Bölüm 1.35
Leylim oldum olası hastanelerden nefret etmişti. O buz gibi, gri duvarlar, kusurları saklamak istercesine ışıl ışıl parlayan fayanslar, mavi önlüklü hayaletler ve koca, plastik bir dünya... Hepsi ona sonu berbat bitecek düşük bütçeli bir korku filmini çağrıştırıyordu.
Hayatında sadece bir kez daha sabahlamıştı bu koridorlarda. İlk kez ölümün varlığını da yine o zaman hissetmişti. Henüz on yaşına yeni basmış olmalıydı o talihsiz gece yaşandığında. Kaza haberi geldiğinde Cemre ve Burak'la sahilde oturuyorlardı her zamanki gibi. Çocuk akılları el verdiğince bunun ne anlama geldiğini yorumlamış, bisikletlerine atladıkları gibi hastanenin yolunu tutmuşlardı.
O gün bu koridorda Cemre'yle birlikte tutmuştu Burak'ın elini Leylim. Büyükler ağlarken onlar sapasağlam durmuşlardı arkadaşlarının yanında. Sabaha kadar iyi bir haber alma umuduyla kapanan gözlerini açık kalmaya zorlamışlardı. Burak'ın babasının ölüm haberi geldiğinde duyduklarına itiraz ederce Cemre hala sıkı sıkı tutuyordu Burak'ın elini. Oysa Burak'ın babası gitmişti ve o zaman Cemre'nin oturduğu koltuk şimdi bomboştu.
Leylim derin bir nefes alıp oturduğu yerden kalktı. Düşüncelerine katlanamadığı her an bir kaçış umuduyla ayaklanıyor, sonra değnekleri aklına geliyordu. Toprak yaslandığı duvardan ona yardım etmek için ayrılınca Leylim eliyle durmasını işaret etti. Herkes birbirinden perişan haldeyken kimsenin onun için üzülmesine katlanamıyordu.
Saatler geçmiş, ameliyathaneden Cemre'yle ilgili iyi ya da kötü bir haber çıkmamıştı. Kazayı duyup gelenler koridorun dört bir köşesinde sessizce dua ediyorlardı yılmadan, ama umutlar her saniye karanlığa kayıyordu. Leylim ağlamaktan göz yaşlarını tüketmiş, Ece Umut'un omzuna bayılmış, Burak sakinleştirici iğnenin etkisiyle boş bakışlarını ellerine dikmişti.
Tüm bunların arasında herkesin yüreğini en çok dağlayan Ruhi Dede'nin göz yaşlarıydı kuşkusuz. Torunu için attığı feryatlar hastaneyi inletirken dede daha fazla dayanamayıp fenalaşmış, Levent'le Ayça hemşirelerin yardımıyla onu odalardan birine yatırmışlardı. Ruhi Dede şimdi uyuyordu, oysa Toprak ameliyathanenin kapısına diktiği gözlerini bir an bile kırpmamıştı. Herkese her şeyi anlatan oydu. Levent karşısına çıktığında Cemre'yi haksız yere suçladığı için bağıran da, Can'a olanları haber veren de...
Kan gerektiğinde düşünmeden öne çıkmış, hemşireler dinlenmesini söylediği halde işi biter bitmez koridordaki köşesine geri dönmüştü. Doktorları durduruyor, hemşireleri yoldan çeviriyor, Cemre'yle ilgili iyi tek bir haber duyabilmek için debeleniyordu. Tüm dünya bir kıyamete doğru sürüklenirken ayakta durmaya çalışan bir tek oydu sanki. Kendini affedebilmek için delice çırpınıyor, ama ıslak gözlerindeki karanlık kaybolmuyordu.
Kerem hemen yanında ayakta, Mert ve Duru ise az ilerideki banktaydı. Ölümün böyle tuhaf bir gücü vardı işte. Son bir özür için insanları nasıl da bir araya getiriyordu. O soğuk koridorda beklerken düşmanlar birbirini avutur, kavgalılar aynı duada birleşir olmuştu. Ayça ayaklarını sürüye sürüye geldiğinde belki de ilk kez Cemre için göz yaşı döküyordu. Alper Abi'nin yanından geçerken uzun uzun adama bakmış, ama dudaklarından tek kelime dökülmemişti.
Sessiz koridorda ağır ağır ilerlerken değneğin sesi bir tokmak gibi beyninde çınlıyordu Leylim'in. Otomatın önüne geldiğinde bir an boş boş ne seçeceğini düşündü. Bu berbat ana üçü bir arada mı iyi giderdi yoksa acı bir çay mı? Etraflarını saran ölüm sessizliğinin ortasına bir bomba gibi düşen ayak sesleri kulaklarına ulaştığında merakla koridorun girişine baktı. Aynı anda dengesini kaybetmemesinin tek nedeni onu ayakta tutan değnekleriydi.
"Cemre!" diye bağırıyordu Can. Üzerlerine doğru koşarken ayağı kaymış, bir iki defa yalpalamasına rağmen ilerlemeyi sürdürmüştü. Leylim onun haberi aldıktan sonra nasıl araba kullandığını düşünemiyordu. Can'ın saçı başı birbirine karışmış, üzerine bol gelen eşofman altını muhtemelen son anda bulup üzerine geçirmişti.
"Nerede?" diye inledi tam Leylim'in önünde durduğunda. Kızı iki kolundan yakalayıp sarsarken kötü bir niyeti asla yoktu. Leylim karşısına ilk çıkan kişiydi sadece. Ona kötü haberi vermesi gereken, bir abinin kalbini paramparça edecek olan o berbat insan Leylim olacaktı.
"Nerede?" diye haykırdı Can bir kez daha. Leylim ağlamaya başlamış ama dudaklarından tek kelime dökülmemişti. Onu bırakıp Toprak'a koştu Can. "Kardeşim nerede?" dedi. Bir yandan kan çanağına dönmüş gözleriyle koridordaki kalabalığı tarıyordu. "Nerede ulan? Konuşun biriniz. Cemre nerede?"
"Abi..." diyebildi Toprak. Kolunu tutmaya çalıştığı an Can ondan uzaklaşmıştı.
"Nerde Cemre Toprak? Nerde kardeşim?"
Toprak yutkundu. "Ameliyat devam ediyor abi." dedi. "Bekliyoruz ama..."
Can vahşi bir orman hayvanı gibi haykırdı. Duvara indirdiği yumruklarının şiddeti bile içindeki acıyı bastırmıyor olmalıydı. Bağıra çağıra ağlarken onu durdurmaya çalışan Toprak'ı ve Kerem'i tekmeliyor, onların elinden kurtulabildiğinde hıncını banklardan çıkartıyordu. Gözleri o sırada koridora gelen Levent'i yakaladığında bir an durdu. Avına saldırmaya hazırlanan bir kedi gibi gerilmişti. Öne atıldığında Toprak bile onu yakalamayı başaramadı. Levent'e kadar ateş gibi koşan Can daha insanlar ne olduğunu anlayamadan adamın suratına öldürücü bir yumruk indirmişti.
"Sen ne hakla benim kardeşimi tehdit edersin lan!" diye bağırıyordu Levent'i yakasından tuttuğu gibi kaldırırken. "Sen kimsin! Kimsin Levent sen kimsin! Adam mısın sen ha!"
"Abi yapma!" dedi Kerem Can'ı durdurmaya çalışarak.
"Can, abi burası yeri değil." dedi Toprak onu kolundan tutup.
Can duymuyor, gözleri Levent'ten başka bir şey görmüyordu. "Sen kimin evinden kimi kovmaya kalkıyorsun it!" diye bağırdı bir kez daha atağa geçerken. Levent Can'ı zapt etmeye çalışanların arkasına sığınıp olabildiğince uzaklaşmıştı.
"Senin kardeşin bir canavar." dedi güvenli bir mesafeye ulaştığında. "Ehlileştirilmesi gereken bir vahşi!"
Leylim o an Can'ın Levent'i öldüreceğine emindi. Ameliyathanenin kapısı tam o sırada açılmasa, doktor herkesin beklediği o mesajla onları beklemiyor olsa belki gerçekten öldürürdü. Ama şimdi tüm gözler tek bir noktaya çevrilmişti. Can Levent'i unutup ağır ağır adama doğru yürürken dünyada ulaşması gereken tek yer varmış gibi duruyordu.
"Doktor..." dediğinde sesi titredi.
Leylim geçen her saniye ayakta daha zor duruyordu. Heyecandan bayılmamak için değneklerini elini acıtacak kadar sıkı kavramıştı. Toprak'ın da Burak'ın da Can gibi doktora doğru yürüdüklerini gördüğü halde hareket edemedi. Bir an için adamı görememişti. Ama sonra doktorun sesi bir mucize gibi kulaklarına doldu.
"Ameliyat başarılı geçti." demişti doktor. Leylim bu sözcükleri kafasında evirdi çevirdi. Başarılı geçti. Başarılı bir ameliyat. Ameliyat başarılı geçmiş. "Hayati tehlikesi devam ediyor." diye eklemişti adam. "İç kanamayı durdurduk, ama beyinde hala ciddi bir ödem var. Hep birlikte bekleyip göreceğiz."
Leylim ileri geri sallanıyordu. Hayati tehlikesi devam ediyor. Duyduklarının ne anlama geldiğini kavrayamayacak kadar iç içe geçmişti gerçekle hayal. İç kanamayı durdurduk. Sahi ne demekti tüm bunlar? İyi bir haber mi vermişti şimdi doktor? Beyninde ciddi bir ödem var. Ödem var demişti doktor. Ödem iyi olamazdı. Beklemeleri gerekiyordu. Peki sonra ne olacaktı?
"Kardeşim iyi olacak mı doktor?" diye inledi Can.
Adam bir şey demek için erken olduğunu söylerken ne kadar da duygusuz görünüyordu. Koridordaki herkes doktorun etrafına doluştuğundan artık onu tam göremiyordu Leylim. Havada uçuşan sorular, adamın ruhsuz sesiyle verdiği cevaplar... Hepsi bir perdenin ardında kalmıştı. Mesafeler uzuyor, zaman genleşiyor, Leylim tüm dünyadan an be an kopuyordu.
Değneklerden biri elinden kaydığında ışığın da onu terk ettiğini hissetti. Bir anda herkes, her şey al aşağı olmuş; gökyüzü ayaklarının altına serilmişti. Soğuk zemine çarptığında canı yansa da sesi çıkmadı. Boğazına hücum eden kusma isteğini bastırmak için direniyordu. Kolunda, bedeninde eller hissetse de tepki veremedi. Az sonra uçtuğuna yemin edebilirdi. Ağırlıksız kalmış, havada süzülmeye başlamıştı adeta. Gözleri renkleri yeniden algıladığında ilk Can'ı seçti. Yüzleri birbirine o kadar yakındı ki sanki uzansa onu öpebilecekti Leylim. Elbette hayal görüyordu. Ölmüş müydü acaba?
"Açılın!" dediğini işitti tanıdık bir sesin. "İzin verin nefes alsın."
Bırakın nefes alayım diye düşündü Leylim. Ama tek kelime edemeden dünya bir kez daha kararmıştı. Bu kez his yoktu. Acı yoktu. Boşluk bile yoktu. Gözleri yeniden ışığı algıladığında o ağırlıksız ana geri dönebilmek istedi. Kusma isteği hala katlanılamayacak kadar büyüktü. Şimdi yumuşak bir zeminde yatıyor, üzerine tatlı bir meltem esiyordu. Gözlerini bir kez daha aralamaya çalıştı. Hemşirelerden birini göreceğine neredeyse emindi, oysa Can hemen yanı başında oturmuş ona bakıyordu.
"İyi misin?" dedi kızın gözünün önüne gelen saçları geri itip. Muhtemelen Leylim'in gözlüklerini çıkartmışlardı çünkü artık her şey bulanık görünüyordu.
"Özür dilerim." dedi Leylim doğrulmaya çalışıp, ama Can omuzlarından bastırıp geri yatmasını sağlamıştı.
"Kalkma." dedi. "Bir de sana bir şey olmasın lütfen."
Leylim ona bakarken Can'ın yüzünü net seçebilmek için her şeyini verirdi. Hayatı boyunca hep böyle bir anın hayalini kurmuştu ve gel gör ki düşleri en iyi arkadaşının ölüm kalım savaşı verdiği hastanenin bir odasında gerçekleşiyordu.
"Gözlüklerimi verebilir misin?" dedi çekinerek. Yeniden görmeye başladığında minik odalardan birine yatırıldığını fark etti. "Düştüm sanırım değil mi?"
"Kendinden geçtin." dedi Can. Sanki az önce tüm nefretini kusmuş, geriye kalbi kırık minik bir oğlan çocuğu kalmıştı. Leylim ona bakarken gözlerinin yaşarmasına engel olamıyordu.
"Çok üzgünüm." dedi. Normalde asla yapamayacağını biliyordu, ama o an uzanıp Can'ın yatağın köşesinde duran elini tuttu. Can tepki vermemiş, ama elini de çekmemişti. Gözlerinden yeniden yaşlar akıyordu.
"Onu yalnız bıraktım." dedi titreyen sesiyle. Leylim onun boğazında düğümlenen suçluluğu kendi kalbinde hissedebiliyordu. "Burada olsam bunlar yaşanmazdı. Cem... Cemre şimdi..."
Can hıçkırıklara boğularak başını yatağa gömdüğünde Leylim sessizce ağlamaktan fazlasını yapamadı. Eli hala Can'ınkini tutuyor, ama çocuğun acısını biraz olsun bile dindirmiyordu. Doğru kelimeleri seçmek için debelense de o an diyeceği hiçbir söz Can'ın kalbine su serpmeyecekti. Yine de "Burada olsan da engel olamazdın." dedi. "Cemre gitmek isteseydi, yine giderdi. Ve o araba ona yine çarpabilirdi."
Can başını sallıyordu itiraz ederce. "Gitmemi hiç istememişti." diye inledi. "Biliyordu. Levent hayvanıyla onu bir başına bıraktığımda bunların olacağını bilmem gerekirdi. Kendi evinde bir sığıntı gibi hissettirdi ona. Biliyorum. Ne yaptığını biliyorum."
"Hişş." dedi Leylim doğruldu. "Kalmayı Cemre istedi Can. Seninle gelmemek onun kararıydı. O buraya ait ve bunu biliyor. Bu kaza..." Leylim yutkundu. "Bu kaza hiçbir şeyi değiştirmeyecek göreceksin. Cemre uyanacak, Cemre iyi olacak, Cemre yine bu topraklarda mutlu olacak."
Can bir an öylece durdu. Sonra belki de ilk kez başını yavaşça kaldırıp Leylim'e baktı. Kan çanağına dönmüş, yaşlarla parlayan gözleri buluştuğunda konuşmalarına bile gerek kalmamıştı. İkisi de tek bir dua için tutuşuyordu ellerini. Leylim bu an geçtiğinde Can'ın da hayallerindeki köşesine geri döneceğini biliyordu. Yine de gözlerini kapadı ve tek gerçek dostu için tanrıya yalvardı.
"O iyi olacak." dedi bir kez daha. Aslında Can'ı değil kendini ikna etmeye çalışıyordu.
---------
Bölüm sonu
En azından ameliyat iyi geçti diyerek mutlu olalım ve umutlanalım :) Leylim'ciğimizin pır pır çarpan kalbini de gözümüzden kaçırmayalım lütfen ;)
Şimdilik öpücük
Seviliyorsunuz
E.Ç
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top