AKIKO

Şimdiye gelmiş olmakarı gerekirdi. Gerekmez miydi?

Yatağımda doğruldum. Önümde birden Reyna'yı görünce ürktüm.

Reyna her zamanki gibiydi: Kömür karası saçlarını yandan örmüş, üzerine her zamanki mor roma kamp tişörtünü ve altın zırhını geçirmişti. Dağınık siyah saçları ay ışığı altında gümüşi bir renge bürünmüştü.

Bir dakika, ay ışığı mı?

Gece mi olmuştu? Reyna'ya soru soran gözlerle baktım. Reyna iç çekti:" Diğerleri geldiler. Poseidon'un krallığına gideceğiz." Dedi. Kafamı onaylarcasına salladım.

" Hepsi iyi mi?" Diye sordum. Reyna çenesinin ucuyla yan tatafı işaret etti.

" Aman Tanrılarım!"

Ağzım hayretten açık kalmıştı. Yandaki yatakta Nico yatıyordu, ve...

Pek iyi değildi.

Her tarafı kanlı bandajlarla sarılmıştı. En göze batan yeri ise alnı, saçlarının engellediği  yerdi. Kıpkırmızı ince bir çizgi, alnını adeta deşmişti. Eğer yara biraz daha aşağıda olsaydı...  Nico Rue'dan farksız olurdu.

Acıdan yüzünü buruşturdu:" Selam." Yatakta doğrulmayı denedim:" Sana ne oldu böyle?" Diye sordum. Nico öksürdü. " Sorma, 'böö tanrısı' ile karşılaştık." Dedi. Kaşlarımı çattım. " Kim?" Reyna oturduğu yerde huzursuzca kıpırdandı. " Phobos. Ares' in oğlu, korku tanrısı." Dedi. " Onunla son karşılaştığımda... şey, pek iyi olduğu söylenemez..." diye de ekledi. Nico başıyla onayladı. " Ölümden döndük diyelim..." dedi. Yatağıma korkudan daha da çok gömüldüm. Ta ki o savaş narasını duyama kadar. Ha, bir de kılıç ve gümbürtü sesleri...

Evet çok kısa oldu ama uyumam gerek yarın bol bol yazacağım inşallah :D uykusuzum bayaaa

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top