Bölüm 2.24

Seni düşünmeden geçmiş tek bir anım yok ki ömrüm sensiz devam edebilsin...

****

For as long as I live
And as long as I love
I will never not think about you

*****

Leylim şakaklarının daha önce hiç bu kadar zonkladığını hatırlamıyordu. Resmen başının içinde koşturan fareler vardı. Tüm gün duydukları, konuştukları, kafaya taktıkları bir sürü olmuş şimdi beynini kemiriyordu. Kalıp mücadele etmesi gerekirdi elbette. Arkadaşları bir savaşa gider gibi aynalı odanın yolunu tuttuklarında onun da geride kalıp safları sıklaştırması doğru olurdu.

Oysa çevirdiği her pedalla kıyametten biraz daha uzaklaşıyordu Leylim. Bitiş zili çaldığı gibi kendini bahçeye atmış, bir süredir tek istikameti olan hastaneye doğru yola çıkmıştı. Amacının Can'ın o günkü fizyoterapi seansına yetişmek olduğunu etrafında bilmeyen bir Allah'ın kulu yoktu elbette. Ama önlerindeki savaşa kilitlenmiş arkadaşları onunla alay etmekle uğraşmamış, o da bunu fırsat bilip midesinde çırpınan kelebekleri serbest bırakmıştı.

Yine de aklının bir parçasının geride kaldığını inkâr edemezdi Leylim. Muhtemelen müdürün odasında sonlanacak, kanlı bir çalışmaya kendi ayaklarıyla gidiyordu arkadaşları. Delilikti bu. Ama önce Selen'in gelip söyledikleri, sonraysa Cenk'in tüm okula yaydığı havadisten sonra abi kardeşi evire çevire dövmek isteyen tek kişi Cemre değildi artık. Cenk'in işgüzar babasının bir otel yaptırma hayali olduğunu herkes öğrenmişti çoktan, ama bunun için Alper abinin mekanına göz dikeceğini kimse düşünememişti. Adam basbaya onun arazisini elinden almak için çalışmalara başlamıştı.

O gün okula birlikte gelerek dedikodu sütunlarını yerle bir eden Cemre'yle Toprak'ın yarattığı sansasyondan bile büyük bir bombaydı bu şüphesiz. Bir anda tüm spotlar Cenk'le kardeşinin sevimsiz suratlarına çevrilmişti. Çıkarcı veletler ağızları sulanarak onların kıçına yapışırken Leylim ve arkadaşları küfürler savurarak geçirmişlerdi tüm sonraki teneffüsleri.

Çocukluk anılarının, mutluluklarının, hüzünlerinin o pis ailenin kirli parasıyla yerle bir olacağını düşündükçe aklını kaçıracak gibi oluyordu Leylim. Başında kaynayan volkanın asıl sebebi de bu korkunç haberdi şüphesiz. Selen'in onların müzikalini ele geçirmesinden bin kat daha berbattı böyle bir şeyin gerçekleştiğini hayal etmek. Tam da bu yüzden daha da hızlandı. Acilen Can'ı görmesi ve hayatındaki güzelliklere odaklanması gerekiyordu.

Düşününce... Can'dan başka pek bir güzellik de yoktu etrafında. Oğlanı düşünmesiyle yeniden salak salak gülümsemeye başlamıştı bile. Öyle ki bu minik gülücük hastane önüne geldiğinde tamamen yüzüne yayılmış, tatlı bir hayal kötü kabusların üstünü örtmüştü. Onu tanımayan tek bir Allah'ın kulu kalmadığı için herkese el sallayarak merdiveni tırmandı Leylim. Sonunda Can'ın odasının önüne geldiğinde telefonun kamerasından kendine baktı, saçlarına çeki düzen verdi ve eli kapıya uzandığında öylece kalakaldı.

"Leylim." demişti çünkü bir ses.

Hayır bir ses değil, Can. Panikle sağa döndü Leylim. Hemşirenin ittiği sandalyeden merakla ona bakıyordu şimdi Can.

"Can..." diyebildi Leylim ağzına gelen midesini yutkunup. Aptalca kameradan kendine bakarken onu görmüş müydü sahiden? Lanet olsun, lanet, lanet lanet! "Sen... sen burada ne yapıyorsun?"

Can'ın kaşları hayretle kalkarken dudaklarının kenarı da yukarı kıvrılmıştı. "Ben burada kalıyorum bir süredir. Peki sen burada ne yapıyorsun?"

Leylim onun espri yaptığını bile anlamamıştı. "Ben..." diye kekeledi. Kesin saçmalayacaktı. "Ben senin... Cemre'nin işi... yani onların hep birlikte çalışmaya gitmesi gerekince... düşündüm ki ben..." Bir an bu şekilde devam edemeyeceğini anlayınca durdu ve nefes aldı Leylim. "Senin fizyoterapin yok muydu?"

"Vardı." dedi Can. O sırada hemşire onu odasına doğru ittiği için çaresiz Leylim de onları takip etmişti. "Biraz erkene aldılar bugün. Neyse ki bitti."

O sırada hemşire yatağa geçmesi için ona yardım ettiğinden Can'ın suratı acıyla kasılmıştı. Ama daha Leylim destek için yetişemeden sandalyeden kurtulup yatağa oturmuştu Can. İşte bu gerçek bir gelişmeydi.

"Sen artık ayakta durabiliyorsun!" dedi Leylim içine sığmayan bir heyecanla. Sesi umduğundan çok daha yüksek çıkmış, bu Can'la birlikte hemşireyi de güldürmüştü. İşte şimdi bir domatese benziyor olmalıydı Leylim. Bakışlarını kaçırıp odanın daha güvenli köşelerine dikti.

"Bugün harikaydı Can." dedi hemşire kapıya yöneldiğinde. "İnanılmaz hızlı ilerliyor, maşallah. Şimdi biraz dinlen, sonra yemeğini gönderirim olur mu? Hatta belki tatlıdan iki tane koyarım."

Can o herkesin içini ısıtan gülüşlerinden biriyle kadına başını sallamış, sonra da arkasına yaslanıp sesli bir nefes vermişti. Yorgun olduğu her halinden belliydi. Canı çıkmış olmalıydı terapide. Yine de başardığı şeyin hazzı gözlerinden okunuyordu. Şüphesiz ki Leylim saatlerce aynı yerde dikilip onu izleyebilirdi. Ama hemşire odadan çıktığı an durumun garipliğini fark etmiş, sahipsiz bir çanta gibi ortalıkta kalıvermişti.

Hiçbir yere sığdıramadığı elini sonunda cebine sokup normal davranmaya çabaladı. "O zaman ben gideyim. Sen de dinlen. Bugün çok yorulmuşsun."

Son bir gayretle gülümsedi ve arkasını döndü. Ama tek bir adım atamadan "Leylim." demişti Can. Bir olta atsa ve onu kendine çekse de aynı böyle bir etkisi olurdu. Leylim görünmez iplerle o yatağa sürükleniyordu sanki. Heyecanını olabildiğince zapt edip yavaşça arkasına döndü.

"Sen sahiden fizyoterapide yanımda olmak için mi geldin buraya kadar?"

Can merakla ona bakarken ne demeliydi acaba Leylim? Evet elbette onun için gelmişti. Tek bir an için onu görecek olduğunu bilse de kilometrelerce bisiklet sürer, gerekirse yürür, yine de ona ulaşırdı. Saniyeler akıp giderken hala bir yalan bulamadığında "Ben... Yalnız kalma diye burada olmak istedim." dedi dürüstçe. "Yani Cemre gelemeyeceği için..."

Şimdi Can öyle dikkatle bakıyordu ki ona Leylim deprem olması ve yerin yarılması için tanrıya yalvaracaktı neredeyse. Yanlış bir şey mi söylemişti? Ele mi vermişti kendini? Farkında olmadan dudaklarını parçalıyor, parmakları eteğinin ucunu büküyordu. Ama sonunda Can bakışlarını üzerinden çekmiş, gülüşü tüm yüzüne yayılmıştı.

"Madem buraya kadar geldin," dedi yeniden ona baktığında. "Yemekte bana eşlik edersin değil mi? Senin buralarda olmana fazla alıştım sanırım. Yalnız başına hiç çekilmiyor bu oda."

Ha? Leylim ağzı açık karşısındaki çocuğa baktı boş boş. Ruhu bedenini terk edip gökyüzüne ulaşmıştı muhtemelen. İşlevsiz bir et parçasıydı artık. Nasıl öne adım atmış, yatağa ulaşmayı nasıl başarmıştı bilmiyordu; ama az sonra bir çuval gibi sandalyeye bırakmıştı kendini. "Ta... tabi..." diye gevelemiş olmalıydı bu sırada. Salakça gülümsediğinin farkında değildi elbette. Sesler renklerle dans ediyordu aklının içinde, müthiş bir cümbüş tüm mantıklı düşüncelerini sarmalamıştı.

"E..." dedi Can. "Biraz dedikodu ver bana. Nasıl gidiyor okul? Kimleri dövdü bizim kız bugün mesela? Ya da ne vukuat çıkardı?"

İstemsizce kıkırdadı Leylim. Can tahminlerinde her zamanki gibi kusursuzdu. "Henüz yaralı ya da ölü yok." dedi onun oyununa uyup. "Ama bir leş çıkması yakındır. Şu yeni gelen Cenk'le Selen baya şanslarını zorluyorlar. Sırf Cemre'nin değil, hepimizin elinde kalacaklar sonunda."

Ve sonra Leylim anlatmaya başladı. Cenk'in babasının yaptığı pisliği, okulda olanları, kasabadaki havadisleri, Cemre ve Toprak'ın yeniden bir araya gelişini... Can'la sohbet etmek nefes almak, yemek yemek ya da bir şeyler içmek gibiydi. Hiçbir efor sarf etmesine gerek yoktu Leylim'in. Bir kez kendini onun akışına bıraktığında ılık bir derenin içinde tatlı tatlı sürükleniyordu sanki. Zaman anlamsızlaşıyor, korkular yersizleşiyor, geriye çocuksu bir heyecan kalıyordu.

Sonunda yemeği geldiğinde Can yaptığı şirinlikle hasta bakıcıdan ikinci tepsiyi de kapmış, olayı iki kişilik gerçek bir akşam yemeğine çevirmişti. Leylim onun ısrarına dayanamayıp yatağa, tam karşısına oturduğunda yaşadıklarının bir hayal ürünü olduğuna neredeyse emindi. Can... onun Can'ı... rüyasında görmeden bir gününü geçirmediği oğlan... bir hastane odasında, onunla muhabbet ediyor, onunla gülüyor, onunla zaman geçiriyordu. İsteyerek, bilerek... yanında kalmasını söylemişti Leylim'e. Ortalarındaki bir tepsi değil de restoran masasıydı sanki. Serum, ilaç şişeleri ya da hijyen kokusu yoktu etraflarında. Tam şu an ölse gözleri açık gitmeyeceğini biliyordu Leylim.

Yine de yemek bitip iş tepsiyi kenara çekmeye geldiğinde midesindeki burukluğa engel olamamıştı. Dışarıda havanın karardığını bile o an fark ediyordu. Külkedisine dönüşmenin zamanı çoktan gelmişti demek. "Ben artık eve döneyim." dedi Leylim kalbi tam tersi için göğsünde çırpındığı halde.

Can yüzünü buruşturmuştu. "Daha erken değil mi?"

Leylim kahkaha atıyordu neredeyse. Onun kontrolünden çıkıp yukarı kıvrılan dudaklarını ısırarak zapt etmeye çalıştıysa da işe yaramamıştı. "Ben... sen yorulmuşsundur diye düşündüğümden... Ama istersen... yani yalnız kalmak istemezsen... ben... kalırım tabi ki."

Can gülerek başını iki yana salladı. Leylim bir an onun sözleriyle alay ettiğini düşünüp paniklemişti. Oysa başını duvara yaslayıp ona baktığında gözlerinde şefkat vardı Can'ın. "Kendinden başka herkesi düşünüyorsun Leylim." dedi. "Her zaman, her durumda... Cemre'yi, Burak'ı... beni..." Durdu. "Belki de en çok beni..."

Sessizlik. Yutkundu Leylim. Suçüstü basılmış bir çocuk gibi avuçları terlemeye başlamıştı. Bu sözler de neyin nesiydi böyle? Kaç, kaç, kaç! diyordu Leylim'in iç güdüleri. Can'ın gözleri doğrudan onunkilere kilitlenmişti şimdi. "Neden buradasın Leylim?" diye sordu o gün ikinci kez. Ama bu kez bir şaka değildi bu soru. "Gerçekten neden buradasın?" diye üsteledi. "Arkadaşlarınla olabilirdin. Onlarla sahile gidebilirdin. Devamlı buraya gelmeyebilirdin. Mızmızlıklarıma katlanmayabilirdin. Benim gibi yerinden bile kalkamayan bir adamın arkasını toplamak yerine başka birinin yanında mutlu olabilirdin."

Leylim gözlerinin yandığını hissediyordu. Ağlayamazdı, hayır. Can'ın önünde olmazdı. Dudakları aralandı. Bulamadığı sözcüklerin hayaletleri süzüldü verdiği nefesle, tek bir ses çıkaramamıştı. Arkasını dönüp kaçıp gitmekten ve yerin dibine girmekten başka çözüm gelmiyordu aklına. Kapıya yönelmek üzereydi ki...

"Ama buradasın." dedi Can. Yeniden yukarı kıvrılmıştı dudakları. "Hep buradasın. Ne olursa olsun... Muhtemelen hep buradaydın. Ve ben bunu görmeyecek kadar aptaldım."

Hayır, yanlış duyuyordu Leylim. Kendi aklının bir oyunuydu bu. Tıpkı Can'ın elini ona doğru uzattığını gören gözleri gibi kulakları da yanlış işitiyor olmalıydı. Ama zaman akıp gittiği halde elini indirmemişti Can. Parmaklarını yatağa vurduğunda onu yanına çağırdığını anlayıp ancak hareket edebildi Leylim. Neler oluyordu Allah aşkına? Neydi Can'ın gözlerindeki bu ifade?

"Leylim..." dedi Can kız yatakta onun gösterdiği yere oturduğunda. 

Daha önce de defalarca kez onun etrafında vakit geçirmişti Leylim. Can onu kardeşi gibi gördüğünden samimi davranmaktan hiç çekinmezdi. Daha doğrusu, kazadan önceki neşeli, sosyal, herkesin sevgilisi Can çekinmezdi. Ama şimdi, daha önce hiç olmadığı kadar yakın hissediyordu Leylim kendini ona. Aralarındaki boşlukta farklı bir ağırlık vardı sanki. Havadaki basıncın arttığına, kalbine baskı yaptığına yemin edebilirdi. Ve bu basınç Can uzanıp elini tuttuğunda dayanılmaz bir boyuta ulaştı.

"Leylim..." dedi bir kez daha Can. Leylim şoku atlatıp yeniden nefes alabilse ona bakabilirdi belki. Oysa gözleri parmaklarının üzerindeki ele kilitlenmiş, teni bu yeni sıcaklıkla kavrulmaya başlamıştı. Can diğer eliyle çenesine uzanmasa belki hayatının sonuna kadar bir daha kıpırdayamazdı. Ama Can onu kendine bakmaya zorlamıştı. "Sen hep buradaydın değil mi?" diye sordu hüzünlü bir tebessümle. "Onca zaman..."

Leylim duyduklarının ne anlama geldiğine emin değildi. Can biraz daha ona yaklaştığında beyninin çalışan küçücük bir kısmı da iflas etmişti zaten. Az önce ağırlaşan hava tamamen yok olmuş, Leylim'in ciğerlerini başı boş bırakmıştı. Sadece birkaç santim önündeydi şimdi Can. Bir hayal değil, gerçekti. "Konuş benimle Leylim." dedi. "Lütfen... bir şey söyle. Bu kadar yanlış anlıyor olamam değil mi?"

Panikle ona baktı Leylim. Yanlış anlamak mı? Ne anlamıştı ki Can? Onca zaman onun peşinde koşan aptal, gözü kör bir âşık olduğunu mu? Başka birinin elini tuttuğunu gördüğü halde ondan vazgeçemeyecek kadar sefil bir kız olduğunu mu? Ne kadar denese de yaşların gözüne hücum etmesine engel olamadı Leylim. Pırıl pırıl bir dünyanın içinden bakıyordu şimdi Can'a. Titreyen dudakları sırrını açık edip onu ele verecekti her an.

"Neden..." diye mırıldandı Can onun gözünden süzülen yaşı silip. "Neden bana hiçbir şey söylemedin?"

"Bu neyi değiştirirdi ki?"

Leylim'in kırık dökük sesine rağmen Can'ınki umut doluydu. "Bu her şeyi değiştirirdi Leylim." dedi. "Bu her şeyi değiştirdi bile."

"Bak Can..."

"Sen bak Leylim. Yanında kalmak istediğin adama bak. Bak ve bir daha düşün. Bu mu sahiden istediğin? Kendi başına ayağa bile kalkamayan birine mi bağlanmak istiyorsun sahiden? Sakat, kalbi kırık dökük, ruhu yaralı bir adamı iyileştirecek kadar mı seviyorsun beni?"

Leylim artık kontrolsüzce titriyordu. Tüm sırların ortaya serildiği o dönülmez andalardı. Hayatı boyunca hep bu yüzleşmenin geleceğinden korkmuştu ve işte... en beklemediği yerde sınıyordu onu hayat. Bu noktadan sonra inkar etmenin ne anlamı vardı ki?

"Ben..." dedi Leylim gözyaşları yanaklarından akarken. "Ben seni ne zaman sevmeye başladığımı hatırlamıyorum bile Can. Seni düşünmeden bir gece bile uyumadım ben. Seni görmediğim bir rüyam hiç olmadı. Sensiz nasıl yaşanır ne hissedilir ne düşünülür bilmiyorum. Kaza... sadece daha çok gösterdi bana. Seni kaybetmenin gerçekte ne demek olduğunu anlamamı sağladı. Ayağa kalkıp kalkmamanın ne önemi var ki? Ben seni sevdim. Olduğun gibi... Gülmeni, ağlamanı, ağzından çıkan her lafı, her hareketini... Bir daha hiç yürüyemesen de bu hala sensin. Can'sın."

Leylim elini Can'ınkinin altından kurtarıp gözlerini kuruladı. Her şeyi bir çırpıda söylemiş, yeterince rezil olmuştu. Muhtemelen bir daha onun yanına gelemeyecek olsa da hayatında ilk kez kalbindeki baskının dağıldığını hissediyordu. Onca yıl bir taş gibi göğsünde taşıdığı sırrı un ufak edip ortalığa saçmıştı bir anda. "Özür dilerim." dedi yataktan kalkıp. "Neden bu kadar çok konuştum bilmiyorum. Seni zor durumda bırakmak istemiyorum. Bana farklı davranmak zorunda falan değilsin. Ben sadece..."

Devam edememişti Leylim. Can onu bileğinden yakalayıp yatağa geri çektiğinde dünya da parçalara bölünmüştü sanki. Bir an sonra Can'ın eli yeniden yüzündeydi. "Ya içimden sana farklı davranmak geçiyorsa Leylim?" dedi Can aralarındaki mesafeyi tamamen kapatıp.

Ne? diyecekti Leylim konuşabilse. Ha? demişti iç sesi daha şuursuz ve kaba olduğundan. Oysa şoku atlatıp cevap veremeden Can'ın dudakları onunkinin üstüne kapandı bu kez. Ve dünya tamamen durdu Leylim için. O ana kadar milyonlarca kez kafasında yaşamıştı bu anı. Sonsuz kez görmüştü düşlerinde Can'ı öptüğünü. Ama şimdi hissettiği duyguya onu hazırlayabilecek hiçbir hayal yoktu. Tüm bedeni patlıyor, hücreleri yeni baştan oluşuyordu. Geçmiş bir saniye öncesinde takılı kalmış, hayat tam şu an sıfırdan başlamıştı.

Sonunda Can dudaklarını çekse de bir daha aynı kız olabileceğini sanmıyordu Leylim. Onun yüzüne dökülen perçemi geri tarayan Can'dı. Gözlerini okşayan parmaklar onca zaman aşık olduğu adamındı. İmkansızdı her şey. İmkansız bir aşktı onunki. Oysa tüm imkansızlıkları kırıp geçiyordu Can'ın onun suratında gezinen bakışları.

"Sana farklı davranmak istiyorum Leylim." diye tekrarladı Can. "Etrafımda olmanı istiyorum. Seni görmek, seninle daha çok gülmek istiyorum." Baş parmağı Leylim'in gözünden kaçan arsız yaşı sildi. "Sana yalan söyleyemem. Eski hayatım hala yakama yapışıyor zaman zaman. Devam etmek için kendimi zorlasam da bazen başaramıyorum. Ama..." Gülüşü iyice büyüyüp gözlerinde parladı. "Sen bir şekilde tüm bu kâbusları kırıp geçmeyi başarıyorsun. Geceleri benim için yaptıklarını düşünmeden edemiyorum. Gündüzleri buraya geri gelmeni bekliyorum."

Bir kez daha öne uzanmıştı Can. Ama bu defa öpmek yerine alnını Leylim'inkine yasladı. "Yeniden adım atmayı başardığımda beni ne zaman sevmeye başladığını bile hatırlamayan o kız yanımda olsun istiyorum ben Leylim. Sen... bunu benimle denemeye var mısın?"

Yeniden yaşlar hücum etti Leylim'in gözlerine, ama şimdi mutluluktan dökülüyorlardı. Leylim başını delice sallarken hayatında daha güzel bir gün olup olmadığını düşündü. Ve sonra Can onu öperek tüm soruların cevabını verdi. Evet, bu kesinlikle Leylim'in yaşadığı en muhteşem gündü.

İnsanın geleceği görememesi, sadece dakikalar sonra başına neler geleceğini bilememesi ne acıydı. Neyse ki kimse zamanın da olacakların da önüne geçemiyordu. 

----------

Bölüm Sonusu

Amman yarebbiii.... Bu yazar sonunda imkansız aşkları imkanlı mı kıldı yoksa:) Size kırık kalpleri güldüreceğimin sözünü vermemiş miydim? 

Leylim için sevinenler en sevdikleri emojiyi buraya yapıştırsınlar :) 

Ben de lise yıllarımı platonik, umutsuz bir aşık olarak geçirmiş biri olarak beklemek, umut etmek ne demek çok iyi biliyorum. O yüzden bu minik kalp benim hikayemde muradına ermeliydi. Öyle de oldu :) 

Bakalım diğer kırık kalpler için de damla sakızı bulabilecek miyiz :)

Sonraki bölüm heyecana hazır olun. Her bölüm olduğu gibi yeni bir bomba sakladım size.

Hadi öperim.

E.Ç.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top