Bölüm 2.29

Öyle yorgunum ki, sanki yüzünü kilometrelerdir görmedim...

******

I'm so tired
I'm sorry if I'm low on confidence, I left at midnight
I'm sorry, but my brain is fried
I haven't seen your face in miles and miles

******

Cemre acele etmiyordu. Güneş daha kendini göstermemişti tam. Pespembeydi gökyüzü. Sıcacık bir battaniye gibiydi bulutlar. Çiftçinin çalışmaya başlaması için geçti bile. Ama okula tırmanan patika henüz öğrencilerce işgal edilmemişti. Bir kuşlar eşlik ediyordu o an Cemre'ye, bir de serin rüzgar. Erkenden evden çıkmış, kimseye haber vermeden bisikletinin üstüne atlamıştı.

Ayşe abla çoktan kalkmış, mutfakta hazırlıklara başlamış olmalıydı. Rıfat abi zeytinliğin bir köşesinde o günkü yapılacakları gözden geçiriyordu şüphesiz. Hiçbirine görünmek istememişti Cemre. Kendiyle bile konuşmaya sabrı yoktu bu sabah. Gecenin bir yarısı eniştesinin eve döndüğünü duyduğu andan sonra bir daha hiç uyumamıştı. Toprak bu kadar uzakta olmasa onu görmek için penceresinden kaçar, oğlanın kolları arasında rahatlamayı umabilirdi. Ama onun sesiyle yetinmekten fazlasını yapamamıştı.

Hala İstanbul'daydı Toprak. Gideli bir hafta değil de aylar olmuştu sanki. O yokken daha da zor geliyordu her şey Cemre'ye. Zaman geçmiyor, en küçük sorunlar çözümsüz kalıyor, ruhu bir kafesin içinde çırpınıyordu. Kızgındı aslında kendine. Tüm hayatını tek başına, yıkılmaz bir kale gibi dimdik geçirmişti. Sanki Toprak mı vardı onca zorluğa göğüs gererken? Şimdi üç gün ayrı kaldılar diye saplandığı bu buhran ne kadar anlamsızdı.

Yine de...

Çaresiz hissetmekten kendini alamıyordu Cemre. Bir kez sığınacağı limanı bulmuş bir gemi eskisi gibi dalgalarla yüzleşemiyordu demek. Toprak'a ihtiyacı vardı Cemre'nin. Onun dinginliğine, yaydığı güvene, kokusuyla gelen huzura... Çocuğun onun için uğraştığını, sırf Levent lanetine bir çözüm bulabilmek için İstanbul'a gittiğini biliyordu bilmesine, ama bu gerçek rahatlatıcı değil, aksine dehşet vericiydi.

Derin bir nefes alıp gözlerini yumdu Cemre ve bisikletin onu sürüklemesine izin verdi. İnandığı her şeyin bir yalan olduğunu öğrenmesinin üzerinden iki hafta geçmişti bile. Ah nasıl da acayip bir iki haftaydı o öyle... Ortaya çıkan sırrın kalpleri hafifletmesi gerekirdi belki. Taşıdığını bile fark etmediği koca bir kaya kalkmıştı Cemre'nin göğsünün üstünden. Özgürdü ilk kez. Hatalardan, günahlardan, çocukluğun pişmanlıklarından... Kahkahalar atması, tüm kasabayı çığlık çığlığa koşması yerinde olurdu.

Oysa öyle karman çormandı ki duyguları. Öğrendikleri bambaşka bir yük bindirmişti üzerine. Nefret etmekten kendini alamıyor, intikam arzusu en olmadık anlarda ruhunu hazırlıksız yakalıyordu. Değil Levent'i görmek, eve sinmiş parfümünü duymak bile kanser ediyordu Cemre'yi. Gün geçtikçe dayanmak kolaylaşmalıydı ama olmuyordu.

Hiçbir şey kimse için daha iyiye gitmemişti o günden sonra. Cemre'nin önce içine kapandığı, sonra delirdiği, sonra yeniden gölgelere saklandığı günler birbirini kovalamış, Can öfkenin getirdiği azimle değneklerin birinden tamamen kurtulmuş, Duru konuşmayan, gülmeyen, bambaşka bir insana dönüşmüştü. Toprak mantıklı açıklamalarla onu yolundan çevirmek isteyen onca sese rağmen o gün söylediklerinde kararlıydı. Daha fazla adaletin yerini bulmasını bekleyemeyecek kadar öfkeliydi.

Polisten de o ana kadar onu haksız çıkartacak iyi bir haber gelmemişti zaten. Cemre için dik durmaya çalışsa da her akşam onu eve bırakırken Toprak'ın gözlerine yeniden çöküyordu karanlık. Sessizce lanet ediyordu sevdiği kızı bir şeytanla baş başa bırakmak zorunda kaldığı için. Tedirgindi, diken üstündeydi, çaresizdi. Ve bunların hiçbiri için kimse onu suçlayamazdı.

Tam da bu yüzden İstanbul'a gitme kararı almıştı Toprak. İlk haftayı telefonda farklı farklı insanlarla konuşarak geçirse de sonunda uzaktan bu işi halledemeyeceğine karar vermişti. Planlarını asla Cemre'yle paylaşmıyor, sadece ona güvenmesini söylüyordu. Tanıdığı kişiler vardı. Zamanında Cenk'in onu tanıştırdığı kişiler... Cemre Toprak'ın suskunluğundan bu adamların ne tip insanlar olduğunu az çok kestirebiliyordu. Can defalarca kez aklını başına toplamasını söylemiş, Kerem döktüğü diller kafi gelmeyince çareyi onunla birlikte İstanbul'a gitmekte bulmuştu.

Ne yapıyorlardı, kimlere ulaşmış, ne yardım bulabilmişlerdi, bilmiyordu Cemre. Gün içinde birkaç kez sevgilisinin sesini duymaktan öteye geçememişti şu ana kadar. Neyse ki bugün bu saçma ayrılık bitiyor, Toprak da Kerem de sabah uçağıyla dönüyorlardı. Dersten önce okula yetişiriz demişti Toprak. Ve Cemre'nin bugüne dair tek temennisi onu görmekti.

Gözlerini yeniden açıp kalan son kilometreyi derin nefeslerle sakinleşmeye çalışarak geçirdi. Okula geldiğinde daha bir saatten fazla olduğundan doğrudan parka yönelmişti. Tüm bankların, tüm ağaçların ona ait olacağına emindi. O yüzden fazlasıyla tanıdık bir yüz oturduğu banktan ona çevrilince olduğu yerde kaldı.

"Burak?"

"Cemre?" dedi çocuk aynı şekilde şaşkın şaşkın. "Ne yapıyorsun bu saatte burada?"

Cemre kalbindeki ağırlığa rağmen gülümsedi. "Sanırım sen ne yapıyorsan onu..."

Hüzünlü bir tebessüm Burak'ın dudaklarında belirip kayboldu. Hemen sonra başını öne eğmişti çocuk. Toprak etraftayken özellikle ondan uzak durduğunun farkındaydı Cemre. Yine de onun en iyi arkadaşı olmayı da onun için endişelenmeyi de hiç bırakmamıştı Burak. Onu uykusuz bırakıp bu saatte parka düşürmüş kaygının da kendiyle ilgili olduğuna neredeyse emindi Cemre. O yüzden oğlanın yanına otursa da sessizce boşluğu izlemekten fazlasını yapamadı. Ama sonra elinin üstünde bir sıcaklık hissetmişti.

"Her şeyi çözeceğiz." dedi Burak başarısız bir gülümseme teşebbüsüyle. "Biliyorum, bunu da halledeceğiz. Yaptıkları o adamın yanına kar kalmayacak."

Cemre onun sözlerine inandığını pırıl pırıl bakışlarından görebiliyordu. Keşke kendi kalbinde de aynı inancı bulabilseydi. Yine de Burak'ınki kadar kırık dökük bir tebessümle karşılık verdi ve onun elini sıktı. Bir süre bu şekilde kendi düşüncelerinde gezinerek sessizce oturdular. Sonra yeniden Burak konuştu.

"Seninki bugün dönüyordu değil mi?"

Cemre onun Toprak'tan bahsederken bilerek ismini kullanmadığını biliyordu. Tüm sessizliğine, tüm kabullenmişliğine rağmen Toprak Cemre'yle arasına girmiş o çocuk olacaktı hep Burak için. Konuyu uzatıp ikisi için de işkence haline getirmek istemediğinden sadece başını salladı Cemre. Ve sonra yeniden kendi dünyalarına çekildiler.

İkisinin de aklından aynı sözler geçiyor olmalıydı. Umarım bir şeyler bulmuşlardır. Umarım gitmeleri bir işe yaramıştır. Umarım sonunda biter bu işkence. Yine de dile dökmediler sessiz dualarını. Park yavaş yavaş öğrencilerle dolar, arkadaşları teker teker yanlarına toplanırken ikisi de kelimelerin onlara veremeyeceği huzuru sadece birbirlerinin yanında durarak bulmaya çalışmışlardı.

Sonunda tüm ekip toplandığında etrafında onun yerine konuşup kafasını dağıtacak insanlar olduğu için mutluydu Cemre. İlginçti ki babasıyla ilgili gerçekleri öğrendiğinden beri Duru da onlarla oturuyordu her sabah. Sesini kaybetmiş bir ruhtan farksızdı. Bildiği her şey başına yıkıldığında altında kaldığı enkazdan çıkamamıştı bir türlü. Eski arkadaşlarının yüzüne bakmıyor, nadiren sınıftan dışarı adımını atıyordu. Taşıdığı yükü onunla paylaşabilecek üç beş insan vardı bu hayatta sadece. Ve o da kendini tamamen deliliğe kaybetmemek için bu insanların yanına sığınmıştı. Neyse ki Mert her gün, her an kızın bir nefes ötesinde; kolları düştüğünde onu yakalamak için hazırdı.

Dersin başlamasına on dakika kala "Uçak yeni inmiş daha." dedi Ece suratını buruşturup. "Rötar yapmış kalkarken."

Ona haber veren Kerem'di şüphesiz. Aynı anda Cemre'nin telefonuna gelen mesajsa Toprak'tandı. Geliyorum sevgilim, yazmıştı çocuk. Kalbinin çarpmasına engel olamadı Cemre. Bunu okuduktan sonra beklemek daha da imkansızdı artık. Hepsinin aynı anda dersten kaçmaları fazlasıyla dikkat çekeceğinden onu sınıfa sürükleyen arkadaşlarını takip etmişti çaresiz. Ama ilk teneffüs zili çaldığı an herkesten önce koridordaydı. Kimin ne düşündüğünü umursamadan Toprakların sınıfının kapısında beklemiş, çocuk yanına geldiğinde boynuna atılmıştı.

Yorgun görünüyordu Toprak. Buna rağmen bu karşılama onu güldürmüştü. Kolları anında Cemre'yi sarmalayıp kendine çekti. "Böyle bir ilgi için her hafta gidebilirim İstanbul'a."

Cemre ondan uzaklaşıp koluna vurdu. "Ya da ben seni güzel bir döverim ki bir daha evden zor çıkarsın."

Toprak kıkırdarken "İşte özlediğimiz tehditler." dedi o sırada sınıfın kapısında beliren Kerem. "Eve dönmek gibisi yok valla." Gülümsese de Toprak kadar yorgun görünüyordu o da. Neyle karşılaşmayı ummuştu Cemre emin değildi; ama oğlanların suratında ona iyi bir haber alacağını düşündürecek tek bir işaret yoktu.

"Anlatın hadi." dedi Toprak'a dönüp. "Ne oldu? Ne buldunuz orada?"

Toprak söze başlamak için ağzını açtı. Sonra gözü koridorda bir noktaya takılınca geri kapattı. Cemre onun bakışlarını takip edince köşeden haset içinde onları izleyen Selen'le göz göze gelmişti. "Bahçeye çıkalım." dedi Toprak onu elinden tutup.

Oysa bir süre daha omzunun üstünden Selen'e bakmayı sürdürmüştü Cemre. Kızın saçtığı nefrete maruz kalmaya alışıktı; ama bugün farklı bir karanlık vardı bakışlarında. Kıpkırmızıydı gözleri. Belki ağlamıştı. Belki uyumamıştı. Bir de onu düşünmek istemiyordu Cemre. Yine de bahçedeki banka çöküp diğer arkadaşlarıyla buluşana kadar Selen'le ilgili sorular sormaya devam etti aklı.

Fakat sonra Toprak'ın anlattıkları, daha doğrusu anlatamadıklarıyla tüm dikkati kendi berbat talihine kaydı. Üç beş cümlede buldukları adamları, görüştükleri kişileri anlatmıştı Toprak. Burak dahil sözünü kesmeye cesaret edebilen tek biri yoktu etrafında. Son noktaya kadar hala bir umut vardı herkesin kalbinde. Ama telefonun polisin elinde olması belki de en büyük kozlarını kaybetmelerine yol açmıştı. Evle birlikte yanan adamdan ötesine ulaşmak o telefon olmadan neredeyse imkansızdı. Ve tanıdığı bir iki kişiyle ancak bir yere kadar uzanabiliyordu Toprak'ın eli. Çaresizdi.

Cemre onun kendini suçladığını sesinden duyabiliyor, bu durumdan nefret ediyordu. Oğlanı en başta bu işe bulaştıran oydu. Toprak'ın o eve gitmesine, o yangının içine dalmasına, hatta az daha ölmesine o sebep olmuştu. İstanbul'da bir ipucu yakalamış olsa tehlikeli olup olmadığına bakmadan yine peşine düşerdi Toprak, biliyordu Cemre. Tam da bu yüzden istemişti her şeyi polise bırakmak, sevdiklerini kendi hayatını zindan eden pislikten korumak. Belki de bu korku Toprak'la Kerem'in eli boş dönmüş olmalarına üzüldüğü kadar rahatlamasının da nedeniydi.

Ama maalesef ki hiçbir şey bitmemişti henüz. "Pes etmedim." dedi Toprak teneffüs sonunda sınıfın önüne geldiklerinde. "Başka bir yol bulacağız. Merak etme."

Elbette bunu biliyordu Cemre ve daha da çok merak ediyordu Toprak'ı. Sonraki dersler ve aralar boyunca buhranın içinde sürüklenmeye devam etmişti. Öğle tatili aynı problemleri baştan baştan konuşup hiçbir yere varamadıkları bir işkenceydi. Kendi dertleri yetmezmiş gibi bir de Cenk gelmişti yanlarına. Toprak'la Kerem'in İstanbul'da ziyaret ettiği adamlar onun kulağına su kaçırmış olmalıydı, çünkü artık birilerini kovaladıklarını biliyordu çocuk. Havaya kalkmış tek kaşı ve çarpık gülüşüyle bu durumdan bir hayli keyif aldığı da ortadaydı.

"Direk bana niye gelmedin ki kardeşim?" demişti büyük bir hazla. "Emir doğru yerden gelmeden kılını kıpırdatmaz ki o adamlar. Ama senin için bu kadar önemliyse bu iş... konuşuruz yani. Ortak bir yol buluruz bence ha, ne dersin?"

Resmen ona muhtaç olduklarını biliyordu Cenk. Adamların tasması belli ki onun ve babasının elindeydi. Belki de Toprakların eli boş dönmesinin nedeni de bizzat oydu. Tam istediği olmuş, Toprak'ı köşeye sıkıştıracak harika bir yol bulmuştu. Elbette kolaylaştırmayacaktı hayatlarını. Yapacağı yardım karşılığında onun Toprak'tan ne isteyeceğini gayet rahatlıkla tahmin ediyordu Cemre.

Nasıl o an Toprak ona saldırmamıştı emin değildi, çünkü kendi tırnakları sinirden avuçlarını parçalamıştı. Sonraki iki teneffüs bilerek sınıfta kalmış, sinirini yetiştirmeye çalıştığı ödevden çıkarmıştı. Ama son dersin boş olduğunu öğrendiklerinde daha fazla kendini tutamadı ve bahçeye akın eden diğer öğrencilerin aksine terasa yöneldi. Leylim peşinden gelmek istese de göz göze geldikleri an arkadaşının yalnızlığa duyduğu hasreti anlamış ve tatlı bir tebessümle geride kalmıştı.

Böylece huzura koşar gibi basamakları tırmandı Cemre. Okulun hademesi Kemal abinin sık sık kilitlemeyi unuttuğu kapının bugün de açık olacağını umuyordu. Hayat onu bu kadar zorlarken bu kadar şanslı olmayı beklememesi gerekirdi belki, ama metal kapının kulpunu tuttuğu an bir kez olsun talihin yanında olduğunu anladı.

Az sonra bahçeye tepeden bakıyordu Cemre. Hep yaptığı gibi köşeye oturup bacaklarını aşağı sallandırdı. Bir defasında Toprak bu yaptığına şahit olup delice korkmuş, bir daha asla kendini böyle tehlikeye atmaması konusunda ona söz verdirmişti. Ama... tam şu an içinden başka türlüsü geçmiyordu Cemre'nin. Rüzgar tertemiz, sessizlik paha biçilmezdi.

Hocasızlığın tadını çıkaran arkadaşları aşağıda top oynamaya başlamış, bazıları banklara yayılmış, birkaç kişi kol kola okulun etrafında tura çıkmıştı. Nasıl da basitti hayatları. Ne güzeldi sorunların dersler, dostlar ya da aşklarla sınırlı olması. Dakikalarca, sıkılmadan, yorulmadan onları izledi Cemre. Sonunda gözlerini yumup o çocuklardan biri olduğunu, düşünmesi gereken tek şeyin Toprak olduğunu hayal etti. Sadece onu özlediği, onu kıskandığı, hatta havadan sudan nedenlerle onunla kavga edebildiği paralel bir evren belirmişti karanlığın içinde.

Anında yüzüne yayıldı gülüşü. Ah bir de aşkı doyasıya yaşamasına izin verseydi hayat... Bu yepyeni duyguyu gönlünce keşfetmesine müsaade etseydi... O an arkasından gelen gümbürtü bunun pek mümkün olmadığını haber veren bir çan sesi gibiydi. Gözlerini açıp arkasına döndüğünde küfretmemek için kendini zor tuttu Cemre.

Selen...

Terasa kadar onu takip etmekle kalmamış, bir de kapıyı ardından kilitlemişti. Anahtarı bir bayrak gibi havaya kaldırdı ve Cemre'ye doğru yürüdü ağır ağır. Cemre onun aklınca kendini huzursuz etmeye çalıştığını düşündü önce. Fakat yaklaştıkça Selen'in suratındaki garipliği fark etmişti. Öncekinden bile kırmızıydı şimdi kızın gözleri. Burnu kızarmış, saçları ıslak yanaklarına yapışmış, dudakları şişmişti. Cemre'nin terasta geçirdiği son yarım saatte belli ki bir köşede ağlıyordu o da. Hala aynı zehir vardı bakışlarında. Hatta belki şimdi öncekinden bile fazla...

Hayır, hayır, hayır diye düşündü Cemre. Lütfen, hayır, şimdi değil!

Sitemi tanrıyaydı. Her şeyin üstüne bir de bu belayı onun başına sarmış olamazdı. Fakat sonra Selen en kenara kadar geldi ve Cemre onun ne yaptığını anlayana kadar anahtarı aşağı attı.

O an anladı Cemre. Gerçek belanın ne olduğunu öğrenmek üzereydi.

---------

Bölüm Sonusuu

Ayyy aslında bu bölüm için hazırladığım bir bombam vardı, ama biraz elimden kaçınca sonraki  bölüme kaldı :) Neyse ki sizi neyin beklediğini biliyorsunuz. 

Cemre Selen'le çatıda. 

Kilitliler.

E buradan kan çıkmasın da ne olsun :) 

Öpüyorum şimdilik sizi

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top