Bölüm 1.40
Okul öyle bir yerdi ki dünya ortadan ikiye ayrılsa, insanlık uzaylı bir ırkın istilasına maruz kalsa ve hatta kıyamet kopup tüm yaşam son bulsa dersler yine de kaldığı yerden devam edebilirdi. Sanki radyasyon bile geçirmeyen o kalın duvarların ardında bambaşka bir hayat akıyor, zaman genleşiyor, saatler uzuyor, günler asla sona ermiyordu. Cemre içinde debelendikçe takılı kaldığı bu örümcek ağına daha da saplandığını hissetmeye başlamıştı.
Asla iddialı olmadığı matematikten mi daha fazla nefret ediyordu, hocasına tahammül edemediği fizik dersinden mi emin değildi? İçinde sisteme karşı genel bir isyan vardı ne de olsa. Her sabah bir öncekinden daha büyük bir isteksizle geldiği okul, Cuma gününe doğru katlanılmaz bir Çin işkencesine dönüyordu. Hayatı diğer öğrenciler gibi sıradan bir akışta ilerlese belki bu gidişata alışabilirdi. Oysa birbiri üstüne patlak veren sırlarla başlayan hafta mide krampları, baş ağrısı ve iç sıkıntısıyla devam ediyordu.
Toprak'ın omzunda gözlerini açtığı an saklamaya çalıştığı gerçeklerden birinin daha ellerinden kayıp gittiğini fark etmişti elbette. Kendine bile itiraf edemediği hastalığı Toprak'ı artık şaşırtmıyor gibiydi. Oysa Cemre her defasında daha da utanıyor, kendini biraz daha çıplak, biraz daha savunmasız hissediyordu. Bu yetmezmiş gibi bir de üstüne Levent'in aşağılık günahına ortak olmuş, taşıdığı onca yüke bir yenisini eklemişti. Cemre bu talihsiz karşılaşmayı diğer sırlarıyla birlikte mezara götürmeye hazırdı. Tabi Toprak imalı bakışlarıyla etrafında dolanıp durmasaydı...
Salı gününü tamamen oğlanı görmezden gelerek geçirmişti Cemre. Çarşamba günü elinde anahtarla Toprak karşısında belirdiğinde elbette karşılık vermek zorundaydı. Sonuçta onun için müdürle savaşıp zorla elde etmişti o salonu. Cemre'nin boynunu eğip onu takip etmekten başka şansı yoktu. Yıllardır kullanılmamış aynalı odanın ortasında Toprak'la bir başına dikilirken konuyu müzikalde tutmak için elinden geleni yapmıştı. Ama Toprak önce üstü kapalı bir şekilde hastalığını sormuş, sonra da konuyu teyzesiyle konuşup konuşmadığına getirmişti.
Cemre ne diyebilirdi ki? Ayça'yla karşılaşmamak için neredeyse köşe kapmaca oynuyordu evde. Levent'i boğazlamamak için kendini zor tutuyor, dedesinin yüzüneyse bakamıyordu. Bu iç sıkıntısı yetmezmiş gibi bir de Toprak'ın onaylamayan bakışları yok muydu? İşte Cemre için öldürücü darbe oydu. "Karışma Toprak." demişti defalarca, ama oğlan laf anlayacağa benzemiyordu. Her gün, her boşlukta, bir şekilde karşısına çıkıyor; öğle yemeklerinde yakalarsa yanlarına oturuyor, Burak'ın tüm aksiliklerine rağmen müzikal toplantılarına gelmeyi sürdürüyordu.
En son buluşmalarında haftanın son günü okul çıkışı prova odasını içine girilebilir bile hale getirmek için sözleşmişlerdi. Cemre Toprak'ın bir şekilde bu kararı unutup eve dönmesi için içten içe dua etmişti. Suçluluk, kaygı, korku... Nedeni ne bilmese de Toprak etrafındayken eli ayağına dolaşıyor, davranışları kontrolünden çıkıyordu.
"Tersinden kalktın herhalde." demişti Leylim sabah onu görür görmez. "Rahatla kızım, Cuma bugün! Bu kadar stres niye?"
Elbette Cemre'nin aklında koşturan tilkilerden bir haber, hafta sonu belki Can gelir umuduyla heyecanlıydı. Cemre ona abisinin "belki" dediğini defalarca kez hatırlatmış olmasına rağmen neşesini bastıramıyordu haberi aldığından beri. Gün boyu ve öğle yemeği boyunca Cemre'ye abisini ve yeni yaşantısıyla ilgili bildiklerini anlattırmış, Burak'ın oflamalarına puflamalarına aldırmadan hayaller kurmuştu.
Burak "Şimdi gerçekten geliyor mu akşam?" diye sorduğunda Cemre de Leylim gibi onun Can'dan bahsettiğini zannetmişti önce. Oysa Burak'ın öfkeli bakışları onun kimi kastettiğini açıkça anlatıyordu.
"Sen niye taktın bu çocuğa bu kadar ya?" diye sormuştu Leylim kuşkuyla. "O kadar yardımı oldu bize, hala yaranamadı sana!"
"Gösteriş meraklısı!" demişti Burak ters ters. Cemre ve Leylim'i sınıflarına bırakana kadar da Toprak'ın her şeyi nasıl şov amaçlı yaptığı üzerine can sıkıcı bir vaaz vermişti.
Cemre o akşam hep birlikte salona girdiklerinde işlerin ters gitmesinden zaten endişeliyken Burak'ın bu konuşması üzerine başlarına gelecek beladan emin olmuştu. Okul ağır ağır dağılırken Leylim'le sınıfta kalıp Eceleri beklemiş, Toprak'ın hala buluşmayı unutma ihtimali olduğunu düşünerek elinden geldiğince ortalıkta görünmekten kaçmıştı.
Ece "E hadi artık!" diye hareketlendiğinde ve Burak kıyafetlerini değişip sınıfın kapısına dayandığında elbette daha fazla oyalanma ihtimali yoktu. Çaresiz arkadaşlarının önüne geçip üst kata uzanan basamakları tırmanmış, aynalı salonun eski, ahşap kapısının önünün boş olduğunu gördüğünde ise içinden derin bir nefes almıştı. Gerçekten de dualarını duyan tanrı o akşam için ona yardım etmek istemiş olmalıydı. Bu en azından bir süreliğine de olsa Cemre'nin sadece kendi iç sesiyle mücadele edeceği anlamına geliyordu. Sadece bir süreliğine...
Cemre arkadaşlarını heyecanlandırmak için odanın anahtarını neşeyle sallayarak "Başlıyoruz!" dedi, fakat tokmağı tutmasıyla kapı kendiliğinden açılmıştı.
"Aa Toprak?" diye bağırdı Leylim.
"Kerem?" dedi Ece şok içinde.
Cemre sağından solundan gelen yorumları işitse de tepki veremeden girişte kala kalmıştı. "Duru ne alaka ya?" diye mırıldanan Leylim yanından geçip odanın ortasına doğru ilerken ancak bir iki adım atabildi. Burak hemen yanında dudaklarını oynatmadan aklına gelen küfürleri mırıldanıyordu.
"Odanın durumunu düşününce fazla iş gücünün zararı olmaz diye düşündüm." dedi Toprak dikildiği yerden. Paketinden henüz çıkardığı süpürgeyi sapına takmaya çalışıyordu.
"Biz bir şeyler almıştık, ama yetmezse gidip yeniden almak gerekecek." diye ekledi Kerem en sevimli ses tonuyla. Sanki hep bugünü beklemişti heyecanla. Hazır olduklarını belli etmek ister gibi elindeki bezlerin bir kısmını Mert'e uzattı.
"Siz niye bu kadar sahiplendiniz ki bu işi?" diye söyleniyordu Burak paketleri incelerken. Sırtı Toprak'a ve Kerem'e dönük olduğundan muhtemelen sözlerini duymamışlardı. Cemre'yse arkadaşının öldürücü bakışlarıyla ateş saçmaya hazırlandığını görebiliyordu.
"Bence çok iyi düşünmüşsünüz." diye neşeyle şakıyan Leylim'in ortamı yumuşatmaya çalıştığına şüphe yoktu, ama Ece'nin Kerem'e attığı bakışları ya da Burak'ın yanından geçerken bilerek Toprak'a çarpmasını kim göz ardı edebilirdi ki? Bir de Mert'in peşine takılıp geldiği halde asla hiçbir işe elini sürmeyeceğini iddia eden Duru vardı elbette. "Burada olmam size yanlış bir fikir vermesin." demişti gazete kağıtlarıyla kapladığı dolabın üzerine yerleşirken. Telefonuna, yani muhtemelen sosyal medya hesaplarına dalmadan önce kurduğu ilk ve son iletişim de bu oldu zaten.
Çok uzun bir akşam olacak diye düşündü Cemre elinde olmadan. Temizlik için yanında yedek bir kıyafet getirmeyi akıl edemediğinden Burak'ın fazla tişörtlerinden birini üzerine geçirmiş, pilili okul eteğinin üstüne gecelik giymiş bir gündelikçiye benzemişti. Toprak'ın ona bakarken bıyık altından nasıl güldüğünü görmemiş olsa bu durumu önemsemeyebilirdi belki. Şimdiyse eli ikide bir tişörtüne gidiyor, kolunu bir köşeye yakasını başka köşeye çekiştirip duruyordu.
Erkekler büyük eşyaların yerlerini ayarlamakla ilgilendiklerinden kızlara daha az yorucu işler kalmıştı. Cemre geçirdiği kazadan, Leylim'se henüz iyileşen ayağından ötürü torpilli sayılırdı, ama Ece zaten öyle bir sinirle çalışıyordu ki kızlarla aynı sürede neredeyse üç katı iş bitiriyordu. Cemre birkaç kez Kerem'in ona yardımcı olmaya çalıştığını, utana sıkıla konuşmak için debelendiğini gördü.
"Katletti çocuğu ya." diye mırıldandı Leylim gözü aynı manzarayı yakaladığında.
"Hak etmedi diyebilir misin?"
Leylim omuz silkti. "Sanırım diyemem. Yine de... Ne bileyim..."
Cemre arkadaşının gözlerindeki sıcacık iyi niyeti kendi kalbinde hissetti. Leylim bir aşk kadını, bir hayalperest, bir külkedisiydi. Kendi dahil herkesin bir gün düşlediği sevgiye kavuşacağına dair öyle büyük bir inancı vardı ki bazen onun onda biri kadar güçlü olmayı istiyordu Cemre. Gözleri istemsizce az ilerde kendi halinde kolileri boşaltan Toprak'a kaydığında belki de bu gücü asla bulamayacağını hissetti.
"Herkes işlediği suçun cezasını çeker." diye mırıldandı kendi kendine. Amacı Kerem'e atıfta bulunmak değildi ama Leylim o şekilde zannetmiş olacak "Cemre..." diye azarladı. "Bu kadar katı olma ya. Baksana nasıl uğraşıyor çocuk."
Cemre Ece'nin ardından çöpleri toparlayan Kerem'i, sonra da yeniden Toprak'ı izledi. Duydukları bir kulağından giriyor, beyninde ulaşmaması gereken köşelere sızıyor ve öteki kulağından bambaşka bir şekilde çıkıyordu. Leylim'in onla konuşmaya devam ettiğini fark ettiği halde hareketlenen ayaklarına engel olamamıştı. Kendini Toprak'ın hemen yanında bulduğunda bir an ne yapması gerektiğini bilmeden bir ahmak gibi elinde paspasla kalakaldı.
"Buraları silmem lazım." dediğinde Toprak şaşkın bakışlarını ona çevirmişti. O iç gıdıklayan gülüşü yine yüzüne yayılıyor, kokusu odanın basık havasına rağmen Cemre'nin burnuna ulaşıyordu.
"Daha bunları boşaltamadım tam." dedi ayağının dibindeki koliyi ve elindeki kitapları işaret edip. "Burada bir sürü eski kitap var. Ne yapacağımızı bilemedim. Çok güzeller."
Cemre'nin ilgisi Toprak'ın elindeki kitaplara kaydı. "Bunlar kimin ki?" dedi merakla.
"Arkada başka koliler de var. Belli ki okulun bir kütüphanesi varmış bir zamanlar."
Cemre yere çöküp kitaplardan birini eline aldı ve sonra bir başkasını daha... "Doğru söylüyorsun." dedi. "Sırtlarında etiketler var."
"Bunlar bir kenara atmak için fazla kıymetli." dedi Toprak hüzünle. Cemre'nin yanına çökmüş, açılmamış kolilerden birinin ağzını kesmişti. İçinden çıkardığı kitaplardan birini bir bebek gibi narince sevdi ve önceden yere dizdiği kulenin üzerine bıraktı.
Cemre tam olarak ne yapmaları gerektiğini bilmiyordu, ama Toprak'ı izlerken gerçekten de bu kitapları fırlatıp atamayacaklarına emin olmuştu. "O zaman biz de atmayız." dedi bir anda. "Bu oda artık bizim olduğuna göre içindekiler de bizim demektir. Her yer temizlendikten sonra dolapları şu köşeye yerleştirip kitaplık yapabiliriz. Odada çalışma yapmadığımız zaman da isteyen gelip kitap okur."
Toprak'ın gözlerinde şimşekler çaktı. Cemre'ye bakarken sanki daha derinlerde bir noktaya odaklanmış, kızın teninin ötesinde yakaladığı sihre takılı kalmıştı. Bir süre onu izledikten sonra koliyi tamamen önüne çekti ve içini kurcalamaya başladı. "O zaman..." demişti sonunda aradığı şeyi bulmuş gibi tatminkar bir ifadeyle başını kaldırdığında. "Kütüphanemizin kurucusu ve ilk müşterisi olarak ilk kitabı da senin alman doğru olur."
Cemre gereğinden fazla istekli göründüğünü bile bile merakına yenik düşüp Toprak'ın uzattığı kitaba uzandı. Aynı anda kaşları çatılmıştı. "Pinokyo mu?" dedi yüzünü buruşturup. "Ha ha... Gerçekten çok komiksin."
Kitabı koliye geri atıp yerdeki yığına göz gezdirdi. Toprak'ın yarım gülüşüyle onu izlediğini biliyor, dikkatini önündeki eserlerde tutmak için elinden geleni yapıyordu.
Toprak "Teyzenle hala konuşmadın değil mi?" diye sorduğunda onu duymazdan geldi. "Cemre..." diye üsteledi Toprak. "Bu pembe bir yalan değil. Saklayamayacağını biliyorsun değil mi?"
"Hı hı..." diye mırıldandı Cemre. Hala kitapları karıştırıyordu. Sonunda bir tanesinde karar kıldığında eline alıp Toprak'a doğru salladı. "Sen de ikinci müşterimiz olarak bunu oku bence."
Toprak romanı eline almadığı halde gülmüştü. "Beni bir şövalye olarak gördüğünü bilmiyordum." dedi.
"Görmüyorum." diye yapıştırdı cevabı Cemre. "Sen de onun gibi kendini bir şövalye zannediyorsun o kadar." Yıpranmış ciltli Don Kişot'u onun önüne bırakmıştı.
"Ufff." dedi Toprak. "Bu acıdı işte." Abartılı bir şekilde yüzünü buruşturmuştu. Cemre'nin bıraktığı kitabı alıp kapağını inceledi. "Adamcağız sadece insanlara yardım etmeye çalışıyordu. Bunun neresi kötü ki?"
Cemre gözlerini devirdi. "Kötü, çünkü sahte bir hayalin peşinden gidiyordu. Sen de onun gibi pes etmiyorsun. Yapabileceğin hiçbir şey olmadığı halde inatla denemeye devam ediyorsun."
"Çünkü sakladığın onca sırrın üstüne bir de bu yükü taşımanı istemiyorum." dedi Toprak. Sesinin rengi ciddiyetle şaka arasında ince bir çizgide asılı kalmıştı. Cemre bir duyan oldu mu anlamak için panikle etrafına bakındı, ama öldürücü bakışlarıyla uzaktan onları izleyen Burak da dahil kimse onların ne konuştuğunun farkında değil gibiydi.
"Şunu yapmayı keser misin?" dedi Cemre sesini iyice alçaltıp.
Toprak inatçı bir çocuk gibi başını iki yana salladı. "Sana bundan sonra yalnız olmayacağını söyledim. Yanındayım Cemre. İstesen de istemesen de... Sorunu çözene kadar bir yere gitmiyorum. Ama ona geçmeden önce teyzenle konuşup bu sırdan kurtulman lazım."
"Benim yardıma ihtiyacım yok." dedi Cemre dişlerini sıkıp. Yeniden arkadaşlarını kontrol edip iyice Toprak'a doğru eğilmişti. "Özellikle de senin yardımına ihtiyacım yok." diye fısıldadı. Kalkmaya hazırdı ki Toprak kolundan tutup uzaklaşmasını engelledi.
"O yüzden mi kolyemi takıyorsun?" diye sordu bakışlarıyla Cemre'nin boynunu gösterip. Yine tehlikeli derecede Cemre'ye yaklaşmış, kişisel alan denen kavramı yerle bir etmişti.
"Ben..." diye gevelerken Cemre gayri ihtiyari boynunu saran deri ipi tuttu. Gömleğinin altından birinin onu fark edeceğini hiç düşünmemişti. Kolyenin asıl sahibini akıl edememiş olması elbette onun aptallığıydı.
"O kolye seni şimdilik koruyabilir, ama ben bu sorunu tamamen çözmene yardım edebilirim. Denememize izin versen ne olur?" Cemre kolunu çekmek için yeltendiyse de Toprak bırakmadı. "Bu işte birlikteyiz Çilek. Kabul et ya da etme, seni bırakmıyorum!"
Cemre ağzı açık Toprak'ı izliyordu. Gerçek hayattan öyle kopmuştu ki Burak'ın sesini tepesinde işittiğinde neredeyse tavana sıçrayacaktı. Hızla toparlanıp ayağa kalkarken muhtemelen bir şey sakladığını kendi kendine ele vermişti. "Bana yardım et de şunları dolaplara yerleştirelim." dedi yerden kaptığı kitap tomarını Burak'ın kucağına bırakıp ve kimsenin bir şey demesine izin vermeden arkasını dönüp odanın en uzak köşesine gitti.
Toprak, bakışları, Cemre'nin tenine batan kolyesi, sırlar, gerçekler, kötüler ve onlarla mücadele eden şövalyeler... Her şey bu küçük odanın aynalı duvarlarına çarpıp yeniden ve yeniden Cemre'ye dokunuyordu. Birkaç saatlik hummalı çalışmanın ardından yılların tozu kiri yerden kalkmış, ama Cemre'nin ruhunu karartan lekeler oldukları yerde kalmaya ve yayılmaya devam etmişti.
Eve dönmek için ayrılırken Toprak'ın ona bakışı olmasa Cemre gerçekleri başka yaşanmışlıkların ardına gizlemeye çalışabilirdi. Zaten hayatı boyunca bunu yapmamış mıydı? Oysa eve doğru pedal çevirirken Levent'i gördüğü günden beri uzak kalmaya çalıştığı kaçınılmaz sona doğru ilerlediğini biliyordu. Belki de gerçekten yüklerden kurtulmanın zamanı gelmişti.
------------
Bölüm Sonu
Veee Bahar Uykusu'nun da artık bir aynalı salonu var :D Dansı özleyenlere gelsin bu küçük oda. Bakalım bu aynaların arasına ne duygular sıkışacak ileride :)
Öpücükkk
E.Ç.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top