Bölüm 2.22

Yanımda kal, gelecek ne getirirse getirsin...

***

Stand by me
Nobody knows the way it's gonna be

******

Cemre'nin muhtemelen ayarları bozulmuştu. Bu heyecanla çarpan kalp, kelebeklerin dans ettiği mide, gülmeden duramayan dudaklar onun olamazdı. Her daim etrafına doladığı dikenli teller olmadan, buzdan kalkanlarını kuşanmadan nasıl hayatta kaldığını söyleyemezdi. Ama buradaydı işte, hiç olmadığı kadar yaşam doluydu kalbi. Hiç tatmadığı bir güven duygusuyla sarmalanmıştı dört bir yanı. Başını yasladığı göğüs inip kalktıkça onun ömrü de çiçek açıyordu sanki.

Toprak'ın kolunun altında, Keremlerin arabasının arka koltuğundaydı. Toprak ön koltuktan ona laf yetiştiren arkadaşıyla muhabbet ederken Cemre'nin göğsündeki varlığından daha normal bir şey yok gibiydi onun için. Sanki daha düne kadar Cemre ondan köşe bucak kaçmamış, aralarına aşılmaz duvarlar örmemiş, ağzından çıkan acımasız sözler hiç söylenmemişti. Öyle bir sevgiyle tutuyordu Toprak onu. O sevgi Cemre'nin saçına bıraktığı her busede kızın bedenine akıyordu oluk oluk.

Hastaneden ayrıldıklarında Ruhi dedenin uyanmasını kutlamak için hep birlikte Alper abinin mekanına gitmeye karar vermişlerdi. Tüm gözlerin, özellikle de Burak'ın bakışlarının üzerlerinde olduğunu biliyordu Cemre. Yine de Toprak elini tuttuğunda bırakmaya yeltenmemiş, kumlara çöktüklerinde kendini onun kolları arasına bırakmaktan alamamıştı. Elbette herkesin tek merak ettiği gece boyunca ne yaptıklarıydı. Bir iz bulmuşlar mıydı? Elle tutulur bir ipucu var mıydı? Kiminle karşılaşmışlardı? Başlarına ne gelmişti de Toprak yara bere içindeydi?

Tüm sorulara cevap olarak yaşadıkları tehlikenin kıyısından geçmeyen bir masal anlatmıştı Toprak. Adamı ellerinden kaçırdıklarını, gece boyu evi aradıklarını, ama hiçbir şey bulamadıklarını söylerken Cemre ağzı açık onu izliyordu. Muhtemelen bu kadar kolay yalan söyleyebildiği için Toprak'tan korkması gerekirdi. Oysa hayatı boyunca onun yanında olduğundan daha güvende hissetmiş miydi hiç, bilmiyordu Cemre. Bir şekilde onun verdiği sözü tutacağına ve telefonun ucunda kim olduğunu bulmak için her yolu deneyeceğine emindi. Sadece bunun için kendinden başka kimseyi tehlikeye atmayacak kadar büyüktü Toprak'ın kalbi. Ve Cemre onu izlerken her an, her saniye kendini biraz daha o kalbe kaptırdığını hissediyordu.

Sonunda evlere dağılmaya karar verdiklerinde Kerem onları arabayla bırakmayı teklif etmiş ne Toprak ne de Cemre ona itiraz etmişti. Önceki geceden sonra öyle yorgundu ki ikisi de... Toprak elini tutup onu arabaya götürürken Ece ve Leylim'in yaptığı kaş göz hareketlerine bile gülüp geçmekten fazlasını yapamamıştı Cemre. Eninde sonunda kızlara tüm detayları anlatması gerekeceğini biliyordu. Şimdiyse yayıldığı koltukta beyaz atlı prensinin kolu altında, onun sıcaklığıyla mayışmış haldeydi. Bitmesine hazır olmadığı bir rüyaydı bu, ama maalesef Âdem yolun kenarına çekmişti arabayı az sonra.

Cemre kendi zeytinliklerinin önüne geldiklerini fark ettiğinde isteksizce doğruldu. Gözleri veda etmek için Toprak'ın yüzüne kalkmıştı, ama o Kerem'in omzuna vurup "Sağ ol abi." dedi. "Ben Cemre'yi bırakıp yürürüm eve. Siz beklemeyin hiç."

Kerem yüzünde koca bir sırıtışla başını sallarken Cemre hemen hareket edememişti. Ta ki Toprak, diğer taraftan inip onun kapısını açana dek... "Neden onlarla gitmedin ki?" diye sordu uzaklaşan arabanın ardından. "Ben kendim girerdim içeri."

Toprak bir an bunu düşünür gibi kaşlarını çattı. Sonra iyice Cemre'nin üzerine eğilmişti. "Ne yani, Kerem'le gidip seni son bir kez öpme şansını çöpe mi atsaydım?"

Cemre az daha kahkaha atıyordu. Tabi Toprak o an eğilip onu sahiden de öpmemiş olsaydı... Nasıl oluyordu da her defasında yer yeniden ayaklarının altından çekiliyordu, bilmiyordu Cemre. İstemsizce Toprak'ı tutmuştu elleri. Oğlan kendini geri çektiğinde bile bırakamadı hemen onun gömleğini.

"Seni çok seviyorum Çilek." diye mırıldandı Toprak kızın saçlarını severken. "Hadi gir içeri ve güzelce uyu. Bunu fazlasıyla hak ettin. Sabah seni alırım, okula birlikte gideriz. Olur mu?"

Cemre başını sallayabildi sadece. Konuşursa Toprak'a onunla kalmasını, tüm geceyi yanında geçirmek istediğini söyleyecekti muhtemelen. Bunun yerine alt dudağını ısırdı ve onu olduğu yere mimleyen çekime rağmen zeytinliğe girmeyi başardı. 

Terasa çıktığında bastırdığı tebessüm yüzünde koca bir sırıtışa dönmüştü. Kırılıyordu Cemre'nin bedeni. Önceki gecenin koşturmacası, haftaların stresi üst üste gelip tüketmişti tüm enerjisini. Yine de gözüne uyku girmeyeceğine emindi. Kalbi göğüs kafesinin içinde kendini oradan oraya atarken nasıl odasında kapalı kalacağını hayal edememişti bile. O da kendini gecenin temiz havasına teslim etmek için terastaki sedire doğru ilerledi.

Kesinlikle berbat bir fikirdi bu. Daha ilk adımında kuzeninin sarı saçları girmişti resme. Öylece bir başına oturmuş karşılarındaki karanlık zeytinliği izliyordu Duru. Cemre şansına lanet edip kös kös odasına gitmeye hazırdı, ama arkasını döndüğü an Duru'nun sesi kulağına ulaşıp onu durdurmuştu.

"Sence de çok saçma değil mi?"

Cemre bir an onun telefonda olduğunu düşündü. Burnunu çekip elindeki mendille gözlerini kuruladığındaysa kızın kimseyle değil, onunla konuştuğunu anlamıştı. Sinirle güldüğünde kolları iki yanına düştü Duru'nun. "Çok saçma..." diyordu bir yandan başını iki yana sallayıp. "Her şey çok saçma."

Cemre arkasını dönüp olabildiğince hızlı oradan kaçması gerektiğini bilecek kadar iyi tanıyordu kuzenini. Muhtemelen her neye üzülüp kızdıysa bunun sinirini en sevimsiz sözlerle ondan çıkaracaktı kız. Yine de ayakları Cemre'yi yanlış istikamete sürüklemiş, az sonra sedirde kuzeninin yanına çökmüştü. Sahiden berbat haldeydi Duru. Yakından bakınca onun muhtemelen uzun süredir ağladığına emin olmuştu Cemre. Göz altları şiş, burnu kırmızı, mavi gözleri kan çanağıydı Duru'nun. Onu hastanede Cenk'le bıraktıktan sonra başına ne geldiğini bilmiyordu Cemre. Kuzeni için üzülmek sık deneyimlediği duygulardan biri değildi. Ama şu an, gecenin ortasında bir başına ağlarken ona ne olduğunu merak etmekten kendini alamadı.

"Cenk'le bir şey mi oldu?" diye sordu sesinin fazla kaygılı çıkmamasına özen göstererek. Sonuçta Duru'nun onu önemsediği gibi yanlış bir çıkarım yapmasını istemezdi. Ama kuzeni belki de ilk kez Cemre'yle ilgilenmiyordu o an.

"Çok çok saçma." diye tekrarladı yeniden. Bozuk bir plak gibiydi ve bu haliyle Cemre'ye sinir bozucu kuzenini aratacak kadar ürkütücüydü. "Şu eve bak." dedi kollarını iki yana açıp. "Sen ve ben... Bizden başka kimse yok. Masa boş, ev boş... Her şey paramparça."

Cemre midesinde uykuya yatmış canavarın tırnaklarını hissediyordu şimdi bir kez daha. Duru gibi o da başını çevirip etrafına baktığında terasın nasıl da terk edilmiş durduğunu fark etmişti. Dedesinin ısrarla her sabah ve her akşam onları etrafına topladığı masa bomboştu. Ruhi bey yoktu. Can yoktu. Bir nedenden Levent ve Ayça da ortalıkta görünmüyordu. Rıfat abiler bile kendi evlerine çekilip zeytinliği kendi kaderine terk etmişlerdi sanki o an. Sahiden de bir Duru bir de Cemre kalmıştı geride. Canları pahasına korudukları, sevdikleri, gözlerinden sakındıkları zeytinlik gecenin kollarında yapayalnız, sahipsizdi.

Bir an bu düşüncenin ağırlığıyla nefes alamadığını hissetti Cemre. "Annenler nerede?" dedi kalbini yoklayan bir panikle. Duru'nun hali, evin sessizliği... Bir yanlışlık vardı. Ve o yanlışlığı kuzeninin onunkilere çevrilen gözlerinde doğrudan görmüştü Cemre.

"Polisler geldi." dedi Duru uzatmadan.

"Polisler mi?"

Cemre'nin aklına direk Can'ın kazası gelmişti elbette. Sedirde öne kaydı heyecanla. "Ne olmuş? Neden gelmişler? Yoksa Can'a..."

"Can'la ilgili değil." dedi Duru hemen. Cemre'nin nefes alamadığı sessiz saniyelerin ardından eklemişti. "Yasemin için gelmişler. Kız kayıpmış. Ailesi ihbar edince aramaya başlamışlar. Başına kötü bir şey geldiğini düşünüyorlar."

Cemre Duru'nun sözlerine eşlik eden göz yaşını izledi tepki veremeden. Can'la ilgili bir haber almayı bekleyen aklı allak bullak olmuş, Yasemin'in ismi hafızasında bambaşka anıları canlandırmıştı. Kadını en son Levent'in yanında gördüğünü hatırlıyordu elbette Cemre. Ama böyle bir şeyi nasıl dile dökeceğini bilemeden "Babamı götürdüler." dedi Duru. "Annemi de... İkisinin de ifadesini alacaklarmış. Sanırım sonra bizimle de konuşacaklar. Ben, sen, Can... Zeytinlikte, mağazada buldukları herkes..."

Cemre ne diyeceğine emin değildi. Aklı delice çalışıp en korkunç senaryolardan berbat bir kolaj yapıyordu o an. Levent berbat bir adamdı şüphesiz. Karısını aldatan, para için yaşayan, hırsı için karşısına kim çıkarsa harcayabilecek kötü biriydi. Ama Yasemin'in kaybolmasıyla bir alakasının olması... bu onun bile boyunu aşan bir şeytanlıktı. Hem, güya onun gerçekte sevdiği kadın değil miydi Yasemin?

Cemre sonunda sesli bir nefes verdi ve "Bunun bizimle ilgisi olmadığına eminim." dedi. "Birazdan döner annenler de. Üzülme bu kadar."

Bir gün herhangi bir nedenden Duru'yu teselli edeceğini söyleseler onları yalanlamak için her şeyiyle iddiaya girerdi Cemre. Oysa kuzeninin karşısına oturmuş kıza babasını savunuyordu. Duru sinirle güldüğünde bunun neden berbat bir fikir olduğunu yeniden hatırladı. Ama kuzeninin ona çevrilen bakışlarındaki öfke ilk kez Cemre'ye karşı değildi.

"Numara yapmana gerek yok." dedi. "Babamın Yasemin'le ilişkisi olduğunu ikimiz de biliyoruz." 

Dudakları titriyordu. Hemen sonra yeniden önüne dönmüş, daha fazla yaş gözünden kurtulup çenesine süzülmüştü. İşte bu Cemre'nin beklemediği bir itiraftı. Cemre gördüğü günahı teyzesine anlatmaya çalışmış, ama Duru'nun karşısına geçip idolü olan babasının aslında bir pislik olduğunu söylemeye hiç cesaret edememişti. Öyle görünüyordu ki Levent Bey düşündüğünden daha dikkatsizdi sırrını saklama konusunda.

Bir süre iki kız da konuşamadı. Cemre sırtını sedire yaslayıp Duru gibi gözünü zeytin ağaçlarına dikmişti. Sanki yeterince dikkatli bakarlarsa aradıkları cevapları dalların arasına çökmüş gölgelerde bulabileceklerdi. Oysa sonunda konuştuğunda Duru Cemre'den duymayı ummuştu kendi başına yalanlayamadığı korkunç ihtimali.

"Sence babam ona bir şey yapmış olabilir mi?"

Cemre ne demesi gerektiğine emin değildi. Normalde Levent'i aklına gelen bir milyon şekilde kötüleyebilirdi hiç düşünmeden. Oysa o an hiçbir kelime doğru şekilde birleşip anlamlı bir cevaba dönmüyordu kafasının içinde. O da dürüstçe "Bilmiyorum." dedi. Kuzenine bakmaya cesaret edememişti. Zaten Duru da gözlerini karşısından ayırmıyordu.

"Bence..." dedi. "Dedem de biliyordu. Herkesten, hepimizden önce o farkındaydı her şeyin. O yüzden bırakmak istemedi zeytinliği babama. O yüzden bizim sahip çıkmamızı istedi buraya." Sinirle güldü. "Ruhi Bey her zamanki gibi haklıydı elbette. Şu halimize bak. O yıkıldığı an bizim de başımıza yıkıldı bu ev, bu zeytinlik. Darmaduman oldu her şey."

"Hayır!" dedi Cemre hemen. O ana kadar bastırdığı öfkeyle bir anda yerinden fırlayıp Duru'nun karşısına geçmişti. "Hayır!" dedi bu kez doğrudan kızın gözlerine bakarak. "Hiçbir şeyin yıkıldığı yok. Dedem uyandı. Can iyileşiyor. Sen ve ben hala buradayız Duru. Bize emanet edileni korumak için buradayız. Dedem yeniden bu masanın başına geçene kadar da korumaya devam edeceğiz. Anlıyor musun beni? Kimse bunu bozamaz! İzin vermeyiz! İzin vermem!"

Cemre'nin bir nefeste püskürdüğü sözleri Duru'nun gözyaşlarını durdurmuştu. Her zamanki alaycı ifadesi olmadan kendi sorunlarıyla boğuşan herhangi bir kızdan farksızdı Duru. Öyle ki, ilk kez ona bakarken kuzenini gerçekten gördüğünü düşünmüştü Cemre. Bir insan olarak, bir arkadaş olarak, hatta belki... bir aile olarak. Ve muhtemelen Duru da onu gerçekten görüyordu tam şu an. Sanki ilk kez Cemre'nin sözlerini sadece duymamıştı da dinlemişti de.

Belki de birbirlerini anlamak için çukurun en dibini birlikte boylamaları gerekiyordu. Kim bilir... Belki bu, bundan sonra insan gibi konuşabilecekleri anlamına geliyordu. Ama tam o an Cemre'nin bakışları terasın ötesinde bir gölgeye kilitlendiğinde Duru'nun aralanan dudaklarından tek kelime dökülmemişti. Anında o da arkasını döndü gelen misafirlerini görmek için.

Levent...

Kendi gibi karanlık gölgelerin içinden onları izliyordu ses çıkarmadan. Ne zamandır oradaydı, konuşmalarının ne kadarını duymuştu bilmiyordu Cemre. Önemi de yoktu. Sözlerinin hiçbiri eniştesinin suratına da haykıramayacağı şeyler değildi. Yine de onunla muhatap olmamak için son bir kez Duru'ya baktı ve sonra adamın yanından geçip eve girdi.

Bir an onun kızına ne masallar anlatacağını düşünmeden edemedi Cemre. Bu merakın odasına girip karanlıkta bir başına kaldığı an geçeceğini umuyordu. Yorgun bedeni kolayca uykunun kollarına teslim olacaktı şüphesiz. Oysa sıcak bir duşun ardından yatağın içine girdiğinde bile aynı lanetli kuşkuyla kendini yemeye devam etmişti.

Her akşamki gibi Ayşe ablanın komodine bıraktığı süte uzanıp damağındaki ballı aromayla rahatlamaya çalıştı Cemre. Duyduklarını Toprak'a yazmayı her şeyden çok istese de tüm olanlardan sonra onu yeni sorunlarla uğraştırmak çok bencilce gelmişti. O yüzden Toprak'tan gelen iyi geceler mesajına cevap verip elinde telefonla uykuya daldı Cemre.

Kötü bir lanetin birkaç saat sonra onu ziyarete geleceğini bilse muhtemelen gözlerini asla yummazdı. Oysa az sonra asla hatırlamak istemeyeceği bir rüyanın içinde, bir başınaydı. 

-------------

Bölüm Sonusuuu

Ve Bahar Uykusu kaldığı yerden devam ediyor :) Dönmek çok güzelmiş. Toprak'la Cemre'nin aşkını yazmak daha da güzelmiş. Yeniden lisedeyim, yeniden kalbim pır pır. Ya sizin?  Bu aşk sizin de kalbinizi ısıtıyor mu benim gibi? :))

Gelelim Duru'yla Cemre'ye... Kuzenlerin arasındaki düşmanlık bir gün dostluğa dönebilir mi sizce? Büyük bir dert, ortak bir düşman, belki birlikte bulunan bir çözüm... Gelecek çok enteresan şeyler getirebilir, okuyup görelim :)

O zamana kadar yorumlarınızı beklerim :)

ÖPPÜCÜKKK

E.Ç. 

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top