Bölüm 1.37
Bu bölümün bir adı olsaydı kesin Çilek olurdu.
Keyifli okumalar :)
Hayat ve ötesinde bekleyen yaşam insanı korkutacak kadar yakındı aslında. Gözlerin kapanması sadece bir an alıyordu bazen. Ruhun bedeni terk etmesi belki daha da kısaydı. Yolculuk muydu uzun süren yoksa vardığın yerdeki hayat mı? Kim bilebilirdi ki... Bir kez o gözler bu dünyaya kapanınca gerisinin pek de önemi kalmıyordu geride kalanlar için.
Ve Cemre'nin gözleri bir haftadan da uzun süredir kapalıydı. Hangi diyarlarda dolanmış, kimlerle kavuşmuş, neler görmüş Cemre bile söyleyemezdi. Sadece gitmişti. Uzun olduğu kadar kısa, sonsuz geldiği kadar anlık bir yolculuktu onunkisi. İçinde siyahı da vardı ışıl ışıl beyaz da. Renkler sayısız duyguyla besleniyor, anılar yeni hikayelere eviriliyordu o boyutta. Sahipsiz ruhu gönlünce gezmiş, hissetmiş, en nihayetinde eve dönmeye karar vermişti.
Ve sonunda Cemre gözlerini açtı.
İki gün oluyordu. Hayata yeniden uyandığı o ilk an başına neler geldiğini hatırlamamış, nerede olduğunu anlayamamıştı. Kımıldamaya çalışınca bedenine yayılan acı ölmediğini söylese de Cemre aksi şekilde hissediyordu. Üzerine doğru gelen insanları da odadaki hareketliliği de fark etmiş, tepki verememişti. Işık can yakıcı, vücudundaki eller ölümcüldü. Tanıdık bir yüz görmek, bildik bir ses işitmek için kendini zorladıysa da renkler de sesler gibi bulanıktı.
Ancak şimdi başından neler geçtiğini tam olarak biliyordu Cemre. O ilk şoku atlattıktan sonra her şey yavaş yavaş da olsa anlamlanmıştı. Herkesten önce Can gelmişti yanına. Ufacık kalmış yüzü, şişmiş gözleri ve yanağından boşalan yaşlar tüm hikayeyi ortaya koysa da kazayı ve sonrasında olanları detaylara girmeden anlatmıştı. Cemre'nin elini acıtma pahasına bir an bile bırakmıyordu. Ne o an onu zorla dışarı çıkarmaya çalışan hemşirelere kulak asmış, ne de Cemre'yi odaya çıkartırlarken yanından ayrılmıştı.
Yaşananların daha detaylı bir versiyonunu Leylim'den dinlemişti Cemre. Artık tamamen kendinde olduğundan Burak'ın yüzü yeniden gülüyordu, ama yaşadığı acının izleri çocuğun gözlerinden henüz silinmemişti. Tüm arkadaşları yanındaydı Cemre'nin. Tüm ailesi de... Ruhi Dede yaşına bakmadan kalıyordu hastanede. Duru bile gelmişti ziyaretine. Sevimsiz Levent'le vasıfsız karısı Ayça da... Onları gördüğüne bile sevinmişti Cemre. Geri dönmek güzel, yaşama devam edebilmek bir lütuftu.
Ona anlatılanlar dışında sahip olduğu tek anı yoktu o geceye ait. Ona sorular soran polislere de anlatmaya çalışmıştı, ailesine ve arkadaşlarına da... Sadece yere düştüğünü hatırlıyor, karanlık dışında gözünün önünde hiçbir anı canlanmıyordu. Doktor bunun travmaya bağlı bir hafıza kaybı olabileceğini söylediyse de Cemre durumdan şikayetçi değildi. Yangın, okulda yaşanan o berbat gün, ardından kaza... Birbiri ardına gelen tüm bu felaketler artık geride kalmıştı ve öyle kalmaya devam etmesini istiyordu Cemre.
Hala bir enkaz halinde olduğundan çoğu vaktini uyuyarak geçiriyordu. Gözlerini her açtığında yanında farklı birini görmeye neredeyse alışmıştı. Can, Burak, Leylim, Ece... Bazen hemşireler ya da doktor... Bir iki defa Ruhi Dede. Yine Can, yine doktor ve yine Leylim, Burak, arkadaşları.... O gün de kontrolsüzce kaydığı uykudan uyandığında karşısında birini bulacağına emindi Cemre. Gözlerini aralarken abisinin koca ağzıyla ona gülen suratını canlandırdı zihninde. Ama kapı eşiğinde duran kişi kesinlikle beklediklerinden biri değildi.
Cemre kirişe yaslanmış, elindeki kolyeyi evirip çeviren oğlanı izledi bir an için. Saçları her zamanki gibi yüzünün etrafından darmaduman dökülüyordu. O odayı ziyaret etmiş herkes gibi uykusuz ve yorgundu. Üzerindeki siyah tişörtü alelacele üzerine geçirmiş, evden apar topar çıkmış gibiydi. Cemre doğrulmaya çalışınca gözleri anında yatağa çevrildi.
"Burada ne yapıyorsun?" diye sordu Cemre. Yastığı düzeltmeye çalışırken kaburgalarındaki ağrı yaşananları hemen hatırlatmıştı. Toprak yüzündeki acıyı görmüş olacak hızla yanına gelip doğrulmasına yardım etti. Hemen sonra yatağın yanındaki koltuğa oturmuştu. Her lanet olası durumda olduğu gibi yine çok güzel kokuyordu. Lanet!
"Nasıl olduğunu merak ettim." dedi çekinerek.
Cemre onun nasıl olduğunu bildiğine emindi. Leylim Toprak'ın yaptıklarını defalarca kez anlatmıştı. Herkese gerçeği söyleyen oydu. Can'a haber veren, Levent'e diklenen, onca zaman hastane kapısından ayrılmayan... Neden? diye düşünmüştü Cemre. Bu hikayeyi her dinlediğinde, her defasında ve şimdi Toprak'a bakarken aynı soru gözünün önünde beliriyordu. Neden?
"Bir iki kırık beni öldürmez." dedi omuz silkip. Başını yastığa koyup Toprak'a çevirmişti. "Leylim olanları anlattı. Benim için yaptıklarını yani..."
Toprak başını iki yana salladı. "Ben bir şey yapmadım. Yani yaptığım hatayı geri çevirmeye çalışmaktan başka..."
"Kazanın seninle bir ilgisi yoktu." dedi Cemre. Toprak'ın suratındaki suçluluk duygusuna tahammül edemiyordu. Tüm hayatını omuzlarında koca bir yükle geçirdikten sonra başkalarının onun yüzünden aynı şekilde hissettiğini görmek katlanılmazdı.
"Kazadan bahsetmiyorum." dedi Toprak.
"Kız arkadaşının zıvanadan çıkmasını diyorsan... bu konuda da yapabileceğin pek bir şey yoktu korkarım."
Toprak'ın bakışları sertleşti. "Bir..." dedi. "O benim kız arkadaşım değil. Artık değil. İki... Ben Zeynep'in ne yaptığından değil, benim ne yapmadığımdan bahsediyorum." Cemre anlamamıştı. Boş bakmış olacak Toprak sıkıntıyla nefes verdi. "Seninle konuşmadım Cemre." dedi. "Sana sormadım. O anın şokuyla ne gördüysem ona inandım, ama sana hiç sormadım."
Cemre bir an kendini yeniden okulun koridorunda gördü. Toprak karışışına dikildiğinde ona nasıl baktığını elbette unutmamıştı. Düşünceyi uzaklaştırmak için başını diğer yöne çevirip "Önemi yok." dedi. Toprak Cemre'yi haksız yere suçlayan ne ilk insandı, ne de son olacaktı. Bunun için tüm kabahati üzerine almaya hazırdı Cemre. Hayat boyu işlediği günahların bedeli olduğunu öğrenmiş, onlarla yaşamaya alışmıştı. O yüzden Toprak'ın elini parmaklarının üzerinde hissedince panikle ona baktı.
"Önemi var." dedi Toprak. Doğrudan gözlerine bakıyordu. "Ve senden özür dilerim. Kabul etmeyeceğini ya da umursamayacağını biliyorum. Olanlardan sonra belki de haklısın. Ama özür dilerim." Cemre felç olmuş halde bir süre Toprak'ı izledi. Yeniden o ana dönüp içinde bulundukları durumu fark edince hızla elini çekmiş, gözlerini kaçırmıştı.
"Tamam." dedi konunun kapanması için. "Tamam. Seni affettim. Uzatma artık."
Yan gözle Toprak'ın gülümsediğini görmüştü. Koltukta arkasına yaslanan oğlan hala kolyeyi elinde çeviriyordu. "Bundan iki yıl önce bir kaza geçirdim." dedi. "Hafta sonuydu. Okula dönmek için geç kalmıştım ve yatakhane kapanmadan yetişmek için acele ediyordum. Arabanın ne ara önüme çıktığını bile göremedim. O da beni fark edemeyecek kadar sarhoştu zaten. Anında kendimden geçmişim. Gözlerimi açtığımda senin gibi hastanedeydim. Uyuyarak geçirdiğim süre bana o kadar da uzun gelmemişti o zaman. Bekleyenler için pek öyle olmadığını ancak şimdi anlıyorum." Hüzünlü gözleri tebessümünü gölgeledi. Yeniden Cemre'nin elini tutsa da bu kez kolyesini kızın avucuna bırakmak içindi. "Bu bana çarpan arabanın bir parçasından yapıldı." dedi. "O günden beri beni koruyor. Şimdi sıra sende."
Cemre bir elindeki soğuk metale bir Toprak'a baktı. "Bunu alamam." dedi. "Bu... Senin..." Ne diyeceğini bulamamış, kolyeyi geri uzatmak istemişti. Ama Toprak parmaklarını bastırıp soğuk metali kızın avucuna hapsetti.
"O artık senin." dedi. "Başını yeterince belaya sokuyorsun zaten. Birazını bile engellese yeter." Gözleriyle gülümsüyordu sanki. Yorgunluğuna rağmen bakışları ışıl ışıldı. Bir anda ayaklanınca Cemre ne olduğunu anlayamadı. "Burak gelip canıma okumadan gideyim." dedi yüzünü buruşturup. "Bu kaza bizi epey yakınlaştırmış olsa da hala pek iyi geçindiğimiz söylenemez."
Cemre elinde olmadan gülümsedi. "Birbirinize çok bağlandığınızı duydum." derken sözlerini kontrol edememişti, ama Toprak eğleniyormuş gibi duruyordu.
"Bundan sonra daha çok bağlanacağımıza emin olabilirsin." dedi. Arkasını dönmeden önce eğilip Cemre'nin yüzüne düşen saçı çekmişti. "Kendine dikkat et çilek." dedi "Bir daha bizi bu kadar korkutma." Ve göz kırpıp çıkışa yöneldi.
Bir süre onun arkasından boş boş kapıyı izleyen Cemre sonraki günlerinin çoğunda da kendini kolyeye bakarken bulmuştu. Toprak'la aralarında geçen konuşmadan kimseye bahsetmeyi düşünmüyordu elbette, ama daha ilk gün Leylim onu metal parçasını evirip çevirirken yakalamış, Cemre de ne olduğunu itiraf etmek zorunda kalmıştı. Kız belli ki bunun çok romantik olduğunu düşünüyordu. Cemre'yse ne hissetmesi gerektiğine emin olamamıştı.
O gece hemşire elinde minik, çilekli bir pastayla içeri girdiğinde Leylim hala kolyeden bahsediyordu. Pastayı birlikte yemişler, ama kimin hediyesi olduğunu anlayamamışlardı. Ertesi gün aynı hemşire bir kutu çilek getirmiş, takip eden günler bunu çilek desenli bir fular, çilek şeklinde bir anahtarlık, çerçevelenmiş çilek resmi ve çilek reçeli takip etmişti.
Leylim bu işten bir hayli eğleniyor, hediyeleri saklaması için Cemre'ye yardım ediyordu. Oysa Cemre kontrolünden çıkmış bu çilek çılgınlığı karşısında ne yapacağını bulamamıştı. Leylim gizli bir hayrandan bahsedip dururken Cemre elbette gerçeği biliyordu. Bu ancak Toprak'ın aklına gelebilecek bir özür dileme şekliydi.
Hastaneden taburcu olduğu gün hemşirenin eline tutuşturduğu paketten çilekli bir şeyler çıkacağını elbette biliyordu Cemre. Kırmızı bir çocuk tokası avucunun içine düşünce elinde olmadan gülümsedi ve tepede topladığı saçlarına tutturdu. Leylim onu gördüğü ilk an bunu fark edip dalga geçmese her şey daha kolay olurdu, ama arkadaşının dilinden kurtulamayacaktı Cemre. Ne o gün ne de sonrasında...
Evde istirahat ederek geçirdiği iki haftanın her günü çilekli bir hediye almaya devam etti. Paketleri getiren Ali'yi ne kadar sıkıştırsa da minik oğlanın ağzından laf alamamıştı. Hastane odasındaki konuşmalarından sonra Toprak'ı bir daha görmemiş, hediyelerin hiçbirinden ona yazılmış bir not çıkmamıştı. Cemre yine de her paketi öncekinden de büyük bir heyecanla açıyor, her defasında yeniden şaşırıyordu. Okul notlarını getirmek için her akşam zeytinliğe gelen Leylim arkadaşının mutluluğundan da her gün Can'ı görüyor olmaktan da fazlasıyla hoşnuttu. Burak'a bu çilekli sürprizlerden bahsetmemek konusunda söz vermiş, şimdiye kadar da sözünden çıkmamıştı. Elbette bunu kendi akıl sağlığı için yapıyordu.
Hafta sonu Can nihayet Cemre'nin iyileştiğine ikna olunca Pazar günü okula dönmeye karar verdi. Cemre'yi de beraberinde götürmek için elinden geleni yapsa da Ruhi Dede bu kez minik torununu bırakmaya gönüllü olmamıştı. "Sonbaharım benimle kalıyor." diyerek son noktayı koyduktan sonra Can kardeşinin alnına sıcacık bir öpücük kondurup geri geleceğini söyledikten sonra pikabına atlayıp yollara düştü.
Cemre hala kazayı, o gece tam olarak ne yaşandığını, nasıl hastanede gözlerini açtığını hatırlayamıyordu. Bir iki defa evi de ziyaret eden polisler sonunda işin ucunu bırakmış olsalar gerek bir daha o talihsiz olayla ilgili Cemre'ye soru soran olmadı. Pazartesi sabahı her normal öğrenci gibi erkenden uyandı Cemre. Kaburgasındaki kırığın daha az canını yaktığını fark etmek rahatlatıcıydı. Yine de bisiklete binmesi yasak olduğundan o gün Rıfat Abi ve Duru'yla okula gitmesi gerekiyordu.
Arka koltuğa yerleştiğinde nedenini bilmediği bir heyecanın nefesini kestiğini hissetti. Okul bahçesine adım attığında oradan son ayrıldığı gün yaşadıkları kontrolsüzce aklına hücum etmişti. Panik ve korku her an göğsüne daha çok bastırıyor, Cemre okulun girişinde adım dahi atamadan öylece dikiliyordu. Varlığını fark eden öğrencilerin bakışları ona çevrilmişti bile. Aralarında fısıldaşanlar, yanına gelip geçmiş olsun dileklerini iletenler, uzakta kalıp gözleriyle durumunu anlamaya çalışanlar...
Burak gelip koluna girmese Cemre belki içine sıkıştığı bu ateş üçgeninden asla sıyrılamazdı. Onu birinci sınıfların sırasına doğru çekiştirirken ilgiyi meraklı insanlardan kendi üzerine çekmeye çalışmıştı Burak. Sonunda değneklerinden kurtulmuş olan Leylim neşeyle aralarına katıldığında, Ece bülbül gibi şakıyarak yanlarına geldiğinde ve Umut'la Adem elleriyle ritim tutarak harika bir karşılama gösterisi sergilediğinde Cemre sonunda gülümsedi.
"Bu okul sensiz aşırı sıkıcı kızıl!" dedi Umut elindeki bagetlerle Adem'in çantasının üzerinde tempo tutarken. Ece bir an onun yaralandığını unutup sıkıca sarılmaya kalkmıştı.
"Kızı ilk günden geri hastanelik edeceksiniz." diye söylendi Burak, ama ne kızgın ne de mutsuzdu. Uzun süredir belki de ilk kez Cemre'nin etrafındaki herkesin yüzü gülüyordu. Leylim'in kolunda sınıfa girdiğinde dersleri bile özlediğini hissetti Cemre. Yaşadığı tüm sorunlara rağmen ait olduğu dünyayı ve yaşamı bırakmaya hazır değildi.
Çantasını taşımak canını yaktığından doğrudan sırasına yöneldi. Onunla konuşmak isteyen öğrencilerin ilgi odağı olduğundan gözünün önündeki kutuyu ancak ders başladığında fark etmişti. Sıranın gözünde duran minik, kırmızı paketi alırken elleri titriyordu. Leylim'in onu izlediğini bildiğinden merakını gizlemeye çalıştı.
"Yine çilek mi?" diye fısıldamıştı Leylim heyecanla.
Cemre sadece gülümsedi. Elinde çilekli bir şeker ve kısa bir not tutuyordu.
Hoş geldin, Çilek...
Gerçekten hoş gelmişti.
------------
Bölüm sonu
Kitabın eeeeen severek yazdığım ve tekrar tekrar okuduğum bölümü bu oldu. Umarım siz de benim gibi ağzınızda çilek tadıyla okumuşsunuzdur :D
E hep göz yaşı dökücek değiliz herhalde :D
Sonraki bölüm görüşürüz çilekler :)
E.Ç.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top