Bölüm 2.4
Belki de birlikte olmamız bir hayaldi...
******
It's like one step forward and two steps back
No matter what I do you're always mad
And I, I can't change your mind
I know it's like trying to turn around on a one way street
I can't give you what you want
And it's killing me
And I, I'm starting to see
Maybe we're not meant to be
*****
Cemre hastanedeki odalardan birinde duş alıp Ece'nin getirdiği temiz kıyafetlerle üzerini değiştirmişti. İki gündür üzerinde olan kazakla kotunu torbaya sıkıştırdıktan sonra son bir kez aynadaki tükenmiş yansımasına bakıp koridora çıktı. Hemşirelerin de doktorların da pek çoğu onu çocukluğundan beri tanıdığından bilmem kaç haftadır hastaneyi evi haline getirmiş olmasına ses çıkarmıyorlardı. Cemre bu durumdan memnun değildi elbette, ama onu hayata bağlayan ailesi hala ölümle yaşam arasında dururken onları bırakıp umursamazca dönmeye devam eden dünyaya dahil olması mümkün değildi.
Okul ara yıl tatiline girdiğinden beri olduğu gibi o sabah da arkadaşları tam kadro koridora yayılmış, o ana kadar asla gelmemiş olan o iyi haberi alma umuduyla bekliyorlardı. Cemre'nin geldiğini gördüklerinde aralarında sessiz bir anlaşma varmış gibi hepsinin yüzünde aynı tanıdık hüzün belirmişti.
"İyi misin?" diye sordu Burak Cemre yanına oturduğunda. O gün de diğerleri gibi bir cevap alamayacağını bildiği halde Cemre'nin yanında olduğunu bilmesi için soruyordu. İyi değilsin evet, ama ben buradayım demek istemişti aslında. Hep buradaydım. Hep de olacağım.
Cemre başıyla belli belirsiz bir işaret yapıp üzerine doğru gelen Ece'ye baktı. "Size kahvaltı getirdim." dedi kız saman kağıda sarılı tostu uzatıp. "Başka bir şey istersen onu da alıp gelebilirim hemen."
"Sağ ol, bu iyi." dedi Cemre muhtemelen yarısını bile yiyemeyeceği halde. Tüm iyi niyetlerine rağmen arkadaşlarının ona zavallı bir kız çocuğu gibi davranmasından yorulmuştu. "Kerem'den haber var mı?"
Ece başını salladı. "En son bir saat önce konuştum. Hala bekliyorlar sanırım."
Cemre bir şey demeden kendi telefonuna baktı. Sanki biri ona mesaj atacakmış gibi gözü sabahtan beri ekrandaydı. Elbette Toprak'ın ona son durumu haber vermesini falan beklemiyordu, ama...
"Aa, mesaj geldi!" dedi Ece o anda. Gözleri yazıları okurken kocaman olmuştu. Cemre yerinden kalkmaya cesaret edememiş olsa da Burak kız başka bir şey daha diyemeden ayaktaydı.
"Ne diyor?" diye sordu öfkeyle. "Sonuç belli olmuş mu?"
Ece'nin önce Burak'a sonra Cemre'ye çevrilen bakışları şaşkındı. "Çıkıyorlarmış." dedi. "Toprak'ın babasını serbest bırakmışlar."
"Lanet olsun." diye tısladı Burak en yakınındaki banka tekme savurup.
"Demek ki onun bir suçu yokmuş." dedi Leylim. Muhtemelen kafasında bunun iyi bir şey olup olmadığını tartıyordu. Değildi. Cemre tepkisizce oturduğu yerde yumruklarını sıkarken şimdi ne olacağını düşünüyordu. Toprak'ın babası sahiden suçsuzsa bu gerçek canavarların hala dışarıda olduğunu gösterirdi. Eğer suçluysa ve bir şekilde bunu örtbas etmişse de...
"Araba onun değil miydi?" dedi Burak öfkeyle. "Nasıl suçsuz bulunabiliyor ki bu adam? Eğer o polislere para yedirmediyse bana da Burak demeyin."
"Saçmalama." dedi Ece. "Cinayete teşebbüs bu. Öyle bir iki polise rüşvet vermekle kurtulamazsın."
Leylim hala kararsızdı. "Serbest bırakılmış olması suçsuz bulunduğu anlamına gelmeyebilir ama değil mi?" diye sordu. "Yani belki soruşturma devam edecektir. Belki bu sadece tutuksuz yargılanacağı anlamına geliyordur."
"Olabilir." dedi Ece dudaklarını aşağı sarkıtıp. Bilmiyordu. Kimse bir şey bilmiyordu. En çok da Cemre... Burak burnundan soluyarak koridorda volta atarken onunla göz göze gelmiş, tek bir bakışıyla çocuk kalbindeki tüm nefreti yüzüne kusmuştu. Cemre de öfkelenmek istiyordu. Bağırmak, çığlık atmak, ellerinden kayan gerçekler için avazı çıktığınca haykırmak istiyordu. O isimsiz duygu her defasında boğazında düğümlenip konuşmasına engel olmasa belki bir şeyler söyleyebilirdi.
"Ne olacak yani şimdi?" dedi Burak. "Öyle elimiz kolumuz bağlı oturacak mıyız beyefendinin suçsuz olduğunu kabullenip?"
"Burak." dedi Ece kaşlarını çatıp. Hemen sonra ayaklanıp çocuğun kulağına ne Cemre'nin ne de Leylim'in duymadığı sözler mırıldanıp onu yanına oturtmuştu. "Hepimizin sakin olması lazım." dedi. "Doğru düşünebilmek için önce nefes alıp sakinleşmemiz lazım. Tamam mı? Henüz bir şey bilmiyoruz. Belli ki başka gelişmeler oldu ve Haluk Bey'i bıraktılar. Kerem'ler geliyormuş zaten. Sabredin azıcık. Nasılsa öğreneceğiz ne olduğunu."
O ortamda akıl sağlığı yerinde olan belki de tek kişi olarak kontrolü elinde tutmaya çalışıyordu Ece. Ama Cemre delilik sınırını geçeli epey olmuştu. Kızın mantıklı sözleri bir kulağından girip diğerinden çıkmadan tüm anlamını yitiriyordu zihninde. Bir anda ayaklandığında Ece korkuyla "Nereye?" diye sorduysa da Cemre cevap vermeden koridorda ilerledi.
"Seninle geliyorum." demişti Burak ve bir iki adımda arayı kapatıp ona yetişmişti. Cemre yalnız kalmak, kendi gölgeleriyle savaşacağı kuytu bir köşeye sinmek istiyordu. Yine de peşinden gelen çocuğa bir şey demeden çıkışa yöneldi. Levent tam bahçe kapısının önünde karşısına çıkana dek durmamıştı. Eniştesinin zehirli bakışları kendininkilerle buluştuğunda dudağını ısırıp adamın ilk adımı atmasını bekledi. Cemre'nin yaralarına tuz basmak için hazırlıklı olmalıydı Levent ne de olsa.
"Haberleri aldın mı?" derken cevabı bildiği halde gözleriyle Cemre'nin derisini yakıyordu.
"Aldık." diye araya girdi Burak Cemre bir şey diyemeden. Levent'in dudakları tiksintiyle buruşurken bakışları ona kaymıştı.
"Ne olacak şimdi?" dedi Cemre dikkati yeniden üzerine çekmek için. Ayça'nın adamın hemen arkasında olduğunu o an fark etmişti. Teyzesi kaygılı bakışlarıyla bir süre onu süzmüş, hemen sonra daha fazla tahammülü kalmamış gibi başını eğip Cemre'nin yanından hastaneye girmişti.
"Haluk tutuksuz yargılanacak." dedi Levent karısının ardından. "Savcı tanınmış bir sima olarak Haluk Bey'imizin bir yere kaçmayacağına emin olduğundan göz altında kalmasına gerek olmadığını düşündü."
"Bu suçsuz olduğu anlamına gelmez ama değil mi?" dedi Burak merakla.
Sözleri Levent'i gülümsetmişti. "Daha çok çekeceği var anlamına gelir sarı oğlan." dedi keyifle. "İstediği kadar uğraşsın. Yediği bokları öyle kolay kolay örtbas edemeyecek."
Cemre daha fazla dinlemek istemiyordu. Burak'ın nefreti, Levent'in intikam kokan bakışları kendi teninden sekip dünyayı olduğundan bile karanlık bir geceye boyuyordu o an. "Biraz hava almak istiyorum." dedi Levent'in yanından geçip. Burak'ın yeniden onunla gelmek için yeltendiğini gördüğünde elini kaldırıp "Lütfen." demişti. "Biraz yalnız kalayım."
Arkadaşının yüzündeki hoşnutsuzluğu görse de Cemre oğlanın cevabını beklemeden bahçeye doğru ilerledi. Bir süredir teraslarındaki sedirin yerini almış olan ahşap bank yine kollarını açmış onu bekliyordu. Ama Cemre o gün o zavallı bankın yalnızlığından bile rahatsız olmuştu. Oturmak yerine ağaçların arasından ilerleyip hastanenin arkasına doğru yürüdü ve gözlerini kapatıp kuşların sesini duymayı denedi. Hastanenin girişine göre arka taraf çok daha sakin olduğundan ilerledikçe doğa insanların gürültüsüne üstün geliyordu.
Durduğunda derin bir nefes alıp başını gökyüzüne çevirdi Cemre. Soğuğa rağmen tepede parlayan güneş ne kadar da yersiz bir umutla doluydu o an. Tüm geçmişi geleceğiyle birlikte yüzbinlerce parçaya bölünmüşken Cemre kırıkları yapıştıracak gücü bulabilir miydi acaba bu sonsuz maviliğin altında? Sanmıyordu.
"Cemre..."
Bir kez daha gözlerini kapadı Cemre. Nasıl oluyordu da arkasından gelen ses aynı anda kalbini hem sıcacık hem de buz gibi yapabiliyordu? Başını omzunun üzerinden arkaya çevirdiyse de tamamen dönmeye cesaret edememişti. Onunla karşılaştığında ne diyecekti? Ne soracak, daha önemlisi ne duymayı bekleyecekti? Gerçeklik bu kadar eğilip bükülmüşken doğruları sadece onun gözlerine bakarak anlamayı ummak delilik değil miydi?
"Cemre..." dedi Toprak yeniden. Sesi her zamanki gibi sabırlı ve yumuşaktı. Kızın hareketlenmediğini gördüğünden şimdi o Cemre'nin karşısına geçmişti. "Bu tarafa doğru yürüdüğünü gördüm." dedi. "İyi misin?"
"İyiyim." dedi Cemre. İnsan ne kadar da kolay söyleyiveriyordu bu sözcüğü. Dünya üzerinde iyi olmayan tek insan varsa o da kendi olmalıydı. Toprak aralarındaki mesafeyi bir iki adımda kapatınca huzursuzca kıpırdandı.
"Duydun değil mi?" dedi Toprak.
Cemre onun neyi kastettiğini bildiği halde cevap veremedi. Göz göze gelmek bile yeterince zordu zaten. Bir yanı başını Toprak'ın omzuna yaslayıp her şeyi unutacağı bir uykuya dalmak için can atarken kalbi ürkek bir kuş gibi kaçmak için çırpınıyordu.
"Babamı bıraktılar Cemre." dedi Toprak onun konuşmadığını görünce. "Tutuksuz yargılanacak. Ve ben sana söz verdiğim gibi gerçek suçluyu bulacağım."
Cemre Toprak'ın gözlerinde yanan umudu gördüğü halde karşılık veremiyordu. İçi hayaletli bir köşk kadar ıssız kalmıştı şu son birkaç haftada. Ölüm kadar soğuk rüzgarlar esiyordu artık kalbinde. Ümit etmek istese de nafileydi. Masalların kandırmaca olduğunu unutacak kadar aptal olduğu için cezalandırmıştı hayat onu. Bir kez daha aynı hikayelerle rüyalara dalmayacaktı.
"Abime çarpan araba senin ailene aitti." dedi kendini bile şaşırtan buz gibi bir sesle. Sözleri mi Toprak'ın yüzündeki rengi yok etmişti yoksa bakışları mı söylemek zordu. Ona bakarken suratı acıyla kasılmıştı oğlanın.
"Bu bir tuzak." dedi. "Sana söyledim. Bunu biz yapmadık Cemre."
"Sen değil belki, ama ya baban?"
Toprak her ne söyleyecektiyse yutkunup gözlerini kapadı. "Bak." dedi Cemre'nin koluna uzanıp. "Biliyorum kafan çok karışık. Ama sana söyledim. Bunu yapan babam değildi. Biz değildik. Onunla anlaşamadığımı biliyorsun. Pek çok açıdan farklıyız babamla. Defalarca kavga ettik belki. Yine de... Onun böyle bir şeyi asla yapmayacağını biliyorum Cemre. Buna eminim. Bana inanıyor musun?"
"Sana inanmak istiyorum." dedi Cemre. Yalan söylemiyordu. Abisinin ve dedesinin bir adım ötesinde ölüm uykusuna yattığını bir an için unutabilse ona inanırdı da belki ama... "Üzgünüm." dedi sahipsiz bir damla yanağından süzülürken. "Emin olana kadar benim için herkes, her şey suçlu. Baban da şüphelilerin en başında geliyor."
"Cemre..." diyebildi Toprak. Gözleri önünde parçalanıyordu Cemre'nin. Oysa Cemre bir seri katil gibi gözünü kırpmadan ona bakıyordu tepkisizce. Toprak uzanıp onu tutmak istediğinde gerileyip aralarına mesafe koydu.
"Ufacık bir ihtimal..." diye mırıldandı. "Ufacık bir ihtimal dahi olsa da artık senin yanında olamam Toprak." Karşısındaki adamı yok eden sözler kendini de sonsuz bir hiçliğin içine hapsediyordu. "Üzgünüm." dedi yine de. Gerçekte ne kadar berbat hissettiğini anlatabilmek için belki de binlerce kez tekrarlamalıydı bu kelimeyi. Üzgünüm... Üzgünüm... Üzgünüm... Çok üzgünüm Toprak... Çok üzgünüm...
Ama Toprak'ın dinleyecek takati kalmışa benzemiyordu. Başı önüne düşmeden önce son bir kez Cemre'ye inanmayan gözleriyle bakmıştı. "Zor biliyorum." dedi sesi çıktığınca. "Elbette çok zor. Abin, deden... Onları öyle görmek..." Dudaklarını ısırıp kendini yeniden Cemre'ye bakmaya zorladı. "Seni anlıyorum. Anlamak istiyorum. Neden böyle düşündüğünü görebiliyorum. Ama..." Bir kez daha durup nefes aldı. Gözleri ıslanmış, omuzları iyice çökmüştü. "Ama karşındaki benim Cemre." dedi. "Sana bu sözü veren benim. Babamın suçsuz olduğunu söyleyen, sana düşmanını bulup getireceğimi söyleyen benim. En azından bunun senin için bir anlamı olacağını düşünürdüm."
Cemre tam o an elbette var demeliydi. Toprak haklıydı. O Toprak'tı. O, onca karanlığın ortasında Cemre'nin hayatının ortasına bir güneş gibi ışıl ışıl doğmuş olan çocuktu. Yine orada duruyordu. Saf güzelliğiyle Cemre'nin tam karşısında, uzanıp dokunabileceği kadar yakınındaydı. Ama sessiz geçen her saniye aralarına kat edilemez bir mesafe olarak doluyordu. Bir süre konuşmadan birbirlerine bakmış olsalar da sonunda pes edip uzaklaşan Toprak olmuştu.
"Onu bulacağım." dedi arkasını dönmeden önce. Sanki kendi kendine konuşur gibiydi. "Suçluyu bulup sana getireceğim."
Ve o zaman her şey için çok geç olacak diye geçirdi Cemre içinden. Yine de Toprak yanından geçip giderken ne onu durdurmaya yeltenmiş ne de onun peşinden gitmişti. Belki de Toprak gerçekten babasının suçsuzluğunu ispat edecekti. Ama yaşananlardan sonra, Cemre'nin aralarına girmesine izin verdiği o acımasız suçlamalardan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.
--------------
Karanlık Bölüm Sonu...
Sanırım yazarken ben karakterlerden daha çok üzülüyorum.
Siz ne düşünüyorsunuz? Olanlardan sonra Toprak ve Cemre için hala umut var mı? Peki Toprak babasının suçsuzluğunu kanıtlayabilecek mi? Yoksa sahiden bu işin arkasında Karasular olabilir mi?
Hadi oylayalım:
a) hayır, asla asla asla. Toprak'ın ailesi böyle bir şey yapmış olamaz.
b) evet, sonuçta en büyük rakipleri onlar. neden olmasın ki?
Yorumlarınızı ve beğenilerinizi benimle paylaşmayı unutmayın :)))
Öpücükler <3
E.Ç.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top