno cevabı Osman'a veriyordu ama süzgün bakışları Fatih'e dönüktü. Tabii Fatih'in bakışları da onun üzerindeydi.
Osman, tam da genç kıza cevap vermek üzereyken iki aşığın kaçamak bakışlarını yakalayıverdi. Osman, akıllı adam hemen çözdü olayı.
"Zeyno bacım, ben de çok özlüyorum ağamı, inan bir gün çıkıp gelse dünyalar benim olur. Onlar gideli neredeyse beş-altı ayı geçti ama maalesef hala bir haber yok."
Genç kız, içli bir nefesi dışa üflerken yüzüne kederin en hüzünlüsü hâkimiyet kurmuştu. "Benim kadar özlemiş olamazsın Osman ağabey. Onları o kadar çok özledim ki geceleri gözümü uyku tutmuyor!"
"Ne yapalım bacım, başa gelen çekiliyor. Bazen insanın elinden yapacak bir şey gelmiyor."
"Hı hı," diyerek başını öne arkaya sallayan Zeyno, bakışlarını Fatih'ten alamıyordu. Tamam, ağabeyi hakkında söylediklerinin hepsi doğruyordu. Onların özlemi boyunu aşmıştı ama şimdi konu bu değildi.
Osman, bizim kızın meramını çoktan anlamıştı. Onun merakını gidermek için, "Ben de Murathan Ağam gittikten sonra onca iş güçle tek başıma baş edemez olunca Fatih, arkadaşı işe aldım. Bundan böyle bizim yanımızda çalışacak."
Zeyno, konuyla alakası yokmuş gibi davranarak, "Eyi etmişsin Osman ağabey, sana da yardımcı olur."
Genç adam ağa kızına imalı bir bakış atarak, "He, ben de haberin olsun diye söyledim!"
Zeyno, umursamaz bir tavırla omuz silkti. "Bana ne canım, sen anama-babama söyle onu!"
Osman, dudak kenarına sinsi bir gülüş yerleştirerek, "Onların haberi var zaten!" dedi.
Zeyno, içindeki sevinci bastırmaya çalışarak, "Hee," dedi ve usulca yanlarından ayrıldı. Onların yanlarından ayrıldı ayrılmasına ama sevinçten etekleri zil çalıyordu. Cidden gördüklerine duyduklarına inanamıyordu. Böyle bir şeyi yerde ararken gökte bulmuştu.
Hemen odasına koştu yatağının üzerine oturdu. Önce aklına kaçamak bakışlar geldi yüreği küt küt atmaya başladı. Sonra da ellerini havaya kaldırdı.
"Allah'ım nolur bizi birbirimize yaz. Fatih, bu konağa iç güveyi olarak gelsin. Nolur bizimkiler beni ona versinler. Şey bi' de ben bu konaktan ayrılmak istemiyom. Beni duy dualarımı kabul eyle Allah'ım..."
Zeyno, içinden geldiği gibi dua edip yalvarıp yakardıktan sonra oturduğu yerden kalktı ve bir semazen gibi kendi ekseni üzerinde döndü. Mutluluğun sarhoş ettiği genç kız, kendisiyle dalga geçer gibi içten içe gülümserken, "Konaktan gitmeyeceğim iç güveyi alacağım, diye ne çok yazdım çizdim konağın duvarlarına; valla biri silinse diğerleri duruyordur." Tekrar attı kendini yatağının üstüne. Bir sevgili gibi yastığına sarılırken dudaklarından gülücük eksik olmuyordu.
&&&
Gecenin karanlığında gençten telaşlı bir adam, kapıyı çalmıyor adeta yumrukluyordu.
Evin içerisinden gelen cılız bir ses, "Geldim! Geldim!" derken bir yandan da kendi kendine konuşuyordu, "Hayırdır, gecenin bu saatinde kim ola ki?"
Kadın, kapıyı açıp buyur diyecek oldu fakat tanıdık simayı görünce yaşlı dudakları birbirine değdi ve sözcükler kemale erdi. "Sen miydin komşu, vakit geldi demek? Kim var yanında yalnız komasaydın?"
Genç adamın telaşı yüzüne yansımıştı. Gözleri korku ve panik içindeydi. "Yok, yalnız değil komşu kadın var yanında, biraz acele etsen iyi olur."
Yaşlı kadın, adamın aksine gayet sakin davranıyordu. "Tamam, telaş edecek bir şey yok, üzerime bir şal alıp geleyim hemen," dedi ve kapı önünden ayrıldı. Çok geçmeden geri gelen yaşlı kadın, "Hadi gidelim o zaman zira fazla bekletmeye gelmez." dedi.
Köyün daracık engebeli sokaklarından sık adımlarla yürüyüp geçtiler.
Kocaman bahçe içindeki dubleks tarzı evin bahçe kapısından geçip evin giriş kapısının önünde durdular.
Yaşlı kadın, genç adama komut verir gibi, "Sen dışarıda kal, sakın içeri geçme!" dedi.
Genç adam iki katlı görünümündeki evin önünde bir aşağı bir yukarı yürümekten artık bacaklarına kramplar girmiş bacakları vücudunu taşıyamaz olmuştu. Saatler kendi yörüngesinde demlenirken vakit bir hayli geçmiş neredeyse sabah ezanı okunmak üzereydi. Bu esnada evin kapısı yavaştan açıldı ve yaşlı kadın kucağında bebelerle kapının önüne çıkarak, "Gözün aydın ağam, iki tane yanakları gül pembesi kızın oldu." dedi.
Murathan, heyecan içinde titreyen ellerini tıpkı annesi gibi bakan melek yüzlü perilere doğru uzattı. Önce parmaklarının ucuyla yanaklarını okşadı sonra başını kaldırıp ebe kadının gözlerinin içine bakarak sordu. "Peki, anneleri nasıl o da iyi mi?"
Ebe kadı, dingin bir ses tonuyla, "Çok şükür anneleri de iyi. Biz onu yatağına yatırdık sende içeriye geçebilirsin artık," dedi üzerine düşen vazifeyi layıkıyla yapmış olmanın verdiği haklı gururla.
&&&
Geleceği hedefleyen zaman nasıl bir şeydir ki, biz insanlar farkına bile varmadan akıp gidiyor; tıpkı şiirde yazdığı gibi.
Yine gece vardı sabaha,
Çırpınıp durur gündüzün kollarında.
Gündüz geceyi özler, gece gündüzü,
Kıyamete kadar sürer bu döngü.
Maalesef zaman durup bizi beklemiyor, biz zamana ayak uydurmak zorunda kalıyoruz...
Günler ayları aylar yılları yıllar zamanı tüketmiş hedeflenen geleceğin nihayet vakti dolmuştu.
Günlerden bir gün Hacı Âdem, oğlu Fatih, bir cesaret ön görüşme yapmak için anacığını ağa konağına gönderdi.
Selbi kadın, utana sıkıla sırf oğlu Fatih'i kırmamak adına Bıçkın'lar konağına yollanıştı.
Dilber Hatun, her ne kadar kibirli biri olsa da misafirperver olarak bilinirdi. Kapılarına gelen konuğu içeri aldı ve baş-köşeden yer gösterdi. Biraz havadan sudan, biraz ondan bundan, konuştular. Zeyno'nun heyecandan eli ayağı birbirine dolanıyordu lakin hazır kıta komutanının emirlerini bekleyen bir asker gibi ayakta anasının yumuşlarını bekliyordu.
Dilber Hatun nihayet ikramda bulunmak istemiş ve kızına seslenmişti. "Zeyno kızım, bize serince bir ayran yap da getir."
Zeyno, heyecandan titreyen sesiyle, "Tamam, ana!" deyip koşar adımlarla mutfağın yolunu tutmuştu.
Zeyno'nun yanlarından ayrılmasını fırsat bilen Selbi kadın, uygun bir dille meramını söylemişti.
Dilber Hatun, belli etmedi ama pek bir yadırgadı. Selbi kadını, başından savmak ister gibi: "Ben bilmem bacım Mahmut Ağa'ya söylerim." dedi.
Selbi kadının zaten bu işin olacağından pek umudu yoktu zira
verilecek cevabı az çok o da tahmin ediyordu. Yine de bir kere olsun oğlunun hatırını kırmamak için şanslarını denemek istemişti; en azından oğlunun içinde ukde kalmayacaktı.
Yoksa o da biliyordu varlıklı ağa kızını istemek riskli işti. Hem de oğlu onların yanında çalışan sıradan bir işçiyken.
Zeyno'nun getirdiği ayranları içtikten sonra Selbi kadın, "Bana müsaade hatunum, zaten ziyaretin kısası makbul olur derler. Ben vakitlice kalkayım." dedi.
Dilber Hatun, içi bir şey almaz tavır sergileyerek, "Müsaade senin bacım, güle güle git..." dedi.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top