Bölüm 1.59
Tam şu an, burada, neredeyse aşkı bilir gibiydik...
*******
But right here in each others arms
We almost, we almost knew what love was
But almost is never enough
*******
Cemre kendini yatağa bırakıp soluklandı ve gururla eserine baktı. Tam iki saattir delice odasını temizlemeye çalışıyordu. Önceki gece yarattığı depremin etkilerini silmenin bu denli zor ve yorucu olduğunu ön görebilse belki sinirini kontrol etmeye çalışırdı. Parçaladığı kitapları, yırttığı kıyafetleri ve ortalığa saçtığı kalemleri toplamak nispeten kolaydı. Cam kırıklarını, özellikle de bin bir parçaya ayrılmış aynasını temizlemek ise düşündüğünden zahmetli olmuştu. Neredeyse bir dahaki öfke atağında etrafta bardak çanak olmamasına dikkat edecekti Cemre. Tükenmişti.
Çöp torbalarını hala ona kızgın olan Ayşe Kadın'a görünmeden bahçeye çıkardı ve sonra kendini banyoya attı. Ev insanı huzursuz edecek kadar sessizdi o gece. Ayça odasına kapanmış, Duru ve Levent henüz eve dönmemişti. En garibiyse dedesi yine ortalıklarda görünmüyordu. Şu miras olayını açıkladığından beri onunla oturup konuşma fırsatı olmamıştı Cemre'nin. Gerçi bu konuda kafa yormak istediğini de sanmıyordu ya. Daha ortada bir şey olmamasına rağmen hem Can'la tartışmış hem de Levent'in ahtapot kolları boynuna dolanmıştı. Hiçbir şeyde gözü yoktu Cemre'nin. Biraz huzur, biraz uyku dışında...
Suyun altında gözlerini kapatıp o sabahki gibi yağmurun şarkısını dinlediğini hayal etti. O gün ikinci kez yıkanıyor olmaktan rahatsız değildi. Damlalar teninden akarken şefkatle bedenini okşuyordu. Sanki her an gerçek biraz daha uzaklaşıyordu ondan. Yıllar önce yaşanmış gibiydi daha o sabah gördüğü kabus. Uçurumun dibinden onu çekip çıkaran beyaz atlı prensi olmasa şimdi nerede olurdu acaba? Ya da hala var olabilir miydi?
Cemre ağzına sıcak çikolata tadı gelince keyifle yutkundu. Ne garip bir histi bu kalbindeki. Bir an yerin dibindeyken ertesi an gökyüzünde uçarken bulabiliyordu insan kendini. Delice titreyerek izlediğin bir korku filmini kapatamamak kadar hastalıklı bir duyguydu. Ateşi çıkmadığı halde sanrılar görüyor, Toprak'ın gülüşü bir an olsun gözünün önünden gitmiyordu. Onun kollarındayken nasıl hayatta kalmayı başarabilmişti bilmiyordu bile.
Kızgınlığı geçmiş miydi? Emin değildi. Selen'i kafasından atabilse uzanıp Toprak'ı öpmeye cesaret edebilir miydi? Söyleyemezdi. Garanti olan tek şey kalbini acıtacak kadar sızlatan o adı konmamış histi. Toprak ona her dokunduğunda gerilen teni, sızlayan derisi ve acıyan bedeni hayatının yeni gerçekliği olmuştu. Özlüyordu.
Havluya sarınıp aynanın karşısına geçtiğinde korkunç göründüğünü düşündü. Bu halde mi durmuştu Toprak'ın karşısında yani? Morarmış göz altları, rengi atmış teni ve yorgun bakışlarıyla bir kayıptı. Böyle bir günün ardından hala insana benziyor olması bile şaşırtıcıydı belki ama Cemre yine de anlamıyordu. Etrafta onca kız varken Toprak neden onunla uğraşıyordu? Cemre hastaydı. Cemre arızaydı. Cemre hayatında onun karşısına çıkabilecek en sorunlu insandı belki de. Yine de...
Odasına dönüp onu sıcak tutacak tüylü bir kazak ve pijama altı giydi. Yorganın içine girdiğinde gözleri kapanmaya başlamıştı ama uyuyabileceğini sanmıyordu. Aslına bakılırsa gece lambasını kapatmaya bile cesareti yoktu. Komodinde duran kitaba uzanıp acıyan gözleriyle kelimelere odaklanmaya çalıştı. Yarım saatin sonunda hala aynı sayfaya boş boş baktığı halde kitabı bırakamıyordu. Uyuyamazdı Cemre. Bir daha kendini kaybedeceğini bile bile uyuyamazdı.
Gözleri odayı dolaşırken işine yarayabilecek bir şeyler aradı. Kapıyı zaten kilitlemiş, anahtarı vazonun içine atmıştı, ama bunun işe yaramayacağını biliyordu. Önceki gün de kapısı kilitli olmasına rağmen gözlerini uçurumun kenarında açmıştı ne de olsa. Belki bileğini yatağa bağlamayı deneyebilirdi. Ya da ayaklarını sıkıca birbirine tutturup bu düğümden kurtulamayacağını umabilirdi.
Cemre sıkıntıyla iç geçirip başını yatağın sırtına yasladı. Korkmasına rağmen ilk kez gerçekten Can'la konuşması gerektiğini hissediyordu. Bu şekilde ne kadar daha yaşayabilirdi ki? Her gece öncekinden yaratıcı bir çözüm de bulsa eninde sonunda bela onu ya da o belayı bulacaktı. Bir başkasındansa kendine zarar vermeyi bile tercih edecek kadar zavallı bir haldeydi.
Gözlerini yumup onu bu çıkmazdan kurtaracak bir çözüm için sessiz bir dua savurdu. Yardıma ihtiyacı vardı. Çok büyük bir yardıma... Aynı anda kucağındaki telefon titreyince gözlerini açıp merakla ekrana bakmıştı. Birkaç harfin bir araya gelip ona böyle bir kalp çarpıntısı yaşatması ne kadar garipti. Toprak'tan gelen mesajı parmakları titreyerek açıp yüzünü buruşturdu.
Camı aç Juliet.
Ne demekti bu? Cemre şaşkın şaşkın telefona bakarken penceresinden gelen sesle yerinden sıçradı. Yanlış gördüğüne yemin edebilirdi. Kesinlikle bu oluyor olamazdı. Toprak diye düşündü üzerindeki örtüyü fırlatırken. Pencerenin önüne koşup açmasıyla oğlanın yüzü bir hayal olamayacak kadar net bir şekilde önünde duruyordu. Cemre'nin de evden gizlice kaçmak için sık sık kullandığı ağacın dallarına tünemişti şimdi.
"Romeo hiçbir zaman balkona tırmanmamıştı değil mi?" dedi tutunduğu daldan pencereye uzanıp. "Şimdi nedenini anladım."
"Ne yapıyorsun burada?" dedi Cemre dehşet içinde. Toprak tamamen içeri girdiğinde kilitli olduğunu bildiği halde ardındaki kapıya bakmıştı.
"Dışarısı çok soğuk." dedi Toprak pencereyi kapatıp. Sesini özellikle alçak tutmuştu, ama gözlerinde korkunun esamesi okunmuyordu.
Cemre hala onun karşısında olduğu gerçeğini kabullenememişti. "Burada ne yapıyorsun?" dedi yeniden. "Ya biri seni görseydi?"
"Kimse beni görmedi. Üstelik sana söylemiştim. Bir daha yalnız uyumayacaksın Çilek. En azından biz bu sorunu çözene kadar."
"Delirdin mi?" dedi Cemre dehşet içinde. Bağıramadığından paniği içinde patlamıştı. "Ne yapacaksın, her gece gizlice odama mı sızacaksın?"
"Evet." dedi Toprak omuz silkip. Cemre'yi şok içinde bırakıp yatağa doğru ilerlemişti. Hala sabahki eşofmanları içindeydi. "İlk kez odanı görüyorum." dedi gözlerini etrafta gezdirirken. "Tam tahmin ettiğim gibi."
"Nasılmış tahminin?"
Toprak'ın gamzeleri belirginleşti. "Senin gibi sade. Abartısız. Doğal. Ve çok güzel."
Cemre kızardığı belli olmasın diye başını eğdi. Toprak bunu kasten yapıyor, resmen onunla oynuyordu. "Burada kalamazsın." dedi konuyu değiştirmek için. "Biri gelebilir. Hatta biri kesin gelir ve seni görür. Kimseye açıklayamam bu durumu."
"Bunu tartışmayacağız Cemre. Kalıyorum."
"Toprak delirdin mi sen?"
"Kalıyorum." dedi Toprak ona bakıp. Gözlerindeki kendinden emin ifade bulabileceği tüm bahaneleri Cemre'nin ağzına tıkmıştı. Yatağın karşısındaki duvarda duran tekli koltuğa gidip "Burada uyuyabilirim." dedi. "Ya da yerde yatabilirim. Senin için hangisi daha uygunsa..."
"Hiçbiri uygun değil." dedi Cemre yanına gidip. Bağıramadığından olabildiğince ona yaklaşmak istemişti, ama şimdi o kadar da doğru bir karar vermediğini düşünüyordu. Toprak onu böyle izlerken nasıl aklını toparlayıp kendini savunabilirdi ki? Aralarındaki elektriği gözle bile görebilirdi dışarıdan bakan biri. An be an birbirlerine çekiliyorlar, bedenlerinin sıcaklığında eriyorlardı.
"Sanırım sana en uzak köşeyi bulsam en güvenlisi." dedi Toprak sonunda sesli bir nefes verip. Eli Cemre'nin yanağına uzandıysa da son anda kendine engel olmuştu. "Hadi." dedi yatağın yanına gidip. "Gözünden uyku akıyor. Yatma vaktin gelmiş de geçiyor bile."
Örtüyü düzeltip başıyla işaret etmişti. Yine yapıyordu işte. Bir kez daha tüm duvarları yerle bir edip kapıları kırıyordu. Cemre tüm dünyaya kafa tutabilecekken nasıl oluyorsa bir tek onunla mücadele edemiyordu. Pes edip sonunda yatağa oturduğunda zorla uyumaya gönderilen minik bir kız çocuğu gibi dudaklarını aşağı sarkıtmıştı.
"O koltukta uyuyamazsın." dedi. "Yer buz gibidir zaten. Burada kalamazsın Toprak."
"Kalabilirim." dedi Toprak onun üzerini örtüp. "Senin için her şeyi yapabilirim. İnan seni uyurken izlemek göze alacağım şeyler arasında en güzel olanı."
Cemre Toprak üzerine eğilip başının üstüne tatlı bir öpücük kondururken nefes almadan bekledi. Hata yaptığını bildiği halde bir kez daha kalelerini yıkmak üzereydi. Kalbindeki buzlar çözünürken soğukluğu içini yakıyor, yine de umursamıyordu. Toprak arkasını dönmüş giderken son anda bileğinden yakalayıp onu durdurmuştu.
"Burada yatabilirsin." dedi kendini de şaşırtarak. "Yani şu köşede. Bana dokunmamak koşuluyla."
Toprak gülüşü yüzüne yayılırken başını sallıyordu. "Karşı koyması imkansız bir teklif. Ama buna gerek yok Çilek. Hadi uyu artık. Tatlı rüyalar." ve Cemre'nin yanağını okşayıp uzaklaştı.
Cemre neden şansını zorladığını bilmiyordu. Susması gerektiğine bu kadar emin olduğu halde dili kontrolünden çıkmış, kalbinin eline geçmişti. "Lütfen." dedi ateşle oynadığını bile bile. "Yanımda kal."
Sesindeki tını mı Toprak'ın ona böyle bakmasına neden olmuştu yoksa sözleri mi Cemre bilmiyordu. Ama az sonra Toprak başka bir şey söylemesine izin vermeden yatağın diğer yanına oturmuştu. Cemre'yi kendine çekip göğsüne bastırdı ve kollarıyla sıkıca sardı. "Sen beni hiç dinlemiyor musun?" dedi. "Sen beni kovalasan da ben yine senin yanında kalırım. Seni huzursuz etmek istemiyorum. Hepsi bu."
Cemre bir şey diyememişti. O an sadece gözlerini kapamak ve kalbini eriten bu kokuda kaybolmak istiyordu. Toprak onu bırakmayacak, kimsenin durduramadığı canavarları elleriyle boğmak için yanında kalacaktı. "Her gece mi geleceksin?" dedi Cemre bu durumu ne kadar kolay kabullendiğine şaşırıp. Sözleri Toprak'ı da güldürmüştü.
"Sen beni içeri aldığın sürece evet Juliet." dedi. "Yalnız ön kapıdan beni sokmanın bir yolunu bulursan hayır demem. En son ne zaman ağaca tırmanmıştım bilmiyorum. İtiraf ediyorum biraz zorlandım."
"Artık şehirde değilsin. Bunlara alışsan iyi olur."
Toprak yine güldü. "Her şeye bir cevabın var."
Gerçekten de vardı. Bir tek Toprak'la ilgili soruların üstesinden gelemiyordu Cemre. Uykunun kollarına doğru kaydığını hissettiği halde o anı biraz daha uzatmak için çırpınıyordu. "Ya Selen geri gelirse?" dedi gözleri kapanmadan hemen önce. Rüya gördüğüne emindi. Rüya görüyor olmak zorundaydı. Böyle bir şeyi nasıl ve neden dediğini kendine bile açıklayamazken Toprak'la yüzleşecek gücü yoktu. Alnında yumuşacık bir dokunuş hissettiğinde daha fazla yorgunluğuna direnemedi ve ruhunu başka rüya görmediği, karanlık bir geceye bıraktı. Toprak bir şey dediyse de duymamıştı. Önemi de yoktu. O an, o sıcacık an bunları düşünmek için fazlasıyla bulunmazdı.
Güneş henüz yükselirken yanağında hissettiği dokunuşla gözlerini açtı. Hastalığın nüksetmediği zamanlar nasıl doya doya uyuyorduysa önceki gece de öyle uyumuştu. Deliksiz, kesintisiz, şüphesiz, bir melek gibi... Toprak hemen yanı başında sanki hayatında gördüğü en güzel şeye bakar gibi onu izliyordu. Ne kadar garip bir çocuktu böyle? Ne büyük, ne güzel bir kalbi vardı...
"Kimse görmeden Romeo'nun gitmesi lazım." demişti Cemre'nin saçlarını okşarken. Kalmak istediği sözlerinin her hecesinden belliydi. Verdiği sözü tutup Cemre'yi öpmemek için dudağını ısırıyordu. Sonunda sesli bir nefes verip yerinden kalktı ve pencereyi açıp son kez gülümseyerek arkasına baktı.
"Gece görüşürüz Çilek."
*****
Bölüm Sonusuuu
Yeni yıla bir kala bence çok güzel bölüm oldu :) Yazarken mutlandım resmen. Ya siz? Allah hepimize böyle bir Romeo versin dediyseniz tam da buraya şöle güzel bi emoji bırakın bakalım.
Sevgiler, öpücükler, çilekli güzel günler*)
E.Ç.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top