Bölüm 1.61
Hiçbir şey istemedim
Ne yatak
Ne oda
Ne de ev
Sen de bırak her şeyi sadece beni sev
Dizlerimde dizlerin, boynunda ellerim
Boğulur gibi yeniden her gece her gece
Doğalım mı sevgilim
Doğalım mı sevgilim
Doğalım mı sevgilim
**********
"Gerçekten ben ikinizden birini öldürmeden kesin artık!"
Cemre Leylim'in de Ece'nin de havada salladığı elbiseleri çekerek ellerinden aldı ve yatağın üstündeki tomara doğru fırlattı. "Daha fazla elbise denemiyorum!" dedi fermuarına ulaşmaya çalışırken. "Bu saçmalık bitmiştir! Finito kızlar! Hadi yallah evlerinize!"
"Allah allah! Niye saçmalık olsun ya?" diye itiraz etti Leylim yatağa oturup. Bu işi sonuçlandırmadan gitmeye niyeti varmış gibi görünmüyordu. Kendi seçimi olan gece mavisi elbiseyi yeniden eline almıştı. "Bu renk saçlarınla şahane oluyor işte."
"Ya bayılacağım şimdi!" dedi Cemre. Üzerine giydiği muhtemelen yirminci elbiseden kurtulmaya çalıştığından iki büklüm garip bir şekil almıştı vücudu. Nefes alamıyordu. "Ece çıkar beni şu şeyin içinden."
"Baş üstüne kraliçem. Banyonuzu da derhal hazır ediyoruz. Üstüne sizi pudralayıp pamuklara saracağız."
Cemre ona öldürücü bir bakış attıysa da laf yetiştirecek takati kalmamıştı. Saat muhtemelen onu geçiyordu ve yorgunluk kendini fazlasıyla hissettirmeye başlamıştı. Delice hareketli geçen müzikal seçmelerinden sonra Cemre'nin tüm itirazlarına rağmen kızlar onunla eve gelmek istemiş, odasına girdikleri andan itibaren de gardırobun önünden çekilmemişlerdi. Güya Cemre'nin asla kutlamayı düşünmediği doğum günü için kıyafet seçeceklerdi. Sanki onu herkesten iyi tanımıyorlardı da...
"Niye bu kadar abarttınız anlamadım ki?" diye söylendi Cemre eşofmanını altına geçirirken. "Gideriz sahile, bir şeyler içer muhabbet ederiz. Önden elbise seçmeler falan nedir yani?"
"Üf bozma işte kızım ya." dedi Ece. "İçimizden geldi bu defa. Şöyle bir gün süsleneceğiz sayende. Kendi aramızda kutlarız mis gibi. Şıkır şıkır, oh!"
"Hem Can da gelecek." diye destekledi Leylim. Aşkı sözlerinin her hecesine yansımış, heyecanı gözlerinde parlamıştı.
"Bence sen o kadar emin olma." dedi Cemre. "Hala gıcık davranıyor bana. Bir de üstüne Zeynep'i var tabi. Onu bırakıp gelemez şimdi o."
"Sağ ol valla."
"Pes!"
Cemre ters ters ona bakan kızlara gözlerini devirdi. Ece kollarını göğsünde bağlamış, Leylim elbiseyi bir bebek gibi böğrüne bastırmıştı. "Bu yaptığına kalleşlik denir." dedi dudaklarını abartıyla büzüp. Cemre'nin tüm aksi sözlerine rağmen hala eğleniyor gibiydi.
"Kızın duygularını resmen katlettin." diye araya girdi Ece.
Cemre başlarını dram içinde bir yandan öbür yana çeviren arkadaşlarını izliyordu sabrının son zerresiyle. Ece ellerini tanrıya yakarır gibi havaya kaldırınca daha fazla dayanamadı. "Canlarım, kuzularım, ponçiklerim...." dedi odanın kapısını açmaya giderken. "Sizleri çok seviyorum ama bende sinir minir bırakmadınız. Hadi artık gidin de yatayım... Daha bütün bu ortaya saçtıklarınızı toparlayacağım zaten. Hadi n'olur!"
"Maviyi giyeceğine söz verirsen gideriz." dedi Leylim elindeki elbiseyle yataktan fırlayıp.
"Hayır asıl bordoyu seçersen gider ve kırkıncı doğum gününe kadar bir daha asla seni rahatsız etmeyiz." dedi Ece.
"Ne bordosu ya?"
"Bordo işte, basbaya en çok o yakıştı."
"Saçmalama lütfen Ece, şu mavinin renge bak ya, bu dururken..."
"Yeter!" diye bağırdı Cemre. Yangın var diye çığırsa daha yerinde olurdu. "Tamam Allah'ın cezaları, tamam! Gecenin yarısında maviyi diğer yarsında bordoyu giyeceğim oldu mu? Hadi lütfen gidin şimdi ya!"
"Resmen kovuluyoruz." dedi Ece omuzlarını düşürüp. Gerçekten Cemre'ye alınmamıştı elbette ama rolünü güzel oynuyordu. "Elveda tatlı kız." dedi kapıyı artlarından kapamadan hemen önce. "Bordo içinde muhteşem olacaksın."
"Mavi.... Mavi.... Mavi...." diye fısıldamıştı Leylim son anda sanki Cemre'nin bilinçaltını etkilemek isterce.
"Of Allah'ım..." diye mırıldandı Cemre onların ardından odada yalnız kaldığında. Kızlar tüm iyi niyetlerine rağmen arkalarında bir enkaz bırakmışlardı. Yarın toplarım diye düşündü Cemre. O gün değil dolabını düzeltmek dişlerini fırçalamak için bile takati yoktu. Sıcaktan mayışmış, gözleri kapanmaya başlamıştı, ama arkasından aniden biri konuştuğunda tüm uyuşukluğu saniyeler içinde kayboldu.
"Allah Allah depremi de hissetmedim ama..."
"Toprak..." dedi Cemre nefes nefese. Eli delice çarpan kalbinin üstüne gelmişti. Beyni hızlı bir şekilde karşısında duran çocuğun varlığını anlamlandırmaya çalışırken gözleri az önce oda havalansın diye açtığı pencereye kaydı. Bu Toprak'ın gizlice odasına geldiği dördüncü gece olmasına rağmen Cemre hala bu duruma alışamamıştı ve her defasında paniklemeye devam ediyordu.
"Azıcık önce gelmiş olsan kızlara yakalanıyordun." dedi bu düşüncenin verdiği dehşetle zar zor nefes alarak. "Ya seni görselerdi? Böyle bir şeyi nasıl açıklardım?"
Onun aksine Toprak gayet sakin görünüyordu. "Özellikle gitmelerini bekledim ki." dedi omuz silkip. "Pek rahat olmasa da biraz ağacın dalında konaklamak zorunda kaldım o kadar."
"Sen orada oturup bizi mi izledin?" diye sordu Cemre panikle. Dehşeti her saniye daha da büyüyordu. Toprak ne görmüştü, ne duymuştu? Cemre onca kıyafeti denerken görüş açısı tam olarak neydi?
"Korkma." dedi Toprak onun yüzünün kıpkırmızı olduğunu fark etmiş olacak. "Seni röntgenleyecek kadar aşağılık değilim Çilek. İlgimi çekmedi desem yalan olur gerçi ama..."
"Toprak!" dedi Cemre öfkeyle elindeki elbiseyi ona fırlatırken, ama Toprak gülüyordu. Hem de öyle güzel gülüyordu ki sanki neşesi bulaşıcıydı. Tüm ciddi durma çabalarına rağmen sonunda Cemre de dudaklarının yukarı kıvrılmasına engel olamamıştı.
"Ee.." dedi Toprak yatağın kenarına oturup. "Hangisini giyeceğine karar verebildin mi bari?" Bir yandan birbirine karışmış elbiseleri inceliyordu.
Cemre omuz silkti. "Muhtemelen hiçbirini."
Toprak gözleriyle yatağın üstünü tararken düşünüyordu. Leylim'in çıkmadan bıraktığı gece mavisi elbisenin üzerinde kumaşı hissetmek isterce yavaşça elini gezdirdi. "Bence de bu renk saçlarınla şahane oluyor." dediğinde daha çok kendi kendine konuşur gibiydi. Cemre'nin gözleri kocaman olmuş bir halde onu izlediğini fark ettiğinde eli ensesine gitti. "Yani bana pek fark etmez. Çünkü güzel olan sensin. Ne giysen yakışıyor."
Olamaz diye içinden geçiriyordu Cemre. Toprak gerçekten de tüm o talihsiz kıyafet denemelerine şahit olmuştu. Yerin dibine geçeceğine emin olsa o an camdan kendini atardı, ama muhtemelen o yükseklikten düştüğünde sadece sakatlanıp daha çok rezil olduğuyla kalırdı.
"Neyse ne..." dedi konuyu ebediyen kapamak için. "Zaten doğum günü falan kutlamayı da düşünmüyorum." Yatağın üstünde ne kadar kıyafet varsa hepsini yere dökmüş, odanın kapısını kilitledikten sonra ışıkları kapamıştı. "Sen yatmıyor musun?" diye sordu kendi yorganın altına girdiği halde Toprak'ın hala yatağın ucunda oturduğunu fark edince. Toprak aynı anda çevik bir hareketle arkasını dönüp son birkaç gündür yatağın ona ait olan kısmına geçmişti.
"Neden doğum günü kutlamayı sevmiyorsun." dedi Cemre'ye doğru yan yattığında.
Cemre bu konuda konuşmak istemediğine emin olduğu halde Toprak ona bu şekilde bakarken kendiyle ilgili tüm sırları anlatmak istiyordu. Aynı karşısındaki oğlan gibi yan dönüp elini yastığın altına gömdü. "Ana okullarında korkunç bir gelenek vardır bilir misin?" dedi. "Doğum günü olan çocuğun annesi ve babası öğle yemeğinden hemen sonra pastayla birlikte okula gelir. Öğretmen kağıttan bir taç takar çocuğa ve onu masanın en başına oturtur. O gün tüm öğrenciler onun için şarkı söyler. Hediyeler verilir, pasta kesilir. Tüm öğrenciler o gün gıptayla bakar doğum günü çocuğuna. Hemen benim doğum günüm de gelse de ben otursam o koltukta, benim annem de yanımda kalsa derler." Cemre akmayan göz yaşlarını yutkunmak için durakladı. "Beş yaşımdan beri ben hiç öyle bir şey demedim. Ne doğum günüm gelsin istedim, ne de o koltukta yalnız başıma oturmak... Anlıyor musun?"
Toprak tek kelime etmeden eli Cemre'nin yanağına uzanmıştı. Kızın tenini okşayan parmakları gibi ıslak bakışlarıyla da onun ruhuna dokunuyordu sanki. Aralarında tek bir kelime alışverişi olmadığı halde anladığını haykırıyordu gözleri. Bir süre bu şekilde Cemre'yi izledikten sonra bir anda "Sayılı gün gerçekten çabuk geçiyormuş." dedi.
"Neden öyle dedin?"
Toprak tebessüm ettiği halde lambanın ışığında parlayan gözleri hüzünlüydü. "Hafta sonu yaklaşıyor." dedi. "Can'ın gelmesine birkaç gün kaldı."
Cemre hala anlamıştı. "Bunun nesi kötü ki?"
"Kötü değil. Sonunda onunla konuşacaksın. Seni yoran, üzen bu koca yükten kurtulacaksın. Ama..."
"Ama?" diye sordu Cemre duyacaklarından korktuğu halde. Toprak'ın sesi gecenin içinde bir ninni gibi kulaklarına dolarken iyice mayışmıştı.
"Ama bu artık geceleri seninle uyuyamayacağım anlamına geliyor çilek ve ben sensiz uykuya dalmaya hazır hissetmiyorum."
Cemre kalbinden gelen bir klik sesi duyduğuna emindi. Toprak'ı bu mesafeden izlerken, ona böylesine yakın dururken hala uzanıp dokunamıyor olmasının tek nedeni korkuydu. Hayal kırıklığı korkusu... Hayatı boyunca en sevdiği şeylerin ellerinden alınışını izlemiş biri olarak bir kez daha kalbini vermeye ve sonra onun parçalandığını görmeye hazır değildi. Hoş, o an delice atan kalbi sanki onu dinliyordu da...
"Toprak..." diye mırıldandı ama karşısındaki çocuk bir anda hareketlenince Cemre devam edememişti. "Ne oldu?"
"Cebimde olduğunu unutmuşum." dedi Toprak titreyen telefonunu çıkartırken. "Bu saatte anca Kerem arar beni."
Ama arayan o değildi. Cemre gözünü alan ışığın ötesinde önce ekrandaki sahipsiz numarayı görmüş sonra da Toprak'ın yüzündeki değişimi izlemişti. Konuşmalarına ya da birbirlerine açıklama yapmalarına gerek yoktu. Toprak'ın sertleşen hatları zaten davetsiz misafirin kim olduğunu ele veriyordu. Bu oydu... Selen... Bir kez daha, hiç hesapta yokken görünmez bir duvar gibi aralarına örülmüştü. Cemre sadece bir saniye önce uzanıp Toprak'a dokunmak istediği için, ona itiraf etmeyi düşündüğü sözcükler için o an kendinden nefret ediyordu.
Yataktan kalkmak için hareketlendiğinde Toprak uzanıp onu durdurdu. Bir şey dememişti ama delici bakışlarıyla Cemre'ye gitme der gibi bakıyordu. Diğer eliyle ekrandaki yeşil tuşa dokundu ve hoparlörü açıp telefonu ikisinin arasına yatağa bıraktı. Cemre dehşet içinde onu izliyordu. Ne yapıyordu? Ne yapmaya çalışıyordu?
Hattın ucunda kesik kesik nefes aldı biri. Selen... Ağlıyor muydu? Ağladığı Toprak mıydı yoksa canı yandığından ona sığınmak mı istemişti? İki koşulda da Cemre ona kızamazdı ki... Kendi de en zor anında çareyi Toprak'ın kollarında aramamış mıydı? Şimdi Selen eski erkek arkadaşının peşinden koşan bir zavallıysa bu durumda Cemre ne oluyordu?
"Selen." dedi Toprak düz bir sesle. Karşı taraftaki nefes alıp verişler hızlanmıştı. Cemre hemen oradan kalkıp gitmek istiyor ama Toprak'ın ne diyeceğini delice merak ettiğinden kıpırdayamıyordu. Kalbi o an Selen'inki kadar hızlı çarpıyor olmalıydı. Bir adam ve onun etrafındaki iki kadınlardı ne de olsa. İki farklı yürek de aynı dudaklardan dökülecek sözcüklerle iyileşmeyi bekliyordu o an, ama birinden birinin paramparça olacağına şüphe yoktu.
"Beni konuşmadan dinle." dedi Toprak. Sesinde Cemre'nin bildiği o yumuşak, huzur veren tondan eser yoktu. Hitap ettiği kişi Selen olsa da gözlerini bir an olsun Cemre'ninkilerden ayırmıyordu. "Tek kelime etmeden dinleyeceksin." diye yineledi. "Çünkü bilmen gereken bir şey var. Annenin başına gelenler için üzgünüm. Bana yaptıklarına rağmen başına böyle bir felaket gelsin istemezdim. Gerçekten istemezdim. Ama..." Toprak Cemre'yi durduran elini kızın saçlarına doğru kaldırdı ve ses tonuna tamamen tezat oluşturan bir şefkatle sevdi. "Artık sığınacağın liman ben olamam Selen. Benim... benim kalbimde artık bir başkası var. Bundan böyle tek bir isteğim var, o da onu mutlu etmek. Onun elini tutmak, onu görmek, onu sevmek... Anlıyor musun?"
Cemre nefes dahi alamadığından telefondan gelen cılız iniltiyi işitmişti. "Anlıyor musun?" diye üsteledi Toprak bir cevap gelmeyeceğini bildiği halde. "Bu benimle son konuşmandı Selen. İster yüz kez daha numaranı değiştir, ister gizli numaradan ara ya da mektup at fark etmez. Benim için artık sen yoksun ve ben de senin için yokum. Hepsi bu kadar."
Ve Toprak karşı tarafın cevap vermesini bile beklemeden telefonu kapattı. Cemre şok içinde onu izliyor, Toprak'sa gözlerini bir saniye bile Cemre'den ayırmıyordu. Bir süre aralarında gözle bile görünen yoğun bir sessizlik oldu. Bu arada ne Toprak elini Cemre'nin saçlarından çekmiş, ne de Cemre bakışlarını kaçırabilmişti.
"Bu neydi?" dedi sonunda konuşabildiğinde.
"Bu bir sondu." dedi Toprak düşünmeden. "Ve aynı zamanda da bir başlangıç. Tertemiz bir başlangıç..." Gözleri sanki Selen'in hayaletinin aralarından çekilmesiyle yeniden gülümsemeye başlamıştı. Elleri Cemre'nin saçlarından yanağına oradan da kalbine kaydı. "Bundan sonra olmak istediğim tek bir yer var çilek." diye fısıldadı. "Ve bunu kimse değiştiremez. Selen, o, bu, şu... Hatta sen bile..."
Cemre ona sormak istiyordu. Selen'in annesine ne olmuştu? Neden Toprak'tan yardım istiyordu? Ona ulaşmak için delice uğraşıyor, yeni yeni numaralar alıyor hatta kalkıp karşısına çıkıyordu... Neden? Bu sert konuşma gerçekten yeterli olacak mıydı? Yoksa Selen bir hayalet gibi etraflarında dolanmaya devam mı edecekti? Ve Toprak söylediklerinde dürüst müydü? Kimseye değilse bile kendine karşı...
Tüm bunları zihninin derinliklerine gömüp gözlerini yumdu Cemre. Eli hala kalbinde duran Toprak'ın elinin üzerine gelmişti. Aklındakileri sorsa da cevapları duyacak gücü henüz yoktu. O yüzden elinden gelen en iyi şeyi yaptı ve hala Toprak yanındayken onun verdiği huzurla uykuya daldı.
Yarının ne getireceğini kim bilebilirdi ki?
***********
Bölüm Sonusuuuu
Ve Toprak'tan kral harekettt!!!!
Bir yerlerde Selen adında bir kızın kalbi fena kırıldı. Bu işin peşini bu sözlerden sonra da bırakmazsa artık.... bilmiyorum. (Aslında biliyorum, ama söylemicem :D)
Zaten şu an düşünmemiz gereken daha büyük bir sorun var. Kitabın sonu kapıda. Yarının ne getireceğini hep birlikte göreceğiz :) size çok kötü bir sürpriz hazırladığımı söylemek zorundayım.
Tahminleriniz varsa paylaşmanın tam zamanı.
Kalp, kalp <3
E.Ç
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top