Bölüm 2.33
Son'a 3 kaldı!!!
Aynalı Salon okurlarım bilir. Son anda bombalar patlatıp yürekleri ağızlara getirmeye bayılırım ;) E burada da sona geldiğimize göre... ben susayım, siz bölümü okuyun :)
E.Ç.
**
Gecene rüyalar değil, cehennemi getirmeye geliyorum.
****
I'm no sweet dream, but I'm a hell of a night.
***
Levent bekliyordu. Ömrü boyunca olduğu gibi yine, yeniden durmaya, sabretmeye zorluyordu hayat onu. Ama oyunun son sahnesindeydi artık. Üç beş dakikanın ya da saatlerin önemi kalmamıştı. Bir gelecek yoktu onun için. Yarın gelmeyecek, güneşin doğduğunu hiç görmeyecekti. Sadece doğru an ve o ana sıkıştıracağı intikam kalmıştı elinde.
O yüzden saklandığı gölgelerin içinde sabırla avını bekliyordu. Gözlerini kör eden karanlığa müteşekkirdi. Aksi halde elinde kabuk bağlamış kanla yüzleşmesi gerekirdi. Hayır, Levent bunu istemiyordu. Şimdi değil. Kendi canına aitti o kan. Gözünden bile sakındığı Duru'sunun bir parçasını taşıyordu üzerinde.
Böyle olsun istememişti. Planı az sonra yaşanacak her şeyden kızını uzak tutmaktı. Duru telefonuna cevap verip onunla buluşmaya geldiğinde başarılı olacağına emindi aslında. Ama kendi kadar lanet anasının kanını da taşıyordu Duru. Babasını dinlememiş, anlamaya çalışmamıştı bile. Şimdi işler bu noktaya geldiği için Levent kendine mi kızmalıydı yani?
Hayır! Hayır! Hayır!
Başını şiddetle iki yana salladı Levent. Bunları düşünmenin bir anlamı yoktu artık. Onun olan, olmayan ne varsa eriyip gitmek üzereydi nasılsa. Dişini yaralarla kaplı yanağına sapladı ve karşısındaki mide bulandırıcı sahnenin sona ermesini bekledi. Ruhi dede ters dönmüş bir böcek gibi kıvranıyordu yatağında. İçinden söküp atamadığı gerçeklerle tüm bedeni kasılmıştı. Ah, neler söylerdi bir konuşabilse...
Levent daha dakikalar önce her şeyi anlatmıştı ona. Kimse yokken eve gelmiş, doğrudan planına geçmek yerine sırf bu son konuşmayı yapabilmek için Ruhi dedenin odasını ziyaret etmişti. Az sonra kıyamet koptuğunda sahip olduğu her şeyi ondan kimin aldığını görmeliydi yaşlı adam. Damadıyla paylaşmadığı ne varsa Levent'in söke söke ondan koparacağını bilerek geberecekti.
Elbette Cemre'nin dedesini ziyaret etmesi Levent'in planları arasında yoktu. Her zamanki gibi her şeyi bozmuştu baş belası velet. Odaya daldığında kıl payı saklanacak zamanı bulmuştu Levent. Yalan yoktu, bir an korkudan Ruhi dedenin dilinin çözüleceğini ve her şeyi karşısındaki torununa anlatacağını düşünüp paniklemişti. Ama adamın çaresiz çırpınışlarını izlerken kasları gevşedi ve aklında yepyeni bambaşka bir fikir doğdu.
Cemre... Her şeyin çöküşünü başlatan sinsi bir yılan... Tüm hatalarının cezasını çekmek için kendi ayağıyla gelmişti Levent'in kollarına. Daha en başında ailesiyle o evin içinde yanıp gitse iş hiç buralara gelmeden çözülecekti. Ama hayatta kaldığı yetmezmiş gibi bir de inadıyla Levent'in tüm emeklerini boşa çıkarmıştı. Yo, hayır. Kolay bir ölümü hak etmiyordu kız. O şansı birden fazla kez ona sunmuştu Levent. Her şeyin nasıl yok olduğunu izleyerek vermeliydi Cemre son nefesini. Verecekti de...
Bu düşünceyle gülüşü yüzüne yayıldı Levent'in. Neden daha önce akıl edememişti ki bu harika intikam planını? Şimdi çok daha fazla karıncalanıyordu elleri. Ömrü boyunca bastıramadığı açlık katlanılmaz boyutlardaydı artık. İçindeki canavar tenini yırtıp saldırmak, tüm düşmanlarını dişleri arasında ezmek istiyordu.
Yine de hemen harekete geçmesini söyleyen sesi bastırdı ve tırnaklarını kanlı avuçlarına gömüp dişlerini sıktı. Bir yılan gibi sinsice, en ummadığı anda sokacaktı avını. Cemre dedesinin üstünü örtüp odadan çıktıktan sonra evin tamamen sessizleşmesi için bir süre beklemiş, sonra karanlık koridora çıkmıştı. Tüm geceyi eğlenerek geçirdiğinden ev halkı odalarında uykudaydı. Aptallar! Levent'i bir paçavra gibi köşeye atıp hayatlarına gönüllerince devam edebileceklerini düşünmüşlerdi. Kimin paçavra olacağını görmeye çok az kalmıştı.
Levent Cemre'nin kapısının önüne geldiğinde defalarca kez tekrarladığı ziyaretlerinden birinde olduğunu hissetti bir an. Kaç gece bu odaya gizlice girip kızın sütüne ilaç katmıştı? Onun kendi kendini yok edeceğini umarak neler yerleştirmişti odasına? Lanet bir hamamböceği gibi ölmüyordu kız bir türlü. Ama bugün... nihayet adalet yerini bulacaktı.
Levent nefesini tutup bir hayalet gibi odanın içine kaydı. Beyaz geceliği içinde ne de huzurlu görünüyordu Cemre. Yüzünde o gece yaşadığı eğlencenin aptal hazzı vardı hala. Alev alev başının etrafına saçılmış saçlarıyla cehennemden bu dünyaya düşmüş bir ölüm meleği gibiydi. Ne yazık ki bugün can alacak olan o değil Levent'ti. Acele etmeden kızın başına kadar ilerleyip üzerine eğildi. Nefret ettiği zeytin kokusu midesini ağzına getirse de umursamamıştı.
"Cemre..." diye mırıldandı başı tam kızınkinin üzerinde durduğunda. Tepki yoktu. "Cemre..." diye seslendi Levent bir kez daha. Bu defa alnını kırıştırıp başını oynatmıştı Cemre. Üçüncü ve dördüncü kez ismini söyledi Levent. Ve sonunda, beşinci tekrarda Cemre'nin gözleri kocaman açıldı. Ağzının açılmasıyla nefessiz kalması bir olmuştu. Çünkü Levent'in pençesi gırtlağındaydı.
Olduğu yerde çırpındı Cemre. Belki bir karabasanın içinde olduğunu sanıyordu, belki de Levent'in onu boğarak öldüreceğini. Oysa ikisi de değildi kızı bekleyen son. Levent sol eliyle komodindeki lambayı alıp Cemre'nin kafasına indirdiğinde bir an onun üzerinde asılı kaldı kızın gözleri. Sonraysa kendinden geçti ve başı geri düştü.
"İşte böyle..." dedi Levent keyifle gülümseyip. Oyalanmadan yataktaki cansız bedeni kucaklayıp yeniden koridora çıkmıştı. Şimdi bir hayaletti her köşesini bildiği evde. Hangi ahşaba basarsa Rıfat'ın onu duyacağını, hangi delikten Ayşe hanımın çıkabileceğini ezbere biliyordu. Az sonra bahçeye adım attığında koridorlarda esen bir rüzgardan farksızdı mışıl mışıl uyuyan ev haklı için. Kimse onu duymamış, kimse onu görmemiş, kimse az sonra olacakları öğrenememişti.
Yine de hızlı adımlarla depoya yöneldi Levent. Cemre'nin başından süzülen sıcak kan eline akıyor, avucunda kurumuş Duru'nun kanına karışıyordu. Bu düşüncenin göğüs kafesine yaptığı baskıyı anında uzaklaştırdı ve önündeki hedefe odaklandı. Hak ettiler! diyordu omuzunda oturan şeytan durmadan. Hak ettiler, hepsi hak etti, sen haklıydın, her zaman sen haklıydın!
Buna rağmen Levent depoya girdiği an durdu. Duru... onun Duru'su... sürünüyordu yerde. Levent'in vurduğu yerde başı şişmiş, patlak dudağından akan kan yüzünün yarısına yapışmıştı, ama hayattaydı. Önce babasını fark etmedi. Tek amacı dışarıdan gelen ışığa ulaşmaktı. Ama sonra, başı azıcık yukarı kalkınca Levent'i gördü ve hıçkırarak geri kaçtı. Sırtı zeytin yağlarını depolayan varillere çarptığında gidecek yeri kalmadığını anlayıp iyice paniklemişti.
"Hayır, lütfen!" diye inliyordu kendi kendine. "Lütfen, lütfen bana zarar verme."
Levent bir an sadece kızını izledi. Ne yapacağını şaşırmıştı. Duru'nun ölmüş olması gerekirdi. Onu dakikalar önce tam da o an sırtını yaslandığı varile fırlatmıştı Levent. Bir kez ve sonra bir kez daha vurmuştu kızın kafasını metal varile hırsını alamayınca. Duru katil demişti sonuçta öz babasına. Utanmadan yüzüne hırsız diye haykırmış, onu annesinin ve diğer herkesin hayatını mahvetmekle suçlamıştı. Öteki haşerelerden ne farkı vardı ki yaşasın? Levent elbette cezasını vermişti kızına da.
Ama şimdi... Duru böyle karşısında kıvranırken... ellerinin titremesine engel olamıyordu. Duru "Baba lütfen!" dediğinde nefretten oluşmuş iskeletinin bile çatırdadığını hissetti. "Yapma, lütfen." diye inliyordu kızı. Acı, Levent'in aklında tam tersini haykıran sesle çarpışıp beynindeki hücreleri tek tek öldürüyordu. Bir an, kısacık bir an, Duru'ya beslediği sevginin diğer her duyguya üstün geleceğini düşündü Levent. Ama sonra kız yardım için çığlık atmaya başladı ve babasının içinde kalan eser miktardaki insanlığı da yok etti.
Hak etti! diye fısıldadı şeytan aynı anda. O da diğerleri gibi bir hain! Sen doğru olanı yaptın! Devam et, bitir başladığın işi!
Hak ettiler diye tekrarladı Levent içinden. Ve simsiyah bir perdenin yeniden gözleri önüne inmesine izin verdi. Cemre'yi bir çuval gibi yere bırakıp doğrudan Duru'nun üstüne atlamıştı. İndirdiği sert tokatla diğer köşeye savruldu kız. Çığlığı gırtlağında düğümlenmiş, düştüğü yerde gıkını bile çıkaramamıştı. Durmadı Levent. Onu saçlarından çekiştirip ayağa kalkmaya zorladı ve varillere doğru fırlattı.
O sırada gözüne ilişen halat sonraki adımını belirlemişti. Duru bağıramayacak kadar perişan haldeydi artık. O yüzden babası iple onu varile bağladığında karşı koyamamıştı bile. Yine de bu zeytinlikle işi bitene kadar şansını zorlayamazdı Levent. Kızın boynundaki şalla ağzını bağlayıp ayaklandı ve eserine baktı. Duru'nun başı göğsüne düşmüştü, ama hala belli belirsiz hareket ediyor, iniltileri kumaş parçasından zar zor duyuluyordu.
Umursamadan asıl hedefine yöneldi Levent. Cemre'yi başka bir varile, özellikle kapıyı görecek şekilde bağladı bu kez. Onun ağzını örtmekle uğraşmamıştı, çünkü hala kendinde değildi kız. Önemi yoktu. Kıyameti kopardıktan sonra Cemre'nin felaketi ön sıradan izlediğine emin olmak için geri dönecekti Levent. Şimdiyse havai fişekleri patlatma zamanıydı.
Suratında koca bir gülüş, kalbinde uzun süredir duymadığı bir hazla deponun arkasındaki tankere ilerledi. Dört bidonu da benzinle doldurması sadece dakikalar almış, elindeki saatli bombayı döke saça eve geri dönmüştü. Hala bir gölgeydi. Ama bu kez ölüm saçıyordu her adımıyla. Üst kattan başlayıp aşağı kadar benzine bulamıştı tüm evi on dakika içinde. Terasa çıktığında artık ses çıkartmaktan çekinmiyordu bile. Tek bir kibritlik canı kalmıştı hayatı ona zindan eden bu zeytinliğin. Ve Levent o kibriti elinde tutuyordu.
Bidonları bir köşeye fırlatıp cehennemi bu dünyaya getirecek kıvılcımı çaktı ve yanan kibriti yere attı. O depoya doğru ilerlemeye başladığında ateş de tam ters istikamete, eve saldırmaya gidiyordu. Ne muhteşem bir şeydi şu alevler... Nasıl da yutuveriyordu karşısına ne çıkarsa. Çok değil, beş on dakikaya kalmadan sarıverecekti her yeri, kızıla boyayacaktı geceyi. Onu hor görmüş, aşağılamış, asla aralarına almamış insanlar diri diri yanarak acı içinde gebereceklerdi.
Ah... nasıl bir hazdı bu. Levent hemen şimdi yere çökmek, bir sigara yakıp yol açtığı dehşeti seyre dalmak istiyordu. Ama kalbindeki eşsiz duyguları ona, hatta yüze katlayabilecekken neden yalnız başına yapsındı ki kutlamayı? Histerik kahkahaları kulaklarında çınlarken girdi depoya. Bağlı olduğu köşede tir tir titreyen, ağlayan, bağırmaya çalışan kızına özellikle bakmamıştı. Doğrudan hala baygın olan Cemre'nin üzerine yürüyüp kızın suratına sert bir tokat indirdi.
"Uyan!"
Cemre'nin anında kızaran yanağından darbenin şiddeti belli oluyordu. Yine de gözünü açmamıştı kız. Bir daha vurdu Levent. Daha büyük bir hırsla bağırdı.
"Uyan lanet olası, uyan!"
Kız öksürerek öne büküldüğünde sonunda diye düşündü. Ağzına dolan kanı kusar gibi yere tüküren yeğenini izledi keyifle. Ve sonra saçlarına yapıştı Cemre'nin.
"O kadar kolay olacağını mı sandın ha?" dedi iyice burnunun dibine girip. Kızdan yayılan kanın metalik kokusu kendi üzerine sinmiş benzine ve tere karışıyordu. Hastalıklı bir kokuydu bu. Ve bir o kadar da mükemmeldi, çünkü her şeyin tam da Levent'in kurguladığı gibi biteceğini anlatıyordu.
"Sen..." diyebildi Cemre. Bakışları onu aşıp deponun ötesindeki turuncu dünyaya kaymıştı anında. Levent'in özellikle açık bıraktığı kapının ardında cayır cayır yanan dünyaya... Ellerindeki kız dehşetle sarsılırken bunun neden harika bir fikir olduğuna her saniye biraz daha emin oluyordu Levent. "Sen..." diye inledi Cemre. "Sen evi... evimizi... yaktın!"
"Ben değil..." diye tısladı Levent. "Sen, siz, hepiniz yaktınız o evi. Siz yol açtınız tüm bunlara. Bak! Bak şimdi! Bana vermek istemediğiniz zeytinliğe bak! Nasıl geriye tek bir çöp bile kalmadığını izle!"
Cemre şoktaydı. Bakışları zorla köşede ağlayan Duru'ya dönse de yeniden kapıya çevrilmişti hemen. Onca yıl dırdırıyla Levent'i canından bezdirdikten sonra şimdi tek bir kelime söyleyemiyordu bile. "Can..." diye inlediyse de kesik bir nefes gibi çıkmıştı sesi. Zangırdıyordu dişleri. Muhtemelen konuşabilse alevlerin arasında cayır cayır yanmakta olan sevdiklerinin isimlerini sayacaktı. Neyse ki ona yardım etmek için yanı başındaydı Levent.
"Hepsi içeride!" dedi alaycı bir kahkahayla. "Hepsi geberip gidecek. O çok bilmiş deden, abin, Ayça, evde yaşayan kim varsa, hepsi, hepsi kül olacak." Tekrar kahkaha attı Levent. Kontrol edemiyordu hücrelerinde patlayan coşkuyu. "Kimse yetişemez. Kimse kurtaramaz bu kez sizi. Ve sen küçük sürtük... her şeyi görüp en son sen gebereceksin. Tüm evinizi nasıl başınıza yıktığımı izlemeden öyle kolay kolay ölüp kurtulamazsın! Bu kez değil!"
Cemre hala hareketsizdi. Gözlerinden akan yaşlar başından süzülen kana karışmış çenesinden damlıyordu. Titremesine bakarak bir an onun bayılacağını ve tüm eğlenceyi bozacağını düşündü Levent. Ama sonra... Aniden ona çevrildi kızın nefret dolu gözleri ve aynı anda hayalarında korkunç bir acı hissetti Levent. Cemre attığı tekmeyle onu sırt üstü yere yıkmayı başarmıştı.
"Seni ben öldüreceğim!" diye bağırıyordu kız onu tutan halatlardan kurtulmak için çırpınırken. "Seni geberteceğim pislik! Öldüreceğim seni!"
Allah'ın belası cadı!
Levent öfkeden beynine sıçrayan kana rağmen acele etmedi. Cemre dünyanın en inatçı kaltağı da olsa onu tutsak eden iplerden kurtulamazdı. Dar ağacından kaçmaya çalışan bir mahkumdan farksızdı o an ve Azrail çoktan ensesine çökmüştü. Bu farkındalıkla ağır ağır doğruldu ve kasıklarındaki acının dağılmasını bekledi Levent. Kemerini çıkartırken aklından Cemre'ye yapabileceği türlü çeşit işkence geçiyordu. Kızın kıvranışını izlemek yeterince büyük bir hazdı ya fazladan vereceği her zarar bu keyfi ona katlayabilirdi.
Gülüşü yüzüne yayılırken tutsağına doğru bir adım attı Levent. Fakat aynı anda Duru'nun attığı çığlıkla durmuştu. Kız dehşetle kapıya bakarken geri kaçabilirmiş gibi çırpınıyordu. Aynı anda yanan ahşabın kokusu Levent'in burnuna ulaşmıştı. Ölümü içine çeker gibi soludu havayı Levent. Sonra turuncu ışık çarptı suratına.
Zaman dolmuştu demek. Alevler sonunda depoya da ulaşmış, onları da yalımlarına katmaya gelmişti. Önemi yoktu bu noktadan sonra. Tüm intikamlarını almıştı Levent. Defterleri kendi elleriyle kapamıştı. Herkesten kurtulduğunu bilerek, onlara verdiği acının eşsiz tatminiyle gidecekti bu dünyadan.
Önce ağlamaktan gözleri kapanmış kızına, sonra da hala inatla iplerden kurtulmaya çalışan Cemre'ye baktı. Artık Levent değil ateşti onların ortak düşmanı. İki kızın da öteki dünyayı boylamasına dakikalar vardı. Kaçamayacaklarını biliyor, yine de delice çırpınıyorlardı. Sefil yaratıklar...
Kalıp onların işinin bittiğini kendi gözleriyle görmek çok isterdi Levent, ama acı çekmek hiçbir zaman planları arasında olmamıştı. Bu dünyayla işi yoktu artık. Böylece belindeki silahı çekti ve çenesinin altına dayadı. Dudakları çarpık bir açıda, gözleri kapkaranlıktı. Zaferle gülümsüyordu. Zaferdi çünkü elde ettiği. O kazanmıştı. Herkese, her şeye rağmen.
"Öteki dünyada sizi bekleyeceğim." dedi kendi kendine konuşur gibi.
Sonra bakışları duvarda bir noktaya sabitlendi ve kulağındaki şeytanın son komutunu dinleyip tetiği çekti.
------
Alev alev bölüm sonusu....
Ve yazar her şeyi yakıp kül eder. Ah be yazar... şimdi ne olacak peki?
Zeytinlik yandı...
Dede, Can, ev sakinleri yanan evde uykuda...
Cemre ve Duru iplerle bağlı, yanan depoda...
Levent söz verdiği gibi herkesin öteki dünyaya onunla geleceğini garantiledi ve kaçıp gitti.
Peki şimdi ne olacak?
Cemre'yi ve Can'ı bir kez kollarına almayı başaramamış alevler bu kez onların sonu olur mu acaba?
Kurtulabilir mi bu felaketten kimse? Evetse nasıl? Kimin sayesinde?
Hadi yazın bana :) Heyecan olsun :p
Öpüyorummm
E.Ç.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top