Bölüm 1.27

Yaralarımı görebiliyor musun? 

--------

Can you see my scars?
Can you feel my heart?
This is all of me for all of the world to see...

..............

Hava aydınlanmamış olmasına rağmen Cemre gözlerini açtı. Gün doğmadan kalkmak, doğayla birlikte yeni güne merhaba demek ve tez elden işe koyulmak bu topraklarda bir gereklilikti, ama Cemre o sabah zorunda olduğu için değil heyecandan uyanmıştı. Evden gelen ayak seslerini işittiği halde bir süre tavanı izleyerek yatakta oyalandı. En son ne zaman bu kadar iyi hissetmişti? Hatırlaması zordu.

Düşe kalka ilerlemeye çalıştığı bu hayat ilk kez nazik davranıyordu ona. Can evindeydi. Abisiyle yaptığı konuşmadan sonra Cemre kalbindeki yaraların kabuk bağladığını hissediyordu. Belki de çok uzun yıllar önce söylenmesi gerek sözler ancak dökülmüştü dudaklarından. Can ondan nefret etmiyordu. Asla da etmemişti. Asla suçlamamıştı küçük kardeşini. Onlar bir aileydi ve hep bir aile olarak kalacaklardı.

Zeytinler vardı tabi bir de. Doğa ana tüm bereketiyle kutsuyordu onları bu yıl ve köylüler canla başla çalışıyordu dedesinin önünde saygıyla eğilerek. Kimse dile getirmiyordu ya Cemre Ruhi Dede'ye her baktığında onun mavi gözlerindeki gururu görüyordu. Başarmıştı. Onun uğraşı, onun emeği zeytin zeytin çuvalaları dolduruyordu şimdi. Köy köy dolaşıp evine döndüğünde ne kadar kırık dökük hissediyorsa, şu an o kadar tamamlanmıştı.

Önceki günü düşününce istemsizce gülümsedi. Sırların bile eskisi gibi korkutmadığını hissetmek garipti. Toprak garipti. Onun etrafta olması garipti. Cemre'ye gülümsemesi garipti. Sözleri garipti. Çocukla ilgili her şey Cemre'nin önyargılarını sınıyor, her yeni adımıyla kalıpları kırıp döküyordu. Neden etrafındaydı? Nasıl bu kadar hayatına sokulmuştu? Ve ne zaman diğer herkes gibi Cemre'yi hayal kırıklığına uğratacaktı? Ya da uğratacak mıydı? Cemre onun son sözlerini hatırlayınca gülmemek için alt dudağını ısırdı. Belki bir dahaki sefere hak ederim demişti çocuk. Belki de gerçekten hakkedecekti.   

Cemre bu kıpır kıpır kalbiyle daha fazla yatakta kalamayacağını anladığında pikeyi üzerinden attı. Aynı anda kolunda hissettiği acı nefesini kesmişti. Gözleri omzundan dirseğine uzanan derin kesiği görünce bir an panikleyip ayağa fırladı. Belki de o örtünün altından hiç çıkmamalıydı. Odanın ortasında durmuş dehşet içinde yatağa bakarken bunun kötü bir kabus olmasını umdu. Hayatın kendisi kötü bir kabustu onun için.

Çamura bulanmış çarşaf Cemre'ye tek bir şey anlatıyordu. Korku dolu bir hikayeydi bu. Cemre'nin en derinlere gömdüğü, her gece yeniden hatırlayıp her sabah tekrar unutmaya çalıştığı bir hikaye... Gözleri kendi üzerine kayınca karanlıkta saklanan tüm canavarlar zihnine doluştu. Bacakları pislik, kan ve kesiklerle kaplanmıştı. Beyaz geceliğinin belden aşağısı balçık dolu bir çukura düşmüş gibi simsiyahtı. Sanki saklamaya çalıştığı tüm günahlarını kusmuştu bedeni. Ellerindeki lekeler ruhunun ne kadar hasta olduğunu gösteriyordu adeta.  

Cemre kontrolsüzce etrafında dönerken titreyen elleri saçlarını çekiştiriyordu. Yaşadığı korkudan göz yaşlarının yanaklarından süzüldüğünün bile farkında değildi. Bu nasıl olmuştu? Neden şimdi? Neden her şey bu kadar mükemmelken? Nasıl? Sorabileceği onca soru varken bulabileceği tek bir mantıklı cevap yoktu. Asla da olmamıştı.

İlk şoku atlattığında yatağın üzerine atılıp çarşafı çekiştirdi. Bulaşıcı bir hastalık taşıyormuş gibi örtüleri geceliğiyle birlikte odanın ortasına fırlatmıştı. Çıplak kalmış bedenini bulduğu ilk kıyafetle örtüp ayaklarındaki pisliği zaten kirli olan çarşafa sildi. İçindeki zehrin izlerini taşıyan ne varsa bir torbaya doldurup dolabın en dibine gizlemesi birkaç dakikadan fazla sürmemişti. Koridora çıktığında kimseyle karşılaşmamak için dua ederek Duru'yla kullandıkları banyoya yürüdü. Kahvaltıdan önce fazla vakti olmadığının farkındaydı, ama sıcak suyun altına girdiği an içinde tutmaya çalıştığı tüm korkular hıçkırıklarına karışıp boşalmıştı.

Cemre titriyor, Cemre inliyor, Cemre bu lanete isyan ediyordu. Duru'nun o saatte asla uyanmayacağını bildiğinden saklanabildiği en iyi deliğe kapanmış, kendini bedeninden akan kirlerin içine hapsetmişti. Daha fazla ağlayacak takati kalmayana kadar suyun altında debelendi. Ruhunun iç çekişi öyle can yakıcıydı ki bir süre sonra kolundaki yarayı bile unutmuştu. Elleri titreyerek kesiklere merhem sürerken düşünebildiği tek şey yarındı. Yarın ve sonraki gün... Gelecek... Gözlerinin önünde kayıp giden, ezilip büzülen, kıvrılıp eğilen gelecek...

"Cemre!"

Lale neşeyle kapısını açtığında Cemre panikle ayak bileklerini örttü havluyla. Dakikalardır hiçbir şey yapmadan yatakta oturduğunu şimdi fark ediyordu.

"Annem gönderdi beni." dedi ondaki garipliği fark etmeyen Lale. "Hazırlanıp yardıma gelecekmişsin."

"Tamam." diyebildi Cemre. "Giyinip geliyorum hemen."

Lale gülücükler saçarak uzaklaşırken odaya dolan cılız ışığı da beraberinde götürmüştü sanki. Önceki gün giydiği şalvarı aceleyle üstüne geçiren Cemre üstüne bir tişört uydurup mutfağa indi. Ayak bileklerini kapatacak çoraplar giymişti, ama bu sıcakta neden uzun kollu bir bluz seçtiğini kimseye açıklayamayacağından kolundaki yara için bir yalan uydurması gerekiyordu. Öyle de yaptı.

Ayşe Kadın'a sofrayı hazırlaması için yardım ederken önceki gün nasıl da bir acemi gibi dala takıldığını, canının nasıl yandığını, kendini nasıl komik bir duruma düşürdüğünü anlattı. Önce Ayşe Kadın, sonra da masadakiler bu yalanı yutmuş gibiydi. Can böyle bir şapşallığı ne ara yaptığıyla ilgili dalga geçerken öyle mutlu görünüyordu ki Cemre neden ona gerçekleri anlatamayacağını bir kez daha anlamış oldu.  

Ağaçların arasında olmak, dalların içine karışmak, zeytinlere dokunmak evde saklanmaktan daha kolaydı. Gökyüzü tatlı bir mordan pembeye, turuncudan sarıya, en son da maviye dönerken Cemre kendine herkesten uzak bir ağaç seçmiş ve bir başına çalışmayı sürdürmüştü. O gün Leylim evde kalıp dinlenecekti. Burak muhtemelen uğrardı, ama Cemre onun herhangi bir Pazar sabahı erken kalktığını görmemişti. O yüzden biri arkasından seslendiğinde merakla arkasına döndü.

"Cemyee!" diye bağırmıştı aynı anda üzerine koşan Su.

"Su?"

"Bugün o da bizimle çalışmak istedi." dedi kardeşinin peşinden gelen Toprak. "Umarım sorun olmaz."

Cemre minik kızı kucaklarken o sabahki deprem hiç yaşanmamış gibi gülümsedi. "Fazladan iş gücüne kim hayır der."

"Topyak bana bunlayı giydiydiiii." dedi Su kendi gibi minik sarı botlarını göstererek. Tanrı onu Cemre'nin yaralarını uyuşturması için göndermişti sanki.

"Sadece görsün istedim." dedi Toprak Su'yun yanına çöktüğünde. "Bu toprakların gerçek güzelliğinden bir haber büyüyor. Bunun değişmesini istedim."

Cemre sevgiyle kardeşini izlerken Toprak'a bakmaktan kendini alamadığını fark etti. Can da ona böyle mi bakıyordu acaba? Tüm dünyayı önüne sermek ister gibi... Karşısına çıkan tüm düşmanları gözü kapalı yere serecek gibi... Ne olursa olsun onu sevmeye devam edecek gibi... 

"Erkencisiniz." dedi Toprak etrafta harıl harıl çalışan köylülere bakıp.

"Aslında bakarsan siz geç kaldınız." diye takıldı Cemre. "Burada gün doğduğunda iş de başlar."

Toprak mahcup bir tebessümle başını eğdi. Ait olduğuna inandığı bir hayata tırnaklarını geçirmiş, kaymamak için debeleniyordu. Ona bakarken kendi hüznünün seyreldiğini hissetti Cemre. "Hadi o zaman." dedi Su'ya dönüp. "İş beklemez küçük hanım. Senin görevin o minik parmaklarınla yere dökülen zeytinleri toplamak." Cemre Su'yun elini ısırır gibi yapınca küçük kız kıkırdadı.

"Neden ben yeyden topluyom?"

"Onlardan güzel sabunlar yapabilelim diye. Bak. Bu zeytinleri kimse fark etmemiş. Eğer sen toplamazsan unutulup toprağa karışacaklar. Oysa onlar çok değerli. Her zeytin değerli. Senin ipek saçların pırıl pırıl olsun diye birilerinin bu zeytinleri kurtarması lazım."

"Ben yapayım!" diye bağırdı Su neşeyle. "Ben, ben, ben!"

Cemre kızı izlerken gülüşünü bastıramıyordu. Ona kendi boyuna uygun minik bir kova verdi ve yaygının dışına düşmüş, toprakta kalan zeytinleri nasıl toplayacağını gösterdi. Minik adımlarla ağacın etrafında dönerken Su yolunu kaybetmiş bir orman cinini andırıyordu.

"Bütün işi çocuğa yaptırıp bir kenarda oturmayacaksın herhalde." dedi Cemre Toprak'a boş taraklardan birini uzatırken. "Ne yapacağını biliyorsun."

"Aslında bugün biraz dinlenebilirim diye düşünüyordum ama, madem öyle diyorsun..."

Toprak kırık gülüşüyle arkasını döndükten sonra bile Cemre olduğu yerden ona bakmayı sürdürdü. Sık sık kardeşini kontrol ederek dalları tarayan Toprak elindeki işe önceki günden çok daha hakimdi. Gri eşofmanı leke içinde kalmış olsa gerek bugün eski püskü, siyah bir eşofmanla delik bir tişört giymişti. Hastanenin önünde evirip çevirdiği kolyesinin deri ipi boynundan görünüyordu. "Oluyor mu patron?" diyerek Cemre'ye döndüğünde saçları rüzgarda uçuştu.

"Fena değilsin." dedi Cemre gülüşünü bastırıp. "Ama daha iyi olabilirsin."

Toprak Cemre'nin onunla alay ettiğini biliyordu. Yine de sesini çıkarmadan çalışmaya devam etti. Ara sıra tarağı bırakıp Su'yun yanına gidiyor, kızın henüz dibi dolmuş kovasını sanki dünyaları kurtarmış gibi büyük zafer çığlıklarıyla kutluyordu. Su'yun onun yanındayken ne kadar mutlu olduğunu anlamak için bu abi kardeşi tanımaya gerek yoktu. Kendi abisi bir anda yanında bittiğinde Cemre de aynı sevinçle onun gözlerine baktı önce. Çocuğun yüzüne çarpıp geri seken gerçekler unutmaya çalıştığı tüm doğruları aklına getirdiğinde neşesi havada asılı kaldı.

"Çocuk işçi mi çalıştırıyorsun" demişti Can gülerek. Cemre ona karşılık vermeye çalıştıysa da dudakları bir türlü kıvrılmadı. Bir kez daha elleri kontrolsüzce titriyordu. Can yanından geçip Su'yun yanına oturduğunda onunla yüzleşmek zorunda kalmadığı için derin bir nefes aldı. Sanki abisi suratına her baktığında bastırmak için debelendiği tüm lanet gözeneklerinden sızıyordu.

Toprak onun suratındaki garipliği fark etmiş gibi bir an endişeyle baktı. Hemen sonra dikkatini Su'yla eğlenen Can'a verdiyse de gözleri ara ara Cemre'ye kayıyordu. Neşesinin yerini bariz bir tedirginlik almıştı. Belki de Cemre'den buram buram yayılan hastalığın kokusunu duyuyordu. Can gittikten sonra kızın yanına gelip saçma sorularla gerçeği anlamaya çalışmış, Cemre'nin kolundaki yarayı da tam o anda fark etmişti.

"Bu ne zaman oldu?" dedi Toprak Cemre'nin bileğini tutup. Gözlerindeki karanlık pek çok soruyu, pek çok kuşkuyu taşıyordu içinde.

"Dün." diye yalan söyledi Cemre hızla kolunu çekip. "Yukarıdaki dallardan birine uzanmaya çalışırken oldu. Ben de bazen acemilik yapabiliyorum böyle işte." 

Toprak kesinlikle bu yalanı yutmamıştı. Yine de sessiz kalıp çalışmayı sürdürdü. Her şey normalmiş gibi davranmaktan yorgun düşmüş olsa da Cemre gülümsemeye devam ediyordu. Kimseye durumunu belli edemeyeceğinin farkındaydı. Yıllar önce dedesi onu gitmeyi hakkettiği tımarhaneye kapatmamış olsa da hastalığın nüksettiğini öğrendikleri takdirde bir daha o kadar şanslı olmayacağını biliyordu. Büyümüş, içindeki şeytan de onunla birlikte güçlenmişti. Belki de kimseye zarar vermeden parmaklıklar arkasına atılması herkesin hayrına olurdu. Ama Cemre hazır değildi. Bırakmaya, pes etmeye, yok olup gitmeye hazır değildi.

Ağacın arkasına saklanıp öğle yemeğine kadar nefes almadan çalıştı ve kendine duyduğu nefreti zeytine duyduğu aşkla bastırmayı denedi. Toprak ona her laf attığında tebessüm etmiş, elinden gelen en normal cevapları vermek için uğraşmıştı. Su'yun varlığı dikkatini dağıtmasına yardımcı oluyor, ama aklını kurcalayan hastalıklı düşüncelerden asla tamamen kurtulamıyordu.

Can "Alın bakalım." diyerek o günkü kumanyayı uzattığında Cemre onun yüzüne bakamamıştı. Su ve Toprak'ın yanına oturup sessizce sandviçini yemeyi ve minik kızın enerjisiyle iyileşmeyi umuyordu. Tek isteği o günün bir an önce bitmesi, Cemre'yi kendi karanlığıyla baş başa bırakmasıydı.

"Olmaz!" dedi Su aniden. "Ayakkabıyla piknik olmaz."

"Bu bir piknik değil." dedi Toprak paketini açtığı ekmeği kıza geri uzatıp.

"Cemye olmaz." diye itiraz etti Su. "Benim gibi çıkay! Böle!"

Su botlarından kurtardığı küçük ayaklarını sallarken dünyanın en sevimli varlığıydı. "Sorun değil." dedi Cemre lastik çizmeyi çıkartırken. Ne büyük bir hata yaptığını ancak çorabının üzerinde kalan çıplak teni ortaya çıktığında fark etmişti. Panikle ayaklanıp botları geri ayağına geçirirken olay yerinden kaçmaya çalışan sefil bir hırsızı andırıyordu. "Ben... Can'ı... Can'ı bulmalıyım." diye geveledi, ama Toprak hemen arkasından kalkmıştı.      

"Cemre." dedi kızı kolundan tutup Su'dan uzak bir yere çekerken.

Cemre itiraz edememişti. Cemre biliyordu. Cemre onun ne gördüğünü biliyordu. Bakışlarını yerden kaldırıp Toprak'la yüzleşmeye cesaret edemedi.

"Nasıl?" diye fısıldadı Toprak. Kimse duymasın diye kızın üzerine eğilmişti. "Nasıl oldu?"

Cevabını bildiği sorular soruyordu. Ormanda karşılaştıkları o lanet gece her şeyi zaten anlamış olmalıydı. Kasabaya yayılmış namını işitmemiş olmasının imkanı var mıydı? Sanki ağaçlar bile onun ismini fısıldıyordu bu topraklarda. Katil, katil, katil.

"Gece mi oldu?" diye sordu Toprak. Cemre'yle göz göze geldiğinde daha fazla bir şey demesine gerek kalmamıştı. Cemre yanağından süzülen yaşa engel olmaya bile çalışmadı.

"Onlara söyleyecek misin?" dedi doğrudan oğlanın gözlerine bakıp.

Toprak'ın kaşları çatılmıştı. "Hayır Cemre." diye isyan etti. "Hayır elbette söylemeyeceğim. Ama... Böyle olmaz. Şu haline bak. Kolun... Kolun da gece oldu değil mi? Ayakların... o kesikler..."

"Ben iyiyim." dedi Cemre sertçe kolunu kurtarıp. Gözleri nefret saçtığı halde öfkesi Toprak'a değil, kaderineydi. "Sen karışma." dedi dişleri arasından. "Sakın bu işe karışma! Duydun mu beni?"

Toprak ona acıyarak bakıyordu. "Böyle bir şeyi saklayamazsın Cemre." dedi hüzünle. "Ya kendine zarar verirsen? Ya..."

"Bugünlük bu kadar yeter." dedi Cemre Toprak'ın yanından uzaklaşıp. Su'ya doğru giderken gözlerini sertçe kurulamış, yüzüne sahte bir gülücük takmıştı. "Artık minik hanımlar için dinlenme vakti." dedi Su'yun saçlarını okşayıp. "Hadi şu ayakkabılarını giydirelim de abinle eve dönün."

Su inatlaşsa da Cemre onu ikna etmek için uğraşmamıştı. Daha fazla yanlarında duramayacağını biliyordu. Her şeyi ve aynı zamanda hiçbir şeyi anlatmayan gözleriyle Toprak'a son kez bakıp onu tüm sorularıyla baş başa bıraktı ve ağaçların arasına daldı.

Onca şeyden sonra oğlanın bu sırrı taşıyacağına neredeyse emindi. Sorun, bu konuda ne Toprak'ın ne de bir başkasının yapabilecek bir şeyi olmasıydı. Cemre bu karanlıkta bir başına ilerleyecek, derin bir çukura düşüp dünya üzerine kapaklanana dek tökezleye tökezleye de olsa yürümeye devam edecekti.

Karanlık onun kaderi, gece onun lanetiydi. Gözlerini açmayacağı o son uykuya yatana dek Cemre her gün aynı hastalıkla uyanacağını biliyordu. Ve ne kadar denerse denesin o hastalık, bir gün tüm çevresine yayılacaktı.

-------------

Bölüm Sonu

Ron ron ron ron..... Her şey tam çilek tadında giderken bu olanlar da ne? Cemre'nin hastalığı nüksetti. Toprak belli ki yardımcı olmak istiyor, ama bizim kız yine yanına kimseyi yanaştırmayacak gibi? E peki ne olacak bu işin sonu? Tahminler var mı?

Hadi bana yazın:)

Öperim

E.Ç.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top