Bölüm 1.52


Eğer o olsaydı, bilmez miydim?

But if it was true, if it was you
Don't you think, don't you think I would know?
Amnesia: every memory fades away till it's gone
Where did you go?
Amnesia: everything to nothing
No 'we' anymore, she's a stranger that I used to know

..........................

Nefes al. Nefes ver.

Hayat bundan ibaretti işte. Bilinçsizce başladığın ve şuursuzca son verdiğin her an sonsuz opsiyona bölünürken sen yaptığın tercihlerin yükünü sırtlayarak bir noktadan ötekine ulaşmaya çalışıyordun. Ne başına gelenler zamanın akmasına mani oluyordu ne de sen takılı kalabiliyordun bitmesin dediğin anda. Değişmek göz kırpmak gibiydi. Her şey eviriliyor, sen başkalaşıyordun o kısacık karanlıkta. Işık bir ten mesafesindeydi aslında ya renkler sürükleniyor, gündüzler geceye dönüyordu her uykuda. Ve yaşam bu denli fütursuzca devam ederken insan duruyor, insan izliyordu uzaktan. Elleri bağlı, gözleri kapalı, dili tutuktu. Emanet bir bedenin içinde, sonsuz bir aleme karışmayı umuyordu ruhu. Bir gün son nefesle birlikte yokluğa akacak, o an geldiğinde tüm tercihler birleşip tek bir çizgi olacaktı.

Kader...

İşte bu çizgiye böyle diyordu insanlar. Toprak onun adına kurgulanmış bir hayatı yaşama düşüncesinden oldum olası rahatsız olmuştu. O ana kadar defalarca kez yolun dışına çıkmaya çalışması bundandı. İçinde bulunduğu andan kurtulabilirse hayatına istediği gibi devam edebileceğini biliyordu. Bir kez kaderi yenmeyi başarmıştı. Sahi başarmış mıydı? Öyleyse neden şimdi de aynısını yapamıyordu? İçine sıkıştığı anın duvarlarına çarpa çarpa her yanı morarmış, ona rağmen devam etmenin tek bir yolunu bulamamıştı. Belki de ilk kez kaderini kabullenmekten başka çaresi olmadığını hissediyordu. Geçmişi de geleceği de kapanmış, sapabileceği tüm yollar tutulmuştu.

Derin bir nefes alıp ellerini dizlerine koydu. Kalbi kulaklarında atıyor, ciğerleri göğüs kafesini parçalamak istercesine tenini zorluyordu. Koşuya çıkalı bir saati geçiyor olmalıydı ve hala enerjisinin onda birini bile atamamıştı. Bir fabrika gibi çalışan beyni durmak isteyen bedenini yok olmanın eşiğine doğru sürüklüyordu. Doğrulup tişörtüyle gözlerine giren terleri sildi ve o gün hiç olmadığı kadar öfkeli görünen denizi izledi. Esen rüzgar Toprak'ın tüylerini diken diken etmişti. Biraz daha hareket etmeden kalırsa hastalanacağını biliyordu. Umurunda değildi. 

Yeniden koşmaya başladığında dinlediği müziği de değiştirmişti. Şimdi Justin Timberlake'ten Amnesia çalıyordu kulaklarında. She is a stranger that I used to know diye tekrarladı Toprak düşüncelerinde. Bir zamanlar tanıdığı bir yabancıydı sadece o. Tıpkı şarkının dediği gibi... Hatırlamıyordu Toprak. Hatırlamak istemiyor, bu lanetle yaşamaya katlanamıyordu. Onu bu buhrandan kurtarabilecek tek ilacı bulduğunu zannetmişti. Çilek tadında, bahar kokulu bir rüyaydı onu kaderin değişebileceğine inandıran. Oysa aynı çizgide ilerlemeyi sürdürüyor, yolun sonu sanki her an biraz daha uzaklaşıyordu.

Kime daha kızgın olduğunu bulamamıştı. Onu karanlığa sürükleyen Selen'den nefret etmesi yerinde olurdu. Burak'a indirdiği yumrukla zaten sinirinin bir kısmını çıkarmayı başarmış, geriye acımayla karışık kekremsi bir duygu kalmıştı. Cemre'yi anlamaya çalışıyor, yine de kızın balo salonundan koşarak çıkışı aklına geldikçe öfkelenmeden edemiyordu. Sonunda her şeyin baş nedeni olarak suçu kendinde yüklemeye karar vermişti. Selen'i hayatına sokan da bir türlü çıkaramayan da oydu. Cemre'nin aklındaki soru işaretlerini bile bile kıza elini uzatmış, daha kendi attığı adımın arkasında duramazken ondan kararlı olmasını beklemişti.

Toprak çığlık atmak istiyordu. Ne kadar uzağa giderse gitsin, ne kadar hızlı koşarsa koşsun içindeki zehirden kaçmanın yolu yoktu. Yağmurun hafif hafif çiselemeye başladığını fark edince başını gök yüzüne çevirdi.  Bu önceki günkü gibi şiddetli bir sağanak değil, tatlı bir serpintiydi. Fırtınadan geriye kalan süprüntüleri temizlemek için göndermişti tanrı belli ki. Belki Toprak'ı karanlık düşüncelerinden de arındırırdı. Belki huzur verirdi hiç hesapta yokken. Belki Toprak o an Cemre'yi görmemiş olsa yağmurun kalbindeki sancıya bir faydası olurdu.   

Toprak istemsizce yavaşladı. Başlarına geçirdikleri kapüşonlara rağmen Toprak denize karşı oturan iki kızın Ece ve Cemre olduğunu biliyordu. Zaten Cemre'nin şapkasının altından kurtulan saçları rüzgarda bir bayrak gibi dalgalanırken Toprak'ın onu tanımaması mümkün değildi. Kızlar bisikletlerini yanlarına devirmişler, çiseleyen yağmura rağmen denizi izliyorlardı. Henüz onu fark etmediklerinden bakışları düşen damlalarla kımıl kımıl olan denizin üzerindeydi.

Toprak bu şekilde kalmak ve kimse onu fark etmeden Cemre'nin buruk gülüşünü izlemek istiyordu. Geriye kalan her şeyi bir kenara bırakabilse tam bu anda huzuru yakalayabilirdi. Adada Cemre'yi uyurken izlediğinde hissettiği mutluluk şimdi asırlar öncesine aitmiş gibi geliyordu. Aynı kız, aynı güzel yüzüyle, aynı şekilde karşısındaydı yine, ama sanki şimdi buğulu bir cam duvar örülmüştü aralarına. Toprak bakıyor, Toprak görüyor ama o huzuru bulamıyordu.

Ve o an, o duvar tuzla buz oluverdi. Cemre başını çevirmesiyle Toprak'ı fark etmiş, gözleri umutla büyürken dudakları aralanmıştı. Kapüşonu düştüğü halde tepki veremedi. Bakışları Ece'nin dikkatini çektiğinden az sonra o da Toprak'a dönüp gülümsemişti. İşte Toprak henüz buna hazır hissetmiyordu. Başıyla selam verip koşmaya devam etmeyi düşünürken Ece'nin havaya kalkan eli tüm planını mahvetti. "Toprak!" diye seslenmişti kız. Cemre merakla vereceği karşılığı beklerken Toprak'ın devam etmesi imkansızdı. Yavaşlayıp kızların önüne geldiğinde durdu ve kulaklığını çıkardı.

"Maratona mı hazırlanıyorsun?" diye takıldı Ece.  Havada hissedilen gerginliği dağıtmaya çalışıyordu. Daha Toprak bir karşılık veremeden "Ayy!" dedi heyecanla telefonuna bakıp. "Leylim'i unuttum. Cemre sen iki dakika burada bekle, ben hemen geliyorum."

"Leylim neden kendi gelmiyor ki?" dedi Cemre saf saf.

Toprak elbette Ece'nin yapmaya çalıştığını anlamıştı. Ayaklanırken suratında oluşan sırıtış kızın tüm planını ele veriyordu. "Elleri doluymuş ya, yardım edeceğim." diye bağırdı uzaklaşırken. "Sen bekle işte, geleceğiz hemen. Görüşürüz Toprak!"

Toprak bakışlarını Ece'den Cemre'ye çevirdi. Kızın içinden küfrettiği öyle belli oluyordu ki bu haliyle yine dünyadaki en sevilesi varlığa dönüşmüştü. "Sen öyle çok durma bence." dedi çekinerek Toprak'a baktığında. "Terli terli hasta olursun. Yağmur da çiseliyor."

Haklıydı. Sadece hastalık konusunda değil, Toprak'ın daha fazla orada durmaması gerektiği konusunda da... Konuşmak için çok erken, yaşananları geri almak için çok geçti. Buna rağmen Toprak kendini kumların üzerine, Cemre'nin hemen yanına bırakmıştı. Dizlerini karnına çekip kollarını üzerine yerleştirdi. Rüzgar şimdiden tüylerini diken diken etse de soğuğu hissetmiyordu.

"Kesin hasta olacaksın." dedi dikkatle onu izleyen Cemre. Hemen sonra boynundaki şalı çıkarıp uzatmıştı. "Bunu sırtına al bari." 

Toprak itiraz etmeden siyah kumaşı ensesine yerleştirdi. "Teşekkürler."

"Neden bu soğukta koşuyorsun?"

"Sen neden bu soğukta burada oturuyorsun?"

Cemre bir şey demeden önüne döndü. İkisinin de kendilerince sıkıntılarından kurtulma yöntemleri vardı ve ikisi de o an orada olmalarının nedeninin birbirleri olduğunu biliyordu.

"Burak nasıl?" diye sordu Toprak gözlerini denizden ayırmadan. Cemre'ye söyleyebilecek onca sözü varken neden bunu seçmişti, bilmiyordu.

Cemre sıkıntıyla nefes verip "Bilmiyorum." dedi. O da Toprak yerine ufka bakıyordu. "Onunla konuşamadım. Bir daha da konuşabilir miyiz onu da bilmiyorum. Her şeyi mahvetti."

Toprak yan gözle Cemre'ye baktı. Kızın bunları söylerken yaşadığı acıyı gözle görebiliyordu. Uzanıp elini tutmak istediyse de kendine engel oldu. "Çaresizce çırpınıyor." dedi önüne döndüğünde. "Seni kaybettiğini düşündüğü için saçmalıyor sadece. Öyle olmadığını anladığında aranız da düzelir merak etme."

Cemre şimdi kaşlarını çatmış ona bakıyordu. "Ona kızgın değil misin?" diye sordu kuşkuyla.

Toprak ne diyebilirdi ki? Hele de hayatta kendi dahil herkesten nefret ettiği bir anda... Sıkıntıyla nefes verip "Bilmiyorum." dedi dürüstçe. "Sanırım değilim. Yani yaptığı şey için kızgınım tabi ama onun yerinde olsam belki ben de aynı davranırdım. Aşık olduğu kadın için savaşıyor sadece. Bunun için de ona kızamıyorum."

"Ama bana kızgınsın." dedi Cemre. Doğrudan Toprak'ın gözlerinin içine bakıyordu.

"Bunu nereden çıkardın şimdi?"

Cemre başını önüne eğince perçemleri yüzüne döküldü. "Onun peşinden gittim. Seninle kalmam gerektiği halde gittim ve seni yalnız bıraktım."

Toprak o ana kadar kendini tutmuş olsa da daha fazla Cemre'ye dokunmadan duramadı. Kızın yanağını hafifçe okşayıp çenesinden tuttu ve başını yukarı kaldırmaya zorladı. "Sana kızgın değilim çilek." dedi. "Olanlara üzülüyorum, evet, ama sana kızmıyorum. Aslında..." Toprak elini çekip önüne dönmüştü. "Tüm bunlar için sadece kendime öfkeleniyorum. Olacakları zaten biliyordum. Kafanı karıştırmak asla istemedim. Burak'la aranda bir sorun olmak da istememiştim. Daha ilk gün bunu söyledim sana. Beni öptüğünde sana dur diyebilseydim..." Toprak yutkundu ve Cemre'ye gülümsemeye çalıştı. "Diyemedim. Senden uzak kalamadım. Kafandaki soru işaretlerini bile bile sana daha da bağlandım."

"Toprak..."

Toprak bileğinde Cemre'nin elini hissetse de söyleyeceklerinden vazgeçmeyecekti. Baş parmağıyla kızın tenini okşarken onun yüzüne bakmamaya çalışıyordu. Gözlerinden süzülen yaşlar Cemre'nin dudaklarına doğru ilerlerken bu görüntüyle yüzleşmeye cesaret edememişti. "Burada olduğumu biliyorsun." diye mırıldandı. "Senin için hep burada olacağım. Ne zaman bana ihtiyacın olursa... Ama... Hayatında başka bir yük, bir seçim olmak istemiyorum. Kafandaki bir karışıklık olarak yanında kalamam Cemre. Senden hemen şu an bir karar vermeni de isteyemem. Bu adil olmaz. O yüzden de..."

Cemre panikle elini çekince Toprak devam edemedi. Kızın yüzündeki şok bu sözleri duymayı beklemediğini gösteriyordu. Titreyen elleriyle acelece yüzündeki yaşları silip "Tamam o zaman." dedi Cemre. Sesindeki tını patlamak üzere olan hıçkırıklarını saklıyordu. Apar topar ayaklanıp üzerindeki kumları silkeledi. "Gidip... gidip kızlara bakmam lazım." derken gözleri kendi üzerindeydi. Dudakları delice sallanıyordu. Amacı asla bu değildi, ama Toprak onu utandırdığını biliyordu. Cemre kalbini ona açtığı gibi kimseye açmamış, şimdiyse güvendiği dağ başına yıkılmıştı. Kendinden nefret ettiği sıktığı yumruklarından görünüyordu.

"Cemre..." diyebildi Toprak ama doğrulana kadar kız çoktan bisikleti de alıp arkasını dönmüştü.

"Şal sende kalsın." derken sesi neredeyse duyulmamıştı. Kaçıyordu. Hızlı adımları bir süre sonra koşuya dönmüş, pembemsi saçları bir sihir gibi ardında asılı kalmıştı.

Toprak bir süre onu izleyip ayakta duracak gücü kalmadığını fark edince olduğu yere çöktü ve gözlerini kapadı. Başını bacaklarının arasına gömmüş, ellerini ensesinde birleştirmişti. Hıçkıra hıçkıra ağlamak istediği halde gözünden tek damla yaş gelmiyordu. Konuşmaya başlarken bu şekilde sonuçlanacağını düşünmemişti. Tek isteği Cemre'yi rahatlatmak, aklındaki soruları cevaplayabilsinler diye ikisi için de zaman kazanmaktı. Kendi kafası ne kadar karışıksa Cemre'nin de öyle olduğunu biliyordu. Selen'in sesi hala zihninde yankılanırken Cemre'den Burak için bir karar vermesini beklemek haksızlık gibi gelmişti.

Kendini kandırıyordu. Ne o an ne de sonrasında eve yürürken rahatlamasını sağlayacak bir teselli bulabilmişti. Kendi elleriyle Cemre'yle kurduğu hayali yıktığını biliyordu. Üstelik bunun için Burak'ı bahane edecek kadar aşağılık bir insana dönüşmüştü. Cemre'yi herkesten korumaya çalışırken ona en büyük zararı verdiğini bile bile hayatına nasıl devam edecekti?

Edemiyordu. Bütün günü evde Su'yla oynayarak ve kafasını alakalı alakasız şeylerle meşgul etmeye çalışarak geçirdi. Özellikle o gün babasına katlanamayacağını bildiğinden kardeşinin oyun odasında saklanmak en doğru tercih gibi gelmişti. Su kucağında uyuya kaldığından bir süredir televizyonda oynayan çizgi filmi tek başına izliyordu. Farkında değildi. Annesi odanın kapısından başını uzatıp haline gülene kadar kolunun altında pelüş bir ayıcık tuttuğunu bile fark etmemişti.

"Çok şekersiniz." diye takıldı annesi yanlarına oturup. Bir melek gibi Toprak'ın dizlerinde uyuyan Su'yun saçlarını okşarken mutluluğu yüzünden okunuyordu. Sıcacık bakışları Toprak'a çevrildiğinde kolunu koltuğun sırtına yaslayıp ona dönmüştü.  "Anlat bakalım." dedi.

"Ne anlatayım anne?"

Kadın oğlunun yüzüne düşen perçemlerini geri taradı. "Hafta sonunu neden bu odada saklanarak geçirdiğini elbette."

"Saklanmıyorum." dedi Toprak. Annesinin ilgisinden kurtulmak için kumandayla oynamaya başlamıştı. "Dinleniyorum sadece."

"Dün gecen pek iyi geçmedi herhalde."

Toprak anılardan kurtulmak için gözlerini kapadı. Ne Cemre'nin mavi elbisesi içindeki ışıltısını unutabiliyordu ne de Selen'in hüzünlü sesini. "Okul partisiydi işte." diye geçiştirdi. Annesinin onu izlediğini bildiği halde kadına bakmaya cesaret edemiyordu.

"Cemre'ydi değil mi adı?"

Toprak başını salladı. "Cemre'ydi."

"Peki siz şimdi..."

"Anne..." dedi Toprak sıkıntıyla nefes verip. "Sadece partiye gittik. O kadar, tamam mı? Büyütecek bir şey yok."

Annesi yalandan yüzünü buruşturmuştu. "Durum o kadar ciddi yani?"

"Ne demek şimdi bu?"

"Şu haline bak." dedi annesi gülerek. "Seni Su'yun yanında saklanmaya itecek kadar çarptıysa bu kız vay halimize." Toprak elinde olmadan gülümsedi. "E, güzel olmuş muydu bari?"

Maalesef demek istedi Toprak. Maalesef Cemre aklından çıkartamayacağı kadar güzel olmuştu ve bu hiçbir şeyi kolaylaştırmıyordu. "Durum biraz karışık anne." dedi Toprak konunun kapanmasını umarak. "Düşündüğün gibi bir şey değil yani."

"Başka bir oğlan mı var?" dedi annesi çat diye. Bazen Toprak onun zihin okuyabildiğini düşünürdü. Tıpkı şimdi olduğu gibi...

"Başka bir oğlan, başka bir kız, başka başka insanlar..." diye mırıldandı yeniden televizyona dönüp. O kadar çok başka vardı ki Cemre'yle aralarında. Düşünmek bile yoruyordu Toprak'ı. Annesi de işin ciddiyetini anlamış olacak esprili halinden uzaklaşıp başını oğlunun omzuna koymuştu.

"Aşka giden yol ne kadar karışık olursa olsun kalp her zaman sapacağı yönü bulur." dedi. "Sen yeter ki onu dinlemekten vazgeçme."

Toprak yanağını annesinin saçlarına yasladı. "Ben onu dinliyorum da onun beni dinlediğinden pek emin değilim." dedi sıkıntıyla.

Sözleri annesini güldürmüştü. "Olay da bu ya yakışıklı oğlum benim. Senin susman, onun konuşması gerekiyor. Mantıklı düşünmeye çalışarak aşık olamazsın. Aşıksan da mantıklı düşünemezsin. Bırak kendini. Bırak o seni yönlendirsin."

Belki annesi haklıydı. Belki de Toprak gerçekten her şeyin en doğrusunu yapmaya çalışmaktan vazgeçmeliydi. Her denemesinde başarısız olmuyor muydu zaten? İşleri düzeltmeye çalıştıkça daha da eline yüzüne bulaştırmıyor muydu? Sesli bir nefes verince elinin üzerinde annesinin dokunuşunu hissetti.

"Zamana bırak" dedi annesi onu yanağından sıcacık öpüp. "Göreceksin tüm cevaplar sen sormadan sana gelecek."

Umarım diye düşündü Toprak. Zaten zamandan başka neyi vardı ki? Çaresiz bekleyecek, kendi elleriyle yıktığı geleceğinin de kalbinin de zamanla tamir olmasını izleyecekti.

---------

Bölüm Sonu

Ah be Toprak... diyebilir miyiz? İşler daha nasıl sarpa sarabilirdi? Cemre'nin aklının bir yarısı Burak'ta, Toprak'ınki Selen'de... Nasıl olacak bu aşk durumları?

Hadi bana yazın da bu çocukları bir güzel çekiştirelim :)

Öpüyorum.

E.Ç.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top