Bölüm. 10. Kalbe Düşen Yangın
Bölüm. 10. Kalbe Düşen Yangın
Karlı bir kış günüydü. Odun sobası çıtırtılı sesler çıkartarak yanıyor, odanın içerisine tütsü gibi yayılan zeytin odununun kendine has kokusu burun deliklerine doluyordu. İnsanı kendi büyüsü altına alan bu nezih ortam akşamüstünün demlendiği saatlerdi. Konak eşrafı hep beraber çala-kaşık yemek yemekteydi.
Karı-koca muzip çocuklar gibi birbirleriyle bakışıp kendi aralarında kaş-göz işareti yaparak gülüşüyorlardı. Ebeveynlerinin anlamsız bakışmaları işaret diliyle konuşarak aralarında halleşmeleri tabii ki, gençlerin gözünden kaçmıyordu. Birbirine yakın noktadan başlayarak hafif bir kavisle eğilim göstererek gözlerinin uç noktasına doğru incelerek biten kaşları, usulca havalanıp sağa doğu meyillendi. Sağa meyilli kaşları ebeveynlerini işaret ediyordu.
Murathan'ın işaret ettiği yöne bakıp göz deviren Zeyno, bir şey bilmediğini anlatmak istemişti. Bilinmezliği gün yüzüne çıkarmak maksatlı dizinin dibinde oturan kız kardeşinin kulağına doğru eğilen Murathan, "Sor" dedi ama sesi sessizlik kadar sessizdi.
Sessizliği bozmak ve çocuklarının merakını gidermek isteyen hatun ağa, önemli bir adımın arifesindeymiş gibi mağrur bakıyordu. "Siz sormak için zahmet etmeyin çocuklar. Babanız şimdi her şeyi anlatacak."
Başlarına geleceklerden bi' haber olan gençlerin bakışları aynı anda babalarının ağzından dökülecek kelimelere kilitlendi. Bilmiyorlardı kaderlerinin yazıldığı günün bugün olduğunu. Bilmiyorlardı başlarına kopacak kıyametin senaryosunu bizzat kendilerinin oynayacağını. Gerçi bilseler de hiçbir şey değişmeyecekti.
Mahmut Ağa, varla yok arası bir tebessümle bıyık altından gülümserken, "Hanım bu evecenlik niye, önce yemeğimizi bitirseydik?" dedi.
"Ne yapayım bey, sabırsızlanıyorum işte," derken çocuksu bir tavırla omuz silkeledi kadın. Bile isteye düştükleri gafletten o kadar memnunlardı-ki kendi elleriyle kendi kaderlerine kara bir çentik attıklarının farkında bile değildiler.
Mahmut Ağa, oturduğu yerden hafif bir açıyla doğruldu orasını burasını düzeltiyormuş gibi yaptıktan sonra tekrar eski pozisyonuna geri döndü. Bu kez bir öncesine nazaran yüzüne ciddi bir tavır takınmıştı. Yüzündeki ciddiyet o kadar derindi ki, sanırsın beka meselesi konuşulacak. "Bakın çocuklar. Her ikiniz de şimdi beni can kulağıyla dinleyin. Benim asker arkadaşım olan Mehmet amcanızı bilip tanıyorsunuz."
Kara yazgılarına bir adım daha yaklaşan gençler, başlarını öne arkaya sallayarak, "He, tanıyoruz!" dediler.
İşaret parmağını çocuklarının üzerine doğru tutup salladı. "Mehmet amcanızın evlilik çağına gelmiş yetişkin çocuklarının olduğunu da biliyorsunuz?"
Zeyno ve Murathan'dan çıt çıkmıyor nefeslerini tutmuş babalarını dinliyorlardı.
Mahmut Ağa, iyi bir iş yapmış olmanın havasına girerek böbürlendi.
"Hani geçenlerde onları ziyarete gitmiştik. Biz büyükler olarak kendi aramızda konuşup bir karar aldık..."
İşin rengi belli olmaya başlamıştı ama yine de sorma gereği duymuştu Murathan. "Ne kararıymış bu?"
Mahmut Ağa, keyifle sırtını arkasında duran kabarık yastığa dayadı. "Sizleri evlendirmek istiyoruz. Ee, ikinizin de evlenme yaşı çoktan geldi de geçiyor bile."
Konağın hatunu kocasının sözlerinin üstüne söyleyecek söz bulamamış olacak ki, sadece ellerinin ayasını yukarı gelecek şekilde açıp dua etti. "Şükürler olsun. Sonunda sizlerin mürüvvetini göreceğiz." Bilmiyordu ki, bu temenniler çocuklarını cehennem ateşine atacak.
Hatun anaları sustu ağa babaları kaldığı yerden konuşmaya devam etti. "Önce Murathan'a söz keseriz. Onlar evlendikten sonra Zeyno ile Hüsnü'ye söz keseriz. Allah'ın izniyle en kısa zaman içinde onları da evlendiririz." Sözlerinin bitiminde yaptığı işten memnun başı göğe ermiş gibi tepeden bakıyordu adam. Yanlışı onaylayan mağrur ve gururlu bakışlarını bir süre çocuklarının üzerinde gezdirdi zira amacı niyet okumaktı. Keşke bakışlarını çocukları üzerinde gezdirirken onların iç dünyalarını da görebilseydi.
Zeyno, göğsüne yumruk yemiş gibi bir an nefessiz kaldığını hissetti. Evet, ailecek tanışıyorlardı bu doğruydu lakin Hüsnü'yü hiç sevmezdi. Büyükleri düşüncesizlik ederek sevmediği bir adamla evlenmesine çanak mı tutacaklardı yani? Hayır, babası böyle bir adam değildi. Kendilerine sormadan evlenmelerine müsaade etmezdi. Mutlaka bu işin içinde başka bir iş vardı. Hem salak Hüsnü ile evleneceğine ölürdü daha iyiydi.
Genç kız, kendi kıskacında sıkışıp yana yakıla bu işe çareler ararken Murathan'ın bir an gözünün önünden Menekşe, geldi geçti. Onun hayali görüntüsü kalbinin acı içinde kasılmasına sebep olurken nefesinin kesildiğini hissetti. Yetmedi boğazına yumrular doluştu. Yutkunmak istedi ama başarılı olamadı. Tıkanmıştı ve boğulmak üzereydi. Sağ elini göğüs kafesine bastırarak nefesini açmayı denedi. Olmadı birkaç kez derin nefesler alıp verdi. Bu ne zalim dertti böyle. An itibarı ile babası ölüm fermanını imzalayıp kendi elleriyle boynuna asmıştı.
Mehmet amca dedikleri adamın babasının can dostu olduğunu çok iyi biliyordu.
Sadece yedikleri içtikleri ayrı geçerdi boğazlarından. Eğer birbirine sözler vermişlerse artık bu sözden dönmezlerdi. İki insanın tabiatını iyi bilen Murathan, babasına hiçbir cevap vermedi çünkü nefes almaya bile mecali kalmamıştı. Hoş bu saatten sonra sözlerin de bir hükmü kalmamıştı. En iyisi biraz sakinleşmek ve kafasını toparlamaktı.
Menekşe, gitmesin derken anası oğlunun gözlerindeki aşkı muhtemelen görmüştü. Yoksa damdan düşer bu evlilik meselesi gündeme gelmezdi. Bu izdivaç büyük ihtimalle bile isteye planlamıştı. Eğer öyle olmasaydı çocuklarına sorma gereği bile duymadan gizli saklı evlilik kararı almazlardı.
Murathan, sessizce sofradan kalktı ve nefes alabileceği bir yer bulmaya çalıştı. Kış gününün ayazında kendini balkona attı. İçine düşen yangını ancak kırağı çalmış gecenin soğuğu söndürebilirdi. Balkonun ucuna doğru yürümek istedi fakat kalınlığı yaklaşık bir karışa varan karın üstünde yürürken ayakları kara gömülüyor kaygan zemin serdengeçti bedenini sağa sola savuruyordu. Tahtadan yapılmış korkuluğa tutunmadan önce üzerindeki karları sıyırdı. Soğuk ve ıslak alan ellerini üşütüyordu ama inatla tutunmaktan vazgeçmiyordu. Ciğerlerine dondurucu havayı çekerken başını göğe doğru kaldırdı. Yeryüzüne nispet yapar gibi ışıl parlıyordu yıldızlar ama bir tek kendi göğü karanlıktı.
Başı yukarı kalkık gözleri kapalı derin nefesler alıp veriyor, alıp verdiği nefesler havada buhar olup uçuştukça beraberinde bir nebze ferahlığı üflüyordu ruhuna. Balkonda kaç dakika veya kaç saat kaldı bilmiyordu zira onun için zaman durmuştu. Çenesi titreyip dişleri takır takır birbirine vurana kadar kendine gelemedi. Kendine geldiğinde iliklerine kadar üşüdüğünü fark etti. Evin içine girmek mecburiyet haline gelince çaresizce odasına geçti oradan da alt kata indi. Konağın alt katındaki sobalı oturma odasının kapısının eşiğinden geçmeden önce durup sahte bir gülücük attı.
Balkonda kaldığı süre içinde sofra kaldırılmış odanın içine yayılan kokuya bakılacak olursa ıhlamur çayı demlenmişti. Şu an istediği tek şey içini ısıtacak bir bardak ıhlamurlu çaydı. Sobaya yakın yere serili döşeğin üzerine geçerek iki büklüm oturdu. Odun sobasından yayılan sıcaklık tenini yaladıkça dondurucu ayazın çarptığı bedeni gevşiyordu.
Nedense babasına kin güdemiyordu zira bu izdivacı planlayan hatun anası olmalıydı. Babası alengirli işlerin adamı değildi çünkü. "Kızım ağabeyine çay doldur." Şok edici sessizliği ilk bozan anasıydı.
Emaye çaydanlıktan bir bardak ıhlamur dolduran Zeyno, doldurduğu çayı ağabeyine uzatırken keyifsizdi. "Buyur ağam!"
Yarıya inmiş bardağından koca bir yudum daha alan Mahmut Ağa, pos bıyıklarının altında kalan ince dudaklarını sağa sola yayarak konuşmaya kaldığı yerden devam etmek istedi. "Çocuklar ne diyorsunuz bu işe? Henüz ikiniz de bir cevap vermediniz?"
Emrivaki yapılarak kendilerine dayatılmak istenilen bu evlilik canını çok yakmış ve şu an ruhu isyanlardaydı. Mümkün olduğunca sakin kalmaya çalıştı. "Keşke önce bana sorsaydın baba!"
"Oğlum, ne demek şimdi bu? Sanki Gülhan kızı bilip tanımazmış gibi konuşuyorsun? Beğenmez miydin yoksa? Oysa biz beğeneceğini düşünmüştük."
Murathan, dudaklarını birbirine bastırarak kocaman bir yumruyu gerisin geriye yutkundu. "Önce bizim haberimiz olsaydı daha iyi olurdu. Yani sonuç olarak evlenecek olan bizleriz."
Mahmut Ağa, çocuklarının fikri umurunda değilmiş gibi umursamaz bir dille. "Şimdi haberiniz oldu işte. Bu saatten sonra sözümden dönmem ben. Yoksa gönlünde başka biri mi vardı?"
Murathan'ın istediği soru sorulmuştu fakat daha adı konulmamış aşkını nasıl dile getirecekti? Hem adını koysa kaç yazardı, olmayacak duaya amin denmezdi.
Genç adam içi yana yana konuşmaya çalışırken babasının yüzüne bakmamaya çalışıyordu. Çünkü öfkesi taşkın ırmaklar kadar büyük isyankar olacak kadar asiydi. "Gönlümde biri yok da yine de bu kararı almadan önce benim fikrimi almanız gerekirdi. Şimdi ben ne desem boş ve bir işe yaramaz çünkü kendi aranızda sözü kesmişsiniz."
Oğlunun çaresizlik içinde kıvrandığını görmezden gelip kocasını onaylar üslupla konuşan hatun ağa, "Bak bu konuda doğru söyledin oğlum. Biz kendi aramızda sözleştik. Kısmet olursa birkaç güne kız istemeye gider usulen söz keseriz..." Kadın son sözünü söylemiş noktayı koymuştu.
İki kardeş aleyhlerinde alınan karara tepki olarak sadece susmayı seçmişlerdi. Susmayı seçmişlerdi çünkü akıllarına gelmeyen başlarına gelivermişti. Biraz da gafil avlanmışlardı. Onların sus pus hallerinden hiç hoşlanmayan babaları olaya müdahale etmek istemişti. Sesinin tonunda hafif bir sertlik biraz da otorite vardı. "Neden dut yemiş bülbül gibi içinizi dinliyorsunuz anlamıyorum, ben sizin için en iyisini yapmaya çalışıyorum." Ağa aldığı karardan çok memnundu, çocukları da bu karara alışsalar iyi olacaktı. Her şey onların hayrınaydı.
Kocasının sert mizacına karşın Dilber Hatun, çocuklarına daha ılımlı yaklaşmayı tercih ediyordu hoş zaten her şey onun başının altından çıkmıyor muydu? Onun derdi ne şiş yansın ne kebaptı. Yarın bir gün çingene kızı geldiğinde ne olacaktı? Yine işgüzar kızı Menekşe, diye tutturacaktı. Bütün bu yaptırımlar geleceğe hazırlıktı. Kendince plan hazırlayıp hem kızını memnun edecek hem de oğlunun önünü kesecekti. Kurduğu planın ikinci aşamasını devreye sokma zamanıydı, alttan alarak çocukların rızasını kazanmak. "Oğlum, şimdi surat asıyon emme hele bir söz keselim, bak o zaman nasıl kaynaşıyorsunuz. Hem nikâhta keramet var derler, bilmez misin?"
Bilmez olur muydu hiç bilirdi elbette ama gönülsüz kıyılan nikâhta keramet aramak aptallıktan başka bir şey değildi; bunu da bilirdi. Ebeveynleri kendileri için altın varaklı birer kafes hazırlamışlar altından kafesin içine de ruhlarıyla birlikte bedenlerini hapsetmek istemişlerdi. Belki bedenleri hapsolacaktı ama ya ruhları? Bilmiyorlardı ki, ruhları başkasına ait olan bedenleri kafese tıkasanız da bir arya getiremezsiniz. Baktığınızda bir arada olduklarını görürsünüz ama bu aldatıcıdır çünkü siz onların ruhlarının öldüğünü göremezsiniz.
Gerçeği görmemek için körlüğü seçen ebeveynler sözlerinden dönmemiş dönmediği gibi de aldıkları kararı eyleme geçirmeye hazırlanıyorlardı. Bir hafta gibi kısa bir süre içinde ağa konağında telaşlı bir koşturmaca vardı. Zeyno, aşağı Zeyno, yukarı fırıldak gibi döndürüp duruyorlardı.
Zeyno, ağabeyine kız isteme hazırlıkları için koşturup dururken bir yandan da içten içe söylenip duruyordu. "Yemin içiyorum, unutmayın diye aha da şuraya yazıyorum. Görün bakalım ben o salak Hüsniye'ye varıyor muyum? Zeyno, kimmiş hepinize göstereceğim. Gönülsüz evlendirmek nasıl oluyormuş eyi belleyin."
Zeyno, dediğim dedik biriydi; aklına koyduğunu yapar tuttuğunu koparırdı. Bir de içinden geçeni hayali bir yerlere yazdıysa kesin kez yapardı.
Gündüzün yorgunluğunu gecenin koynunda saklamak isteyen konak eşrafı ikindi üzeri olunca kız evine gitmek için yola koyuldular, zaten her şey formaliteden ibaret olduğundan isteme işi usulen oldu bitti. Zeyno ise içten içe planlar kurarken, şimdilik hiçbir şeye sesini çıkartmıyor mecburen yeni düzene ayak uyduruyordu.
Gülhan kıza, gelecek olursak eğer aslına bakarsanız güzel kızdı. Beyaz tenli, ela gözlü, orta boyluydu. Muhtemelen kendi aralarında bu izdivaç kararını alırken ona da sormamışlardı. Ya da usulen sormuşlar o da siz bilirsiniz demişti. Koskoca ağa oğluna istiyorlardı istemem demek ahmaklık olurdu. Hangi kıza nasip olurdu Murathan Ağa gibi biriyle evlenmek? Hem yabancı da değillerdi ailecek tanışıyorlar herkes birbirinin huyunu suyunu biliyordu.
Murathan, daha önce çok görmüştü Gülhan'ı ama hiçbir zaman alıcı gözle bakmamıştı ona; alıcı gözle bakmadığı gibi ona karşı duygusal anlamda hiçbir yakınlık da hissetmemişti.
Kız isteme merasimine Murathan'da götürülmüştü. Küçük yerleşkelerde hem de dönem itibarıyla kız istemeye pek damat götürülemezdi ama bu kez istisna olmuştu. İki tarafta samimi aileler olunca çoğu zaman da bir araya geldikleri için damadın kız istemeye götürülmesinde bir mahsur görmemişlerdi.
Genç adam, Gülhan'a birazcık ısınabilmek adına olanca gayreti gösteriyordu ama olmuyordu işte. Ne yaparsa yapsın hangi gözle bakarsa baksın evleneceği kızla duygusal bağ kuramıyordu. Gece boyunca bakışlarını Gülhan'ın üzerinden hiç ayırmadı. Tek isteği O'na karşı kalbinde küçücük bir his uyanmasıydı ama yok hiçbir kıpırtı yoktu. Olmuyordu işte zorla güzellik olmuyordu; çabalamakla aşk kalbe dolmuyordu...
Onca uğraşa rağmen Gülhan'da gördüğü tek şey anasına iyi gelin olacağıydı çünkü anası hep şöyle derdi; "Gelin dediğin güzel olmalı, ağır başlı olmalı, büyüklerine karşı saygılı ve hürmetli olmalı, elinden her iş gelmeli." Her zaman oğluna kopya verir gibi konuşur dururdu. Sonunda anasının aradığı gelin adayını bulduğu inkâr edilemez bir gerçekti zira Gülhan, aranan bütün nitelikleri bünyesinde barındırıyordu.
Herkes kendi hükmünü yürütme derdine düşmüş Murathan'ın çıkmazlar içinde debelenen ruhunu görmüyordu. Güya bugün onun en mutlu günü olması gerekliydi ama mutlu olmak şöyle dursun ölesiye canı yanıyordu. Etrafını kopkoyu bir sis tabakası sarmış nefes almakta bile güçlük çekiyordu. Bir an önce bu ortamdan uzaklaşması lazımdı yoksa fitili ateşlenmiş bir bomba gibi patlayabilirdi. "Ben biraz dışarıya çıkıyorum!" Eğilerek kız kardeşinin kulağına fısıldamıştı. Şaşkın bakışların altında sessizce balkona açılan kapıyı araladı ve odadan ayrıldı.
Temiz havaya çıkmak nefesini tazelemiş ve kendine gelmişti. Çok geçmeden elinde bir bardak çayla balkon kapısında Zeyno göründü. Kız kardeşini görmek genç adamı gülümsetmişti. "Sana çay getirdim ağam, soğuk havada iyi gelir."
Kız kardeşinin uzattığı çayı alırken dudaklarını dişliyordu. "İyi ki, varsın bacım. Sende olmasan bizi düşünen yok."
"Geçecek ağam, inan bana geçecek."
Başını olumsuzca sağa sola sallarken acı bir tebessüm oturdu çehresine. "Sandığın kadar kolay geçmeyecek. Bir şeylere mecbur bırakılmak ağırıma gidiyor."
"Ben gidiyorum ağam, şimdi yanlış anlamasınlar. Sende birazdan içeri gelsen iyi olur."
"Olur gelirim."
Sıkıca kavradığı çay bardağından küçük bir yudum aldı ve ağız boşluğunda çalkalayıp boğazından aşağı gönderdi. Gecenin başıboş sessizliğine sığınıp gözlerini yumdu ve kendini dinlemeye başladı. Hayal perdesi usulca aralanırken bir varmış bir yokmuş gibi Menekşe'nin sureti vurdu. Onun hayali görüntüsü bile ruhuna can suyu olmaya yetmişti. Yavaşlayan nabzı tekrar atmaya başlamış solgun tenine renk gelmişti. Menekşe'yi düşünmek bile canına can katarken, elinden hiçbir şey gelmiyor olması fazlasıyla canını yakıyordu. Üstelik bütün gelişmeler aleyhine işlerken.
Mecburen kalbinden geçen serzenişleri zamana bıraktı ve geldiği yere geri döndü. Kim bilir, belki de zaman avuturdu ağlayan yüreğini. Hem anası nikâhta keramet vardır dememiş miydi? Mutlak vardı bir bildiği. Eğer öyle olmasaydı biricik oğlunu bile isteye ateşe atar mıydı? İnanmak istedi içi boş tesellilere. Belki de başka tutunacak dalı olmadığı için.
Gülhan' da tıpkı iki kardeş gibi ebeveynlerinin bencilliklerine kurban edilmişti. En azından onun kalbi bir başkasına ait değildi. Bu evliliğe alışması ve eşini sevmesi onun için zor olmayacaktı.
Murathan, teslim bayrağını çekmişti ama kız kardeşi için durum farklıydı. Zeyno'nun ağabeyinin kayını olacak Hüsnü ile evlenmeye hiç mi hiç niyeti yoktu. Güçlü bir karaktere sahipti, dayatmacı tutumu sevmez emrivakilerden hoşlanmazdı.
Her defasında ailecek bir arya geldiklerinde Hüsnü, fırsatı hiç kaçırmaz Zeyno'nun gözüne girmek veya ilgisini üzerine çekebilmek adına elinden geleni ardına koymazdı lakin aradığı ilgiyi hiçbir zaman bulamazdı.
Hüsnü, ağa kızının peşinde dolanır dururdu lakin Zeyno, onun yaptığı her harekete bir kulp bulup arkasından, "Salak şey!" diye dalgasını geçerdi. Her fırsatta dalgasını geçip yüz vermiyordu vermesine fakat başına gelebilecek olasılıklardan da korkmuyor değildi hani. Korkunun ecele faydasının olmadığını da biliyordu. Peki, mücadele etmekten vazgeçecek miydi? Tabi ki hayır, onun lügatinde vazgeçmek diye bir şey yoktu.
&&&
Söz kesilmiş nişan merasimi ilkbahara bırakılmıştı zira kış aylarında köylük yerin yağmuru çamuru çok olur onun için nişan merasimini riske atmak olmazdı.
Bilindik zamanın çarkları durmaksızın dönerek kendini tekrar ede ede koca bir mevsimi geride bırakmış ve kara kış kendi gölgesini de alıp gitmişti. İlkbaharın yağmur yüklü bulutları bir toplanıp bir kayboluyor, çiseleyen yağmur taneleri doğa anayı uyandırmaya yemin içiyordu.
Tabiat adım adım kendini yenileyip insanoğlunun emrine amadeyken nihayet beklenen gün gelmişti. Mahmut Ağa'nın konağında hararetli bir koşuşturmaca hüküm sürüyordu. Haftaya konakta nişan vardı. Nişan günü ise hatırı sayılır bir kalabalık toplanmıştı. Ee, Mahmut Ağa'nın biricik oğlu nişanlanıyordu kalabalığın lafı mı olurdu?
Üç gün üç gecedir davullar çalıyor, koç üstüne koçlar kurban ediliyordu. Bir taraftan da kavurmalar kavrulup ikramlar yapılıyordu. Gelin adayına kilolarca altın takı takılmış her bir şeyler olması gerektiği gibi yapılmıştı.
Nişan hazırlığı ardından nişan merasimi derken günler kendi mecrasında akıp gitmiş ilkbahar yerini yaza bırakmıştı.
Yaz mevsiminin gelmesiyle Zeyno'yu meraklı bir bekleyiş sarmıştı. Onun Menekşe'si gelecekti. Başka bir şey umurunda değildi. Zeyno için bu yaz çok eğlenceli geçecekti çok. Yalnız bazen ufakta olsa bir umutsuzluk kırıntısı çöküyordu yüreğine ya gelmezse, diye. Menekşe'nin gelememe ihtimali genç kızın tüm benliğini kasıp kavuruyordu. Onun gelememe ihtimali demek bütün beklentisinin alt üst olması demekti. Bu ihtimali düşünmek dahi istemiyordu, çünkü Zeyno'nun bu yaz için planları vardı ve planın kusursuz işlemesi Menekşe'nin gelip gelmemesine bağlıydı.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top