Bölüm 1.36


Yaşam, ölüm, nefret, kin, düşman, daha çok düşman, kararlar, yanlış kararlar, fevri kararlar, sonuçlar, geri dönüşü olmayan adımlar, umutlananlar ve umutları yıkanlar, asanlar, kesenler, elini kana bulamaktan çekinmeyenler, hırs, tutku, amaç, uğruna vazgeçenler ve vazgeçilenler, düşenler, kalkanlar, ölenler, ölmesi gerekenler ve bir türlü ölemeyenler...

Levent ne kadar süredir aynı camın ardından boşluğu izlediğini bilmiyordu. Etrafı sonsuz duygu, sayısız düşünce, gereksiz bir sürü insanla sarılmıştı. Dimdik durduğu halde aklı aralıksız çalışıyor, eski planları yenileriyle değiştirip kusurları mükemmeliyete döndürmeye çabalıyordu. Bazen aklının kendi için en büyük tehdit olduğunu düşünürdü. Bu, o anlardan biriydi. Sağ yanında bir hareketlilik sezdiğinde başını zorla çevirdi.

Ayça hemen yanında durmuş, gözlerini yoğun bakım odasında bir ölü gibi yatmakta olan yeğenine dikmişti. Bitmiş, tükenmiş, mahvolmuş görünüyordu. Zaten ne zaman öyle görünmemişti ki? Evlendikleri gün bile kadının mutlu olduğunu hatırlamıyordu Levent. Sanki doğduğu an minik bedenini saran lanet Ayça'yla birlikte büyümüş, onu içten içe zehirlemiş, arsızca uzayan sefil bir sarmaşığa dönüştürmüştü.

"Ağladın mı sen?" dedi Levent sırf sormuş olmak için. Karısı sessizdi. Yaşamla ölümü birbirinden ayıran şeffaf bir duvarın ardında asla gelmeyecek olan umudu arıyordu. Levent gözlerini devirdi. "Ne bu dram şimdi? Kız için mi üzülüyorsun sahiden?"

"O benim yeğenim." dedi Ayça sıktığı dişlerinin arasından.  

Levent sinirle güldü. "Yapma Ayça. İkimiz de ona katlanamadığını biliyoruz. Tanrı yüzüne baksın da bir daha bu yüzü görmek zorunda kalma."

Ayça dehşetle ona döndü. "Sen ne..."

"Hişş." dedi Levent. "Burada biz bizeyiz. Kimseyi kandırmamıza gerek yok. İkimizin de ondan kurtulmak istediğini biliyorsun!" Tanrı biliyordu ya gerçekten istiyordu Levent. Ne olurdu sanki o arabanın altında ölüp gitseydi. Baş belası hala tutunuyordu hayata inatla. O yangından da paçayı sıyırmanın yolunu bulmuştu, bu kazadan da... Levent'in ne ona ne de abisine tahammülü kalmıştı artık. Varlıkları yeterince can sıkıcı değilmiş gibi bir de Can diklenmiyor muydu kardeşi için... Bir gün gelecek Levent ikisinden de sonsuza dek kurtulacaktı. Tabi ecel Cemre'yi daha önce yanına almazsa...

"Böyle konuşma!" dedi Ayça. "O daha bir çocuk."

Levent bu muhabbetten sıkılmaya başlamıştı. "Zeytinliğe ilk geldiği gün de bir çocuktu ama ona zulmettin." dedi tiksintiyle. "Ablanı öldürdüğü için her gün ondan daha fazla nefret ettin. Her gün daha kötü davrandın. Şimdi karşıma geçmiş bana iyi teyze numarası yapma!"

Ayça'nın dudakları titredi. Muhtemelen hastanenin içinde bir köşe bulup lanetli iç dünyasına kapanmak için hareketlenmişti, ama Levent son anda onu kolundan yakalayıp durdurdu. "Gözüm üzerinde." diye fısıldadı iyice kadına sokulup. "Nasıl davranman gerektiğini hatırlattırma bana!"

Ayça ıslak gözleriyle bir an öldürecekmiş gibi baktı kocasına. Dudakları asla dile getiremediği öfkesini kusmak için aralandı, ama hemen sonra gözleri yere çevrilmiş, ağzı açılmamak üzere kapanmıştı. Her zamanki gibi tüm fırtınaları içinde yaşayacak, tek kelime edecek cesareti bulamayacaktı.

Hiçbir cevap veremeden uzaklaşsa da fark etmezdi Levent'e. Karısı mesajı almıştı. Alper'le birbirlerine nasıl baktıklarını gördükten sonra Levent ona korkunç şeyler yapmadığı için şanslıydı. Hala aç bir köpek gibi fırsat kolluyordu Alper. Yıllar önce kaybettiğini kabullenemeyecek kadar zavallıydı. Belki hala Ayça'ya aşıktı bile. Onca yıl boyunca o izbe barından da geçmişinden de bir metre öteye gidememişti. Pislik... 

Levent bu matem odasına daha fazla tahammül edemeyince arkasını döndü. Birinin gitmesini ne kadar dört gözle beklersen Azrail o kadar geç geliyordu belki. Kazanın üzerinden bir hafta geçmişti bile ve doktorlar hala Cemre'yi uyutmaya devam ediyorlardı. Onca insan kapıda nöbet tutarken Levent'in bu komediye dahil olmasının tek nedeni Ruhi Dede'ydi elbette. Bir gün onun, eski kafalı metotlarının ve sığıntı torunlarının olmadığı bir dünya kuracaktı Levent. O an gelene kadar sadece dişini sıkıyor, oyunu kurallarına göre oynuyordu.

Koridoru dönünce yoğun bakıma doğru gelmekte olan Toprak'la burun buruna geldi. Ah ne çok potansiyel vardı bu çocukta. Koskoca Sultan Hanım'ın torunu, Karasuların küçük varisiydi. Gel gör ki sümüklü bir kız için günlerdir hastaneye gelip gidiyor, diğer zavallılarla birlikte koridorlarda ya da hastane bahçesinde sabahlıyordu.  O gün de üzerindeki formaya bakılacak olursa okuldan geliyor olmalıydı. Tam zamanı diye düşündü Levent. Herkes hastaneye damlamadan uzaklaşmakla doğru kararı vermişti.

"Merhaba Levent Bey." dedi Toprak. Nasıl da nazik bir çocuktu. Belki de gereğinden fazla nazik... Levent onu Duru'nun yanında hayal edebiliyordu. Ne de güzel bir çift olurlardı. Ruhi Dede'nin ya da artıklarının olmadığı harika bir gelecekte iki dev zeytinliğin birleşmesi anlamına gelirdi bu.

"Merhaba oğlum." dedi Levent bu düşünceyle gülüşü yüzüne yayılırken.

  Toprak huzursuz görünüyordu. "Bir gelişme var mı?" diye sordu çekinerek.

"Korkarım yok." dedi Levent. Ölemedi gitti bir türlü demek istemişti. Nefretinin suratına yansımadığını umuyordu, ama zaten Toprak'ın hüzünlü bakışları koridorun sonuna çevrilmişti. Hemen sonra elinden geldiğince gülümsedi.

"Ben bir gidip bakayım." derken yapabileceği hiçbir şey olmadığını biliyordu. Başıyla selam verip umutsuz bir hayalin peşinden yoğun bakıma doğru ilerledi. Belki de babaannesinden çok kendi annesine çekmişti. Sultan Hanım'ın torununun ne denli zavallı olduğunu izlerken mezarında ters döndüğüne şüphe yoktu. Levent kadını o halde hayal edince sırıttı. Allahtan bahçeye çıkmadan son anda yüzüne o sahte acıyı yerleştirmişti.

Can ve Cemre'nin birkaç gereksiz arkadaşı banklardan birinde oturmuş birbirlerini teselli ediyorlardı. Levent'i fark edince önce sustular, sonra da ne tepki vereceğini görmek için Can'a baktılar. Levent eliyle selam verse de kimseden karşılık gelmedi. Beter olun diye geçirdi Levent içinden. Hepsinden, en çok da Can'dan nefret ediyordu. Arabasına bindiğinde içinden atamadığı siniri direksiyondan çıkartıp kendi kendine bağırdı.

Ne zaman bu kapana kısılmış fare hissinden kurtulacaktı? Yaptığı onca şeyden sonra bir arpa boyu yol alamamıştı. O kaltak Cemre tüm planlarının içine etmemiş olsa bu kez başarabilirdi belki. Ruhi Dede'nin kendi pisliğinde boğulduğunu görmesine azıcık kalmıştı. Oysa ne planları ne de depodaki yangın Levent'i olması gerektiği yere getirebilmişti. Gerçekten de tanrının eli Ruhi Dede'nin üzerindeydi belki de. Ya da yersiz bir melek haddi olmayan işlere burnunu sokuyordu. Fark etmezdi. Levent Cemre gibi onun da kanatlarını sökmesini bilirdi nasılsa. Sadece zaman gerekiyordu. Çok az daha zaman...

Levent motoru çalıştırıp ofise doğru sürdü. Camdan dolan temiz hava bile sakinleşmesine yardımcı olmuyordu. Ofise dönüp, eline yüzüne bulaşan planları yoluna koyması gerektiğinin farkındaydı. Yine de yol ayrımına geldiğinde sağ yerine sola saptı. Yeniden saldıracağı gün elbet gelecekti. Ama önce kafasını dağıtmaya, üzerine sinen bu lanet ölüm kokusundan kurtulmaya ihtiyacı vardı. Hayat kısa diye düşündü. Yasemin'in teni ise sıcak ve yumuşaktı.

Genç kadının hem ev hem ofis olarak kullandığı iki katlı gösterişsiz evine doğru sürerken gözü devamlı dikiz aynasına kayıyordu.  Birinin onu takip edip etmediğine o kadar dalmıştı ki aniden önüne fırlayan kırmızı arabayı son anda fark edip frenlere asıldı. Bir an için karşısına çıkanın hayatına susamış acemi bir sürücü olduğunu sandı. Arabanın kapılarının açılmasıyla anladı ki eceli gelen belki de kendisiydi. İçeriden çıkan adamlar üzerine gelirken sakin kalmaya çalışarak arabadan indi.

"Beyler..." demişti ki daha uzun olan yakasına yapışıp onu sertçe arabaya vurdu.

"Neden telefonlarımı açmıyorsun lan!" diye bağırdı adam. İçki kokan nefesi de yarısı dökülmüş dişleri de Levent'i hasta ediyordu.

"Hastanedeydim." dedi Levent gözlerini kaçırmadan. Bu adamlara karşı bir kez zayıf görünürse başına neler gelebileceğini biliyordu. Ama bu sakinliği adamı daha da çileden çıkartıyor gibiydi. Levent'i kendine doğru çekip bir kez daha arabaya çarptı. Şimdi diğer adam da yanlarına gelmiş, tehdidin boyutu iki katına çıkmıştı.

"Ne istiyorsunuz?" dedi. "İş bitti. Paranızı aldınız. Neden hala buradasınız?"

"İş bitmedi de ondan." dedi uzun olan tükürerek. "Kız ölmemiş. Uyanıp her şeyi anlatırsa ne olacak hiç düşündü mü Levent Efendi?"

Levent anlamamıştı. "Bir kazaydı." dedi. "Anlatabileceği ne olabilir ki?"

Adamın dudakları aşağı sarktı. "Ona çarptığımızda kız hala kendindeydi. İşi başka türlü halletmemiz gerekti."

"Karşısına mı çıktınız?" diye haykırdı Levent. Bir anda kan beynine sıçramış, tüm korkularını unutturmuştu. Tüm öfkesiyle adamın göğsünü yumruklayıp kendinden uzaklaştırdı. "Sizi gördü mü yani?"

"Bilmiyorum. Ben arabadaydım ama Hakan inip başına vurdu taşla. Karanlıkta belki gördüyse..."

"Angut herifler!" diye bağırdı Levent. Bir yandan panik içinde etrafında dönüyor, ileri geri yürüyordu. "Allah belanızı versin!" dedi kendi kendine. "Allah belanızı versin. Sıçıp batırdınız! Her şeyin içine sıçtınız lan!"

"İşi bitireceğiz." diye atladı kısa olan. "Bu gece hastaneye giriyoruz."

Levent dehşetle adama baktı. "Saçmalamayın lan!" Alnındaki damar atıyordu. "Kızın kapısının önü bir saniye boş mu kalıyor sanıyorsunuz? Herkese ifşa edeceksiniz yediğiniz boku. İşi beceremediğiniz yetmezmiş gibi bir de yakalatacaksınız kendinizi!"

Adamlar birbirlerine baktı. "Ne yapacağız o zaman?"

"Ne biliyim ne yapacaksınız. Yediniz bir bok, içinde debelenin şimdi!"

Levent daha fazla tahammül edemeyecekti bu kepazeliğe. Arkasını dönüp sinirden titreyen elleriyle arabanın kapısına uzandı. Ama sırtında hissettiği pençeler onu geri çevirip bir kez daha arabaya yapıştırmıştı. Kısa olan adamın belinden çıkardığı silahı alnının ortasına doğrulttuğunu fark edince Levent yutkundu.

"O kadar kolay mı lan gitmek!" diye tükürdü uzun adam. "Biz bittik mi sen de bitersin oğlum!"

"Ne istiyorsunuz benden?"

Uzun adam iyice sokulduğundan yeniden pis kokusu Levent'in genzini yakmıştı. "Kaybolmamıza yetecek kadar para!" derken üst dudağı hafifçe yukarı kıvrıldı. "Seni neden arıyoruz günlerdir sanıyorsun? Sen bize istediğimizi ver, biz ortadan yok olalım, o şaşalı hayatının da içine sıçılmasın!"

Levent bunun sonunun iyi olmayacağını biliyordu. Fevri karar vermiş, önünü arkasını düşünmeden harekete geçmiş, tüm planı eline yüzüne bulaşmıştı. Cemre'nin hayatta kalması yetmiyormuş gibi şimdi bir de bu adamlar çıkmıştı. Bir kez onlara kolunu kaptırırsa geri alamayacağını biliyordu. Gerçi, sanki başka seçeneği vardı da...

"Ne kadar?" diye sordu pes edip. Sözleri de suratındaki ifade de adamların hoşuna gitmiş olmalıydı. Birbirlerine bakıp gülümserken belki de ilk kez kızın ölmediğine seviniyorlardı.

"Hemen bu gece gideceksiniz!" dedi Levent. "Buradan uzak neresi olursa... Defolun gidin yeter!"

Kiralık adamlar meblağı duyana kadar akbaba gibi Levent'i didikleseler de arabalarına geri bindiklerinde tatmin olmuş gibi görünüyorlardı. Onlar uzaklaşana kadar bekleyen Levent cebinden telefonunu çıkardı ve en üstte duran isme bastı. Hattın diğer ucunda şakıyan bülbül bile o an neşesini yerine getirmemişti.

"Yasemin..." dedi aceleyle. "Kağıt, kalem al ve dediklerimi yaz hemen."

-------

Bölüm sonusu

Da das das da das! Bu bölüme herkesten yorum istiyorum! Levent'le ilgili çılgın gerçekleri artık bildiğinize göre sizden geleceğe dair tahminler alabilirim bence.

Hadi bana yazın, merak ediyorum düşüncelerinizi :)

Öperimm

E.Ç.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top