Bölüm. 22. Yaşama Sebebim

 Keyifli okumalar dilerim. 

Oy verip yorum yapmayı unutmayın, lütfen. 

Bölüm. 23. Yaşama Sebebim

Mahmut Ağa kayın-babası Kazım Bey'in çiftliğine istemeyerek de olsa gitmek zorunda kalmıştı. Gider gitmez de olanı biteni etraflıca anlatmıştı. Ağa damadının kendilerine sığındığını gören Kazım Bey, pek bi gururlandı. Gururunu damadının gözüne soka soka dillendirmekten de geri durmamıştı. Konuşmaya başlamadan önce başını dik konuma getirdi ve bastonunun topuzunu sıkıca kavrayıp birkaç kez beton zemine vurdu. "Madem bizi bilip gelmişsiniz sizi koruyup kollamak üstümüze farz oldu. Sakın tasa etmeyesiniz benim çiftliğimde hiç kimse ilişemez size."

Babaları gibi oğullarının da egoları pek bi yüksekçeydi. Uzun boylu, gövdesi kalınca olanı sanki yeğeniyle dalgasını geçmek ister gibi dudaklarına alaycı bir tebessüm yükledi. "Benim akılsız yeğenime de bak hele, neler yapmış böyle? Kapısında azap olarak çalışan kızı kaçıracağına biraz gönül eğlendirmeyi seçseydi keşke. İnsan durduk yere kendini riske atar mı yahu?"

Hızını alamamış olacak ki bu kez bakışlarını yeğeni Zeyno'ya çevirdi. Yine gözlerinde alay içerikli ifade vardı. "Yeğenimin kaçırdığı kız, şu bildiğimiz ettiğimiz dilenci kızı öyle mi? İnanın aklım şaştı. Yani etrafta onca güzel kız varken olacak iş mi bu yaptığı. Hem de gül gibi nişanlısı varken. Bari kaçırdığına değecek kadar güzel miydi?"

Zeyno, dayısının sorularından bunalınca tek kelimelik bir cevap vermeyi yeğledi. "Güzeldi."

Zeyno, elinden geldiğince gevezelikte sınır tanımayan dayılarının suyuna gitmeye çalışıyordu çünkü ablaları dayılarının oğullarıyla evliydiler. Yani dayı beylerle dünür oluyorlardı. Mahmut Ağa, kayınlarından pek haz etmezdi lakin her ne hikmetse damatları babalarına çekmemişler gayet efendi çocuklardı. Zaten kızlarının evliliğini sırf eşini kıramadığı için kabul etmişti yoksa hayatta vermezdi her şeyi kendilerinin bildiğini sanan ama hiçbir şey bilmeyen bey soylulara.

Mahmut Ağa, kızlarını evlendirirken mantıktan uzak kararlar almış konağın hatunu ise mantık çerçevesinde kararlar almıştı çünkü hesap içinde hesap dönüyordu. Kadın kızlarını yeğenlerine verirken iki yönlü düşünmüş işte tam da o yüzden duygudan uzak fakat akılcı kararlara imza atmıştı. Onun derdi hem kızları rahat etsin hem de onca mal mülk dışarıya gitmesindi...

Zeyno'nun cevabından sonra ortama derin bir sessizlik çökmüştü. Saatin tik takları saliseleri saliseler dakikaları vurdu ve derin sessizliği bozan Kazım Bey'in gür çıkan sesi oldu. Sesindeki şiddet herkesi susturacak kıvamda olduğu için bütün gözler o yana çevrildi. "Şimdi hepiniz kulaklarınızı açın ve beni iyi dinleyin! İçinden geçtiğimiz bu durum sizin sandığınız kadar basit bir durum değil..."

Çıt çıkmıyor herkes pür dikkat Kazım Bey'i dinliyordu. "İlk önce heç kimseye bu meseleyi öyle kolayına anlatıp izah edemeyiz. Bir tarafta peşin hükümlü köylü var diğer tarafta Mahmut'un en az yirmi yıllık can dostu ahbabı var. Kime, neyi, nasıl, açıklayacağız cidden bilemiyorum amma nihayetinde bu kördüğümü çözeceğiz."

Kazım Bey, olanca bilmişliğiyle durmaksızın konuşmasına devam ediyordu. "Bu kördüğümü çözeceğiz çözmesine bundan zerre kadar kuşkum yok lakin herkes ağzını sıkı tutsun, demek istediğim mevzuyu insanların diline düşmeden halledelim. Bu işle ilgisi olan olmayan torunumun bir çingen kızını kaçırdığını öğrenirse vay halimize. Yemin içiyorum cümle âlem dalga geçer bizimle. Koskoca Kazım Bey'in torunu kapısında azap olarak çalıştırdığı kızı kaçırmış diye. Şimdi söyleyin bakalım bunca meseleyle baş etmek sanıldığı kadar basit iş mi?"

Konuştukça dudakları kupkuru olmuş ve aldığı nefes ciğerlerine yetersiz kalmıştı. Soluklanmak için küçük bir mola verirken sustu ve kuruyan dudağını diliyle yalayarak ıslattı. İki eliyle bastonun topuzunu sıkıca kavradı ve vücut ağırlığını öne doğru meyillendirdi. Bakışlarını ayak uçlarına sabitleyip başını olumsuz anlamında sağa solla salladıktan sonra da, "Ah torun ah!" diyerek sesli olarak yakınmıştı.

Yaşı geçkin adam uzun uzun konuşma yapınca halliye fazla konuşmak varlığını yormuştu. Bu yaştaki adam için soluğunu düzene koymak biraz susup beklemek olağan bir hareketti. Beklemek ve nefes sayısını aza indirmek haliyle kendini toparlamasına yardımcı olmuştu. Nihayet beklenen an gelmişti. Kazım Bey'in yaşlılıktan pörsük dudakları hafifçe içe doğru kıvrılırken aralanmıştı. Yılların izini taşıyan yüz çizgileri dudakları aralanırken kulaklarına doğru katlanarak daha derin çizgiler oluşturdu. Yaşlı çınar torunu Murathan'ın meselesini nasılda canı gönülden sahiplenmişti. Tıpkı askerlerine komut veren bir komutan edasıyla sağa sola emirler yağdırırken hayat tecrübesini konuşturuyordu.

Yer yer aklar düşmüş uzun telli kaşlarını birbirine yaklaştırarak yüzüne sert ve bilmiş bir ifade çizmişti. "Yalnız ortalık yatışana kadar uzunca bir süre burada kalmanız icap edecek. Ortalık biraz yatışınca nasıl olsa olay unutulmaya yüz tutar. Ondan sonra sıra Mehmet Efendi'nin gönlünü almaya gelir amma O'nun gönlünü almak bizi yorabilir."

Kazım Bey, fikirlerini beyan ediyor meseleyle ilintili herkes onun ağzından çıkanları harfi harfine hafızasına not düşüyordu. Birileri elinden geleni yapmak isterken birileri sessizce bir köşede içini dinliyordu. Oğlunu şimdiden özlemeye başlamıştı. Canı öyle sıkkındı ki, işin içinden çıkacak bir yolun bulunamayışı ve her şeyi zaman bırakmak onu büsbütün daraltıyordu. Göğüs kafesini zorlayan sıkkın bir nefesi oflayarak dışarı verirken Kazım Bey'in sözlerini tasdik etmek üzere bir çift kelam etmek istedi. "Kazım baba, benim için elzem olan arkadaşım Mehmet'in gönlünü almak..."

Konağın hatunu eşini çok iyi anlıyordu çünkü kendisi de en az eşi kadar bu dostluğun bozulmasına üzülmüştü. Oysa ne güzel hayaller kurmuşlardı. Kız alıp kız vereceklerdi. Oğlu da kızı da kendilerine layık ailelerin çocuklarıyla evleneceklerdi. Kadın hayallerinin son bulmasından hiç hoşnut olmamıştı. İçli bir soluk çekti ciğerlerini patlatmak istercesine. Yönünü eşinden tarafa dönmek isterken bakışları anında hüzünlenmişti. "Sıkma canını bey, gün gelir her şey yoluna girer inşallah. Haklısın, bende biliyorum onları yüzüstü bıraktık ama sonuç olarak biz de isteyerek yapmadık bunu. Üstelik bundan sonra onların yüzüne nasıl bakarım; heç bilmiyorum!"

Mahmut Ağa kendi içinde çözüm yolları ararken boşa koyuyor dolmuyor doluya koyuyor almıyordu. İşe yarayıp yarmayacağından emin değildi ama yine de dile getirmek istediği bir çözüm yolu vardı aslında. Kısık ve zayıf bir ses tonuyla konuşmak istemesi fikrinin itibar görüp görmeyeceği yönündeki çekincesinden kaynaklıydı. "Ben acaba diyordum Zeyno'yu onlara versek aramız yumuşar mı?"

Kazım Bey, ani bir hareketle ayağa kalktı. Sinirlenmişti. Öyle ki sinirinden yaşlı bedeni ayakta durmakta güçlük çekiyordu. Kızgındı. Kızgınlığı sesinin desibelinden açık ara belli oluyordu. Yaralı bir aslan gibi kükreyerek işaret parmağını damadına doğrulttu. "Sen ne dediğinin farkında mısın damat? Ne demek kızı eski dünürlerine vermek istemek? Sen bile isteye kızı ateşe mi atmak istiyorsun? Seninle usulen barışsalar bile kendilerine yapılan bu haksızlığı hemencecik unutacaklar mı sanıyorsun? Hayır, unutmayacaklar. Hem de bir ömür boyu unutmayacaklar. Sen olsan unutur muydun? Tabii ki unutmazdın. İnsan düşünürken kendi gibi bilmeli hasmını. Hey yavrum hey, bu gözler neler gördü neler..."

Zeyno, babasının ağzından çıkan fütursuz sözleri duyunca başından aşağı kaynar sular dökülmüş yanmış kavrulmuştu fakat hemen ardından dedesinin itirazı yüreğine soğuk sular sermişti. Kimseye belli etmeden içten bir "oh" çekti cidden rahatlamıştı.

Kazım Bey'in damadını susturması ve sözlerindeki haklılık payı Zeyno'yu hem rahatlatmış hem de cesaretlendirmişti. Hemen ayağa kalktı anasının gergin bakışları altında dedesinin elini öpmek için uzandı. "Beni ateşe atılmaktan kurtardığın için ver elini öpeyim dede. İyi ki varsın."

Teşekkür mahiyetinde dedesinin elini öpüş tam kalktığı yere oturmak üzereydi ki, şakaklarına yeni yeni aklar düşmüş fakat inadına genç görünen dayı beyin küçüğü babasıyla gururlanarak taltifte bulunmuştu. "Tecrübe konuşuyor kızım tecrübe!"

Zeyno, dayı desteği almış daha bir cesaretlenmişti. "Benim anlamadığım dayı, suçlu benmişim gibi niye ateşe ben atılmak isteniyorum? Yani Murathan Ağzımın suçunun bedelini niye ben ödüyorum?" Zeyno art arda sıraladığı cümlelerin girdabından çıkmak isterken bakışlarını tekrar dedesinin üzerinde yoğunlaştırarak onun gözlerinin içine bir kedi yavrusu gibi melül melül bakıyordu.

Kızının haklı olarak kendini koruduğu için dedesine yağ çekmesine daha fazla dayanmayan anası gözlerini belerterek baktı. "Kızım büyükler konuşurken sen her şeye müdahil olma istersen!"

Kazım Bey gibi dediğim dedik bir dedeyi yanına çeken Zeyno'yu tutabilene aşka olsun. Hiçbir zaman sözünü hiç kimseden esirgemediği gibi şimdi anasından da esirgememişti. Hunharca omuz silkerken lafı gediğine yerleştiriverdi. "Tabii işinize gelmedi mi sen!"

Kadın meclisin orta yerinde kızının hala susmadığını görünce dudaklarını hafifçe birbirine bastırıp içe doğru kıvırdı. Yetinmedi ayağına giydiği terliğin tekini eline alıp ileri geri sallayarak gizliden bir tehdit savurdu. Zeyno, kendisine doğrultulan terliği görmezden gelerek umursamazca omuz silkip gözlerini baydı. "Bana ne ya!" diye çemkirirken hâlâ aynı noktadaydı çünkü kendi kişiliğinden asla ödün vermezdi…

&&&

Gecenin koynunda iki rotasız yolcu gittikleri yolun kendilerini nereye götürdüğünü bilmeden ilerliyorlardı. İki kaçak zede gece boyunca hiç durmadan yol almışlardı; ta ki şafak vaktine kadar. Murathan, direksiyon sallamaktan bitap düştüğü için taksiyi kuytu bir köşeye çekerek durdu. Şafak sökmek üzereydi ve çok yorgundu. İkisi de öyle çok yorulmuşlardı ki hatta Menekşe, yorgunluktan uyuya kalmıştı. Tabii yaşadıkları korku ve panik de cabasıydı.

Taksinin kontağını kapatan Murathan, birkaç dakika uykuya yenik düşmüş Menekşe'nin güzelliğini seyretti. Ne kadar da güzel ve masum bir yüzü vardı. Onun masum yüzüne âşık olmamak elde değildi. Bakışlarını Menekşe'nin yüzünden çekip alaca karanlığa çevirdi; durdurdukları yer sessiz ve sakin bir yere benziyordu.

İçi rahat etmese de biraz dinlenmesi gerekiyordu hem gözlerini açacak hali de kalmamıştı. Eğer bu halde yol almaya devam ederse bir kazaya sebep olabilirdi.

Üzerindeki yorgunluğu ve stresi bir nebze atabilmek için

Menekşe'yi uyandırmamaya dikkat ederek kendisi de taksinin arka koltuğuna geçip uzandı. Tedirgin olsa da uymak zorundaydı çünkü daha gidecekleri yolları vardı ve bilinmedik diyarlar onları bekliyordu. Kaderleri onları nereye götürecekti hiçbir bir fikri yoktu lakin umutları vardı. Umutlarını yeşertecek aşkları vardı.

Yolcularımız derin uykudan ancak güneş tepelerine kadar gelip, yorgun bedenlerini ısıtınca uyandılar. Gördüler ki zaman iyice ilerlemiş kuşluk vaktine erişmişti. Uyanınca ilk defa gündüz gözüyle bakışları birbirini buldu. Ne muhteşem duyguydu bu. Nihayet hiç korkup çekinmeden birbirlerine bakabilmişlerdi. Aşka yelken açan yüreklerin birbirine bakışları görülmeye değerdi doğrusu.

Kaçak yolcular bu ilk bakışmanın ardından gülümsediler birbirlerine.

Menekşe ben diyecek oldu Murathan, ondan baskın çıkarak, "Menekşe aşkım, ne olacak şimdi?" diye sordu.

Menekşe, kıkırtıyla gülümserken şekilli dudaklarından "Bilmem!" sözcüğü dökülüverdi.

"Ben acıktım." dedi Murathan.

Menekşe, henüz senli benli konuşmaya alışmadığı için biraz çekingenlik gösteriyordu. Yıllardır kapılarında azap olarak çalışmış asla onlara isimleriyle hitap etmemişti. Bir anda bütün resmiyeti ortadan kaldırıp sevgi sözcükleri fısıldamak ve resmiyetten uzak konuşmak muhtemel yanılgıları da beraberinde getirecekti. "Ben de ağam!" Kelimeler dudakları arasından doğarken utangaçtı.

Murathan, tılsımlı gözlerin içine boyun bükerek bakarken gülümsedi. O'da biliyordu bir süre çekingenlik göstereceğini ve hemencecik dilinden sevgi sözcükleri dökülmeyeceğini. Nasıl olsa su akar yolunu bulurdu. Onu bir şeylere zorlamak ve mecbur bırakmak istemiyordu. Birbirlerine alışmaları için biraz zamana ihtiyaçlarının olduğunu biliyordu.

"Biraz önce aacıktım diyordun daldın gittin ağam?"

"Senin karşında aklım tutuluyor güzelim!"

Menekşe, utanmış esmer yanakları koyu kırmızı renge bulanmıştı.

Uzanıp genç kızın yüzünü avuçları arasına aldı kendine doğru çekip alnına sıcak dudaklarını bastırdı.

Genç kız alnına değen sıcaklığı tüm duyuları hissederken göz kapakları usulca kapandı.

"Seni seviyorum güzel gözlüm!"

Genç kızın yüzüne çarpan ılık nefes, aklını başından alıyor genç adamın sevgi sözcükleri bütün vücudunu kasıp kavuruyordu.

"Bende seni seviyorum!" demek istiyordu ama boğazına bir şeyler takılıyor dili yuvasında dönmüyordu.

Kelimeler dile gelmeyince içli bir nefes alarak yutkundu.

Biri arka koltukta diğeri ön koltukta oturuyordu. Murathan'ın elleri Menekşe'nin yüzünden kayıp çenesine gelince durdu. Yaratıcı ona iltimas geçmiş muhteşem bir çene kemiği tasarlamıştı. Kemiksiz uzun ince parmakları hafif oval çenesini kavradı ve genç kızın başını hafif bir açıyla yukarı doğru kaldırdı amacı; sevdiğiyle göz teması kurmaktı. Ne zaman onun menekşe gözlerine baksa bütün değerleri unutuyordu. Ne zaman şekilli dudakları arlanıp kenarına bir gülücük assa kalbi onda tutuk kalıyordu. "Sen her zaman böyle güzel bak, sen her zaman böyle gülümse!" derken kendini geri çekmişti.

Biraz önceki duygu yoğunluğundan sıyrılan Murathan, "Ee, madem acıktık yiyecek bir şeyler bulmak lazım. Bizim çılgın Zeyno, size yolluk hazırladım demişti ama..."

İki bohça vardı arka koltukta. İkisi birden Zeyno'nun hazırladığı bohçalara yapıştılar, zira açlık duygusu bambaşka bir duyguydu. İkisi de aynı anda hazırlanan bohçaların bağlı düğümünü çözmek için uğraş verirken gözleri birbirine değdi ve kendi komikliklerine gülüştüler.

Murathan, kendi elindeki bohçanın düğümünü çözünce anında yüzü gölgelendi. Biraz önceki gülüşü solmuş yerini acı bir tebessüm almıştı. "Menekşe, baksana bacım bize neler hazırlamış neler. Kimselere benzemez benim vefalı bacım.”

Zeyno, onlara yolluk olarak her çeşidinden gözlemeler yapıp hazırlamıştı. Hazırladığı gözlemenin yanına iyi gider diye salatalık ve domates türü sebzelerde koymuştu. Haşlak yumurta ve patatesten tutun hiçbir detayı unutmamıştı. Hatta içecek olarak bohçanın içinde bir şişe ayran bile vardı.

Taksinin dışına çıkıp çimenlerin üzerine bir güzel yayılıp oturdular. Zeyno'nun hazırladığı yolluklarını afiyetle yediler.

Karınları doyunca Murathan, ayağa kalktı ve âşık olduğu kıza doğru elini uzattı. "Menekşe Hatun!" dedi. Bundan sonra bir ağa eşi olacağı için "hatun" diye hitap edilecekti. Murathan'da kendisini alıştırmak için söylemişti ama hoşuna da gitmişti. Kulağa ne kadar hoş geliyordu.

Menekşe, şaşkın şakın müstakbel kocasına bakarken, "Buyur ağam!" dedi.

"Güzel gözlüm neden bu kadar şaşardın? Tıpkı anam gibi sende bir ağa eşi olacaksın. Sana da hatun diyecekler."

Yıllarca kapılarında çalışmış kaynanası olacak kadına "hatunum" demişti. Şaşkınlığı şimdi kendisine "hatun" diye hitap edilecek olmasındandı. Elinde değildi garipsemişti. "Ne bileyim sen öyle deyince garipsedim."

İki aşık zaten el eleydi Murathan, müstakbel eşini çekip ayağa kaldırdı ve sıkıca sarıldı incecik beline. Başını huzur bulduğu göğsüne bırakırken, "Güzelim benim, güzel gözlüm.”

Genç adamın sıcacık nefesi göğüs kafesini ısıtıyordu lakin doyasıya sarılmaya sıkılıyordu. İşte tam da bu yüzden sıkıca sarılıp kokusunu içine çekemiyordu.

"Ölürsem beni buraya gömsünler!"

Cümle içinde ölüm sözcüğü geçince genç kızın bütün vücudu ürpermişti. Onsuz nasıl yaşanır bilmiyordu ki ölümü duymak istesin. "Nolur ağam deme öyle!"

Uğruna yollar teptiği gerekirse ölümü bile göze aldığı kadının vücudunun kasıldığını hissedince yaslandığı yerden başını kaldırdı ve onun gözlerinin içine bakmaya başladı. "Korkma melek yüzlüm, söz gelimi dedim."

Genç kız ağlamamak için kendini zor tutuyordu. Şimdiye kadar hiç kimseden bu kadar güzel sözler işitmemişti. Onun sarf ettiği sözleri kendini değerli hissettiriyordu. Utangaçlığı bir tarafa bırakıp bu kez kendisi sımsıkı sarıldı yaşadığını hissettiren adama. "Elimde değil korkuyorum işte."

"Tamam, söz bir daha ölümden söz etmek yok!"

Menekşe, sıcaklığını göğüs kafesinde hissettiği adama sarılmış başını onun ritmi bozuk kalbinin üzerine gömmüştü. Sonsuza kadar burada kalabilirdi. Murathan'ın ne demek istediğini şimdi daha iyi anlıyordu. "Beni hiç bırakma ağam!"

Saçlarına öpücükler bırakırken, "Sana söz hiç bırakmam." dedi. Onlar birbirlerini sözler verirken zaman ilerliyor ve kendilerinin bir an önce yola koyulması gerekiyordu. "Güzel gözlüm, karnımız doyduğuna göre yola çıkma vakti geldi. Ne demişler yolcu yolunda gerek!"

Menekşe, bedenini bir milim geri çekerek bakışlarını uğruna kaçak yaşamayı göze aldığı adamın yüzüne çevirdi. Bakışlarına sinen korku hissedilebilir netlikteydi. "Bizi arar bulurlar mı ağam, ben çok korkuyorum da?"

Genç kızın tam aksine genç adamın bakışlarında korkunun zerresi yoktu. "Kim arayacak aşkım. Hadi aradılar diyelim. Nasıl bulacaklar? Bu devirde kimin altında taksisi var ki? Benim taksimin olduğuna ne bakıyon sen. Hoş zaten kilometrelerce yol geldik, bundan sonra bizi arasalar bile bulamazlar. Şimdi kalkıp biraz daha yol alalım, yol alırken de etrafımıza bakalım. Eğer kafamıza göre bir yer bulursak oraya yerleşiriz."

Menekşe, müstakbel eşine her şartta güveniyordu güvenmesine ama içindeki korku hissini de yenemiyordu. Üstelik hissettiği korku göz bebeklerinden okunabiliyordu. "Haklısın ağam, bir an önce çekip gidelim de bizi bulamasınlar."

Murathan'ın aklına güzel bir fikir gelmiş gibi gözleri parladı. "Menekşe Hatun, bizim yapmamız gereken çok önemli bir işimiz daha var."

Biraz korkmuş biraz şaşırmıştı Menekşe. Önemli demişti. Onun için önemli olan birilerinden kaçıyor olmalarıydı daha önemli ne olabilirdi ki? Merak etmiş sormak istemişti.

"Bu kadar önemli olan şey nedir ki ağam?"

"Sen şimdi ne olduğunu boş ver de etrafta bir cami görürsen bana söyle. Ben önüme baktığım için göremeyebilirim."

Menekşe safım hiçbir şeyden habersiz Murathan'ın hinliğine maruz kalırken, "Yoksa namaz mı kılacaksın ağam?" diye sordu.

Murathan, yüksek sesli bir kahkaha atarak, "He Menekşe he, namaz kılacam!"

Murathan'ın niye bu kadar güldüğünü anlamamıştı genç kız. Onu bu kadar güldüren şey neydi ki? Yoksa yanlış bir şey mi yapmıştı? "Niye bu kadar gülüyorsun ağam, ben hiçbir şey anlamadım?"

"Namaz dedin ya, ona gülüyorum Menekşe!"

"Camide başka ne yapılır ki ağam?"

"Hakikaten ha, başka ne yapılır ki camide? Bak bunu çok doğru söylüyorsun. Menekşe Hatun, yapacağım sana sürpriz olsun. Sen cami görünce bana söyle yeter!"

Menekşe, çaresiz sustu çünkü öğrenmenin tek yolu beklemekten geçiyordu. Yanlış sorular sorup komik duruma düşmektense hiçbir şey sormayıp beklemek daha evlaydı.

Murathan, kontağı çevirip gaza basmadan önce Menekşe'ye bakıp göz kırptı. "Camide görüşürüz!"

Menekşe'nin meraktan içi içini yiyordu. Gözleri sürekli bir cami ardı ama saatlerce yol almalarına rağmen civarda ne bir köye ne de bir yerleşim yerine rastladılar. Evet, saatlerdir yol alıyorlardı ve bir adım ötesine dahi gidecek halleri kalmamıştı. "Menekşe, ben çok yoruldum. Uygun bir yerde duralım da biraz soluklanalım."

Menekşe, heyecanla yerinden sıçrayarak, "Bak ağam bak, bu nedir ki böyle?" diye işaret parmağıyla sol tarafı gösterdi.

Menekşe'nin gösterdiği yöne doğru bakan Murathan, gülümsedi. Kendisi daha önce çok görmüştü onun için gördüğü şeyi hiç yadırgamamıştı. "Menekşe'm güzel gözlüm, niye bu kadar çok şaşırıp heyecanlandın? Yoksa sen daha önce hiç deniz görmedin mi? Bu gördüğün kocaman deryanın adı deniz! Hadi o zaman duralım da sana yakından göstereyim. Üstelik çok yoruldum, bende bu sayede biraz dinlenmiş olurum."

Murathan, arabayı yolun kenarına bir yere çekti, durdurduğu yer neredeyse denize sıfır konumdaydı. Masmavi deniz köpürerek dalgalanıyor, dalgalar kıyıya vurdukça foşur da foşur sesler çıkarıyordu. Menekşe, denizin engin sularında kaybolmuş gibi seyre daldı. "Ne kadar güzel ağam, demek bu suyun adı deniz öyle mi? Ömrümde ilk defa bu kadar çok suyu bir arada görüyom ben."

Menekşe, kendi etrafında mutlu mutlu dönmeye başladı. Kendi ekseni üzerinde dönüp dururken aniden durdu, "Bak ağam bak, cami!"

Güneş'in göz kamaştıran ışığını kesmek için elini alnına şapka yaparak Menekşe'nin gösterdiği yöne doğru baktı Murathan. "Hakikaten gördüğün bir cami, hem de güzel bir yere benziyor burası. Baksana bir tarafı deniz diğer tarafı yemyeşil yamaçlı dağlarla çevrili."

Karşılarına çıkan doğa harikası yerleşim yerini görünce Murathan'ın içinde tarifi imkânsız hisler oluşmuştu. Bu hisler, gönlüne taht kuran aşkına güzel sözler olarak yansıdı, çünkü yıllardır ilk defa bu kadar mutlu hissediyordu kendini. Menekşe'm. Aşkım. Yaşama sebebim. Baksana her güzellik bir arada sanki bu Allah'ın bir lütfu bize; ne dersin buraya yerleşelim mi?"

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top