Bölüm 1.7

Kötü bir şeyler olacağına dair gerçekten çok iyi bir his vardı içimde...

**********

Got a real good feeling something bad about to happen...

**********

Toprak günün geri kalanını evde geçiremeyeceğini biliyordu. Zaten bedenini zapt etmeyi başarsa ruhu açık bulduğu ilk pencereden uçup giderdi. Evdeki eski bisikletlerden birini alıp nereye gittiğini düşünmeden sürdü. Ağaçlar, üzerine ışıldayan güneş, kulaklarındaki rüzgar... Özgürlük tüm bu notaların kusursuz harmonisiydi. Tırmandığı tepeler, üzerinden süzüldüğü patikalar yepyeni bir hayata taşıyordu onu.

Kasabadan geçerken tüm detayları hala nasıl hatırladığını fark ettiğinde garip bir mutluluk kalbini sardı. Ne kadar uzak kalmış olursa olsun gerçek evi her zaman ve sadece bu zeytin dalı kokan topraklar olmuştu. Köşedeki bakkal Nejat'tan tıpkı eski günlerdeki gibi gazoz ve gofret aldı. Mualla teyze ölmüştü belli ki, ama pastanesi hala o mahlepli çöreklerden yapıyordu. Yanında damla sakızlı, sıcak sütle elbette... Çorbacı Osman Abi'nin hasır iskemleleri, kasap Ahmet'in talaşlı dükkanı, manav Nuri ve tepeleme yola dizdiği kasaları... Zaman akıp gitmiş olsa da onlar hep aynı kalmıştı.

Toprak gördüğü her tanıdık simada biraz daha kendini buluyordu. Kayıp cevaplar anlamlanıyordu hatıralar tekrar tekrar gözünün önünde oynadıkça. Merkezden ayrılıp bu kez kumsala doğru sürdü bisikletini. Yol aldıkça denizin tuzlu kokusu dolmaya başlamıştı bu kez de burnuna. Solunda tepeleri örten orman, sağında deniz ve alabildiğine kumsal vardı. Küçük bir çocukken yaptığı gibi kendini patikadan aşağı sallandırdı korkusuzca. Hızlandıkça keyiflendi, keyiflendikçe iyice serbest bıraktı kendini.  

Güneş denizin üstüne ışıl ışıl parlasa da kumsal kalabalık sayılmazdı. Eylül geldiğinden yazlıkçıların çoğu evine dönmüş, kumsal yerlilere kalmıştı. Bisikletini sahil yoluna bırakıp kuma bata çıka yürümeye başladı Toprak. Bu yorgun sakinlik, yazın tükenmek bilmez enerjisinden daha huzurlu gelmişti ona. Biraz dinlenmek ve manzaranın tadını çıkarmak için soluklanacak bir yer bakındı. Yeni açılan bir iki mekan vardı ama hiçbiri onu cezbetmeyi başaramamıştı.

İlerlemeyi sürdürdü. Az ötede Kerem'in babasının anlatmaya doyamadığı mekanı, hemen yanında ise Alper Abi'nin salaş barı Dolunay görünüyordu. Toprak lüks restoranı seçmesi halinde arkadaşı sayesinde muazzam bir ilgi göreceğini biliyordu. Yine de hasır damı ve saman şemsiyeleriyle ona hiçbir özel muamele vadetmeyen bara doğru ilerledi.




Bir iki küçük değişiklik yapılmış olsa da salaş bar Toprak'ın hatıralarındakinden farklı değildi. Barın önünü kaplayan deniz kabuklarının ortasında taşlardan Dolunay yazıyordu. Her şey eskimiş, fazla kullanılmış, yıllar içinde yıpranmıştı ve bu haliyle harika görünüyordu. Masalardan birine o meşhur limonatasından servis eden Alper Abi barın arkasına geçerken Toprak da bankoya yanaşıp yüksek sandalyelerden birine tırmandı.

"O limonatalardan bir tane de ben alabilir miyim?"

Alper Abi elindeki bezi bırakıp arkasını döndü. Başıyla onaylamadan dikkatlice Toprak'ı süzmüştü. Esmer yüzü arsız birkaç kırışık dışında pek değişmemişti ama şakakları şimdi ak tellerle kaplıydı.

"Seni tanıyorum değil mi?" diye sordu bardağa buz atarken. Gözleri Toprak'ın yüzünde geziyordu. "Sen Karasuların oğlusun."

Toprak bu soyadına sahip olmanın bir artı olduğuna pek emin değildi. Yine de başını salladı. "Toprak." dedi. "Eskiden epey sık gelirdim buraya ama sonra..." Alper Abinin uzattığı bardağı aldı. "Teşekkürler."

"Döndüğünü duymuştum. Cenazeye de geldim ama seni görmedim." Alper kendine de bir bardak koyup bankonun arkasındaki sandalyesine yerleşti. "Gerçi görsem de tanımazmışım ya. Şu haline bak, kocaman yakışıklı bir adam olmuşsun."

Alper Abi sıcak gülüşüyle Toprak'ı da gülümsetti. "Aradan epey zaman geçti." diye itiraf etti. Nedenini, nasılını anlatası yoktu. Zaten Alper Abi de onun gözlerindeki hüznü yakalayıp konuyu uzatmamıştı.

"Ee?" dedi. "Daha kalacak mısın? Yoksa büyük şehri şimdiden özledin mi?"

Toprak güldü. "Orda özlenecek pek bir şey yok." dedi. "Zaten ben kalmaya karar verdim."

"Bak sen!" dedi Alper gözlerini büyütüp. "İşte bunu duyduğuma çok sevindim. Arkadaşların artık pek buralara takılmıyor, ama belki senle daha sık görüşürüz ha?"

Toprak başıyla onayladı. Onun da tam olarak yapmayı düşündüğü şey buydu. Araya girmiş yıllara rağmen Alper Abi'yle muhabbet etmek kolaydı. Bir konu diğerini açıyor, sohbet kendiliğinden akıp gidiyordu. Okulunu, İstanbul'u, oradaki arkadaşlarını anlattı Toprak. Bir şey saklamaya gerek duymadan özgürce hislerinden bahsetti. Söylendi, anlattıkça sinirlendi, hatırladıkça hüzünlendi, içi boşaldıkça kendini daha iyi hissettiğini fark etti. Yaşadıklarını bilmeyen eski bir dostla dertleşmek gibiydi bu. Alper Abi kasabada olanları anlatmaya başlayınca kahkahalarını kontrol edememeye başlamıştı. Kaçırdığı öyle çok an olmuştu ki, nereden başlayıp nasıl yakalayacağını bilmiyor; yine de gelecekten korkmuyordu.

"Zavallı kadıncağızın hiç talibi çıkmayınca eli boş geri döndü tabi." dedi Alper Abi gülerek. "Baktı televizyon programlarında kısmet yok tekrar kahvenin önünde volta atıyor şimdi."

Toprak ağzındaki limonatayı zar zor yuttu. "Tüm eğlenceyi kaçırmışım." dedi kahkahaları arasında.

Alper Abi yeni gelen bir çifte kokteyl hazırlıyordu. "Dert etme." dedi. "Burada her gün yeni bir şey olur. Bir haftaya tüm maceraya katılırsın."

Toprak öyle olacağını umuyordu. Henüz hiçbir arkadaşına aldığı karardan bahsetmemişti, çünkü kendi bile yeni yeni sindiriyordu onu bekleyen değişimi. Alper elinde tepsiyle servise giderken o da sırtını bara yaslayıp kumsalı ve bundan sonraki hayatını izledi. En uzaktaki masada oturan kızların ona bakıp gülüştüğünü fark ettiğinde bir an ne yapacağını bilememişti, ama hemen sonra içeri giren adam tüm dikkatini çekti.

Bu önceki gece arabadan inerken gördüğü adamdan başkası değildi. Yanında köylülerden biri vardı. Uzaktaki masalardan birine çöküp konuşmaya başladılar. Onlar Toprak'ı görmemişti, ama Alper Abi Toprak'ın yüzündeki karanlığı fark etmişti.

"Tanıyor musun?" diye sordu barın arkasına döndüğünde. Toprak ne demesi gerektiğine emin değildi. Zaten Alper Abi beklemeden devam etmişti. "Levent... Ruhi dedenin damadı."

"Cemre'nin eniştesi yani?"

Alper sıkıntıyla başını salladı. Adamı sevmediğini anlamak için mazilerini bilmeye gerek yoktu. "Yine ne peşindeyse..." diye söylendi tezgahı hunharca temizlerken.

Toprak Levent'in sırıtışındaki sinsilikten mi, gözlerindeki rahatsız edici ışıltıdan mı bilmiyordu ama ondan hoşlanmamıştı. Arabadaki kadının Cemre'nin teyzesi olmadığına neredeyse emindi. Sırf bu bile onun güvenilmez bir herif olduğunu kanıtlamaya yeterdi. O sırada cebinden çıkardığı zarfı köylü adama uzatırken dudakları yukarı kıvrıldı.  Aynı anda bakışları onları izleyen Toprak'ı yakalamıştı. Karşısındaki adama son birkaç şey söyleyip ayaklandı ve bara doğru hareketlendi. Onun üzerine doğru geldiğini gören Toprak huzursuz olmuştu, ama kaçacak yeri yoktu.

"Alper..." dedi adam küçümseyen bakışlarla tepeden tırnağa Alper Abi'yi süzerken. Sonra Toprak'a döndü. "Sen Karasuların oğlusun değil mi?"

Toprak başıyla onaylayıp istemeye istemeye elini uzattı. "Siz de Cemre'nin eniştesisiniz."

Adam bu sıfatı pek beğenmemişti. "Levent Dağhan." diye düzeltti. "İstanbul'da okuyordun değil mi? Daha kalacak mısın?"

"Kalacağım." dedi Toprak ikinci kez düşünmeden. "Temelli dönüş yaptım. Artık buralardayım."

Sözleri Levent'i şaşırtmıştı. Sırıtmaya devam ediyordu, ama bu haberin iyi mi kötü mü olduğuna emin değildi. "Abinin izinden gitmiyorsun demek ha?" dedi alayla. Gözleri kısılmıştı. Her ne düşünüyorduysa bunu başka zamana bırakmış olsa gerek "Neyse" diye geçiştirdi. "Mağazaya dönmem lazım. Ailene saygılarımı ilet."

"Tabii." diyebildi Toprak ama bu sevimsiz adamın selamını kimseye taşıyacak değildi. Bir iki dakikada bile keyfini kaçırmayı başarmıştı. "Abi bir limonata daha versene." dedi Levent uzaklaştığında.

Sıkıntısı Alper Abi'yi güldürmüştü. "Biliyorum," dedi gözlerini devirip. "Her defasında bende de aynı etkiyi bırakıyor."

****

Kahvaltı, temizlik, çamaşırlar... Ayşe Kadının peşinden mutfağa, Ayşe Kadının peşinden bahçeye... Bir aşağı, bir yukarı... Cemre sabahın ilk ışıklarından beri koşturuyordu. Cezalı olduğundan Ayşe Kadının ona biraz daha fazla yüklendiği doğruydu, ama Cemre'nin şikayetçi olduğu söylenemezdi. Çalışmak karınca yuvasına benzeyen beynini az da olsa sakinleştiriyor, Can'dan kaçmasını kolaylaştırıyordu.

Ev işlerine yardım etmek zaten günlük rutiniydi. Ruhi dede hep ne derdi: onlar bizim hizmetlimiz değil, yardımcımız. Bu yüzden Cemre evdeki çalışanlarla bir aile olmuş, hayatı da işleri de onlarla paylaşmayı öğrenmişti. Bu cezayı bir fırsata çeviren sevimsiz Duru olmasaydı cezalı olduğunu fark etmezdi bile belki. Ama cadı kuzeni ona inat ortalığı birbirine katıyor, temizlediği yeri pisletip kasten ona zulmediyordu.

Öğlene doğru Duru evden çıktığında Cemre'nin yaptığı gereksiz işler de son bulmuş oldu. Kuzeni süslenip püslenip kendi gibi sevimsiz arkadaşlarıyla buluşmaya giderken Cemre de zeytinliğin girişindeki dükkana geçmişti. Eniştesi her zaman kasabanın merkezindeki büyük mağazada olurdu. Kendine yaptırdığı güzel ofisinde sabahtan akşama kadar kitap defter inceler, önemli müşteriler geldiğinde onları zevkle ağırlardı. Cemre adamın kendine ait olmayan bir hayatı yalandan bir kılıfla üzerine giyinmesine tahammül edemiyordu. Sırf bu yüzden bile zeytinlikte çalışmak çok daha iyiydi.

Küçük, samimi dükkanı uzun süredir yanlarında çalışan Faruk abiyle karısı Elmas abla idare ediyordu. Ayşe Kadının çocukları Ali'yle Lale basit işleri hallediyor, her gün mutlaka dükkana uğrayan Ruhi dede tek tek her tenekeyi, her bir zeytini bir bebek misali kontrol ediyordu. Cemre sahip olduğu bu aileden de gününü onlarla çalışarak geçirmekten de bir gün olsun şikayet etmemişti. Onca yıldan sonra tenine yer etmiş zeytin kokusu ruhuna da işlemişti ne de olsa. 

"Hadi bakalım!" dedi zar zor taşıdığı koca koliyi yere bırakıp. "Yeni gelen sabunları şuraya diziyoruz şimdi."

Ali heyecanla kolinin üstüne atılmıştı. Minik oğlan işe yaradığını hissettikçe daha da çok çalışıyordu. Cemre maket bıçağıyla bandı keserken heyecanla başında bekleyen oğlana göz kırptı. "Alt raflar senin yakışıklı." dedi limonlu iki sabunu çocuğa uzatıp. "Nasıl dizeceğini gösteriyorum bak."

"Yardım lazım mı?"

Cemre arkasından gelen sese gülümsedi. Başını çevirmesine gerek yoktu. "O boyla sabun dizerek kurtulacağını sanıyorsan yanılıyorsun." dedi ve portakallı sabunları rafa yerleştirmeye koyuldu.

Burak koliye eğilip ona birkaç sabun daha uzatmıştı. "Bu dükkana ne zaman adım atsam sömürülüyorum." dedi gözlerini devirip. "Ruhi dedeyle bu konuyu konuşmanın zamanı geldi. Maaşa bağlanmak istiyorum. Öğle yemeği, yol parası ve satış yaptıkça prim."

Cemre bezgin bakışlarla arkadaşını süzdü. Her zamanki gibi Burak'ın mavi gözleri pırıl pırıl ona bakıyordu. "Kimse seni buraya gelmen için zorlamıyor biliyorsun değil mi?"

"Burada olmak için karşı konulamaz bir istek duyuyorum diyelim."

Cemre bu sözlerin ardında saklı olan ya da olabilecek tüm imaları görmezden geldi. "O halde eminim içerideki ikinci koliyi buraya taşımak konusunda da karşı konulmaz bir isteğin vardır."

"Boş ver şimdi koliyi." dedi Burak. "Seni kaçırmaya geldim. Faruk Abi gerisini halleder."

"Ben de hallederim." diye araya girdi Ali.

Burak neşeyle oğlanın saçlarını karıştırdı. "Gördün mü bak. Hadi, elindekileri bırak da çıkalım."

Cemre surat astı. Kimseyle sosyalleşecek havada değildi. "Bugün canım hiç sahile inmek istemiyor Burak." diye söze başladı. Fakat o anda aklında beliren fikir onu durdurdu. Levent'in işçilerle ilgili verdiği sevimsiz haberlerden sonra Cemre önceki geceden beri dedesine nasıl yardım edebileceğini düşünüyordu. Ama şimdiye kadar Alper Abi'den yardım istemek hiç aklına gelmemişti.

"Tamam." dedi bir anda.  "Üstümü değiştireyim hemen çıkalım."

Burak bu ani karar değişikliğine anlam veremediyse de sonuçtan mutluydu. Gerçi o Cemre yanında olduğu sürece koşullar ne olursa olsun mutluydu ya, Cemre bu gerçeği de bir kenara bıraktı. Hep yaptığı gibi... Az sonra elbisesini üzerine geçirmiş, dükkandan ödünç aldığı bisiklete yerleşmişti.

"Senin bisikletine ne olmuştu?" diye sordu Burak yola çıktıklarında. Cemre ona kayıkhanede olanları elbette anlatmamıştı.

"Hurdaya çıktı." diye geçiştirdi. "Görünmez kaza."  

Burak bu yalanı elbette yememişti, ama üstelemedi. Rüzgara karşı pedal çevirirken o da Cemre gibi sırıtıyordu. "Kestirmeden gidelim." diye bağırdı anayoldan ayrılıp ağaçların arasına dalarken. Birlikte zikzak çizerek kumsala kadar indiler. Arada Burak bilerek Cemre'nin önüne kırıyor, kızı geride bırakıp kasten sinir ediyordu.

"Boşuna uğraşma." dedi Cemre yeniden öne geçtiğinde. "Seninle yarışmasam da seni geçerim biliyorsun."

Burak biliyordu. Gözleri neşeyle ışıldadı ve "tabi canım." dedi. Söz konusu Cemre olduktan sonra yenilmek asla bir sorun olmazdı. "Kumsalda oturalım mı?" diye teklif etti ağaçların arasından sahil yoluna çıktıklarında. Cemre'nin asıl derdinden bir haberdi.

"Önce Alper Abi'ye uğrayalım." dedi Cemre. "Onunla konuşmam gereken bir şey var."

"Ne oldu? Bir sorun mu var?"

"Benim Levent'ten başka ne sorunum olabilir." diye homurdandı Cemre, ama o sırada içeri girdiklerinden sözleri havada kalmıştı. Bir an kalbi korkuyla kasıldı. Olduğu yerde durduğunu Burak'ın elini sırtında hissedene kadar fark etmemişti.

"Ne oldu?"

Cemre nasıl söyleseydi? Şey, şu Alper Abi'nin şakalaşğı çocuk var ya... İşte onu tanıyorum. Herkes tanıyor tabi, ama bizim durum biraz daha farklı. Eski bir kayıkhaneyi onun gözleri önünde yaktım ve bu sırrı bilen sayılı kişiden biri o. Üstelik...

"Cemre?"

Alper Abi'nin sesiyle Cemre daldığı kabustan uyandı. Şimdi Toprak'ın bakışları da ona çevrilmişti. Oğlanın yüzündeki şaşkınlık Cemre'nin kalbinin daha da sıkışmasına neden oldu. Daha ne yaptığını fark edene kadar onun yanına yürüyüp karşısına dikilmişti.

"Sen burada ne yaptığını zannediyorsun?"

Toprak merakla önce ona, sonra Alper Abi'ye, sonra da yanlarına gelen Burak'a baktı. "Limonata içiyorum." dedi kaşlarını kaldırıp.

"Ne oluyor Cemre?" diye sordu Alper Abi. Kızın garip davranışına bir anlam verememişti. Cemre umursamadı.

"Senin burada işin yok!" dedi doğrudan Toprak'ın gözlerine bakarak. "O züppe arkadaşlarının takıldığı yerlere gitsen iyi edersin."

Kimse, en çok da Toprak gördüğü muameleyi anlamamıştı. Önce sorgulayacak oldu, sonra şaşkınlığı geçmiş olacak kaşları çatıldı. "Sen kendinde misin?" dedi.

"Ne yapmaya çalıştığını biliyorum."

"Ne yapmaya çalışıyor muşum?"

Cemre dudağını ısırıyordu. Elbette Toprak onun herkesin içinde konuşamayacağını biliyordu. "Sen buraya ait değilsin." dedi.

Sözleri Toprak'ı bezdirmişti. "Sen kesin normal değilsin kızım." dedi ayaklanırken. "Sonra görüşürüz abi." Alper Abi'ye gülümseyip Burak'a sevimsiz bir bakış attıktan sonra yanlarından uzaklaştı.

"Kafayı mı yedin?" dedi Burak Toprak'ın kalktığı yere yerleşirken. Cemre hareketlerinin ne kadar garip göründüğünü tahmin edebiliyordu, ama kimseye gerçeği anlatamazdı. Toprak onu sinir etmek için kasten ve bilerek karşısına çıkıp duruyordu. Sakladığı sırrı her fırsatta yüzüne çarpan, patlamaya hazır bir bombaydı resmen.

"Boş verin şimdi onu." diye geçiştirdi Cemre Burak'ın yanındaki sandalyeye tırmanıp. "Yardımın lazım Alper Abi."

...........................

Hikaye nasıl gidiyor? Çizimler ve gifler hoşunuza gidiyor mu?

Yorumlarınızı bekliyorum :) Beğeni de bırakırsanız beni pek mutlu edersiniz <3

Kendi çizimlerimi takip etmek isterseniz şu sayfaya bakabilirsiniz: https://www.instagram.com/bahar_uykusu/

Sevgiler, E.Ç.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top