Bölüm 1.39


Cemre tatlı bir baharla sarmalanmış gibiydi. Gözleri kapalı olduğu halde içi gıdıklanıyordu burnuna gelen aromayla. Damağında adlandıramadığı bir tat kalmıştı. Uykunun kollarından gerçek hayata doğru süzülürken bu koku refakat ediyordu sanki ona. Nedenini söyleyemezdi, ama hafiflemişti. Gerinmek için başını hafifçe oynattığında yanağına dokunan sıcaklık dudaklarında arsız bir tebessüm olup kıvrıldı.

Aralanan gözlerinden sızan ışık olmasa pespembe bir gökyüzünde sonsuza dek uçardı. Oysa pencerenin ardında onu bekleyen gerçeklerle yüzleştiği an panikle sıçradı. Bir anda oturduğu yerden fırlayıp beyninin reddettiği senaryodan uzaklaşmaya çalışmış, sakarca arkasındaki sehpaya çarpmıştı. Çıkardığı gürültüyle anında uyanan Toprak korkuyla ayaklandı.

"Neredeyim?" dedi Cemre titreyen sesiyle. Gözleri etrafta dolaşmaya bile cesaret edemiyordu. Daha önce hiç görmediği bir odadaydı. Boyalar, heykeller ve tuvallerin ortasında uzaydan düşmüş bir marslı gibi görünüyor olmalıydı. Camların ardındaki koyu lacivert gökyüzüne bakılırsa gecenin son saatlerindeydiler ama Cemre o ana kadar neler yaşandığını da nasıl şimdi olduğu noktaya geldiğini de hatırlamıyordu.

"Cemre sakin ol." dedi Toprak elleriyle aynı mesajı vererek ama Cemre sakinlikten bir hayli uzaktı. Üzerindeki mavi gecelik her şeyi anlatıyordu ya beyni yine de neden hiç bilmediği bir atölyenin koltuğunda Toprak'ın omzunda uyandığını açıklamıyordu.

"Neredeyim?" diye inledi korkuyla etrafında dönerken. "Neden buradayım, nasıl geldim?"

"Hişş" dedi Toprak ona yetişip. Eliyle ağzını örtmüştü. "Herkesi uyandıracaksın!" diye fısıldadı. "Bir rahat durursan anlatacağım."

Cemre yeniden etrafına baktı. Gözleri yanıyor, midesi bulanıyor, ona yabancı dünya etrafında dönüyordu. "Nasıl?" diye inledi Toprak'ı itip. Birkaç adım ilerlediyse de boya kutuları ve tablolar arasında pek ilerleyememişti. Toprak'ın bir şeyler gevelediğini duyuyor, anlamını yitirmiş sözcükler bir kulağından girip ötekinden çıkıyordu. Loş odanın içindeki donuk renkler iyice bulanıklaşmaya başlamıştı. Cemre asla kurtulamayacağı bir labirentin ortasına kapatılmış gibi etrafında dönüp duruyor, bir türlü doğru yönü bulamıyordu.

Bileğine uzanan elden tam kendini kurtarmıştı ki yer bir anda ayakları altından çekildi ve dünya kısa süreliğine de olsa zifiri karanlığa gömüldü. Cemre Toprak'ın onu yakaladığını fark etse de tepki verememişti. Titriyor, inliyor, daha fazla göz yaşlarını bastıramıyordu. Toprak belinden tutup koltuğa oturmasına yardımcı olurken Cemre sadece ona tutunup bekledi. Direnecek gücü de kaçacak yeri de kalmamıştı.

"Cemre yapma." diye fısıldadı Toprak onu kendine çekip. Kızı tüm kötülüklerden koruyabilirmiş gibi göğsüne bastırmış, canavarları bir anlığına da olsa defetmişti.

"Neden?" diye mırıldandı Cemre sessiz hıçkırıkları arasında. "Neden ben?"

İlk kez kendi dışında birine bu soruyu soruyordu. İlk kez tüm çıplaklığıyla paylaşıyordu günahını. Lanet dudaklarından buram buram dökülürken ilk kez kendini kuma gömmüyordu. Toprak'ın kaçıp gitmesi, ona bir ucube gibi davranması gerekirdi. Oysa şimdi daha sıkı sarılmıştı Cemre'ye.

"Bu senin suçun değil." diye fısıldadı onu kendine bakmaya zorlayıp. "Cemre... Cemre beni dinliyor musun?" Konuşmak için ağzını açtıysa da sadece daha fazla ağlayabildi Cemre. Toprak bir kez daha ona sarılıp göğsüne bastırmıştı. "Tamam." dedi saçlarını okşarken. "Tamam biraz sakinleş. Burada güvendesin. Yanındayım."

Cemre gözlerini kapatıp Toprak'ın yumuşak dokunuşlarında ve sıcaklığında huzuru yakalamaya çalıştı. Sanki yıllardır kapalı tutmak için debelendiği kutu açılmış, o ana dek içinde gizlediği onlarca minik bilye gözyaşı olup ortalığa saçılmıştı. Her anı daha büyük bir acıyı tetikliyor, Cemre tam tükendi derken hıçkırıkları öncekilerden bile şiddetli bastırıyordu.

Onun aksine Toprak güçlü, Toprak sakindi. Onca kalp çarpıntısının ortasında sağlam bir duvar gibi dikiliyordu Cemre'nin yanı başında. Yanındayım diyordu sadece ara ara. Hoş, demese de oradaydı ya... Cemre saç tellerinin dibinde hissettiği her fısıltıda iyileşmek için bir umudu olduğunu hatırlıyordu.

Ağlamayı tamamen kesmesi biraz zaman almış, yeniden başını kaldırmaya cesaret ettiğinde güneş doğmaya başlamıştı. Pencerenin ardında beliren pembelik yeni bir günün yeni umutlarla geldiğini gösterse de Cemre'nin kanatları tamir olmayacak şekilde kırılmıştı bir kez. Başını zorla Toprak'ın göğsünden kaldırıp gün ışığıyla etrafında anlam kazanan renkleri inceledi.

"Burası neresi?" dedi gözleri tabloların üzerinde dolaşırken.

"Annemin atölyesi." dedi Toprak suçlu bir çocuk gibi. "Bizim evin bahçesi..."

Cemre cevabı duymaya hazır olduğunu zannetmiyordu. Yine de o ürkütücü soru dudaklarından kontrolsüzce döküldü. "Buraya nasıl geldim?"

Mahcup bir hüzün Toprak'ın yüzünü yalayıp geçti. "Eve giden yolun ortasında duruyordun. Bir başına... Kendinde değil gibiydin. Seni öyle görünce başka nereye götüreceğimi bilemedim."

"Keşke bulduğun yerde bıraksaydın." diye mırıldandı Cemre. Omuzları dünyanın tüm yükünü taşıyormuş gibi öne eğilmişti. Toprak'ın eli parmaklarına ulaşınca kendini ona bakmaya zorladı.

"Bu senin suçun değil Cemre."

Cemre Toprak'ın iyi niyeti karşısında hüzünle gülümsedi. Hiçbir şey anlamıyordu. "Hiçbir şey anlamıyorsun." diye fısıldadı bakışları yeniden yere düşerken. Toprak cevabını elini daha sıkı tutarak vermişti. 

"Bu yaşadığın şey her ne ise... bu senin suçun değil." dedi kendinden daha da emin bir tonla. "Ama yardım alman lazım Cemre. Bunu daha fazla saklayamazsın. Ya ben görmeseydim seni? Ya daha kötü bir şey olsaydı?"

Cemre elini ondan kurtarıp ayağa kalktı. "Senden yardım istemedim!" dedi. "Böyle olmasını ben istemedim. Keşke hiç karşılaşmasaydık. Keşke sen hiç burnunu sokmasaydın da bu işe bulaşmak zorunda kalmasaydın!" Aceleyle kapıya yürürken yeniden heykellerden birine çarpmıştı. Dizini ovmak için küfür ederek eğildiğinde Toprak ona yetişti.

"Dinle beni Cemre!" dedi kaşlarını çatıp. "Bu çocukça kapris yapabileceğin bir konu değil. Başına bir şey gelebilir, yaralanabilirsin. Ölebilirsin bile!" Bağırmadığı halde öfkesi yüzünden okunuyordu. "Anlamıyor musun sana yardım etmeye çalışıyorum. Bu tek başına çözebileceğin bir konu değil!"

Cemre bir an için kendini tutamayıp umutla Toprak'a baktı. Onun gözlerinde yakaladığı kararlılık tüm gardını düşürecekti nerdeyse. İlk kez birine gerçekten tutunabileceğini hissetmek yüzyıllarca okyanusun dibinde yaşadıktan sonra yeniden nefes almak gibiydi. Fakat sonra... derinlerde bir yerde...  ona tüm içtenliğiyle açılan bu kalbi hak etmediğini hatırlattı kendine.

"Lütfen sen bu işe karışma." derken bakışları yeniden yere çevrilmişti. Bulutların arasından kendini gösteren güneş hızla yok olurken lanetli gecenin yeniden tüm benliğini kuşattığını hissetti. Bir yıldız gibi kayıp karanlığa karışmasına bir adım kalmıştı. Bu odadan çıkacak, kendi dikenli yolunda kan revan içinde ilerleyecek, her düştüğünde biraz daha eksilip yine de yola devam edecekti. Ama o an kolundan yakalayan Toprak öylece önünden geçip gitmesine izin vermedi.

"Artık çok geç." diye fısıldadı hüzünle. "Sen istesen de istemesen de yanındayım Cemre. Bir yere gitmiyorum. Artık çok geç."

Toprak'ın kırık tebessümü Cemre'nin sorularına sadece yenilerini ekliyordu. "Bunun bir çözümü yok." dedi inatla. "Teyzem öğrenirse... Dedem... Can..."

"Bak kimsenin öğrenmesine gerek yok. Henüz yok... Bunu önce kendimiz anlamaya çalışırız. Sonra gerekirse..."

Cemre anlamadan ona baktı. "Ne öneriyorsun Toprak? Sen ne yapabilirsin ki? Biz ne yapabiliriz?"

Toprak Cemre'nin aksiliğine rağmen sonunda geri çevrilmediği için umutlanmış gibiydi. "Şu an bilmiyorum." diye itiraf etti. "Ama birlikte nedenini araştırabilir, bir tedavi bulabiliriz."

"Bir tedavisi yok." dedi Cemre ters ters. "Bütün bunları zaten bir kez yaşadım ben. Küçücük bir çocuktum sadece. O zaman da beni kurtarmak için uğraşan insanlar oldu. Şu an o insanlar nerede biliyor musun Toprak? Benim yüzümden yanıp kül oldular. Evimiz, hayatımız ve tüm geleceğimizle birlikte hem de... Onları ben öldürdüm! Bunu anlayabiliyor musun? Ben öldürdüm! Arkamdan katil diye bağıran o insanlar var ya... işte hepsi doğruyu söylüyor! Ben bir katilim! Katil!"

"Hayır!" dedi Toprak. Bu kadar net, bu kadar kendinden emindi. İki kolundan tutup gözlerine bakmaya zorladığı Cemre'nin karşısında ona meydan okuyan bir savaşçı gibi dikiliyordu. "Artık seni tanıyorum ve benim bildiğim Cemre bu dediklerinden hiçbirini yapmış olamaz." Cemre ağzını açmaya kalkınca "Hişş." diyerek onu susturdu. "Daha fazla geçmişte neler olduğunu duymak istemiyorum. Çünkü bugünden sonra geçmişi değil şimdi ne yapacağımızı konuşacağız. Anladın mı beni?"

"Hayır sen be..."

"Anladın mı beni?" dedi Toprak sertçe. Acıtmasa da Cemre'nin kolundaki parmakları varlığını hissettiriyordu. "Nasıl olacak henüz bilmiyorum, ama bu işe bir çözüm bulacağız. Yeter ki benimle inatlaşma Cemre! Allah aşkına bir kez olsun söz dinle!"

Cemre'nin dudakları söyleyebilecek onca kelime olduğu halde aralık kalmıştı. Normal şartlarda Toprak'ın yüzüne okkalı bir tokat indirir, hırsını alamadığından bir de kasıklarına tekme atardı. Oysa o an sadece onu ve gözlerindeki milyonlarca farklı duyguyu izliyordu. "Neden?" dedi sonunda kendini tutamayıp. "Bunu neden yapıyorsun?"

Toprak sıkıntıyla nefes verip kollarını bırakmıştı. Arkasını dönüp koltuğa yönelince Cemre bir an onun cevap vermekten kaçtığını düşündü. Ama Toprak deri ceketini alıp yeniden karşısına gelmişti. Montu Cemre'nin omuzlarına bırakırken dudakları hüzünlü bir tebessüme kıvrıldı. "Aslına bakarsan ben de sık sık kendime aynı soruyu soruyorum. Henüz buna da bir cevap bulamadım sanırım."

Cemre bir an onun bakışları altında eriyeceğini hissetti. Öyle derine, öyle hassas bir noktaya uzanmıştı ki Toprak, dokunduğu yeri felç ediyordu. Aralarındaki birkaç santimlik boşluğa sızmayı başaran hava ağırlaşmış, saatin tik takları bile yeni bir ritim tutturmuştu.

Toprak'ın eli Cemre'nin yüzüne düşen arsız saç tellerine uzanıp kulağının arkasına ittiğinde yüzü olabilecek en sıcak gülücükle kaplandı. "Güneş ne zaman saçlarına düşse aklıma hep o gün geliyor." diye mırıldandı.

Cemre onun neden bahsettiğini anladığı halde tepki verememişti. Toprak'ın ceketine sinen kokusu bu şekilde burnunu gıdıklarken, teni hala onun dokunuşu altında karıncalanırken ve nefes almayı bile zorlaştıracak kadar birbirlerine yakınken neye sinirlenmesi gerektiğini bile unutmuş gibiydi.

"Sakın..." diye söze başladıysa da devam edemedi. 

"Seni artık eve götürelim çilek." diyen Toprak ceketten ellerini çekmiş, o birkaç saniyede aralarında kurulan bağı kesmişti. Hala afacan bir çocuk gibi gülümsüyordu. Hala ona çok yakındı. Ve Cemre hala bedenin kontrolünü tam olarak geri kazanamamıştı. Toprak öne geçmesi için yol verdiğinde boşlukta bir başına asılı kalmış gibi hissediyordu.

"Kimse bizi görmez değil mi?" derken kendi sesi başka bir boyuttan kulağına gelmiş gibiydi. Toprak hemen arkasından dışarı çıkıp yeniden kolunu tuttuğunda onun yönlendirmesine ayak uydurup çıplak ayaklarıyla bahçede ilerledi.

"Herkes uyuyordur hala." demişti Toprak. Yine de ara sıra arkasına bakıyor, evde bir hareketlilik olup olmadığını kontrol ediyordu. Nihayet çıkışa yaklaştıklarında Cemre'yi durdurup güvenlik kulübesini kontrole gitti. Geri döndüğünde yüzü yeniden gülümsüyordu. "Yine uyuyakalmış." derken muhtemelen ender de olsa yaver giden şanslarına teşekkür ediyordu içinden. Gürültü yapmamaya çalışarak demir kapıyı açtı ve Cemre'nin ardından kayarak ana yola çıktı.

Ağaçların arasından görünen gökyüzü sıcacık renklere bürünmüştü o an. Sabah rüzgarı eşliğinde dans eden dallar yeni güne hoş geldin diyordu neşeyle. Fonda kuş sesleri, uzaktan burunlarına ulaşan tuz kokusu ve zeytinlerin havada asılı kalmış aroması... Yoldaki çakıllar ayağına battığından değil de, bu anı biraz daha uzatabilmek için ağır ağır atıyordu Cemre adımlarını. Yan gözle Toprak'a baktığında onun da keyifle gülümsediğini gördü. Haline bakılırsa durumundan rahatsız değildi, yine de Cemre içindeki inatçı kız çocuğunu durduramadı ve "Bundan sonrasını kendim giderim." dedi.

Kelimeler dudaklarından dökülürken bile neden böyle bir şey söylediğine anlam verememişti. Toprak'ın yüzünde hatasının aksi bir karşılık bulmasını beklediyse de Toprak ne gülümsemeyi ne de onun yanında yürümeyi kesti. Başını hafifçe sağa sola sallarken dudakları daha da yukarı kıvrılmıştı. Muhtemelen aklından geçirdiği düşüncelerle eğleniyordu. İkisi de aynı anda duydukları sesle kala kalmasalar Cemre ona neye güldüğünü sorabilirdi. Oysa şimdi ikisi de kendini ağaçların arkasına atıp nefeslerini tutmuştu.

Cemre Toprak'ın da tıpkı onun gibi saklandığı yerden geleni tanımaya çalıştığını gördü. Araba ağır ağır yaklaştıkça şekli ortaya çıksa da hala kim olduğunu anlamak imkansızdı. Olduğu yerde korkuyla büzüşen Cemre sabahın bu saatinde gelen her kimse yanlarından geçip gitmesini bekledi. Ama az sonra motor sesi durmuş, davetsiz misafir az ileride konaklamıştı.

Cemre şimdi şoför koltuğundaki genç kadını seçebiliyordu. Tabi onun hemen yanında oturan Levent'i de... Ve hatta... Cemre eliyle ağzını örttü. Yanlışlıkla kendini ele vermesine neredeyse ramak kalmıştı. Ses çıkarmamak için parmağını ısırırken gözlerini sanki farklı görmelerini sağlayabilirmiş gibi daha da çok açmıştı.

Levent pisliğin tekiydi. Cemre bunu daha zeytinliğe ilk getirildiği günden anlamıştı zaten. Ama o an yaşananlar... Karşısında oynayan bu ahlaksız senaryo... Daha ne yaptığını fark edene kadar çoktan ağacın arkasından onlara doğru hareketlenmişti. Sol yanında aniden bir baskı hissedip başka bir ağacın arkasına sürüklendiğinde bile hala Levent'e ulaşmaya çalışıyordu. Onu bulmalı, onu yumruklamalı, ona hak ettiği dersi vermeliydi. Elleri içinde köpüren sinirle karıncalanıyordu.

"Bırak!" diye fısıldadı onu arkasından bir panter gibi sarmış olan Toprak'a. Gitmeli, olay yerine yetişmeli, bu rezaleti gerçekleştiği mekanda sonlandırmalıydı.

"Hayır!" dedi Toprak kulağına. "Şimdi değil! Bu şekilde olmaz."

Cemre çırpınsa da Toprak ne onu bırakmış ne de ağzını açmasına izin vermişti. Levent aşığıyla öpüşürken Cemre'yi daha da sıkı tutuyordu ki aklındaki deliliği yapamasın. Arsız sırıtışıyla zeytinliğe yürüyen adamın tamamen gözden kaybolmasını beklemiş, ancak ondan sonra Cemre'yi serbest bırakmıştı.

"Onu öldürmem lazımdı!" dedi Cemre titreyerek. Toprak'tan uzaklaştığı halde geri dönüp onu yumruklamamak için kendini zor tutuyordu. "O adam... onu sen de gördün! Neden beni durdurdun!"

"Çünkü bu yanlış!" dedi Toprak sabırla. Cemre onun sakinliği karşısında daha da sinirleniyordu.

"Hayır!" diye bağırdı.  "Doğru olan onun sevimsiz yüzünü tanınmayacak hale getirmem!"

"Hayır Cemre! Olanları sakince teyzene anlatman ve bu kararı ona bırakman lazım."

Cemre anlamadan ona baktı. "Ne? Ne yani? Yanına mı kalsın? Hiçbir şey yapmayayım mı?"

"Ben onu demiyorum!" dedi Toprak sıkıntıyla. "Elbette cezasını çeksin. Ama bu cezaya karar verecek kişi ne sen ne de benim. Teyzenle konuşman lazım!"

Cemre öfkeyle yumruklarını sıkıyordu. Toprak'ın sözleri öyle mantıklı, öyle akılcıydı ki bunun tam aksini yapmak istiyor olmak bile Cemre'yi iyice çileden çıkartıyordu. "Sen bir kere de bir işe karışma!" diye bağırdı muhtemelen Toprak hiç hak etmediği halde. Hata yaptığını biliyor, daha fazla bu hatayla yüzleşmek istemiyordu. O yüzden son bir kez onun yüzüne baktı ve kendini haklı çıkartacak hiçbir gerekçe bulamayınca sinirle eve yürüdü.

Yırtık geceliği, çıplak ayakları ve yaralı ruhuna şimdi bir de patlamaya hazır bir kalp eklenmişti.

----------

Bölüm Sonusuuu

Bu nasıl bir yazar ki dertlerin arkası kesilmiyoooor :( Şimdi bir de Cemre kız Levent'in aldattığını öğrendi. Bakalım teyzeye söyleyince daha başına neler gelecek.

Okuyalım görelim canlarım.

Öperim

E.Ç.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top