Bölüm 2.27

Kаlbimi Çаlаn Yаbаncı
Issız Bir Аndа Geldi Çаttı
Sevgi Nedir Hiç Bilmeyen
Soğuk Kаlbimi Isıttı

****

Cemre aklını kaçırmış olmalıydı. Böyle delice sırıtan kız kesinlikle o olamazdı hayır. Hayatının en zor dönemindeydi belki. Ailelerinin geleceği, zeytinliğin kaderi, dedesi, Can, başlarına gelen, gelmeye devam eden felaketler... Düşünmesi gereken o kadar çok şey vardı ki... Normal bir Cemre karalar bağlayıp öfkesini sağa sola saldırarak çıkarırdı. Onun korkularıyla mücadele etmek için bildiği tek yoldu bu. Kırmak, parçalamak, zarar vermek... Oysa omzunun üstünden arkasına bakarken o gün bir kez daha kontrolsüzce yüzüne yayılmıştı gülüşü.

Toprak... Onun Toprak'ı... rüzgarda darmaduman olmuş saçlarıyla yolun ortasında durmuş elleri cebinde onu izliyordu. Cemre ne yaparsa yapsın ne kadar canına okursa okusun bir yere gitmemişti. O gün de diğer akşamlar olduğu gibi kız evine girip gözden kaybolana kadar onu bekleyecek, her şeyin yolunda olduğunu haber veren mesaj telefonuna düşmeden zeytinliğin önünden ayrılmayacaktı.

İçeri girmeden bu görüntüyü hafızasına kazımak için son bir kez ona döndü Cemre. Hala atlatamadığı şok yüzünden her zamankinden farklı bir şaşkınlık vardı Toprak'ın suratında. Amacı bu olmasa da aynalı odada sergilediği performansla oğlanın aklını başından almayı başarmıştı Cemre. İçeri daldığında Toprak'ın bembeyaz olan suratını düşününce kendi kendine kıkırdamadan edemedi. O aptal kızı nasıl dövmemişti hala emin değildi ya, hiçbir şey değilse de savurduğu tehditlerin onu erkek arkadaşından uzak tutacağını düşünüyordu.

Erkek arkadaşım... diye düşündü bir an bu kelimenin ne kadar kolay diline geldiğini dehşetle fark edip. Ne ara böyle ele geçirmişti Toprak onu, nasıl da çaktırmadan değiştirmişti böyle? Onun hayatında olmadığı bir zaman hiç yaşanmamış gibi geliyordu artık Cemre'ye. Araya ayrı geçen yıllar, mesafeler, başka başka insanlar girmemişti sanki. Daha Toprak ona ilk Çilek dediği an mühürlenmişti kaderleri birbirine. Çaktırmadan Cemre'nin o küçücük çemberinin içine sızıvermişti oğlan. Ve işte şimdi kalbinin tamamına sahipti.

Terasa uzanan basamakları tırmanırken Her şey yolunda... yazdı Cemre hala parmaklarını titreten bir heyecanla. Toprak'ın Whatsapp ekranındaki küçük profil resmi bile kalbini durdurmak için yeterliydi. Kes şunu! diye azarladı Cemre kendini. Yüzündeki aptal sırıtışla kuzenine yakalanıp ömür boyu onun alayına maruz kalmamak için çenesini kapaması gerektiğini adı gibi biliyordu. Ama... maalesef Toprak'ın etkisi öyle kolay kolay dağılacak cinsten değildi.

Elbette bu, o an hayat Cemre'nin karşısına berbat bir sürpriz çıkarmamış olsaydı geçerli olurdu. Oysa gördüğü görüntüyle tüm bedeni buz kesmişti Cemre'nin. Kalbinde çiçek açan bahar bir anda kara kışa döndü. Ve etrafına toplanan karanlık bulutlarla bir şimşek gibi daldı terasa.

"Hey!" diye bağırmıştı kendini kaosun ortasına atarken.

Onu duymamıştı Levent. "Sen nasıl beni sorgularsın ha?" diye bağırıyordu tükürükler saçarak. "Sen kimsin ki beni sorguluyorsun lan? O kıt kafanla düşünüp çözdün mü olayı sanıyorsun? Söyle? Söyle yoksa atacağım aşağı seni."

Korkulukların önünde, Levent'in pençesi karısının boynundaydı. Delice ağlayan kadıncağızı belinden aşağı sallandırmış, tehditler savuruyordu. İnsan müsveddesi... diye düşündü Cemre kan beynine sıçrarken. Bir kadına -hayır, yıllardır ona karılık, kızına analık yapmış kadına- elini kaldırmaya cüret edecek kadar aşağılık bir yaşam formuydu Levent.

"Levent!" diye bağırdı Cemre daha şiddetle. Lanet olası eniştesi ancak o zaman fark etti onun varlığını. Cemre bir füze gibi üzerine koşarken Ayça'yı geri çekip sedire fırlattı.

"Sen kim oluyorsun da teyzeme el kaldırıyorsun, ha?" diye bağırdı Cemre adama ulaştığında tüm kuvvetiyle göğsünden itip. Eniştesinden yayılan alkol kokusu nefesini kesmişti. Ama onu yere deviren suratına inen sert tokat oldu.

"Sen ne karışıyorsun lan?" diye bağırdı Levent Cemre'nin üstüne çullanıp. "Sen kimsin de karışıyorsun bana? Öldürteceksiniz hepiniz kendinizi bana!"

"Dur yapma!" demişti teyzesi öne atılıp. Ama tam kocasının kolundan yakaladığı an bu kez ona vurdu Levent.

Ah, nasıl da yanlış bir hamleydi bu. Bu yaptığının saldırdığı kızı sadece daha çok delirttiğini ve Cemre delirdiğinde neler yapabildiğini keşke bilseydi. İkinci kez düşünmeden köşede duran tepsiyi alıp adamın kafasına indirdi Cemre. Bu atağı beklemeyen Levent korkuluğa doğru geri sendelemişti. Durmadı Cemre. Yere devrilmiş süpürgeyi kaptığı gibi metal sapını çıkardı ve bir silah gibi kavradı iki eliyle.

"Bu aileden kimseye zarar veremezsin sen!" dedi patlayan dudağından ağzına dolan kanı onun ayağına tükürüp. "Bir daha elini bizden birine kaldır da gör bakalım kim kimi öldürüyor!"

Levent ikna olmamış gibiydi. Aldığı darbenin şokunu atlatıp yeniden atladı Cemre'nin üzerine doğru. Ve işte yaptığı ikinci hata da buydu. Metal sap daha o göremeden havada süzülüp midesine inmiş, onu iki büklüm dizlerinin üstüne düşürmüştü. Bu kadar alkollü olmasa Levent'in onu yere serecek kadar güçlü olduğunun farkındaydı Cemre. Oysa o an ayakta bile zor duruyor gibiydi eniştesi.

Bunu fırsat bilip sopayı onun gırtlağına bastırdı Cemre ve onu korkulukla kendi arasına sıkıştırdı. Daha ileri gitmeye, sinirini atana kadar eşek sudan gelinceye kadar Levent'i dövmeye hazırdı. Ama arkasından gelen tanıdık sesle gazabı yarım kaldı.

"Dur!" demişti Duru. Terasın girişinde, suratı yaşlar içindeydi. Muhtemelen her şeyi görmüştü, çünkü şimdi yumruklarını sıkıyordu öfkeden. Yasemin olayıyla birlikte babasına olan güvenini kaybetmişti zaten. Ama bu gördüğü sahne, kızın hayatı boyu hayranlıkla izlediği babasını bir anda hiç tanımadığı bir canavara dönüştürmüş gibiydi. Kendini topladığında hızla yanlarına yürüdü ve Cemre'nin tam yanında, babasının karşısında durdu.

"Git buradan!" dedi Cemre'nin asla ondan duymayı beklemeyeceği bir nefretle. Levent de aynı şaşkınlığı yaşıyor olsa gerek kızına baktı ihanete uğramış gibi. Bir süre sonra kaşları çatılmış, ağzına dolan küfürler boğazına takıldığından yüzü kıpkırmızı olmuştu. Duru bu hayatta belki de onun sevdiği ve asla zarar vermeyeceği tek varlıktı. Ve işte sonunda onu da karşısına almayı başarmıştı yaptığı pisliklerle.

"Sen..." dedi parmağını Cemre'ye sallayıp. Elbette kaybettikleri için seçtiği günah keçisi oydu. "Sen göreceksin... Bu iş bitsin... hepiniz... hepinizden kurtulacağım."

Cemre ona hangi işten bahsettiğini sormadı. Duyduklarının sarhoş bir adamın saçmalamaları olduğunu düşünebilirdi. Oysa yapbozun tek eksik parçası da Levent'in dudaklarından çıkan itirafla tamamlanmış oluyordu böylece. Daha fazla düşünmenin, sorgulamanın anlamı yoktu. Sahiden de Levent'in planıydı o ana kadar olan her şey, emindi Cemre. Tek bir amacı vardı adamın, o da ona aile olmuş, yuva vermiş insanlardan kurtulmak... Son bir büyük çarpışma bekliyordu şimdi kapıda. Tüm kozların paylaşılacağı, tüm kartların açılacağı ve sadece bir tarafın kazanacağı...

"Elinden geleni ardına koyma Levent!" dedi Cemre adamı daha da kızdırmak için. Ondan korkmadığını söyleyemezdi. Hayır, olabileceklerden delice korkuyordu aslında. Ama Levent'in foyasını ortaya çıkarmaları için onun kontrolü kaybetmesi ve yeniden saldırması lazımdı. Saldıracaktı da... Gidecek başka yönü kalmamıştı Levent'in. Cemre'nin tek umabileceği o an geldiğinde çarpışmaya hazır olmalarıydı.

Şimdiyse, Levent kendi kendine küfürler savurarak terası terk ederken öylece durup arkasından bakmıştı Cemre. Duru annesinin yanına oturup ona sarıldığında kalbinin parçalanmasına engel olamadı. Hayatı boyunca ona azıcık bile sevgi göstermemiş bu iki kadın için bu kadar üzülüyor olması normal miydi? Teyzesi sonunda ıslak bakışlarını ona çevirdiğinde onun da gözlerinde aynı soru vardı. Neden? diyordu sanki. Neden kurtarmıştı Cemre onu? Neden yardım etmişti? Neden bir kez olsun düştüğünde ona uzanmayan eli tutmuştu da kaldırmıştı ayağa? Neden onun da gözlerinde yaşlar vardı? Neden, neden, neden?

Bu sorulardan birine bile cevap veremezdi Cemre. Karmakarışıktı kalbi, aklı, ruhu... Kim bilir, belki de tam bu anda onları yaralayan şeytanın ortak olduğunu anlıyorlardı sonunda. Sadece doğru olduğuna inandığı şeyi yapmıştı Cemre. Teyzesinin ya da Duru'nun ona teşekkür edemeyecek kadar gururlu olduğunu biliyordu. Zaten böyle bir şey onu sadece daha huzursuz ederdi. O yüzden "Can nerede?" dedi konuyu dağıtmak için.

"Hastanede herhalde hala." dedi Ayça azıcık çıkan sesiyle. "Rıfat terapiden almaya gitmişti onu. İşleri bitmedi demek daha."

Derin bir nefes aldı Cemre ve kendini sedire bıraktı. Abisinin bu kargaşaya şahit olup delirmesini istemiyordu. Muhtemelen kontrolünü kaybeder, yaptığı tüm pislikleri adamın suratına çarpar, böylece o ana kadar sabırla bekledikleri yakalama operasyonu başladığı gibi biterdi. Hayır, Cemre buna izin veremezdi. Polis Levent'in suçlu olduğunu kanıtlayana dek bildiklerini adamdan saklamak zorundalardı.

Dirseklerini dizine yaslayıp başını elleri arasına aldı ve gözlerini yumdu Cemre. Sadece dakikalar önce her şeyin yolunda olduğunu Toprak'a yazan o değildi sanki. Bir an eli telefonuna gitti aklına gelen en iyi teselli Toprak olduğu için. Ama sonra... onun az önce yaşananları öğrendiğini düşününce... muhtemelen Can kadar, belki daha bile fazla delirirdi Toprak.

İşin içinden çıkamayınca oflayıp ayağa kalktı Cemre. Teyzesi sessiz sessiz ağlar, Duru yanında kıpkırmızı bir suratla otururken göğsündeki baskı giderek artıyordu. "Ben..." diye başladı sonunda daha fazla dayanamadığında. Ben buradan gidiyorum diyecekti. Kendini yollara atacak, sahile kadar rüzgara karşı pedal çevirecek, sonra da huzuru denizin kıyısında bulacaktı. Bir an öyle cezbedici geldi ki bu özgürlük duygusu ayakları ondan bağımsız basamaklara hareketlendi. Ama sonra...

Durdu Cemre. Sedire oturmuş kendi canavarlarıyla mücadele eden iki kadına baktı. Bu ev değildi ki onun göğsünü sıkan. Duru'nun ve teyzesinin yaşadıklarını bilmek, hayal kırıklıklarını görmek, yine de onlar için hiçbir şey yapamamaktı. Bu çaresizlikle bir anda dökülüverdi sözcükler dudaklarından.

"Kalkın hadi."

Duru da teyzesi de anlamadan ona baktılar. Hoş, Cemre ne yaptığını biliyor muydu ki onlar anlasın. Muhtemelen daha sonra bu saçma kararı için delice pişman olacaktı. Hayır muhtemelen değil, kesin pişman olacaktı. Kesin!

Yine de...

"Kalkın." dedi bir kez daha. "Bu evde kalmanın hiçbirimize bir faydası yok. Sahile gidiyoruz."

Teklifine itiraz edileceğine emindi Cemre. Oysa karşısındaki iki kadının en az onun kadar, belki ondan bile çok ihtiyacı vardı bir çıkış yolu bulmaya. Anne kız kaşlarını çatıp birbirlerine baktıklarında onları çoktan ikna ettiğini anlamıştı Cemre.

Ama sonra, "Rıfat abi evde yok ki." dedi Duru.

Cemre eli belinde bezgince kuzenine baktı. "Hala bacaklarını kullanabiliyorsun değil mi? Hadi kalkın, tonla bisiklet var evde. İneriz onlarla. Hem hava almak iyi gelir. Sonra ararız Rıfat abiyi gelir alır bizi."

Bu fikir teyzesini mi daha çok dehşete düşürmüştü, yoksa Duru'yu mu emin değildi Cemre. Ama bir kez daha "E hadi!" diye bağırınca ikisi de aynı anda sedirden fırladılar. Belki de Cemre'nin Levent karşısında gösterdiği kahramanlık hayatı boyunca bu evde elde edemediği saygıyı bir gecede kazandırmıştı ona.

"Ben..." dedi teyzesi çekinerek. "Ben bisikletle gelemem o yolu. Yıllar oldu binmeyeli."

Gerçekten biraz daha bu işkence devam ederse kararından vazgeçecekti Cemre. Sabrının son zerresiyle "Yapma teyze." dedi. "Tüm gençliğiniz annemle bu yollarda geçmiş. Sahiden bisiklete binemediğine inanmamı mı bekliyorsun?"

Cemre sadece bazı anlarda teyzesinin gözlerinde yakaladığı o pırıltıyı gördü o an. Annesinden bahsetmesiyle geçmiş bir sihir gibi yaşların arasından parlamıştı. Ayça'nın dudakları hüzünlü bir tebessüme kıvrılırken onun eski, güzel hatıralara yolculuk ettiğine şüphe yoktu. Bir an kendi gözleri de annesinin resmiyle yanmaya başlayınca bu düşünceleri aklından uzaklaştırdı Cemre ve basamaklara yöneldi.

Nihayet bisikletlere bindiklerinde haklı olduğu da ortaya çıkmıştı. Teyzesi de Duru da bir uzuv gibi kullanıyorlardı bisikletlerini. Tıpkı olması gerektiği gibi... Aynı zeytinliğin kızlarıydı onlar. Aynı ağaçların köklerinden filizlenmişlerdi. Aynı çiğ yağmıştı üzerlerine. Şimdi yine kucaklıyordu onları Ege. Temizliyordu rüzgar hüzünleri, dertleri; yeni umutlar serpiyordu kalplerine.

Hiçbirinin konuşmak gibi bir niyeti yoktu. Bu sessizlikte birlikte olmak, amaçsızca yol almaktı onları iyileştiren. Yokuş aşağı inerlerken teyzesinin gözlerini kapadığını fark etti Cemre. Bir kez daha kendi geçmişinde dolanıyordu şimdi kadın. Yeniden gençti, aşıktı, mutluydu. Muhtemelen kız kardeşi hemen yanındaydı. Dudakları gözlerinden süzülen yaşlara inat ederce yukarı kıvrıldığında kendi gözlerini acıtan damlaları serbest bırakmıştı Cemre de.

Bu ana kadar hiç düşünmemiş, nasıl teyzesi ondan nefret ediyorsa o da kadınla arasına duvar örmeyi seçmişti. Böylesi çok daha kolaydı. Ama şimdi... tüm maskelerin düştüğü, seslerin sustuğu, ışıkların söndüğü bu anda, belki de ilk kez onca zaman onları birbirlerinden uzak tutanın aynı kalbe duydukları sevgi olduğunu görüyordu Cemre. Annesini özlemediği bir an bile yoktu. Ama teyzesinin de en az onun kadar kardeşine ihtiyaç duyduğunu hiç akıl edememişti.

İkisinin genç kızken neler yaptığını Ruhi dededen dinleyerek büyümüştü o da Duru da. Kızlarının birbirlerini ne kadar sevdiklerini bir masal gibi anlatırdı dedesi. Öyle anlarda daha da fazla teyzesinden nefret ederdi Cemre. Onun asla sahip olamayacağı upuzun yılları annesiyle geçirdiği için onu kıskanır, o sevginin birazını bile kendisiyle paylaşmadığı için sinirlenirdi. Nedense şimdi teyzesine bakarken o öfkeyi kalbinde bulamıyordu. O da kendi gibi yaralarını dikenli tellerle çevirmiş bir ruhtu sadece. Cemre gibi içine kanıyordu etrafına ördüğü duvarların ortasında.

Sonunda sahile ulaşıp Alper abinin mekanının önüne geldiklerinde o dikenler bir kez daha kadının kendi tenine batmış, gözlerine yeni bir hüzün çökmüştü. Teyzesinin yavaşlayıp ıslak bakışlarını salaş barın ışıklarına diktiğini fark etti Cemre. Az sonraysa tamamen durmuştu kadın. Görünmez bir duvar vardı sanki önünde ilerlemesini engelleyen. Aklında tonlarca anı, bin bir farklı düşünceyle çarpışıyor olmalıydı o an, çünkü dudakları titriyordu. Ve nedense Cemre bir anda bastıran bu duyguların mekanın güzel kalpli sahibiyle ilgili olduğuna emindi.

Teyzesinin öz yeğeni gibi kendinden uzağa koyduğu insanlardan biriydi Alper abi de. Onların arasında tam olarak ne yaşandığını bilmiyordu Cemre. Birkaç defa Levent'le teyzesinin Alper abi yüzünden tartıştıklarına şahit olmuştu. Kasabada dolanan dedikodular da vardı elbette, ama kendi hakkında çıkan söylentiler düşünülürse pek çoğunun asılsız olduğuna şüphe yoktu. Yine de... şimdi teyzesini böyle yakından izlerken... belki de duyduklarının tamamen yalan olmadığını düşünüyordu Cemre. İstemsizce Duru'yla göz göze geldiğinde kuzeninin de aynı şeyi fark ettiğini gördü.

Sessizce kadının bir şey demesini beklediler. Onun kaçarak uzaklaşacağını, hep yaptığı gibi kendi gölgeleri arasına saklanacağını düşünüyor olmalıydı Duru. Her an annesinin peşinden geri dönmek için tetikteydi. O yüzden kadın fularıyla boynundaki kızarıklığı saklayıp yeniden bisiklete bindiğinde ikisi de dehşete düştü. Bir eşikten atlar gibi devam etmişti Ayça yola. Sanki tam burada geçmişin üstüne bir çizgi çiziyor, yeni bir gerçekliğe adım atıyordu.

Az sonra kalan beş on metreyi de kapatmış, bisikletlerini girişe bırakıp içeri girmişlerdi. Havalar düzeldiği için yeniden insanlarla cıvıl cıvıldı Dolunay. Bankonun önünde oturan balıkçı Osman'la keyifli bir muhabbet içindeydi Alper abi de. Ama onca sese, onca renge, onca harekete rağmen gözleri tek bir ışıltıyı yakalamış; bakışları Ayça'nın yüzüne kilitlendiği an şapşal bir ifade suratına oturmuştu. Şok içinde olduğuna şüphe yoktu. Ayça kendi ayaklarıyla, üstelik de yanında kızı ve Cemre'yle mekanına gelmişti. Sahiden de kıyamet yaklaşmış olmalıydı.

Elindeki havluyu tezgaha bırakıp Osman'a bir şeyler söyledi ve onlara doğru ilerledi Alper abi. "Hoş geldiniz." derken öyle temkinliydi ki ağzından çıkacak tek bir hece Ayça'yı kaçıracaktı sanki. Teyzesinin de muhtemelen aynı şokun etkisinde olduğunu bildiğinden "Hoş bulduk Alper abi." dedi Cemre. "Ev biraz bastı da serinleyelim dedik. Bize şu güzel limonatalarından vermek istemez misin?"

Alper abinin şaşkın bakışları bir an Cemre'ye kaysa da hemen yeniden Ayça'yı buldu. "Ta... tabi..." dedi yeni yetme bir aşık gibi. Acaba Cemre de Toprak'ın karşısında böyle mi görünüyordu? "Siz şöyle geçin, ben hemen getiriyorum." dedi Alper abi masalardan birini işaret edip. Elini kolunu ne yapacağını şaşırmıştı. Tezgaha yöneldi, geri döndü, yeniden gitti. Tezgahın arkasındaki çırpınışı o kadar ama o kadar tatlıydı ki... bildiği tüm işleri unutmuştu birkaç saniyede.

Cemre teyzesinin suratındaki değişimi izlerken verdiği kararın o kadar da kötü olmadığını düşünüyordu geçen her saniye. Alper abi limonataları getirene kadar belki de ilk kez baş başa vakit geçirdiği bu insanlarla ne konuşacağını bilememişti. Ama sonra Alper abi yanlarına oturdu. Çekinerek başladığı sözleri zaman ilerledikçe kendiliğinden, kolayca aktı, Duru'nun bile yüzünü güldüren tatlı bir sohbete dönüştü.

Bir an dışarıdan kendine bakınca bu olanları hiçbir arkadaşına açıklayamayacağını fark etti Cemre. Dolunay'da teyzesi ve Duru'yla geçiriyordu akşamını. Alper abi yanlarındaydı. Muhabbet ediyorlardı. Delilikti bu. Saçmalıktı. Ve bir yandan da... Cemre'nin ilk kez tattığı, tarifsiz bir duyguydu.

Belki üçüncü defa içecekleri bitip kahve içmeye karar verdiklerinde bu kez teyzesi de Alper abiyle bankoya gitmiş, kahvesini kendi yapmak istemişti. Ayça sultan başkasının elinden yapılmış kahveyi asla içmezdi evet, ama bugün burada onu ocağın başına götürenin bambaşka bir duygu olduğunu görebiliyordu Cemre. Alper abinin yanında cezveyi karıştırırken sanki hayatında ilk kez olması gereken yerdeydi kadın. Yaşadıklarından geri kalan kırık dökük tebessüme rağmen mutluydu. Gerçekten gözlerinin içi gülecek kadar mutlu...

Duru'nun da ilgiyle aynı yere baktığını kuzeni konuşana kadar fark edememişti Cemre. "Onca yıl buraya gelmememin nedeni buydu." demişti Duru. Bakışları yeniden önüne döndüğünde hüzünle gülümsedi. "Buraya gelmek istemedim, çünkü bu annemin neden asla bizimle mutlu olamayacağını görmek demekti." Derin bir nefes alıp omzunun üstünden yeniden Ayça'ya baktı. "Annem babamla hiçbir zaman mutlu olmadı. Ona asla aşık olmadı. Bizi asla sevmedi. Sevemedi."

"Bu doğru değil." dedi Cemre. Neden teyzesini savunduğunu bile bilmiyordu.

Duru onu takmamıştı. "Onun sırf Alper abiyi yanlış anladığı için babamla evlendiğini biliyor muydun?" diye devam etti annesini izlerken. "Bana kendi anlatmadı tabi, çocukken günlüğünü bulup okumuştum. Alper abiyle birbirlerine öyle aşıklarmış ki... Sonra onu bir başkasıyla görmüş. Ona inat olsun diye de o sırada peşinde dolanan babamla evlenmiş." İç çekti Duru. "Üç, dört defter sonra annem hata yaptığını yazmış günlüğüne. Yanıldığını, onu çok yanlış anladığını... İş işten geçmiş tabi... Alper abi de gurur yapınca kopmuşlar tamamen. Belki... belki o zaman bunlar yaşanmasa... belki annem babamla evlenmese... o zaman bu kadar mutsuz da olmazdı. Onun sevdiği bir ailesi olurdu. Benim de beni seven bir annem..."

Cemre midesine oturan taşla öylece kalakalmıştı. Ancak Duru yanağından süzülen yaşı sildiğinde kendi yanaklarının da ıslak olduğunu fark etti. Tüm hayatını annesi yanında olduğu için kuzenini kıskanarak geçirmişti. Oysa Duru'nun yaptığı bu itiraf Cemre'nin kafasında kurduğu, kendi kendini inandırdığı tüm dünyaları yerle bir ediyordu. 

Bir anlık şuursuz bir cesaretle uzanıp kuzeninin elini tuttu. "Annen seni çok seviyor Duru." dedi ona doğru eğilip. "Babanla mutlu olmayabilir, ama bu hayatta sahip olduğu en değerli varlık sensin. Ve sırf sana sahip olabilmek için yine o zamana dönse aynı seçimleri yapar, Levent'le evlenirdi. Eminim buna."

Duru hayretle baktı ona. Dehşete düşmekte haklıydı. Zaten samimiyetlerini fark ettiği an Cemre de panikleyip elini geri çekmiş ve bacaklarının altına sokmuştu. Bir süre sessizce önlerine bakarak oturdular. Sonra "Bunu bir başkasından duyarsam seni öldürürüm!" dedi Duru. Bu tam da Cemre'nin kuzeninden bekleyeceği türden bir sataşmaydı.

Ama... kızın suratına baktığında dudaklarının belli belirsiz de olsa yukarı kıvrıldığını fark etti Cemre. Ve o da kendi gülüşünü dişini yanağına geçirerek bastırdı. İkisi de aralarındaki mesafenin bir anda erimeyeceğini, bir günde yeniden aile olamayacaklarını biliyorlardı. Ama bugün, Levent'in yol açtığı çöküşle, yeni bir tohum düşmüştü toprağa. Paylaşılan minicik bir sır yağmur olup üstüne yağmıştı o tohumun. Kim bilir, belki bir gün köklenir, dallanır, çiçek verir, göğe uzardı.  

-------

Bölüm Sonusuuu

Kitabın en kritik, dönüm noktası bölümlerinden biri oldu diyebilir miyiz? :)

Ayça ve Levent arasında neler olduğunu da artık biliyorsunuz. Belki bu yazar onların kalbi için de damla sakızı ayırmıştır kitabın sonu gelmeden :) 

Öte yandan ilk kez aynı zeytinliğin kızları Duru, Cemre ve Ayça arasındaki duvarlar çatlamış gibi duruyor. Bakarsınız ortak düşman onları sonunda dost bile yapabilir.

Okuyup görelim :)

Sizi öppüyorummmmm 




Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top