Bölüm 1.5
Nefes al, içinde tut, devam et, yeniden başla. Bırak gitsin, geçmişe sarılmak için hiçbir nedenin yok ki...
*******
Breathe in, hold it hold it
Go on, begin
To let go, cause there's no
Reason
*******
Koca bir gün kapkaranlık bir tünelin içinden akmaya devam ediyor, Toprak camdan başını uzatıp yolun sonundaki ışığı görmeye dahi çalışmıyordu. Salonda misafirlerle oturmuş, hava almak için bahçede dolanmış, mutfağa kaçmış, Su'yun odasında saklanmış ve tekrar tekrar kendini aynı köşeden etrafında kontrolsüzce akan dünyayı izlerken bulmuştu.
Ne çevresini saran sahte hüznün bir parçası olabilmiş ne de özgürlüğüne uçmayı bekleyen içindeki kuşu serbest bırakabilmişti. Babaannesiyle yaptığı veda konuşmasından sonra hayatının neredeyse tamamına hakim, karanlık bir dönemin sona erdiğini biliyor; yine de yeni yaşamına uzanan o ilk adımı atamıyordu. Farkında olmadan bilmem kaçıncı defa dağıtılan çaylardan aldı ve midesinden gelen isyan çığlıkları eşliğinde etrafı izlemeye devam etti. Kendi düşüncelerinde öyle kaybolmuştu ki annesinin hemen yanında dikildiğini kadın onun koluna girene dek fark etmedi.
"Yuvaya dönmek kolay değil ha?"
Toprak annesinin hüzünle burkulmuş dudaklarındaki tebessümün milyonlarca duyguyu aynı anda anlattığını düşündü. "Hayır pek kolay değil" dedi gülümsemeye çalışarak. Geniş salondaki uğultunun arasında annesinin sesini işitmek ruhunu yumuşatmıştı.
"Baban yine gelmeyeceğini düşünmüştü." dedi annesi haylaz bir neşeyle. "Ama ben bu kez onu yanıltacağını biliyordum."
Toprak gözlerini devirdi. "Pek fazla şansım yoktu değil mi?"
"Oh, elbette vardı. Bunca yıl, bir kez bile bu eve ayak basmamayı başarmış inatçı bir keçisin sen. Ama bak, şimdi buradasın. Yanı başımda. Nihayet."
Toprak ancak omzuna gelen annesinin güzel yüzünü inceledi. Kadından yayılan bahar kokusu sıcak gülüşüyle birleşip insanın dilini damağını tatlandırıyordu. Toprak onu kırmamak için susmayı da duygularını içinde yaşamayı da öğrenmişti. Annesi sık sık Su'yu da yanına alıp şehre onu ziyarete gelir, birlikte geçirdikleri kısıtlı zamanın tek bir anını kirletmeye kıyamayan Toprak ise geçmişin tozlu sayfalarını asla açmazdı. Doğrusunun bu olduğunu, değiştiremeyeceği şeyler için gerçekten onu seven tek insanı üzemeyeceğini, bu yüzden de susmaya devam etmesi gerektiğini biliyordu.
Ama o an, kalbine hücum eden tüm gizli kalmış duyguların baskısıyla kendini tutamadı. "Bu evden gitmeyi ben istemedim." deyiverdi. "Hem de bir an bile..."
Annesi elbette bunu biliyordu. Gözleri salonun diğer köşesinde eş dostla sohbet eden kocasını ve onun her hareketini taklit eden büyük oğlunu takip ederken başını hüzünle salladı. "Ben de seninle tam olarak bunu konuşmak istiyordum."
"Sorun değil anne." dedi Toprak hızlıca. Konuşmanın gittiği yer hoşuna gitmediğinden olduğu yerde kıpırdanmaya başlamıştı. Gerçek hislerini dillendirecek cesareti de annesine yalan söyleyecek gücü de yoktu. "Sadece özel bir durum olduğu için geldim." dedi. "Büyütülecek bir şey yok. Ortalık biraz durulsun okuluma da hayatıma da geri döneceğim ve her şey yine eskisi gibi olacak."
Annesi hayal kırıklığına uğramış gibiydi. İtiraz ederce başını sallarken bakışları Toprak'a çevrildi. "Onca zaman sonra buraya gelmenin, bu havayı yeniden solumanın seni biraz olsun değiştireceğini düşünmüştüm ama..." Kadın sıkıntıyla nefesini bıraktı. Şimdi bir adım daha oğluna sokulmuştu. "Sen artık bu evden minik bavuluyla ayrılan o oğlan çocuğu değilsin Toprak. Genç bir adam gibi davranmanın zamanı geldi."
Toprak sinirle güldü. "Ben bu kapıdan çıktığım o ilk andan beri çocuk değilim anne. Tek başıma kalmayı da bana uygun görülen hayatla mutlu olmayı da öğrendim."
"Öyle mi sahiden?"
"Öyle."
"Yani gerçekten istediğin şey için mücadele etmeyi düşünmüyorsun? Hem de artık hiçbir engel kalmamışken..."
Toprak sıkıntıyla nefes verdi. Aralarında oluşan sessizlik uzadıkça kalbindeki baskının arttığını hissediyordu. Sonunda omuzlarını düşürüp annesinin karşısına dikildi. "Benden ne yapmamı bekliyorsun anne?"
Kadın şefkatle kolunu sıvazlayınca Toprak belki de hala küçük bir oğlan çocuğu olduğunu düşündü. "Babaannenin hepimizin hayatını öyle ya da böyle etkilediğini biliyorum"
"Öyle yada böyle..." diye homurdandı Toprak ama kadın onu duymazdan gelmiş, sözlerine devam ediyordu.
"Yaşananlar iyisiyle kötüsüyle geride kaldı. Babaannen artık aramızda değil ve bugünden sonra ne olacağı sana bağlı. Sadece sana Toprak! Gerçekten ne istediğini düşün ve arkasında dur. Olmak istediğin kişi ol, yapmak istediklerini yap. Sana biçilmiş hayatı değil, kendi çizdiğin hayali yaşa."
Toprak'ın kaşları hayretle yukarı kalkmıştı. Hayatı boyunca bir meltem gibi tatlı tatlı esen annesinin belki de ilk kez bir fırtınaya dönüştüğünü görüyordu. "Neden şimdi böyle bir konuşma yapıyoruz?" dedi kuşkuyla.
Annesi ondan bir adım uzaklaşıp dikkatle yüzünü inceledi. "Onca yıl oğlumun siyah beyaz bir filmin içinde yaşamasına göz yumdum. Seni ziyarete geldiğim her sefer bir öncekinden daha fazla yaşama uzaklaştığını hissediyordum. Ama bu doğru değil. Bu eve attığın ilk adımda ruhunun renkleri yeniden gözlerine ışıldadı Toprak. Oğlumun bu eve ne kadar yakıştığını hatırladım ve bu evin de ona ne kadar ihtiyacı olduğunu..." Kadın Toprak'ın kolunu son kez sıkıp bıraktı ve misafirlerin yanına dönmeden önce göz kırptı. "Söylediklerimi düşün olur mu? Eski inatları bırak. Her şey çok güzel olacak, inan bana!"
Toprak bir şey diyemeden annesi arkasını dönmüştü bile. Aklındaki sorular, ruhunda kopan isyanlar yetmezmiş gibi şimdi bir de annesinin sözleriyle baş başa kalmıştı. Sıkıntıyla saçlarıyla oynayıp elini ayağını koyacak bir yerler aradı. Bu matem çatısı altında nefes almadan daha fazla duramayacağını biliyordu. İnsanların ne düşüneceğini umursamadan kendini dışarı attı ve ikinci kez düşünmeden kapıya yöneldi. Evin önündeki bahçeyi boydan boya kat etmişti ki içeri giren beyaz cip önünü kesti.
"Toprak?"
Arabanın arka camından başını uzatmış olan Kerem hemen yanında kendini göstermeye çabalayan Mert'e ters bir bakış atıp yeniden Toprak'a döndü.
"Nereye abi? Biz de tam sana geliyorduk?"
Toprak arkadaşlarını gördüğüne bu kadar sevineceğini hiç düşünmezdi. Çocuklar daha ne yaptığını anlayana kadar arabanın etrafından dolanıp ön koltuğa yerleşmişti bile. "Beni buradan başka bir yere götürün." dedi sıkıntısını saklama gereği duymadan. "Neresi olduğu umurumda değil, yeter ki gidelim!"
Kerem'le Mert bir an için göz göze geldilerse de konuyu uzatmadılar. "O halde bizim mekana gidiyoruz." dedi Kerem.
Mert rahatlamış görünüyordu. Telefonunu çıkarıp mesaj yazmaya başlamıştı bile. "Duru onu götürmüyorum diye trip atıyordu, sahile gittiğimizi duyunca sevinecek."
"Tanrım... Onun dahil olmadığı tek bir programımız olmayacak mı?"
Toprak arkadaşlarının didişmesinden garip bir şekilde mutlu olmuştu. Havadan sudan konularla kafasını dağıtmak o an tam da ihtiyacı olan şeydi. "Duru kim?" diye sordu konuşmaya dahil olabilmek için.
Mert uygun bir sıfat bulmakta zorlanmış gibiydi, ama Kerem'in yüzü koca bir sırıtışla aydınlandı. "Yengemiz." dedi tüm dişlerini göstererek.
Mert bir an için öldürücü bakışlarını telefonundan ayırıp Kerem'e çevirdi. "Köylüsün oğlum sen. Tam bir köylü!"
Toprak kendini tutamayıp güldü. "İsmi tanıdık geliyor ama çıkaramadım." dedi.
"Çıkarırsın, çıkarırsın." dedi Kerem sırıtarak. "Zaten bir an olsun yanımızdan ayrılmadığından bir kez gördükten sonra bir daha da unutamazsın yüzünü."
Mert arkadaşının midesine yumruk atıp arkasına yaslandı. "Ayça sana yüz vermedi diye kıskançlık yapacağına az insan ol da senin de kız arkadaşın olsun."
Toprak onlarla sahile gitmenin o gün verdiği en iyi karar olduğuna emindi. Sohbetlerinin saçmalık seviyesi arttıkça başını ağrıtan gerçekler daha da geri planda kalıyordu. Yol boyunca anlattığı hikayelerle Kerem'in Mert'i deli edişini izledi ve sanki aralarından bir gün olsun ayrılmamış gibi kendini bu arkadaşlığa, bu topraklara, hatta bu hayata ait hissetti. Kısa bir rüyanın ardından yeniden gerçek yaşamına dönmüş gibi aşinaydı tüm hislere. Annesinin tatlı bir zehir gibi zihnine sızan sözleri yaşadığı bu tarifsiz mutluluğu içten içe besliyordu sanki. Ruhu ait olduğu diyarlara dönmüştü. Ne kadar zaman geçtiğinin ne önemi vardı ki...
Kumsala vardıklarında bir çocuk gibi kendini dışarı atıp kumlara yöneldi. Dalgaların sahilin mutlu nidalarına karışan huzurlu sesi, ılık gecenin tuzlu kokusu ve altlarında dalgalanan kumdan deniz... Toprak Kerem'le göz göze gelene kadar gülümsediğinin farkında bile değildi. Oysa yüzündeki tebessüm kalbindeki kuşun çığlıklarını yansıtmıyordu bile. Tek bir adımında ruhu bedeninden kopup gökyüzüne karışacaktı besbelli.
"Hadi, Duru bizi bekliyor." dediğini işitti Mert'in. Ayakları arkadaşlarını takip ettiği halde gözü insanlarla dolup taşan sahili boydan boya tarıyordu. Kendi sandalyelerini getirmiş gruplar yer yer öbekleşmiş, gözlerden uzak kalmak isteyen aşıklar kuytu köşelere çekilmiş, yalnız kurtlar bakışlarını yıldızlı geceye çevirip düşüncelere dalmıştı.
Toprak onların arasına karışıp geriye kalan ne kadar ömrü varsa denizin zamansız dansını izleyerek geçirmek istiyordu. Ona doğru koşturan minik çocuklardan biri bacağına sarılıp arkadaşlarından saklanmaya çalışınca kendini oğlanların oyununa katılmamak için zor tuttu. Belki de annesi haklıydı, gerçekten de sadece büyüdüğünü zannetmişti.
"Umarım o sevimsiz kızlar da Duru'nun peşine takılmamıştır." diye söylendiğini işitti Kerem'in. Mert yine kız arkadaşını savunmaya geçmişti, ama Toprak'ın ilgisi bir kez daha arkadaşlarından uzaklaştı. Gözleri karanlık gecenin içinde bir pembelik seçmişti. Onlara doğru yürüyen çift yaklaştıkça Toprak emin oluyordu. Yüzüne yeniden yersiz bir tebessüm yerleşti. Anıları yeni yaşanmışlıklarla beyninde çarpışıp çırpı bacaklı, çilli bir kız çocuğunu şimdi karşısında duran genç kızla eşleştirmeye çalışıyordu.
Çilek...
Önceki güne kadar Toprak'ın aklına bir kez olsun gelmemişti Cemre. Geçmişe dair pek çok hatıra gibi çocukluğunun baş belası da tozlu raflara kalkmıştı zihninde. Ama kayıkhanede yediği azar bir tokat gibi o yaramaz kız çocuğunu getirmişti karşısına. Gözünün önünde oynayan eski film yüzündeki gülüşü büyütünce dudaklarını ısırdı. Cemre onu fark etmemiş olmalıydı, çünkü yanındaki oğlana hararetle bir şeyler anlatıyordu. Üzerindeki mavi askılı elbise pembeye çalan turuncu saçları gibi arsızca salınıyordu rüzgarda.
"Onu ikna etmeme yardım edeceksin Burak!" diyordu kaygıyla onu izleyen sarışın çocuğa.
Toprak istemese de kendini onları dinlemekten alamamıştı. "Senin için her şeyi yaparım biliyorsun Cemre." dedi Burak denen çocuk. "Ama abine karışmaya hakkımız yok! Bu onun hayatı, onun geleceği! Nasıl onu engellemeyi düşünebiliyorsun anlamıyorum."
O sırada tam yan yana geldiklerinden Toprak Cemre'nin yüzünün sinirle kasıldığını görmüştü. Kız Burak'a ters bir şeyler demek için ağzını açtı, ama bakışları Toprak'la buluşunca öylece kaldı. Sanki beklemediği sevimsiz bir sürpriz eline bırakılmış gibiydi. Bir an için Toprak kızın ona karşılık vereceğini düşünüp başıyla selam verdi. Aynı anda Cemre kocaman açılmış gözlerini korkuyla kaçırıp yere eğmişti. Hızla yanlarından uzaklaşırken Toprak Burak'ın sesini işitti. "Karasuların oğlu değil mi bu? Yeni gelen?"
Cemre'nin sesi gecikmeli takip etti. "Ben nerden bileyim Burak, bir kez cenazede gördüm sadece."
Toprak sesler uzaklaşırken kendini tutamayıp arkasına döndü. Cemre'nin onu tanıdığını da kim olduğunu hatırladığına da emindi. Kızın kayıkhanede yediği halt yüzünden kimseye ilk karşılaşmalarını anlatmamasını anlıyordu, ama onun kim olduğunu bilmediğini söylemesi... Toprak önüne dönmeden son anda Burak'ın kolunu Cemre'nin omzuna atışını izledi. Galiba bu her şeyi açıklıyordu.
"Neye bakıyorsun sen?" diye dürttü Mert durduklarında. "Hadi gel, içeri geçiyoruz."
Toprak son kez Cemre'ye ve pek muhtemel erkek arkadaşına bakış atıp arkadaşlarının peşinden restorana girdi. O noktadan sonrası kontrol edilemez bir samimiyetsizlikler zinciriydi. Önce Kerem'in babasınca karşılanmış ve dakikalarca onun işleri ne kadar büyüttüğüyle ilgili böbürlenmelerini dinlemişlerdi. Ardından kumsala tepeden bakan terasta onlara ayrılan masaya yerleşmiş, Mert'in dilinden düşürmediği Duru'suyla ve sevimsiz arkadaşlarıyla geçecek sıkıcı bir geceye başlamışlardı.
Toprak Mert'in Duru'yu neden beğendiğini elbette anlıyordu. Üzerindeki siyah elbisesi, çizilmiş hatları, kusursuz yüzü ve sarı ipeksi saçlarıyla her erkek onun ne denli güzel olduğunu fark ederdi. Ama kız bir kez konuşmaya başlayınca şeker hamurundan bir pasta gibi Toprak'ın gözü önünde erimeye başlamıştı. Öyle samimiyetsiz, öyle yapmacıktı ki beraberinde getirdiği kızlarla birlikte önceden planlanmış bir piyes sahneliyorlardı sanki. Daha beş dakika geçmeden Toprak sıkılmış, yarım saatin sonunda eve dönmeyi bile düşünür olmuştu.
"Kesinlikle seni ziyarete gelmeliyiz." dedi Duru belki yüzüncü kez İstanbul konusu açıldığında. Kızın mavi bakışları ışıl ışıl yüzünde dolaştıkça Toprak daha hızlı kaçıp uzaklaşmak istiyordu. Gözleri bilmem kaçıncı defa sahile ve Cemre'nin arkadaşlarıyla oturduğu kalabalığa kaydı. Ellerindeki cipsler ve çekirdeklerle onların gecesi çok daha basit ve sıradan geçiyor gibi dursa da Toprak bu doğallığın bir parçası olmayı dilerdi.
Gece ilerledikçe önlerine gelen mezelere neredeyse hiç dokunmamış, midesi balığın kokusunu kaldırmadığından çatalıyla salatayı didikleyip durmuştu. Kerem abartılı siparişler vermeye ve masayı tatlılarla meyvelerle donatmaya devam ederken Cemre'nin arkadaşları teker teker sahildeki salaş mekana geçmeye başlamışlardı. Toprak çocukluğundan hayal meyal hatırlıyordu bu barı: Alper Abi'nin yeri... Kumsalda ondan başka tek dükkan bile yokken çocuklara dondurmayla limonata satar, akşamları canlı müzik eşliğinde basit yemeklerle güzel içkiler verirdi. Belli ki yıllara yenilip değişmeyen bir o kalmıştı geriye. O sırada Duru ellerini çırpınca Toprak'ın ilgisi yeniden masaya dönmek zorunda kaldı.
"Uuuv şimdi kıyamet kopacak!" dedi Duru neşeyle. "Çok komikler ya!" Bir anda herkesin bakışları kumsala çevrildiğinden Toprak da onların baktığı yöne dönmüştü.
"Cemre Can'ı çiğ çiğ yiyecek." diye kıkırdadı kızlardan biri.
Toprak neler olduğunu anlamadan izliyordu. Cemre uzun saçlı bir oğlanla sahilde yalnız kalmıştı şimdi. Ne konuştukları duyulmasa da kızın hareketlerinden ne denli sinirli olduğu anlaşılıyordu.
"Can kim?" dedi Toprak bakışlarını onlardan ayırmadan.
"Cemre'nin abisi tabi ki... Üniversiteyi kazandı ama baş belası kardeşi burnundan getiriyor."
"Küçük bir çocuk gibi ya!" diye destekledi kızlardan diğeri ve gülmeye başladı. "Abi, abicim, gitme, beni bırakma, abi!" Kızın taklidi arkadaşlarına samimiyetsiz kahkahalar attırdı.
"Tek korkum," diye devam etti Duru abartılı bir şekilde gözlerini açıp. "abisi gidince yeniden delirip bize sarması..."
"Haklısın sonuçta o bir katil!" diye destekledi hemen yanındaki kız.
"Ay, tüylerim ürperdi." dedi kızlardan öteki. "Onunla aynı evde nasıl yaşıyorsun zaten hiç anlamıyorum."
Toprak hiç takip edemediği bu konuşmayı dinlemekle Cemre'yi izlemek arasında kalmıştı. Kız Can'ı var gücüyle itip aksi yöne yürümeye başladığında daha iyi görebilmek için farkında olmadan başını uzattı. Aynı anda kolunda sıcak bir dokunuş hissetti.
"Maalesef o benim kuzenim ve inan bana ona ilişmek istemezsin."
Toprak kendini masanın karşısından ona uzanan Duru'nun elinden kurtardı. "Katil derken ne demek istedin?"
Duru'nun yüzü keyifle genişledi. "Tabi, sen gittiğinde çok küçüktün. Hatırlamaman normal." Kokteylinden bir yudum almak için durdu. Aldığı zevki bilerek uzatıyordu sanki. Neyse ki Kerem araya girmişti.
"Cemre'nin kendi evini yaktığını söylüyorlar. Ailesi de o yangında ölmüş."
"Ne?"
Duru gözlerini devirdi. "Ya... Evet. Ve ben her gün bu deliyle aynı evde uyanmak zorundayım."
Toprak masanın etrafındaki herkesi inceledi. Tüm bu konuşmalardaki acımasızlık sadece onun gözüne batıyor olabilir miydi? Duru ve onun kuklası olmuş kızlar umurunda değildi, ama kendi arkadaşlarının bu oyuna alet olması... Mert Duru'ya yaranmakla kendi hislerine kulak vermek arasında kalmış gibiydi ama Toprak Kerem'le göz göze gelince yalnız olmadığını anlamıştı. Daha fazla bu saçmalığı sürdüremeyecekti.
"Ben eve dönüyorum." dedi aniden ayaklanıp. "Bugün yorucu bir gündü."
Kızların suratı bariz biçimde düştü. Mert suçluluk duygusuna benzer bir hüzünle Toprak'a baktı. Kerem ise anlamıştı. "Seni eve bırakalım mı?" diye sordu gidişini sorgulamadan. Toprak yürümek istediğini söylediğinde de "Yarın görüşürüz." dedi üstelemeden.
Böylece Toprak kendi düşüncelerinin gölgesinde eve doğru yürümeye başladı. Arabasız ve bisikletsiz neredeyse bir saate yakın bir yoldu eve uzanan ağaçlı patikayı tırmanması. Ve bu yorucu yalnızlık, o an tam da Toprak'ın ihtiyacı olan şeydi. Cemre'yi ve o pembeye çalan saçlarını elbette hatırlıyordu, ama belli ki acımasız söylentiler yıllar içinde uçup gitmişti çocuk aklından. Belki de asla inanmadığı için yer etmemişti zihnine. Belki de hala inanamadığı için bulamıyordu kayıp anılarını.
Cemre'nin Duru ve arkadaşları gibi bir prenses olmadığı aşikardı. Boyuna bakmadan herkese kafa tutan, kendi hakkını kendi savunan, yeri geldiğinde zarar görmeyi göze alan, yine de pes etmeyen bir kızdı o. Toprak kayıkhanedeki yangında bunu bizzat yaşamış, tek bir karşılaşmada bile bunu anlamıştı. Ama katil olmak... Hem de daha küçücük bir çocukken... Kendi ailesini öldürmekle suçlanması... İşte bu bambaşka bir şeydi.
Toprak başındaki ağrıyı geçirmek için alnını sıvazladı. Belki de evden uzaklaşmak için arkadaşlarıyla çıkmak o kadar da doğru bir fikir değildi. Neyse ki kumsalı geride bırakıp patikayı tırmanmaya başladığında burnuna dolan toprak kokusu bir nebze rahatlamasını sağlamıştı. Ay ışığına geçit vermeyen ağaç dalları bir anne gibi üzerine kapanmış, tatlı tatlı sallanarak onu yeniden huzurun kollarına davet ediyordu.
Bir an için gözlerini kapatıp kuytu bir köşeye kıvrılmak geçti aklından. Saat gece yarısını geçiyordu ve gün boyunca yaşadığı stres bedenini bir savaş gazisine çevirmişti. Başını döndüren oksijen ve cırcır böceklerinin şarkısı hipnoz ediciydi. Uzaktan gelen mekanik ses olmasa gözleri o an kapanabilirdi. Ama Toprak şimdi dikkat kesilmişti. Neden yaptığını bilmeden ağaçların arasındaki gölgelere sığındı ve araba yaklaşırken karanlığın içinden ona doğru gelişini izledi.
O gece başka bir kişiyle daha konuşmaya tahammülü yoktu, ama zaten araçtakiler onunla ilgilenecekmiş gibi görünmüyordu. Aniden yolun kenarında duran arabanın farları sönmüş, içindeki iki gölge iyice ortaya çıkmıştı. Toprak gözlerini kısınca bunun bir çift olduğunu anlamıştı. Öpüşüyorlardı. Plakaya bakılırsa turist değillerdi. Zaten hemen sonra içeriden çıkan adam gülücükler saçarak ona doğru yürümeye başlayınca Toprak onu bir yerlerden tanıdığını hatırladı.
Adamın çakırkeyif olduğu garip bir açıyla eğilmiş vücudundan ve kızarmış yüzünden belliydi. Araba geldiği yönden geri dönerken adam peşine takılan Toprak'ı fark etmeden ağaçlı patikada yürüdü ve birkaç yüz metre sonra yolun solunda kalan kapının önünde durdu.
Komşu zeytinlik... Karasuların yanı başı... Cemre...
Adam kapıcının açtığı kapıdan geçip gözden kaybolduktan sonra bile Toprak bir süre daha kıpırdayamadı. Artık adamın kim olduğunu hatırlıyordu.
..........................
Bölüm sonuuu :) Umarım hikaye hoşunuza gidiyordur :)
Yorum bırakmayı ve beğenmeyi unutmazsanız çok sevinirim :)
Merak ediyorum, kimler Cemre'nin gerçekten katil olabileceğini düşünüyor?
Çizimler için: https://www.instagram.com/bahar_uykusu/
Sevgiler, E.Ç.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top