Bölüm 1.44
Ah bu hayaletler ve yaralı kalbime mühürlenmiş göz yaşları...
............
Toprak belki dakikalardır hareketsiz duruyordu. Aralık kalmış dudaklarında çilek tadı, burnunda bahar kokusu asılı kalmıştı. Sanki Cemre'nin çıktığı kapının ardında hala saçlarının pırıltısını seçebiliyordu. Sahiden öpmüş müydü şimdi Cemre onu? Bir rüya ya da halüsinasyon olmalıydı bu. Gerçek olamayacak kadar sıra dışı, hayal olamayacak kadar sıcacıktı. Kendi isteğiyle, göz göre göre gelmişti Cemre ona. Toprak ona ulaşamadan o kalbine dokunuvermişti apansız.
"Çilek..." diye mırıldandı Toprak kendini pencerenin pervazına bırakıp. Daha dakikalar önce içinde debelendiği düşüncelerin ortasına pespembe bir düş olup konmuştu Cemre. Toprak delice korkuyor, çılgınca titriyordu. Parmakları arasında ürkek bir kuş uçmayı bekliyordu sanki. Fazla sıkarsa canını yakabilir, dikkatli olmazsa onu kaybedebilirdi.
Derin bir nefes alıp bakışlarını sonbahar güneşiyle yıkanan bahçeye çevirdi. Öğle tatili neredeyse bitmek üzereydi, ama Toprak sınıfa dönebileceğini sanmıyordu. Cemre koca bir sürpriz paketi gibi karşısında belirmeden önce de kafası yeterince karışıktı. Şimdiyse... Toprak duygularını dile getirecek sözcükleri günlerce düşünse de bulabileceğini sanmıyordu.
Eli gayri ihtiyari telefonuna gittiğinde sanki kader bu anı bekliyormuş gibi ekranın ışığı yandı. Yeni gelen bildirimin altında hala Toprak'ın açmaya cesaret edemediği mesaj duruyordu.
Seninle konuşmam lazım. Önemli olmasa aramazdım.
Elbette aramazdı. Toprak bunu biliyordu. Zaten o yüzden o sabah okula gelirken telefonu çaldığında eli kontrolsüzce titremişti. Beyni arayan kişinin ismini hazmetmeye çalışırken kalbi bir süreliğine atmayı unutmuş, tüm yaşamsal fonksiyonları çalışmayı bırakmıştı. Kaç ay olmuştu sahi? Toprak onu görmeyeli, onun sesini işitmeyeli, onu yanı başında hissetmeyeli... Nasıl ve ne zaman bitmişti tam olarak? Ya da hiç bitmiş miydi?
Selen....
Toprak en son ne zaman dudaklarından döküldüğünü hatırlamadığı bu kelimeyi sadece dilinden değil kalbinden de silmek için uğraşmıştı onca zaman. İyileştiğine neredeyse emindi. Zeynep'in bir panzehir olmadığını en başından beri biliyordu, ama Cemre... O farklıydı. Uzun süredir hayatında ilk kez yepyeni bir sayfa açmaya hazır olduğunu hissetmişti Toprak. Cemre'yle o çatıya çıktığı gece kurtulduğuna inanmıştı. Ve az önce...
Toprak alnını soğuk cama yaslayıp gözlerini kapadı. Hala Cemre'nin sıcaklığıyla karıncalanan bedenine rağmen kalbinin bir köşesi paramparça olmayı bekleyen bir buz dağından farksızdı. Neden aramıştı ki? Neden onca zaman sonra mesaj atıp hayatının içine etmeye karar vermişti. Bir kez daha...
Önemli olmasa aramazdım.
Ama aramıştı. Lanet olsun dedi Toprak defalarca kez içinden. Allah kahretsin! Allah onu kahretsin! Allah beni de kahretsin! Sonunda anlamsız bir ses çıkarıp tüm gücüyle duvarı yumrukladı. Bu onun en mutlu günlerinden biri olmalıydı. Oysa o, çatı katına saklanmış hayaletlerin ona ulaşmamasını uman zavallı bir çocuktan farksızdı. Sinirle mesajı silip telefonu geri cebine attı ve sınıfa indi.
Zil çoktan çaldığından hocadan ters bir bakış yemiş, sonra da ders boyunca Kerem'in sorularıyla uğraşmıştı. Arkadaşından gelen gerek sözlü gerek yazılı mesajları duymazdan ve görmezden geliyordu Toprak. Ama direnci ilk teneffüse kadar sürmüştü.
"Ne? Onu öptün mü?" diye bağıran Kerem tam da tahmin ettiği gibi Toprak'ı sınıfın ortasında rezil etmekten geri kalmamıştı. "E bu surat ne peki oğlum? Dayağı yedin sonunda değil mi? Hadi anlat, tokadı yapıştırdı Cemre değil mi?"
"Anlatacağım." demişti Toprak Kerem'in tüm sırıtışını yüzünden silerek.
Ondan sonraki derslerde ve teneffüslerde gözü telefonuna gitmesin diye gerekli gereksiz her muhabbete katılıp kendini oyalamak için elinden geleni yapmıştı. Cemre elbette ondan ve yaşadıkları gerçek dışı andan saklanıyordu kendi köşesinde. Okul dağılırken onu göremeyeceğine zaten emindi Toprak. O yüzden Kerem'le Alper Abi'nin barında buluşmak için sözleşip oyalanmadan eve gitmişti.
Soğuk bir duşa ihtiyacı vardı. Tertemiz bir dayağa ve muhtemelen komada geçecek birkaç güne. Hayatından o sabahı sonsuza dek silmek, yeniden canlanan unutmaya yüz tutmuş duygulardan ebediyen kurtulmak istiyordu. Omzuna konan peri kızını düşünmeliydi sadece. Ona nasıl geldiğini, nasıl kalbine sokulduğunu, nasıl tenini ısıttığını... Çilek demeliydi dudakları ve ona narince dokunan teninin hayaliyle kavrulmalıydı.
Önemli olmasa aramazdım.
Arama o zaman lanet karı! diye düşündü Toprak. Hazırlanıp yeniden yollara düştüğünde soğuk havanın biraz olsun onu kendine getireceğini düşünmüştü. Ne tertemiz gökyüzü, ne kuşlar, ne ağaçlar... Hiçbir şey ama hiçbir şey o gün ruhunu hafifletmiyordu. Sahile vardığında bisikleti bırakıp bara girmesi bir olmuş; ama Kerem'in yanına gitmeden bankoya uğrayıp Alper Abi'ye selam vermişti. Açıklama yapmasına gerek yoktu.
"Yine durumlar vahim herhalde." demişti Alper Abi yüzüne bakar bakmaz. Biraları uzatırken Toprak'ın uzun yıllardır tanıdığı sadık bir dost gibi sessiz ve anlayışlıydı.
"Eyvallah abi." dedi Toprak Kerem'in yanına geçmeden önce.
"Eyvallah!" diye taklit etti Kerem onu. Yayıldığı sandalyede doğrulmuş, anında birayı Toprak'ın elinden kapıp önüne çekmişti. "Dökül bakalım." dedi lafı uzatmadan.
Bunu istemezsin diye düşündü Toprak. Başını sallıyordu. "Bir şey oldu." dedi şişeden dolu dolu bir yudum alıp.
Kerem olanlardan bihaber sırıtıyordu. "Ona ne şüphe." diye takıldı. Keşke gerçekler onun ima ettiği gibi yürek hoplatan bir aşk hikayesinden ibaret olsaydı.
Derin bir nefes aldı Toprak. Sonra da birasından bir yudum daha... ve "Selen aradı." dedi.
Sözleri herhangi birine hiçbir şey ifade etmeyebilirdi. Ama Kerem ağzına aldığı içkiyi neredeyse üzerine geri kusmuştu. "Ne?"
"Bu sabah." dedi Toprak ona bakmadan.
"Açmadın herhalde."
"Açmadım. O da mesaj attı."
Kerem masanın üstünden ona doğru eğilmişti. "Kafayı mı yedin oğlum sen? Selen diyorsun? Seni aradı? Mesaj attı?"
Toprak başıyla onayladı. Şişeyi kafasına dikse çok mu abartmış olurdu?
"Bu tam olarak ne zaman oldu peki? Sen Cemre'yi öptükten sonra mı önce mi?"
"Ne alakası var Kerem?"
Kerem hayretle gözlerini belertmişti. "Ne demek ne alakası var abi? Oğlum geberiyordun aşkından lan, hatırlamıyorsun mu? Atlayıp İstanbul'a geliyorduk nerdeyse seni girdiğin boktan çıkarmaya..."
Toprak nasıl hatırlamayabilirdi ki? Bir sis perdesinin ardında geçen onlarca aydan sonra ilk defa yeniden güneşi gördüğünü düşünmüştü evine döndüğünde. Her şeyi geride bırakıp sıfırdan hayata başladığına inanmıştı. Ve kader Cemre'yi tokat gibi çarpmıştı suratına. Tam bir baş belası, tam bir eşek arısıydı. Toprak bilerek ve isteyerek izin vermişti kızın onu sokmasına. Panzehiri onun elinde bulacağına neredeyse emindi. Ta ki geçmiş hiç kurtulamadığı kelepçelerini hatırlatana kadar...
Önemli olmasa aramazdım.
"Ne olacak şimdi?" diye sordu Kerem kaygıyla. "Arayacak mısın onu geri?"
"Hayır." dedi Toprak düşünmeden. "Elbette, hayır. O iş bitti."
"İyi. Çünkü bir kez daha o batağa düştüğünü görmek istemiyorum."
"Sence ben istiyor muyum?" diye söylendi Toprak kendi kendine. Sanki elindeydi de... Kerem'in parmaklarını omzunda hissedince başını kaldırıp gülümsemeye çalıştı. "Cemre beni öptü." diye itiraf etti. Bunu neden söylediğini bile bilmiyordu. Sanki günah çıkartıyordu. O beni öptü ama ben Selen'i düşünüyordum demek istemişti. O beni öptü. O bana geldi. Onca kırığına rağmen bana verdi elini. Ona bunu nasıl yaparım?
"Kendine gel." dedi Kerem parmaklarını daha da sıkıp. "O kız tüm manyaklığına rağmen sana iyi geliyor. Tamam baya bir kaçık, ama kim takar. Ona nasıl baktığını gördüm dostum. Hem de defalarca... Cemre seni iyi edecek, biliyorum. Bunu sakın mahvetme!"
Toprak Kerem'in gözlerinin sözlerinin sonuna doğru barın girişine doğru kaymasını izledi. Ece müzisyen arkadaşlarıyla içeri girerken cıvıl cıvıl neşesini de beraberinde getirmişti.
"Peki sen bu konuda ne yapmayı düşünüyorsun?" diye sordu Toprak. Kerem'in gözlerindeki hüznü görmemek için ya onu tanımamak ya da Ece gibi başını bile isteye aksi yöne çevirmek gerekirdi.
"Benim pek bir şansım kalmadı." dedi Kerem sıkıntıyla. Birayı kafasına diktiğinde derbeder bir aşığı andırıyordu. Toprak gülümsemesine engel olamayıp şişeyi arkadaşınınkine tosladı ve "O zaman umut etmeye..." dedi.
"Ya ne demezsin." diye söyleniyordu Kerem. Muhtemelen hatalarından ve imkansızlıklardan bahsedecekti ama sözleri o sırada gürültüyle masalarına oturan Mert yüzünden duyulmamıştı.
"Bittim ben." dedi Mert. Perişan olmuş yüzü kesinlikle bunu destekliyordu.
"Dur tahmin edeyim." dedi Kerem gözlerini devirip. "Sen kırmızı tişört giymiştin ama Duru pembe giydiği için senden çıkartmanı istedi ve aksi halde seninle yemeğe gelemeyeceğini söyledi."
Toprak kıkırdamaya başlamıştı ki "Duru beni terk etti." dedi Mert çat diye.
Sözleri Kerem'i bile şaşırtmıştı. "Ne demek terk etti lan?"
Basbaya terk etmişti işte. Birbirlerine göre olmadıklarını, bunun daha fazla devam edemeyeceğini, hayatlarına artık farklı insanlarla devam etmeleri gerektiğini falan söylemiş, sonra da Mert'i öylece bırakıvermişti. Toprak bunun arkadaşının hayrına olduğunu düşünse de bir kez daha Alper Abi'nin yanına gidip ona en masum bakışlarından attı. Önce üç birayı, gecenin ilerleyen vakitlerinde ise votka şişesini kapmayı başarmıştı.
Kadehler birbirini takip ederken etrafın boşaldığını fark etmişti Toprak, ama kafası bulanıkken dünya çok daha hızlı dönüyordu sanki. Takmamıştı. Kerem'in Ece'sinden Mert'in Duru'sundan kendi dertlerine sıra gelmediğine neredeyse sevinecekti. Gece yarısını geçtiğinde değil bisikletini kullanmak neredeyse düz yürüyemeyecek haldeydi.
"Abi gel." demişti Kerem onu arabaya doğru çekiştirip. Son yarım saattir olduğu gibi sebepsiz yere gülüyorlardı. "Bu işi mahvetme!" diye bağırdı Kerem nihayet araba Karasuların zeytinliği önünde durduğunda. "Sana söylüyorum. O kızı bırakma!"
Toprak neredeyse düşerek cipten indi. Kapıyı bulmaya çalışırken dünya mı gereğinden fazla sallanıyordu yoksa o mu emin değildi. Hayat bu düzlemde ne kadar da kolayca akıyordu böyle. Yıldızlar neredeyse avuçlarına düşecek, ay omuzlarına konuverecekti. Aptalca sırıttığı halde kalbindeki baskı durmadan kendini hatırlatmasa Toprak için gece mükemmel bir şekilde sonlanabilirdi. Oysa daha gerçek sürprizle karşılaşmamıştı bile.
Arkasında bir hışırtı hissettiğinde alkolün etkisindeki refleksleri tepki vermekte geç kalmıştı. Sert yumruk yanağında patladığında henüz yüzünü tam dönememişti bile. Aldığı darbeyle yere kapaklanması bir oldu. İşte bu biraz olsun kendine gelmesini sağlamıştı. İçgüdüsel olarak toparlanıp ikinci darbeye karşı durmaya çalıştı. Ama midesine yediği tekme beklediğinden hızlı gelmişti. Acıyla kıvranırken zihni toz bulutunun ardındaki düşmanını algılamaya çalışıyordu.
"Seni uyardım!" dediğini işitti birinin. Bu sesi tanıyor, ama bulanık aklı bir türlü kim olduğunu çıkartamıyordu. Suratına bir yumruk daha yediğinde zaten uyuşuk olan beyni iyice sarsılmıştı. Ayağa kalkabilirse, en azından gelen darbelerden birini geri püskürtebilirse bu oyunu tersine çevirebileceğini biliyordu. Tanımadığı gölgenin üzerine kapaklanmak üzere olduğunu fark ettiğinde kendini bile şaşırtan bir çeviklikle yana kayıp ayağa kalktı. İşte şimdi rakibi kan kırmızısı gözleriyle tam karşısında dikiliyordu.
"Burak." dedi Toprak öfkeyle.
"Burak ya..." dedi çocuk. "Burak lan Burak!" Yüzü perişan, elleri kan içinde, bedeni kamburdu.
Toprak ona bakarken tüm sinirine rağmen çocuğa karşı duyduğu acıma hissine engel olamıyordu. "Git buradan." dedi. "Benim seninle alıp veremediğim bir şey yok."
"Ama benim var!" diye haykırmıştı Burak. Aynı anda üzerine saldırdığı halde Toprak'a asla ulaşamadı. Kolları Toprak'ın pençeleri arasına sıkışmış, bedeni acı nedeniyle iki büklüm olmuştu. Artık sarhoş değildi Toprak. Maalesef...
"Git buradan." dedi yeniden rakibinin sözlerini dinlemeyeceğini bildiği halde. Burak elinden kurtulup ona yeniden vurmaya çalışınca ondan hızlı davranıp çenesine sert bir darbe indirdi. Bu çocuğu neredeyse yere sermişti. "Sana git dedim." diye üsteledi Toprak. Arkasını dönmüş, eve yönelmişti. Ama Burak pes etmiyordu. Dövüşmeyi bilmediği halinden o kadar belliydi ki. En başta Toprak'ı gafil avlamamış olsa ona dokunamazdı bile.
"Senden nefret ediyorum!" diye bağırdı bir kez daha saldırıya geçerken. Toprak'tan gelen ikinci darbe onu bir kez daha yere indirmişti. Öfkeyle toprağı yumruklayıp bir hayvan gibi bağırdı.
"Benim seninle bir derdim yok." dedi Toprak son kez. Şu an son ihtiyacı olan şey böyle bir manyakla uğraşmaktı.
"O benim!" diye bağırıyordu Burak düşüp kaldığı yerde yumruklarını savururken. "Göreceksin! O benim! Hep benimdi! Ne olursa olsun, kim gelirse gelsin o hep benim kalacak! Sadece ben olacağım! Ben! Duydun mu lan orospu çocuğu!"
Toprak bağıran çocuğa arkasını dönüp evine doğru yürüdü. Kapıdaki güvenlik seslerden meraklanıp zaten demir sürgüyü açmıştı. "Toprak Bey?" dedi müdahale etmek için.
"Bir şey yok." dedi Toprak eve girip. Son bir kez bile arkasına dönüp bakmamıştı. Nasılsa Burak'ın kulağında çınlayan sesi önce kabuslarına sızacak sonra da zihnindeki karanlık köşede yerini alacaktı. Ah o köşe öyle kalabalıktı ki...
Önemli olmasa aramazdım.
Keşke aramasaydı.
---------------
Bölüm Sonu.....
Bu bölüm dertli oğlanlar bölümü oluverdi. Bir yanda kaçtığı geçmişin oltasına tutulan Toprak, öbür yanda elindeki fırsatı göz göre göre kaçıran Kerem, terk edilmiş Mert ve pek tabii uslanmaz aşık Burak... Hangi biri nasıl iyileşecek, dermanı nerede bulacak göreceğiz.
Hadi oylayalım, en içinden çıkılmaz durumda olan hangisi sizce:
a) Toprak
b) Burak
c) Kerem
d) Mert
Oyları bekliyorum :)
Şimdilik sevgi, saygı, öpücük.
E.Ç.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top