Bölüm 1.3
Eğer gideceksen gerçekten, ben bakmazken git...
*******
So if you go
Leave while I'm not looking
*******
Leylim bir yandan söyleniyor, bir yandan kapıyı kilitlemeye çalışıyordu. Hem karanlık çöktüğünden hem de suçluluğun verdiği panik duygusuyla bir türlü anahtar deliğini bulamamıştı.
"Senin yüzünden bir gün kalp krizi geçireceğim." diye söylendi sonunda anahtarı çevirmeyi başardığında. Cemre kızın haksız olduğunu söyleyemezdi. Suçlu bir köpek yavrusu gibi eczane kapısının önünde durmuş, ensesindeki sargı beziyle oynuyordu.
"Sen olmasan ne yapardım bilmiyorum." dedi mahcup bir tebessümle.
Elbette Leylim bu mazlum kız numaralarını yutmamıştı. Gözlerini devirip Cemre'nin yanından geçti ve evine giden yolda yürümeye başladı. "Annem anahtarları yürüttüğümü fark etmeden eve dönmeliyim." diyordu bir yandan homur homur. "Eczanesine girdiğimi bir duyarsa var ya..."
Cemre arkadaşına sıkıca sarılıp yanağına sulu bir öpücük bıraktı. "Sen bir meleksin biliyorsun değil mi!" dedi neşeyle. Yaşadığı berbat olaylar düşünülürse yine de fena durumda sayılmazdı. Çaresizce eve dönerken aklına Leylim'i aramak gelmiş, kız imdadına yetişip onu gizlice annesinin eczanesine sokmuştu. Boş zamanlarının çoğunu orada çalışarak geçirdiğinden Leylim pansuman konusunda deneyimliydi. Pek çok defa olduğu gibi yine Cemre'nin arkasını toplamış, kızın yaralarını temizleyip ağrılarını dindirmişti.
Cemre afacan bir çocuk gibi saçlarını sallayıp ensesindeki bandajı turuncu dalgalarının arkasına iyice gizlemeye çalıştı. "Bence bir şey anlamayacaklar, sen ne dersin?"
Yol ayrımına geldiklerinden Leylim durmuştu. "Dudağındaki ve gözünün kenarındaki şişliği açıklayacak bir senaryo bulursan eminim bandajı fark etmeyeceklerdir." dedi. "Ha tabi bir de bisikletin nereye kaybolduğu konusu var."
Cemre arkadaşının kızgın olduğunu biliyordu. Kızın sonuna kadar haklı olduğunu da... Bu kez Cemre gerçekten kendi için bile sınırı aşmıştı. Kayıkhaneyi düşündükçe midesindeki sancı büyüyordu. Bir de evden çıkmasına yardım eden çocuk vardı tabi. Cemre özellikle hikâyenin o kısmını Leylim'e anlatmaktan kaçınmıştı. Hayatını kurtaran birini neden o şekilde azarladığını hala düşünüyor, bir cevap bulamıyordu.
"Özür dilerim." dedi Leylim'in ellerini sıkıca kavrayıp. "Ama sen olmasan bu işin içinden çıkamazdım leylek."
"Hadi evine git!" dedi Leylim ellerini ondan kurtarıp havada sallarken. "Sonra da hemen beni arayıp neler olduğunu haber ver."
Cemre nihayet yumuşayan arkadaşına sıkıca sarılıp bir kez daha yanağına rahatsız edici bir öpücük kondurdu. Az sonra kendi zeytinliklerini tepeden gören evlerine doğru yola koyulmuştu. Leylim'in verdiği ağrı kesici sağ olsun başındaki zonklama tatlı bir uyuşukluğa dönüyordu. Bir savaştan çıkmış gibi yorgun olan bedeni sıcak suyun altına girip deliksiz bir uyku çekmek için o an her şeyi verirdi, ama iflas etmek üzere olan bacakları adım atmakta bile zorlanıyordu. En azından bisikleti sağlam kalmış olsaydı...
Cemre ne kadar düşünse de tüm yaşadıklarını açıklayacak sıradan bir hikaye uyduramıyordu. Kayıkhaneden ve yangından asla bahsedemezdi. Göz göre göre çocuğun tekiyle dövüşmeye gittiğini ise nasıl mantıklı bir kılıfa sokacağını bilmiyordu. Beyni dedesine ve abisine anlatabileceği senaryolar aramaktan iyice perişan düşmüştü ama Cemre evi ağaçlı patikadan ayıran parmaklıkların önüne geldiğinde hala içine sinen bir hikayede karar kılamamıştı.
Evin girişine doğru ilerlerken adımları iyice ağırlaşmış, ayakları neredeyse geri geri gitmeye başlamıştı. Tek temennisi kimseye görünmeden odasına kaçıp ciddi konuşmaları güneşin tepede parladığı daha arkadaş canlısı saatlere bırakmaktı. Elbette Can buna engel olacak her türlü ihtimali düşünmüş, muhtemelen sonunda terasın girişinde beklemeye karar vermişti. Yay gibi gerilmiş suratına bakılırsa bir süredir aynı yerde, kardeşinin yolunu gözlüyordu.
"Seni şuradan aşağı sallandırıp beynine kan gidene kadar bekleyeceğim." dedi onu gördüğünde. "Başka türlü nasıl doğru dürüst düşünmeni sağlayabilirim bilmiyorum."
"Özür dilerim." dedi Cemre ellerini teslim olmuş gibi havaya kaldırıp. "Geç kaldım, aradığını görmemişim, daha dikkatli olmalıydım ve seni gerçekten çok seviyorum."
"Zevzekliği bırak." diye kesti Can. Ne kadar çabalarsa çabalasın Cemre karşısında ses tonu asla sertleşemiyordu. Yine de otoriter abi rolü denemesi için takdir edilmeliydi. Kardeşine iyice yaklaşınca giyindiği sahte kılıf tamamen yok oldu, çatık kaşları merakla yukarı kalktı. "Yüzüne ne oldu?"
Cemre o ana kadar düşündüğü senaryolardan en makul olanı hatırlamaya çalıştı. "Minik bir kaza." diye uydurdu. "Bisikletle kumsala inerken yerdeki çukuru görmedim. Önemli bir şey yok. Yani bende. Bisiklet pert oldu tabii. Epey üzüldüm ama..."
"Yaralarına da Leylim pansuman yaptı herhalde?"
Cemre abisinin yalanını fark etmemiş olmasının gururuyla başını heyecanla salladı. Leylim'in de yanında olup Can'ın onun hakkında konuştuğunu duymasını isterdi. Kızın platonik aşktan bir gıdım kalmış kalbi göğüs kafesinden fırlar giderdi şüphesiz. Fakat Cemre sevinmekte erken davrandığını abisinin kaşları yeniden çatılınca anladı. Can aniden öne uzanıp saçlarını yüzünden çekince yaraları düpedüz ortaya çıkmıştı.
"Hangi ağaç sana bir sağdan bir soldan vurmayı başardı anlat bakalım?" dedi sinirle.
Cemre yüzünü onun elinden kurtardıysa da düşündüğü gibi olanları saklayamayacağını anlamıştı. "Önemli bir şey değildi." dedi abisini geride bırakıp terasın ucuna doğru ilerlerken. "Kendini bilmez çocuğun tekiydi. Biraz tartıştık o kadar. İşler bu noktaya gelsin istememiştim ama..."
"Cemre!" diye bağırdı Can. Sesi o kadar sinirli çıkmıştı ki Ceme durup ona dönmek zorunda kaldı. Defalarca kez abisini kızdırdığı olmuştu, ama ilk kez Can'ın böyle kontrolünü kaybettiğini görüyordu. "Sen ne zaman büyüyeceksin?" dedi oğlan kollarını iki yana açıp. "Devamlı senin için kaygılanmaktan yoruldum artık Cemre. Aklını başına toplamanı bekleyip duruyorum ama sen hiç değişmiyorsun."
"Can?" diyebildi Cemre. Evet bu kez işler biraz kontrolden çıkmıştı ama sonunda Cemre kurtulmanın bir yolunu bulmuştu değil mi? Her zaman bulurdu. Can şimdi neden böyle bir çıkış yapma gereği duymuştu ki? "Sorun yok." dedi kendinden emin bir sesle. "Bir iki küçük morluk bana zarar veremez."
Can sıkıntıyla nefes verdi. "Sorun bir iki morluk değil. Sorun senin hala asi bir oğlan çocuğu gibi davranıyor olman. Her kafan attığında gidip birini yumruklayamazsın!"
"Onun Burak'a ne dediğini bilmiyorsun!" diye bağırdı Cemre.
"Bilmek de istemiyorum!"
Can ensesinde topladığı at kuyruğunu çekiştirdi. Sinirden elini ayağını nereye koyacağını şaşırmıştı. Nefes almak için bir an durdu ve etrafında dönüp öfkesinin dinmesini bekledi. Yeniden Cemre'ye baktığında gözlerinde çaresizlik vardı.
"Bütün bunları dikkat çekmek için yaptığını biliyorum." dedi. Sesine yerleşen şefkat bağırmasından bile daha huzursuz etmişti Cemre'yi.
"Ne demek bu şimdi?"
Can omuz silkti. "Ben o üniversiteye gideceğim Cemre ve sen artık bu gerçekle barışmak zorundasın. Bunun seni sevip sevmememle bir ilgisi yok. Sana defalarca anlatmaya çalıştım."
Cemre sinirden kahkaha attı. "Şimdi sen bu konuyu nasıl kendine çevirdin, ben anlamadım."
"Cemre..." Can sesli bir nefes verdi. "Sen bu şekilde davranmaya devam edersen ben asla gidemem. Ve sen bunu biliyorsun. Her an senin başına bir şey gelecek korkusuyla şehre taşınamam. Gerçekten bana bu kötülüğü yapmak mı istiyorsun?"
İşte bu Cemre'nin hiç konuşmak istemediği bir konuydu. Hem de böyle berbat bir günün üzerine... "Ben hiçbir şey yapmıyorum." diye homurdandı. "Senin seçimin, senin hayatın... Bana fikrimi de sormadığına göre ne istersen yapmakta özgürsün."
Bir yandan bahçeye doğru hareketlenmişti. Abisinin ardından seslendiğini duyduğu halde dönüp bakmayı düşünmüyordu. Kendini ağaçların arasına atıp sinirini toprağa boşaltmaktan başka bir çözüm gelmemişti aklına. Dedesi tam o anda bir dağ gibi karşısında belirmese bu tatsız sohbeti terk edebilirdi, ama yaşlı adamın bakışları altında Cemre hareketsiz kalmıştı.
"Dede..."
"Sesinizden evde oturulmuyor."
Cemre başını yere çevirdi. Bu hayatta karşısında saygıyla eğileceği tek bir insan varsa o da dedesiydi. Adamın kırışık elleri çenesinden tutunca mecbur bakışlarını kaldırıp onunla göz göze geldi. Ruhi Dede'nin mavi gözleri yine söyleyeceği tüm öğütleri daha ağzını açmadan fısıldamıştı.
"Özür dilerim." dedi Cemre peşinen. Dedesinin karşısında yaptığı hatanın yükü daha da çok biniyordu omuzlarına. Ruhi Dede birkaç saniye dikkatle onun suratını inceleyip sonunda çenesini bıraktı.
"Kendini mi savunuyordun yoksa aptal bir sokak kavgası mıydı?" diye sordu.
Cemre sık sık tekrarlanan, sadece ikisinin anlayabileceği bu diyaloğun sonunun nereye varacağını bildiği halde her zaman olduğu gibi yine doğruyu söyleyecekti.
"Aptal bir kavgaydı." diye itiraf etti.
Dedesi mutlu olmadıysa da duyduklarından tatmin olmuştu. Terasın altında uyuyan zeytin ağaçlarına bakan sedire doğru ilerlerken "Bir hafta Ayşe Kadın'ın yanında çalışacaksın." dedi. "Sözünden çıktığını duyarsam cezan uzar."
Cemre sessizce bu hükmü kabullenirken Can'la göz göze geldi. Abisi hala sinirini alamamış olsa da dedenin varlığıyla konunun tamamen kapandığının farkındaydı.
"Buraya gelin." dedi Ruhi Dede sedire yerleşince. Ne zaman bu eski koltuğa oturup kuzucuklarını yanında istese, konuşacağı önemli bir şeyler olurdu. Cemre Can'ın peşinden uslu uslu yürüyüp dedesinin yanına kuruldu. Yaşlı adam kollarını iki yana koymuş, sanki torunlarıyla birlikte tüm doğaya da kucak açmıştı.
"İkiniz de bir gün bu yuvadan uçup gideceksiniz." dedi tatlı bir masal anlatır gibi. "Okuyup adam olacaksınız, aşık olup evlenecek kendi evinizi kuracaksınız. İster bu topraklara geri dönecek, ister kanat açtığınız diyarda yeni bir hayata başlayacaksınız. Ama asla köklerinizin burada olduğunu unutmayacaksınız. Yan yana da olsanız, dünyanın iki ucuna da düşseniz, ailenizin bir göz açıp kapamak kadar yakınınızda durduğunu bilecek, her adımınızı bu güvenle atacaksınız. Kökleriniz aynı yere çakılı olsa da, dallarınızı istediğiniz yöne uzatacak; büyüyüp serpildikçe birbirinize daha çok bağlanacaksınız."
Dede önce Cemre'nin saçını okşadı sonra da Can'ın omzuna bir iki kez vurdu. "Ne sen gittiğin için vicdan azabı duymalısın." dedi Can'a bakıp. "Ne de sen abini bu yüzden suçlamalısın." Gözlerindeki bilgelik Cemre'nin yüzünü kızartıyordu. "Bu konuyla ilgili tartıştığınızı bir daha duymak istemiyorum." dedi Ruhi Dede. "Herkes hayatta tercihler yapmakla ve onların sonuçlarına katlanmakla yükümlü. Zamanı geldiğinde sen de kararını vereceksin sonbaharım."
Cemre dedesinin her kelimesinde haklı olduğunu bilse de Can'ın şehre taşınacak olmasını hazmedemiyordu. Evleri yanıp zeytinlikte yaşamaya başladıklarından beri bir haftalığına bile ayrı kalmamışlardı. Görüşmeseler de abisinin varlığını etrafında hissetmek Cemre için yeterliydi. Onun odasında olduğunu bildiği sürece kapının kapalı olduğunu umursamazdı. Şimdi ise, herkes ondan olgun olmasını, abisinin yeni hayatı için heyecanlanmasını bekliyordu. Kollarından bacaklarından birini kesip almak isteseler muhtemelen Can'ın yokluğundan daha az acı hissederdi Cemre. Dedesine gülümsemeye çalıştıysa da başarılı olduğuna emin değildi. Neyse ki Rıfat abi tam zamanında yetişmişti.
"Beyim geç biliyorum ama bir diyeceğim var." dedi yanlarına vardığında. Yüzüne yerleşmiş gölgeler hayırlı haberler getirmediğini ele veriyordu. Cemre huzursuzca doğrulup adamın ağzından kayıkhaneyle ilgili çıkacak havadisleri duymaya hazırlandı. Muhtemelen beti benzi atmış, gözleri korkuyla büyümüştü. Bisikletinin yanan evin altında kalacağını düşünmekle yanılmıştı belli ki. Az sonra gerçekler ortaya çıktığında Ayşe Kadı'na yardım etmek alacağı cezalar arasında en hafifi kalacaktı.
Dedesi onun bu halini fark etmemişti. "Söyle Rıfat." dedi sedirde öne kayıp.
"Komşu zeytinlikten haber geldi beyim." dedi Rıfat abi. "Maalesef Sultan Hanım'ı kaybetmişiz."
Cemre önce derin bir nefes aldı, ne yaptığını fark edince de başını öne eğdi. Suçu ortaya çıkmamıştı – şimdilik – ama bu yaşlı bir kadının öldüğü gerçeğini değiştirmiyordu. Hoş Sultan Hanım'ı kendi hizmetlileri bile sevmezdi ya... Yine de bir candı giden. Üstelik Ruhi Dede aldığı haberden fazlasıyla etkilenmiş görünüyordu. Ne de olsa hukukları bu topraklara dikilen ilk zeytin ağaçları kadar eskiye dayanıyordu.
Gözleri mavi pınarlara dönmeden hemen önce bir hışım yerinden kalktı ve Rıfat'la birlikte bahçeye yöneldi. İşte bu kadar basitti ölüm. Bir anda hayatın üzerine bir gölge gibi çöküp öncesini sonrasını siliveriyordu. Az önce havada çınlayan tartışma da, Ruhi Dede'nin bilge sözleri de soğuk bir rüzgarla uçup gitmişti.
Cemre yan gözle abisine baktığında onun da kendisini izlediğini fark etti. O andan sonra sözlerin lüzumu yoktu. Minik bir kız çocuğu olduğu günlerden beri hep yaptığı gibi Cemre Can'ın kucağına kıvrıldı ve onun elini sıkıca tutup gözlerini yumdu. İşte ölüm de karanlığa dalmak kadar kolaydı böyle.
*******
Herkese merhaba:)
Umarım kitap keyifli gidiyordur. Yavaş yavaş tüm karakterler tanışıyorsunuz. Bu bölümün süprizi Leylim, Can ve Ruhi dedeydi. Devamı sonraki bölümlerde sizi bekliyor.
Şimdi yorum ve oylama zamanı :) Lütfen benimle düşüncelerinizi paylaşın. Böylesi çok daha zevkli :))))
Çizimlerin devamı için Instagram sayfasına göz atabilirsiniz: Instagram @bahar_uykusu
Bana ulaşmak isterseniz: Instagram @ezgicaglar
Öpücükleeer,
E.Ç. <3
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top