Bölüm 2.34

Sona 2 kaldı! 

Ve ben bugün sizi azıcık üzmeye geldim. Dilim keyifli okumalar demeye varmıyor. Her şey bitmeden kalplerimiz son bir sıkışacak maalesef. Bakarsınız sonunda güzel günler gelir :) Ama önce... yansın buralar!

E.Ç.

**

Alevler tüm dünyayı yuttuğunda geride bir biz kalacağız el ele.

****

When it all goes up in flames
We'll be the last ones standing
We'll be the last ones

****

Leylim'in hırkasının tek kolu boşlukta sallanıyordu. Tişörtü ters, çoraplarının teki eksik, ayakkabıları birbirinden farklıydı. Farkında değildi hiçbirinin. Farkında değildi kendinin, kim olduğunun, ne olduğunun. Yaşam onun dahil olmadığı bir zaman diliminde kendi kendine akıyordu o an. Çalan telefonuyla gecenin bir yarısında uyandıktan sonrası hiç var olmamıştı sanki. Burak'ın söyledikleri, Leylim'in annesiyle babasının odasına koşuşu, yarım yamalak üzerlerine geçirdikleri kıyafetlerle arabaya binip zeytinliğin yolunu tutmaları...

Şimdi o zeytinliğin tam önündeydi Leylim. Paralel bir evrenden izler gibi görüyordu etrafında olanları. Kasabalıların koşturmacasını, kırmızı bir güneş gibi gecenin ortasında parlayan itfaiye sirenlerini, Toprak'ın delirmiş gibi talimatlar savurmasını, Burak'ın yakarışlarını, Ece'nin göz yaşlarını... Tüm dünya çalkalanırken bir Leylim duruyor, bir o kaskatı bekliyordu. Adım atsa da gideceği yönü bulamazdı. Sağ, sol, doğu, batı hepsi dünyanın çekirdeğinde kavuşmuştu o an. Ve çekirdek alev alev yanıyordu.

"Neden içeri girmiyorlar?" diye bağırdığını duydu Toprak'ın. "Neyi bekliyorlar hala?" Bir kolunu abisi, diğerini Kerem tutuyor olmasa kimseye laf anlatmaya çalışmaz, doğrudan eve dalardı şüphesiz. Ama o evden geriye koca bir iskelet kalmıştı. Öyle ki itfaiyeciler bile hortumlarını bırakıp yangına dalmaya yeltenemiyorlardı. Kasabalılar, köylüler ellerindeki bidonlar, kovalar, hortumlarla ateşten bir dev karşısında küçücük kalmışlardı. Peki enkazın içine sıkışmış onca ruh... Can... Cemre... Ruhi dede... Ayşe kadın... Rıfat abi... Lale'yle Ali... Ayça teyzeyle Duru... onlar ne haldeydi?

Leylim dünyanın ayağının altından çekilmesine karşı koyamadı. Kimse fark etmemişti bile yere kapaklandığını. Aynı anda çatıdan kopup yangını söndürmeye çalışan itfaiyecilerin ve kasabalıların üzerine düşen kalas onun bedeninde yaşanan depremden bin kat beterdi. İnsanlar canını kurtarmak için kaçışırken Leylim yok olan zeytinlik gibi parçalanıyordu anbean. Ne önemi vardı ki? Onun Can'ı, Cemre'si, ruhu, kalbi, geçmişi, geleceği, her şeyi küllere karışırken ne anlamı vardı ayakta kalmasının?

Bugün bitse, bir şekilde güneş doğsa, hayat diğerleri için devam etse de bir daha asla doğrulamayacağını biliyordu Leylim. Bedeni eriyor, ellerinin altındaki toprağa uzuyordu kökleri. Seslerin yükseldiğini, bağırışların şiddetlendiğini işitse de tepki veremedi. İnsanlar bir arı sürüsü gibi eve doğru meylettiğinde bile hemen anlamamıştı bir şeyler olduğunu. Fakat sonra, kızıl canavarın kolları arasında bir karaltı gördü Leylim de.

İşlevsiz bacaklarına kan dolmuştu anında. Ayağa fırlayıp insanların arasına karışması sadece saniyeler sürdü. Tüm gücünü yitirmiş kolları kalabalığı ite kaka yol açıyordu şimdi. Ve sonunda herkes durduğunda onların önüne geçmeyi başarmış, o karaltının ne olduğunu görmüştü Leylim.

Ayşe kadındı bu. Ali kucağında, Lale eteğinin dibinde... Yüzleri isten simsiyah, kıyafetleri yırtık, bedenleri yara bere içindeydi hepsinin. Ama hayattaydılar işte. İtfaiyeciler üzerine koştuğunda Ayşe kadın daha fazla dayanamadı ve taşıdığı oğluyla dizleri üstüne düştü. Anında sarmalamıştı eller etraflarını. Biri Ali'yi kucakladı, bir başkası Lale'yi.

"İçerideler..." dediğini işitti Leylim Ayşe kadının. Titrek sesi zar zor çıkıyordu. "Rıfat... o... Can'la... dede için..." Sözünü kesen öksürüklerden kadının ne söylemek istediğini anlamak imkansızdı. "Rıfat..." diye başladı yeniden. Öksürdü "Dede..." dedi bir kez daha. Bu kez hıçkırıklar böldü sözlerini. "Onu çıkarmak için... onlar... geri döndü."

Toprak kolundaki ellerden kurtulmuş olmalı ki hemen yanı başındaydı kadının. "Cemre?" diye soruyordu tekrar tekrar. "Cemre onlarla mı Ayşe abla?

Kadın hemen duymamıştı onu. Ancak sedye gelip uzandığında bir nebze azalmıştı öksürükleri. "Bilmiyorum." dedi ağlayarak. "O nerede bilmiyorum."

Toprak'ın yüzündeki azıcık rengin de çekilmesini izledi Leylim. İtfaiye yeniden herkesi evden uzaklaştırmaya çabalasa da kimsenin bir yere gideceği yoktu artık. Rıfat abi hayattaydı, Can hayattaydı. Dedeyi kurtarmaya çalışıyorlardı. Bunu duyduktan sonra kimseyi, en başta da Toprak'ı hiçbir güç durduramazdı. Baskı öyle artmıştı ki sonunda mecburen adamlarından ikisini içeri göndermeye karar verdi itfaiye şefi.

Ve böylece yeni bir bekleyiş başlamıştı kalabalıkta. Ama bu kez kimse durmuyor, daha büyük bir hırsla alevleri söndürmeye çalışıyordu. Görevli, halk bir ayrımı kalmamıştı bir noktadan sonra. Elden ele uzanan bidonlar zeytinliğin ve sahiplerinin kaderini döndürecek suyu taşıyordu damla damla. Kasabada ne kadar yangın söndürücü varsa almaya gitmişti insanlar. Tarlaları suladıkları tankerleri çekmişti köylü zeytinliğin dibine. Gelen her yeni aleti bir silah gibi katıyorlardı savaşa.

Leylim de o savaştaki insanlardan biriydi şimdi. Durmuyordu artık. Can'ın ismini duymasıyla ciğerlerine yeniden dolan hava bambaşka bir yangın başlatmıştı bedeninde. Diğer arkadaşlarının da alevlere aldırmadan su taşıdığını görüyor, bir dişli gibi kalabalıkla hareket ediyordu. Boğazını yakan dumanlar da tenini acıtan ısı da önemsizdi. Yeter ki... yeter ki bir umut, ufacık bir ışık olsun...

Ama saniyeler oldu dakika. Bir dakika oldu iki, sonra üç, beş... Ateş turuncu bir perdeden ötesini göstermiyordu onlara. Evden daha fazla parça kopuyor, düşen kalaslar her an daha büyük bir tehdit oluşturuyordu. Yine de kimsenin bir yere gideceği yoktu. Bu toprakların çınarıydı Ruhi dede. Onun dallarıydı bu aile, bu zeytinlik... Nasıl vazgeçerlerdi onlardan? Nasıl pes edip kabullenirlerdi eksik bir geleceği?

Farkında bile olmadığı halde öfkeyle haykırdı Leylim. Döke saça koca bir kova suyu taşıyan Ece'nin yanına koştu, diğer yanından destek verdi arkadaşına. Yaşlardan önünü göremiyordu iki kız da. Elleri titriyor, bacakları tutmuyordu. Ama yolun yarısında durmalarının nedeni pes etmeleri değil ufukta beliren ışıktı. Hayır, Leylim'in her şeyden çok görmek istediği yıldız değildi parlayan. Yine de geceyi parçalayacak kadar kuvvetli bir fenerdi.

Ayça teyze -daha doğrusu ondan geriye kalan beden- tutunduğu itfaiyecinin yanında düşe kalka geliyordu üzerlerine doğru. Tüm renklerin arasından birinin sıyrılıp kadının üzerine doğru koştuğunu gördü Leylim. Alper abiydi bu. O ana kadar onu fark etmemişti bile Leylim. Oysa en başından beri mücadele edenlerden biri olmalıydı adam. Üstü başı is içindeydi. İlk o varmıştı Ayça'nın yanına. Kadın tökezlediğinde yakalayan onun elleriydi.

Ağzını örttü Leylim elinde olmadan. Gözlerini yummak, gördüklerinden kaçmak istemişti ama çekemiyordu bakışlarını. Başının yarısını bir ejderha yutmuştu sanki Ayça teyzenin. Saçlarının olması gereken yerde kıpkırmızı, kabarmış bir deri vardı artık. Yüzünün sağı tanınmayacak haldeydi. Gözü kapanmış, burnu ve dudakları adeta eriyip garip bir şekil almıştı. Düştüğü yerde titriyordu delice.

Kadının "Duru!" diye inlediğini duydu Leylim tüm gürültüye rağmen. Toprak yine herkesin önünde, Alper abinin hemen yanındaydı. Aynı soru vardı dudaklarında. Cemre neredeydi? Onu görmüş müydü? İçeride miydi? İyi miydi? Nafileydi elbette tüm çabası. Sadece kızının ismini sayıklıyordu Ayça. Aklı yerinde olamazdı yaşadıklarından sonra. Değildi de... "Yok!" diyordu durmadan. "Evde yok! Duru'm yok. Kızım yok!"

Maalesef onun veremediği lanet cevap itfaiyeciden gelmişti. Başka birini görmemişti içeride. Ulaşabildiği sadece Ayça vardı. Bu arada sağlık görevlileri hemen yetişmiş, Ayça teyzeyi sedyeye koymuştu. Kalabalığın arasından kayarak uzaklaştı kadın. Hemen sonra ambulansın acı çığlığı duyulmuştu.

Sirenler dalga dalga uzaklaşan bir yakarış gibi geceden silinirken yeniden yiten umutlar yeşerdi. Kurtulan her can onları geride kalan ruhlara daha güçlü bağlıyordu sanki. Ve o bağa tutunup bir kez daha kovaya uzandı Leylim.

Birinin "Çıkıyorlar!" diye bağırdığını duyduğunda suyu boşaltıp arkasını henüz dönmüştü. Kovanın elinden düşüp gittiğini fark etmedi bile. Bu kez oydu insanları bir füze gibi sıyırıp geçen. Rıfat abiyi seçmişti gözleri ilk. Ama emektar adam yalnız değildi. Dumanların arasından bile adamın iki büklüm durduğunu, sırtında birini taşıdığını görmüştü Leylim. Yaklaştıkça o biri Ruhi dede oldu, renkler biraz daha netleşti, şekiller belirginleşti ve Can'ı, Leylim'in Can'ını ortaya çıkardı.

Çığlıkla kahkaha arası bir ses kurtuldu Leylim'in dudaklarından. Rıfat abi yere yıkıldığında ona tutunan Can da toprağa kapaklanmış, Leylim'in ona ulaşıp oğlanın dibine çökmesi saniyeler sürmüştü. Kolundan çekiştiren itfaiyeciler bile o an onu Can'dan ayırabilecek kadar güçlü değildi. Bedenine geri dönen ruhu gibi kucakladı Leylim sevdiği adamı. Onunla titredi, sarsıldı, ağladı. Can'ın eli onu sarsa da güçlü değildi. Öksürüyor, her defasında gözünden daha çok yaş dökülüyordu.

"İçeride yok." diye inledi Leylim'le göz göze geldiğinde. Elbette kimden bahsettiğini söylemesine gerek yoktu. Hemşireler başlarına eğilmiş Can'ı Leylim'in kollarından ayırmaya çalışıyorlardı. "Yok Leylim!" diye inledi Can hiçbirini umursamadan. "Cemre yok! Bul... bulamadım. Yapamadım. Ben... yapa..."

Can daha fazla öksürüklere direnemedi. Ciğerleri sökülüyordu sanki. Daha fazla istese de konuşamazdı, çünkü onu sedyeye yatırmayı başarmıştı sağlık görevlileri. Ağzını ve burnunu örttüler anında maskeyle. Leylim ona uzanan eli tutmaya çabaladıysa da hızla diğer ambulansa yönelmişti sedye. Başka bir tanesi Ruhi dedeyi, sonuncusuysa Rıfat abiyi taşıyordu. İki adam da kendinde değildi artık. Bu karambolün içinde yaşayıp yaşamadıklarını bile anlamanın imkanı yoktu.

Kendi hisleriyle aptala dönmüştü Leylim. Bir yanı sevinçten çığlıklar atarken ötekisi kan kusuyordu acıdan. Evet Can alevleri yenmişti ama... Cemre yoktu. Duru dışarı çıkmamıştı. Diğer itfaiyeci çocuk da evin içinde bir yerdeydi hala. Leylim'in Can'ın peşine takılıp kendini ambulansa atmamış olmasının nedeni de bu görünmez kancaydı zaten. Henüz gidemezdi. Bir parçası hala içerideyken bırakamazdı bu zeytinliği.

Toprak tamamen kontrolü kaybetmişti artık. Bir köşede saçlarını çekiştirerek ağlayan transa girmiş Mert gibi sessizce kabullenmeyecekti yenilgiyi. Patlıyordu insanlar onu durdurmaya çalıştıkça. Boynundaki damarlar çatlayacaktı haykırmaktan. "Bırakın!" diye inliyordu. Onu kalbinden ayrı koyan ateşten perdeyi görmüyor olmalıydı gözleri. Koşmak, alevlerin içine dalmak, o kalbi bulmak istiyordu. Tek bir bildiği vardı, o da Cemre'nin her saniye ellerinden kayıp gittiğiydi.

Daha saatler önce kollarına aldığı kızı o ikna etmişti her şeyin iyi olacağına. Korkmamasını, onu tüm kötülüklerden koruyacağını söylemişti. Verdiği ama tutamadığı sözler onlarca kesik açmıştı şimdi vücudunda, oluk oluk kanıyordu Toprak. Onun çırpınışını izlerken kendi göz yaşlarının kontrolünü kaybetmişti Leylim de. Burak'la göz göze geldiği an düşünmeden arkadaşına sarıldı. Onda bulmaya çalıştı ayakta kalmasını sağlayacak gücü.

Ama ondan daha beter titriyordu Burak. "Ölemez." diye inliyordu. "Ölemez Leylim. Ya o... Ya Cemre içeride..."

Devam edemedi. Edemezdi. Hiçbiri dile getiremezdi böylesi bir sonu. Bir şeyler demek istiyordu Leylim de. Arkadaşı kadar kendini de telkin etmek, her şeyin düzeleceğine inandırmak istiyordu. Oysa umut uçan bir balondu o an. Gökyüzüne doğru süzüldüğünü görüyor, ama uzanıp tutamıyordu Leylim. Daha da sıkı sarıldı Burak'a. Tırnaklarını geçirdi oğlanın sırtına.

Alay ederce önünde dans ediyordu alevler. Cayır cayır yanıyordu Leylim'in gözleri hem yaşlardan hem dumandan. Neredeyse kördü acıdan. Yine de ötede bir grup insanın evin soluna doğru hareketlendiğini anında yakalamıştı. "Burak!" dedi panikle ondan uzaklaşırken. Oğlan da onun gibi garipliği fark edip harekete yönelmişti anında.

"Ne oluyor? Nereye koşuyorlar?"

Bilmiyordu Leylim. Her adımı bir öncekinden daha büyüktü. Çok geçmeden almışlardı cevaplarını. Duru'ydu bu. Güzeller güzeli saçları şimdi çamur, is, pas ve kan içindeydi. Geceliğiyle birlikte bacakları ve kolları da yanmıştı. Yürümek denemezdi yaptığına. Dizleri üstünde sürünerek, bazen bir ayağının üstünde doğrularak onlara doğru ilerlemeye çalışıyordu Duru. Kasabadan biri yetişip onu yakaladığında anında adamın kollarına yığılmıştı.

Leylim ne kadar kaba olduğunu umursamadan ittirdi önünde biriken insanları. Burak hemen arkasındaydı. Açıklığa ulaştıklarında Duru'nun yüzündeki esas garipliği de fark etmişlerdi. Alnında koca bir şişlik, yüzünün yarısındaysa pıhtılaşmış kan vardı kızın. Hayır, sadece yangın bu hale getirmiş olamazdı onu. Üstelik diğerleri gibi evden çıkmamıştı Duru. En beklenmedik anda, ağaçların arasından gelivermişti yanlarına.

Dişleri birbirine çarpıyordu ağlarken. Konuşması imkansızdı ya yine de deniyordu. Kızın "Babam..." dediğini anlayabilmişti Leylim onca hece arasından. Ve sonra 'Cemre'yi seçti kulakları. Kalbi atmayı bıraktı o an. Bir şey biliyordu Duru. O ana kadar evden çıkan kimsenin bilmediği bir şey...

"Duru Cemre nerede?" dedi Leylim ona ulaşıp. Ama kızın duyduğunu sanmıyordu. Kendi kabusu içinde kapana sıkışmıştı Duru. Söylemek istediği bir şeyler olduğu belliydi ya ne kadar denese de başaramıyordu iki kelimeyi bir araya getirmeyi. İçinde olduğu şoktan bir daha asla çıkmayacaktı muhtemelen. Bu kez sedye onun için geldiğinde hemşirelerin önüne atlayıp yollarını kesmek istedi Leylim. Duru gidemezdi. Cemre ile ilgili bir şeyler söyleyebilecek tek kişi oyken gidemezdi.

Ama Leylim'in müdahale etmesine gerek kalmamıştı. Aniden gelen bir güçle ona maske takmaya çalışan elden kurtuldu Duru. "Hayır!" diye haykırdı. "Cemre... Cemre'ye yardım... yardım edin! O... o evde! Eve girdi! Ben... beni dep... depodan... çıkardı. Ba... babam bizi... öl... Ölecektik ama... o... o kurtardı beni! Onları da... onları bırakmamak için... eve... girdi... içeri girdi... Cemre..."

Duru öksürüklere boğulurken Leylim bedeninde kalan son gücün de çekildiğini hissetti. Cemre... kardeşi, dostu, en iyi arkadaşı... alevlerin içindeydi demek. Ateşin kızı... sevdikleri için son bir kez ateşin içine dalmıştı. Kurtarmaya çalıştığı ailesinin çoktan dışarıda olduğunu bilmiyor olmalıydı. Ya da bunu fark etmiş, ama kendi canını kurtarmak için çok geç kalmıştı.

Buz gibi bir rüzgar esti o an. Kalabalığın tüm sesini yutmuş, ölümün sükunetini bir battaniye gibi üzerlerine örtmüştü. Artık bir umut kalmadığının farkındaydı kasabalılar. Cemre bir seçim yapmış, asla sonunu getiremeyeceği bir tünele dalmıştı. Işık değil alevler vardı o tünelin sonunda. İtfaiye bile ne yapacağını şaşırmış gibiydi o an. Bitmişti. Bittiğini biliyordu herkes.

Belki... tek bir kişi hariç...

Leylim kal gelmiş kalabalığın içindeki tek hareketi seçti gözyaşları arasında. Herkesin dikkati Duru ve sözlerindeydi hala. Oysa o gölge her şeyi duymuş, tıpkı Cemre gibi delice bir seçim yapmıştı. Evin önüne ulaştığında diğerlerinin müdahale etmesi için çok geçti artık.

Her şey bir yangınla başlamıştı ya, şimdi yine bir yangınla son buluyordu. Toprak'ın babasının kükremesi, annesinin yakarışı, öne atılan abisi, peşinden koşan Kerem... Hiçbir şey ama hiçbir şey durdurmayacaktı oğlanı. Her şeyi bitirmek için dalıyordu alevlerin arasına. Bu saatten sonra tek bir son bekliyordu onu. Bunu biliyor olmalıydı Toprak da. Ve buna rağmen aşkıyla birlikte kül olmayı seçmişti. 

****

Kanlı bölüm sonusu

Bu kez biraz kalplerimiz sıkışacak demiştim. Heeeer şey belirsiz. İçeriden çıkanlar yaşayacak mı, Cemre hayatta mı, Toprak daldığı evden kurtulabilecek mi?

Çok fena bir son da bizi bekliyor olabilir, gönüllere su serpecek güzel haberlerde. Hadi kalbinizden geçenleri bana yazın. 

- Hangi karakter kitabın sonunu göremezse üzülürsünüz? 

- Desem ki birileri mutlaka ölecek. Tek bir karakterden vazgeçecek olsaydınız, kim olurdu? 

Cevaplarınızı bekliyorum :)))

E.Ç. 

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top