Bölüm. 18. Söylemesi Kolay, Nasıl Olacak?

Medya Kenan Adil, Göçmen Kızı

Bölüm. 18. Söylemesi Kolay, Nasıl Olacak?

Bazen yanıbaşındakini göremez insan ve bir arayış içine girer. Sanki gözünüzün önüne kalın bir perde çekilmiş gibidir; karanlıkta kalır ve aydınlığa çıkmak için çabalar durursunuz. Murathan ve Zeyno için de durum aynısıydı. Ölçülü zaman diliminde bir türlü işin içinden çıkamamışlar ve kendi hezeyanlarıyla boğuşup durmuşlardı.

Zeyno, "Kaçır!" diyerek aydınlığa çıkmanın formülünü tek kelimeyle özetlemişti ama kaçmak veya kaçırmak cidden sorunlarını çözebilecek miydi? Belki kısmen çözecekti çözmesine fakat olay daha vahim sonuçlar doğurabilirdi. Bir kere Murathan, nişanlıydı. Menekşe'yi kaçırmaya kalkışırsa nişanı atmış sayılacaktı ve iki aile arasında düşmanlığa sebebiyet verecekti. Bu düşmanlık içinden çıkılmaz bir hal alabilirdi. Bir diğer taraftan da Menekşe'nin mensubu olduğu topluluk bu işe nasıl bir tepki verecekti, zira onların kaybedecek hiçbir şeyleri yoktu ve gözü kara insanlardı.

Kendi ailesini ve yerel halkı hesaba katmıyorum bile...

Kız kardeşinin çözüm olarak sunduğu teklife tepki olarak gözlerini fazlasıyla büyük açarak, "Ne?" diye sormuştu Murathan. Kırk yıl düşünse bu fikir onun aklının ucundan bile geçmezdi. Kız kaçırmak, hem de bir dilenci gurbet kızını kaçırmak, olacak şey değildi, hatta imkânsızın da ötesinde bir şeydi. Bu yolun sonunun nereye çıkacağı belli değildi; tıpkı karanlıkta yürümeye benziyordu.

Esasında genç âşıkların aşka giden yolları ne zaman tıkansa başvurdukları en kolay yöntemdir kaçmak... İnsanoğlu tarafından asırlardır kullanılan bu daracık patika yolu, âşıklar birbirlerine vuslatı hediye etmek istediklerinde kullanırlar. Tabii ki, bu yol çetrefilli bir yoldur ama sonunda vuslat varsa gittiğin yolun üzerinde karaçalılar da olsa bu eziyete katlanılır mı katlanılır...

Murathan 'ne' diye sormuş kız kardeşi cevabı yapıştırmıştı. "Sen biraz önce ne söyledin ağam? Ben tabuları yıkarsam beni bu köye sığdırmazlar sürerler demedin mi?"

Murathan'ın bakışları hayali bir noktada sabit kalırken heyecandan titreyen dudakları çenesine doğru kıvrıldı. "Evet, dedim ama!"

Zeyno, bütün bu konuşmalar sırasında sırtı balkonun ahşap korkuluklarına dayalı, elleri koltuk altlarında birleşmiş olarak ağabeyinden gelecek tepkiyi bekliyordu. Küçük bir hamle yaparak bedenini öne doğru çekti ve boşta kalan kollarını iki yanlarına salık bıraktı. Öne doğru bir adım atarken ikinci adım onu izledi. Üçüncü adımın sonunda ağabeyiyle karşı karşıya gelecek şekilde tahta sedirlerin birinin üzerine geçip oturdu. Bakışları korkusuz ağız boşluğundan firar eden sözcükler kusursuzdu. "Ne ağam aması ne, niye bu kadar çok düşünüyorsun? Bir düşün hele ağam, acaba senin düşündüğün kadar seni düşünen var mı?"

Murathan, kız kardeşinin koyu kahve gözlerinde cevap arar gibi bakışlarını yüzünde gezdirdi. "Yok, mu?" diye sorarken mahzundu dudakları arasından dökülen heceler. Hiç kimsenin umurunda değil miydi yani? Kız kardeşi gerçekten haklı olabilir miydi? Başını çevirip gözleri boşlukta kendine yer ararken, son aylarda yaşadıkları şeffaf bir ekranda art arda gösterilmeye başladı. Ekrandaki görüntü gösterime girmiş yeni bir film gibiydi.

"Biz böyle uygun gördük oğlum. Biz sizin iyiliğinizi istiyoruz. Bu kadar büyütme zamanla birbirinize alışırsınız." Herkes bencilce kendi isteğini sıralıyordu sanki kendi yararlarınaymış gibi. Sessiz filmin karesini dondurdu ve başını olması gerektiği yöne çevirdi. Çünkü kafa karışıklığı yaşıyordu. Çünkü tereddütleri vardı. Çünkü yapbozun bazı parçaları eksikti. Yapbozun eksik parçalarını yerli yerine koymadan bir karara varmakta istemiyordu. "Hadi sen haklısın, diyelim. Kimse kimseyi düşünmüyor, diyelim. Herkes kendi nefsini tatmin etme peşinde, diyelim. Peki, ben gidince buralar ne olacak? Her ne kadar bizimkiler bencillik ederek, bizi düşünmemiş ve yanlış bir karar almış olsalar da onları nasıl yalnız bırakacağım?"

Zeyno, hiç düşünme gereği bile duymadan kendinden emin bir şekilde ayağa kalktı ve ağabeyinin tam karşısına geçip gözlerinin içine bakarak cevap verdi. "Ben varım ağam. Sen onları hiç merak etme. Ben onlara kendi gözüm gibi bakarım. Emin ol aradan biraz zaman geçince olay unutulur gider..."

Kız kardeşini bu kadar güçlü görmek Murathan'ın gülümsemesine neden olmuştu. "Gemileri yak, köprüleri at diyorsun yani?"

Zeyno, umarsızca omuz silkti. "He ağam, öyle diyom!"

Şimdi konu asıl meseleye gelmişti. İki kardeş kendi aralarında bir karar almışlardı ama konunun asıl muhatabının bundan haberi yoktu. "Hadi diyelim ben bu işe razı oldum. Peki, Menekşe, benimle gelmek ister mi?"

Zeyno, kıkırdayarak gülmeye başladı. Gülersin tabi ağa kızı, nasıl olsa işler senin istediğin yönde ilerliyor. "Yapma ağam, düşündüğün şeye bak. Gelir elbet niye gelmesin ki? Hayatta bir yaşlı nenesi var, o da bugün yarın gidici..." Sözleri umursamaz vücut dili lakayttı.

"Kız vallahi sen cadının tekisin he, bak sonunda benimde aklımı bulandırdın. Ne demek gidici kız?"

Geceye boyun eğmeyen iki kardeş umarsızca gülüştüler.

Zeyno, bu kördüğümü çözmeye baştan beri kararlıydı. Yüzmüş yüzmüş kuyruğuna gelmişti şimdi pes edecek değildi ya?

"Sen hiç meraklanma ağam, bizimkiler senin yokluğuna uzun süre dayanamazlar. Bak aha da buraya yazıyom; çok sürmez arar bulur buldukları gibi de geri getirirler seni. Nasıl olsa sen onların biricik erkek evladısın!" Yine taşı gediğine koymayı başarmıştı fettan ağa kızı. Sözü döndürüp dolaştırıp ayrımcılığa getirmişti.

Murathan, kız kardeşinin laf sokmasına dudaklarını yayarak kocaman gülümsemişti. Bu kez içindeki şevk dışına yansımış kalbi yüzüne ayna tutmuştu...

Bakıyorum da keyiflisin ağaoğlu. Hadi bakalım hakkınızda hayırlısı olsun.

Saniyelerle sınırlı zaman diliminde iki kardeş de sessizliğe gömülmüştü. Sessizliği bozan Murathan olmuştu, zira aklına takılan sorulara cevaplar arıyordu. "Sahi Zeyno, bizimkiler beni çabuk affeder mi?"

Murathan'ın sorunu karşısında omuzlarını kendi isteğiyle kaldırıp indirerek silkti Zeyno. "Bana kalırsa affederler. Sende bu kadar çok düşünme artık çünkü bu köylük yer çok da matah bir yer değil. Siz beni dinleyin ve kaçıp gidin. Sonra da kendinize güzel bir memleket bulun ve oraya yerleşin. Gülhan'a aldığın kiloyla altın takıları da al götür ve Menekşe'nin kollarına tak. Gidin ağam gidin... Bir ömür keşkelerle yaşayana kadar, gidin de aşkınızı sevdanızı doyasıya yaşayın..."

Murathan, kız kardeşini şevkle tutup kendine doğru çekti ve yanağına bir kardeş öpücüğü kondurdu. "Kız sen yok musun, erkek olacakmışsın. Baksana sendeki cesaret birçok erkekte bile yok!"

Zeyno, bu işi çabuklaştırmak gerektiğinin farkındaydı. "Murathan Ağam, sen bir an evvel hazırlığını yap. Bak beni dinle, kaçırma şu kızı elinden. Onlar gitmeden bu iş tamama ersin."

Murathan, kız kardeşini pohpohlayarak, "Bacım, vallahi bu gece senin sayende rahat bir uyku uyuyacağım. Yokluğumda buraları sen idare edersin artık..." dedi.

Zeyno, kendinden emin alacağını almış bir ifadeyle; "Sen orasını hiç merak etme ağam, aha da şuraya yazıyom; ben bu evden hiçbir yere gitmeyeceğim. Kendime iç güveyi alacağım." Sözleri bitince içinden kıkırtıyla güldü. Hesapçı çıktın ağa kızı, ne diyelim her şey gönlünce olsun...

Gece sessizce iki kardeşi dinlemiş sırlarına ortak olmuştu. Zeyno, ağabeyinin yanağına bir kardeş öpücüğü daha kondurdu. "Hade ağam iyi uykular ağam.Şimdi ben yatmaya gidiyorum ama sen sabah olduğunda sakın vazgeçme hee..."

&&&

Ertesi günün gecesinde gizemli bir el usulca dış kapıyı açtı ve süzülür gibi evin avlusuna girdi. Tedirgin bir hali vardı. Önce ürkek hareketlerle etrafına bakındı. Sonra sessiz ama aceleci adımlarla konağın balkonunun altına doğru yürüdü. Balkonun altına geldiğinde durdu. Burası loş bir aydınlığa sahipti ve burada saklanması daha kolaydı.

Ay, geceye ışık tutuyordu ama hükmü kuytu köşeleri aydınlatmaya yetmiyordu.

Korkudan mıdır heyecandan mıdır bilinmez, kalbi yerinden fırlayacak gibi çarpıyordu. Bu heyecan fırtınası bütün vücudunu ele geçirmiş olmalıydı ki, ellerinin titremesine engel olamıyordu.

Titreyen ellerini göğüs kafesinin üzerine bastırdı, burnundan aldığı nefesi yanaklarını şişirerek geri verdi. Ne yaparsa yapsın heyecanını bastıramıyordu. Kendisi bilmiyordu gecenin bir yarısı bu balkonun altında ne işi vardı. Başına neyin geleceğini bilmiyor ve korkuyordu. Tedirgindi. Kuşkuları vardı. Ürkek gözlerle etrafına bakmaya başladı ama hiçbir şey göremedi. Bekleyip dururken aniden karanlık boşluğun içinden bir çift el uzandı. Bir el ağzını kapattı diğer el koluna yapıştı. Kız debelenmeye başladı...

Kız debelenip dururken erkeğin kollarında, kulağına fısıldayan erkeğin ılık nefesiyle irkildi. "Şiit, sakin ol..."

Kızın kulağına yayılan tanıdık sesin tınısı tüm bedeninin sarıp sarmaladı. Buna müteakip vücudu ısınmaya beyni karıncalanmaya başlamıştı. Heyecandan neredeyse düşüp bayılacak gibi hissetti kendini.

Kollarında çırpınan kızın korkudan yaprak gibi titrediğini fark eden adam, teskin edici bir ses tonlamasıyla, "Korkma benim!" dedi.

Kızı kimsenin göremeyeceği daha kuytu bir yere çekti fakat yaşadıklarının şokunu atlatamayan kızın titremesi hâlâ geçmemişti. "Murathan Ağam!"

Sesindeki tını boğuk ve çatallı çıkıyordu çünkü bir hataya mahal vermemek için elleri kızın ağzını kapalı tutuyordu. Kızın arkası dönüktü ve sırtı adamın göğsüne bastırılmıştı. Onun kalp atışlarını duyabiliyordu. Onun bedeninin göğsünün üzerinde basılı olması ve teninin tenine temas etmesi adeta nefesini kesiyordu. Gözleri kapandı saçlarının kına kokusunu içine çekti ve aşk sarhoşu başını genç kızın saçlarının arasına gömdü. Yaptığı her eylen kızın nefesini kesmeye yetiyordu. "Güzelim, hadi artık sakinleş biraz. Benim sana söyleyeceklerim var. Şimdi elimi ağzından yavaşça çekiyorum sakın ses çıkarma, olur mu?"

Menekşe, tamam anlamında hafifçe başını aşağı yukarı salladı. Olur, onayı alan genç adam, kızın omuzlarından kavrayarak yönünü kendisine çevirdi. İki bedenin üzerine ay ışığının nazende şavkı vuruyor, birbirlerinin yüzünü ise alaca karanlıkta yarım yamalak görebiliyorlardı. Hiçbir şey konuşmadan hatta nefes dahi almadan soluksuz bir şekilde birbirlerine bakıyorlardı. Murathan, onu buraya neden çağırdığını bile unutmuştu. İki beden birbirinin bakışlarında kaybolmuş, zamansız ve mekânız gibiydiler.

Buraya neden geldiklerini sonunda hatırlayan Murathan, diline vuran kelimeleri sıraya koymak için sertçe yutkundu. Ne diyecek daha doğrusu nasıl diyecekti bilmiyordu...

İlk buluşmada hade biz kaçalım denir miydi? Muhtemelen denmezdi ama kendisi bunu demek zorundaydı çünkü zamanı daralıyordu.

Uzanan elleri Menekşe'nin omuzlarını tutarken nazikti. Kırıp incitmek istemediği nadide bir parçayı korumak istermiş gibi kızı hafifçe kendine doğru çekti ve Menekşe'nin gözlerinin içine bakmaya başladı. Bakışları birbiriyle buluştuğunda içi titredi. Kalp ritmi o kadar hızlı atıyordu ki; şiddetinden göğsünün duvarlarını patlayacak güçteydi. "Güzelim, şimdi beni iyi dinle! Sen aşkın sevdanın ne demek olduğunu biliyorsun öyle değil mi?"

Gecenin, koynunda ay ışığı kendilerine eşlik ediyor Menekşe'nin hercai gözleri şaşkınlıkla kocaman açılmış Murathan'a bakıyordu. Bir saniyeliğine kapalı dudakları aralandı ve cılız bir sese bürünen kelimeler ervahından doğdu. "He, ağam biliyorum!"

Menekşe'den aldığı cevap Murathan'ın içindeki kor yangınları alevlendirmişti. Biraz daha bekleyip kalbinden geçenleri diline dökmezse göğsü iki yarılacakmış gibi acı veriyordu. Nefessizlikten çatlamış dudakları aralandı. "Ben sana âşığım. Ben seni tahmin edemeyeceğin kadar çok seviyorum. Güzel gözlü Menekşem benim!" derken O'nu göğsüne bastırdı. Genç kız, tepkisizdi çünkü şok üstüne şok yaşıyordu ve ağasından duyduğu itiraflar zihnini alabora etmişti. Bir süre sonra bedenleri birbirinden ayrıldı ve aralarında bir karışa yakın mesafe kaldı. "Ben şimdiye kadar çok düşündüm Menekşe, ama bu işe bir çıkar yol bulamadım."

Murathan, durup bir nefes molası verdi. "Eğer sende beni seviyorsan kaçıp gidelim buralardan?"

Menekşe'nin sağ eli yavaşça sol göğsünün üzerine gitti ve orada kaldı. Kanatlanıp uçmak için can atan kalbinin çırpınışlarını durdurmak için var gücüyle tekrar tekrar aynı yere bastırdı. Evet, kendisi de ağasını minnet ve aşkla seviyordu fakat bu nasıl olurdu, üstelik ağası nişanlıyken. Eğer böyle bir delilik yaparsa yağlı urgan kendi elleriyle boğazına geçirmiş olmaz mıydı?

Menekşe'nin suskunluğu ağa oğlunu umutsuzluğa itiyordu. Gelmek istemiyor olabilir miydi? Gelmek istemezse onu anlardı ama mutlaka gelmeliydi. Yoksa ikisi birden sonsuza kadar aşk cehenneminde yanacaklardı.

O'nu ikna etmenin bir yolu olmalıydı. Sarıp sarmalamış kokusunu içine çekmişti. O'na bu kadar yaklaşmışken ellerinin arasından yok olup gitmesine izin veremezdi. "Menekşe'm, biliyorum ikimiz için de zor olacak. Ben, kolay olacak demiyorum. Biliyor musun, ben sana yıllardır aşığım, hem de ilk gördüğüm günden beri. Ben seni sevdim ama ya sen beni sevdin mi?" diye sorarken Murathan boynunu hafifçe yana doğru meyillendirmişti.

Menekşe, bunca soruya nihayet cevap vermeye yeltenirken, boğazını tıkayan şeyler varmış gibi yutkundu. "Biz kaçarsak nişanlına ne olacak? Sonra sizinkiler bu işe ne diyecekler? Ya bizimkiler?"

Murathan'ın bu saatten sonra dünya umurunda değildi, ipler kopmuştu bir kere. "Sen şimdi boş ver bütün bunları," dedi ve Menekşe'ye ellerini uzattı. "Şimdi söyle bakalım sende beni seviyor musun? Benimle kaçıp gitmeye var mısın? Sen bana onu söyle Menekşe? Ben her şeyi arkamda bırakmaya razıyım, yeter ki sen evet de. Ben sende tutuklu kaldım, sensizlik ölüm bana..."

Murathan'ın bu sözleri karşısında içi yandı tutuştu gurbet kızı Menekşe'nin. Murathan'ın uzattığı ellerinin üstüne getirip ellerini koydu ve sıcacık gülümsedi. "Sana güveniyorum ağam!"

Hani bir söz vardır ya? Çok şey söyler kadınlar evet demezler asla, diye. İşte Menekşe'nin evet cevabı bu olmuştu...

Murathan, avuçlarına bırakılan elleri sıkıca kavradı ve ellerin sahibini tutup kendine doğru çekti. Menekşe'nin alnına ateşli dudaklarını bastırdı ve küçük bir öpücük bıraktı. Yılların biriktirdiği tutku hasretle harmanlandı kolları sımsıkı sarıldı sevdiğine. Başını boyun girintisine gömdü teninin kokusunu doyasıya içine çekerken. Öylesine mutluydu ki; o an gökyüzüne uzanıp erişebilse, yıldızları toplar Menekşe'nin saçlarına takardı. Aydınlansın diye yolları Ay'ı indirir avuçlarına bırakırdı. Bir daha sarıldılar hiç ayrılmak istemeyerek...

Onlar birbirinden ayrılmak istemiyorlardı ama saatlerin tik takları durmaksızın çalışıyor ve zaman ilerliyordu. Zaman ilerledikçe de kaybedilen dakikalar lehlerine işliyordu. Şimdi koklaşmanın yeri değildi çünkü hemen eyleme geçmeleri gerekiyordu.

Birbirlerine evet demenin coşkulu hazzını yaşarken, kendini ilk toparlayıp gerçek dünyaya geri dönen Murathan olmuştu.

"Bir dakika Menekşe," diyen Murathan konağın balkona en yakın olan penceresinin altına gitti. Kısık bir sesle tonuyla, "Zeyno!" diye seslenerek pencere camına küçük bir taş attı.

Taş atılan cam tabii ki, Zeyno'nun odasının penceresiydi. Zeyno, baştan beri onları hazır ve nazır olarak bekliyordu. Murathan'a yolluk olarak hazırlamış olduğu kocaman bir bohçayla. Bohçanın içinde neler vardı neler. Gülhan için alınan altınlar mı dersin, düğün yapmak için hazırlanan paralar mı dersin... Murathan ve Menekşe'ye kıyafetler mi dersin... Sizin anlayacağınız yok yoktu bohçanın içerisinde...

Zeyno, pencerenin kanadını usulca açtı ve fısıltıyla konuşarak, "Tamam, mı ağam?" diye sordu. Murathan, "Tamam, her şey yolunda!" diye cevap verdi.

Parolayı alan Zeyno, gündüzden hazırladığı bohçayı ağabeyinin kollarına yukarıdan aşağı bıraktı. Kollarına bırakılan bohçanın ağırlığını görünce Murathan, söylenmeden durmadı. "Kız ne koydun bunun içine yakalayacağım derken belim koptu..."

"Söylenme ağam, birileri duyacak şimdi! "

Murathan, sesinin tonunu iyice alçaltarak, "Seni hiç unutmayacağım bacım, seni çok seviyorum!" dedi ve gözleri dolup hüzünlendi.

Zeyno, yine hinlik yaparak, "Şiit, kız gibi ağlamayacaksın değil mi ağam? Hadi çabuk olup yollanın bakim, daha arkanızdan su dökücem!" dedi ama o da duygulandı. Gözleri dolan Zeyno, burnunu çekerek avuç içleriyle ıslak gözlerini kuruladı. "Hadi çabuk gidin, yoksa beni de ağlatacaksınız şimdi..."

Zeyno, işi şakaya vuruyordu ama gözlerinden sel olup akan yaşlara da engel olamıyordu. Kendinden bağımsız fütursuzca akan gözyaşlarını durmadan siliyordu. Belki de candan öte sevdiklerine bu son vedaydı...

"Yolunuz açık olsun sizi çok seviyorum beni unutmayın!"

Tabii ki, Zeyno için katlanmak hiç kolay değildi. Üstelik o hem can dostunu hem de sırtını dayadığı tek dayanağını, ağabeyini kaybetmişti. Kim bilir, belki de onları ömür boyu hiç görmeyecekti, zira onlar bilinmez bir meçhule doğru gidiyorlardı.

Murathan, bir eline Zeyno'nun verdiği bohçayı aldı diğer elini Menekşe'ye doğru uzattı. Yepyeni, bambaşka ama hiç bilmedikleri bir dünyaya adım atmak üzere, "Gidelim!" dedi.

Konağın kapısından değil bahçe duvarından atlayarak yola revan olmak üzereydiler ama ikisinin de ayakları geri geri gidiyordu. Murathan, tuttuğu eli sıkıca kavradı, "Sakın arkana dönüp bakma Menekşe, eğer arkamıza bir defa dönüp bakarsak buradan gitmek ikimiz için de zorlaşır!"

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top