Bölüm 1.2
O ruhuma böyle sıkıca tutunurken, nasıl yeniden nefes alacaktım?
*********
I feel you holding me, tighter I cannot see
When will we finally
Breathe...
**********
Ölümün kendine has bir kokusu olduğunu hiç düşünmemişti Toprak daha önce. Üstelik henüz gitme vakti bile gelmemişken böylesine yoğun, keskin ve can yakıcı bir kokunun nedeni ne olabilirdi kestiremiyordu. Ortamdaki tüm ışığı yutan Azrail camın önündeki sallanan sandalyeye yerleşmiş, onları izliyordu sanki. Vedalaşmak için yeterli zamanı tanımak isterce odadaki havayı kendi parfümüyle kuşatmış, olabildiğine ağırlaştırmıştı.
Babaanne direkleri oymalı maun yatağında cansız bir uykuda gezindiği halde cılız solukları göğsünde belli belirsiz kıpırtılara yol açıyordu. Azrail'in soluğunu hissettiyse de hayata geçirdiği tırnaklarıyla ona direniyordu yaşlı kadın. Yaşamı boyunca suratına yerleştirdiği katı maske o anki tüm çaresizliğine rağmen hala yüzündeydi. Elinin uzandığı herkesi kontrol ettiği bir ömrün kendi iradesi dışında sonlanıyor olmasına isyan ediyordu şüphesiz. Ölmek bile onun istediği şekilde, o karar verdiği anda olmalıydı.
Toprak bu düşünce karşısında acıyla gülümsedi. Yüzüne düşen koyu saçlarını geri atarken arkasına yaslanmıştı. Çoktan düşmüş bir kaleyi koruyan bir asker gibi sabahtan beri aynı sandalyede, elinden hiçbir şey gelmeden babaannesini izliyordu. Kalbindeki kırgınlıklar, alınganlıklar, kavgalar, öfke, nefret... Zamanın durduğu bu anda hepsi ne kadar da saçma görünüyordu gözüne. Oysa o duygulardı onu yıllardır bu evden, bu odadan uzak tutan. Zeytinliğe geri dönüşünün bu şekilde olacağını hiç düşünmemişti. Aslında bir daha bu kasabaya döneceğini bile düşünmemişti. Önceki gün babasından gelen telefon olmasa attığı yemini asla bozmazdı. Ama kraliçe arı kovanı ebediyen terk etmek üzereydi ve Toprak kendi ruhuyla verdiği tüm mücadeleleri kaybedince kaçınılmaz veda için eski evinin yolunu tutmuştu.
Şimdi, babaannesi tam karşısında yatarken, kadının iki dünya arasına asılı kalmış ruhuna ne demesi gerektiğini bulamıyordu. Onca yıl dilinde biriktirdiği sözler, boğazında tıkanan çığlıklar tek bir kelime olarak bile dökülmüyordu dudaklarından. Odanın yıllanmış ahşap mobilyalarından sekip yüzüne çarpan onlarca anı bile kalbini sızlatan hüznü dile getirmesine yardımcı olmamıştı.
"Babaanne." dediğinde kendi sesinden irkilip bir an için devam edemedi. Ne kadar da yabancı, ne kadar ürkütücü bir isimdi bu onun için. Birine bu şekilde hitap etmeyeli kaç yıl oluyordu sahi? Evini, ailesini bırakıp yatılı okula gitmek zorunda bırakılmasının üzerinden ne kadar zaman geçmişti? Babaannesinin onun için uygun gördüğü kaderi yaşamaya başladığında kaç yaşındaydı tam olarak?
"Geri geldim babaanne." dedi Toprak kuru boğazından çıkan hışır hışır sesiyle. "Burada olmamı istemediğin halde geri geldim."
Ağlamak kalbine iyi gelebilirdi belki, ama Toprak tüm duygularının kuru yapraklar gibi ayaklarının altında ezildiğini hissediyordu. Yavaşça yerinden kalkıp babaannesine doğru bir iki adım attı. Yatağın yanına diz çöküp kadının elini tutması kendini bile şaşırtmıştı. "Bana yaptığın kötülüğü asla unutamam." diye mırıldandı. Gözleri son kez görüyormuş gibi kadının yüzünün her karışını dolanıyordu. "Beni asla olamayacağım birine dönüşmeye zorladın. Beni..."
Toprak gözlerini kapayıp yutkundu. Ne yapıyordu? Her şeyin sona ermek üzere olduğu bu anda tüm yaşanmışlıkların ne önemi vardı ki? Babaannesi onu duymayacak, duysa da yaşanan tek bir anı dahi geri alamayacaktı. Zaten özür dilemek asla yaşlı kadının tercihi olmamıştı. Toprak dudaklarını ısırıp gözlerini sıkıca yumdu. Yüreğinin kanat çırptığını duyabiliyordu. Özgür kalmak için Toprak'ın kalbine mühürlenmiş lekeyi silmesini bekliyordu hevesle. Tek bir adım yetecekti. Tek ve yeni hayatına doğru koca bir adım.
"Seni affediyorum." dedi Toprak derin bir nefes alıp.
İşte bu sözlerdi onca yıl dilinden dökülmeyen. Gerçekten denediği halde bir çare bulamadığı kalp ağrısının iki kelimeyle dağılmaya başladığını hissediyordu. Avucunun içindeki buruşuk eli kaldırıp küçücük bir öpücük kondurdu ve bir saatli bomba tutuyormuş edasıyla hemen geri bıraktı. Onu bu odaya, bu kadına bağlayan hiçbir şey kalmamıştı artık. Doğruldu ve kapıya yönelmeden son bir kez babaannesine baktı.
"Yeniden karşılaştığımızda uzun uzun konuşacağız babaanne." dedi. Yüzüne yersiz bir tebessüm yerleşmişti. Matem içindeki evin karanlığı altında ezilmek, bir ömür beklediği huzuru daha dokunamadan kaybetmek istemiyordu. Bahçede oturan ailesinin geri kalanına görünmeden ön kapıdan çıktı ve ağaçların arasından uzanan toprak yola açılan demir parmaklıkları geçene kadar arkasına bakmadı.
Güneş onun ruhunu ısıtmak için hazırlık yapmış olsa gerek, dalların ötesinde görünen gökyüzünü şeftali tonlarıyla tatlandırmıştı. Ilık rüzgar tenini okşayıp kalan ne kadar acı varsa silip götürmek için esiyordu sanki. Toprak geceleri hasretiyle yastığa baş koyduğu havayı doyasıya içine çekti. Ayağının altında ezilen toprağın kokusu her adımında burnundan ruhuna akıyordu. Ne güzeldi Ege. Ne çok özlemişti anne kucağı kadar aşina bu huzuru.
Yolun sonunda gördüğü araba sessizliği bozana dek bir rüya aleminde yürüdü çocukluğunun geçtiği patikada. Beyaz cip yaklaştıkça içindekiler de görünür olmuştu. Az sonra araba hemen önünde durup kendi boylarında genç bir adam arabanın arka koltuğundan inince Toprak durmak zorunda kalmıştı. Çok kısa bir an karşısında duran sureti tanıyamadı. Fakat çocuk gülümsediğinde başka bir şey söylemesine gerek kalmadan Toprak onun kim olduğunu biliyordu.
"Kerem." dedi tıpkı karşısındaki çocuk gibi elini kaldırırken. Çakışmaları sarılmaya, o da hızla kucaklaşmaya dönmüştü. Yılların özlemini çıkartmak isterce iki genç adam bir süre bu şekilde birbirlerine tutundular.
"Sonunda yine buradasın kardeşim." dedi Kerem sevinçle. Ayrıldıkları halde Toprak'ı kollarından tutmaya devam ediyordu. Sanki bırakırsa en iyi arkadaşını yeniden kaybedecekti. Gözleri neşeyle Toprak'ın yüzünde geziyordu. "Kahretsin! Resimlerde göründüğünden daha yakışıklı olmuşsun." dedi. "Keşke gelmen için bu kadar ısrar etmeseydim."
Toprak onun elinden kurtulup şakayla Kerem'in omzuna vurdu. "Saçmalama oğlum." Hala yanlarında bekleyen arabaya ve şoför olduğunu düşündüğü adama baktı. "İşin var mı? Biraz yürüyelim mi?"
"Manyak mısın lan, sen gelmişsin başka ne işim olacak!" diye bağırdı Kerem. Cipin kasasına vurup "Sen eve dön Adem." dedi. "Ben sonra kendim gelirim."
Şoför başıyla selam verip yanlarından uzaklaşınca ağaçlar, kuşlar ve gökyüzü yeniden onlara kalmıştı. "Nereye gidiyordun?" diye sordu Kerem yürümeye başladıklarında.
Toprak omuz silkti. "Evden uzak neresi olursa..."
Kerem gülümsemişti. "Hayatıma hoş geldin." diye alay etti. Yüz yüze hiç görüşmemiş olsalar da Toprak onunla iletişimi kesmediğinden arkadaşının köşe bucak kaçtığı genç, üvey annesini kastettiğini biliyordu. Öz annesinin gidişinin ardından babası bu yeni gözdesiyle evlenip bir de çocuk yapmıştı.
Kerem dışa ne kadar harika bir hayat yaşadığını göstermeye çalışsa da Toprak'ı kandıramazdı. Elleri cebinde onun hemen yanında ilerlerken keyifle sırıtıyordu, ama gözlerine dilinin ucunda sorulmayı bekleyen onlarca sorunun gölgesi oturmuştu. Bir süre kendini tutmayı başarıp sessizce yürüdü. Arada kasabayla, çevredeki köylerle ilgili haberler veriyor, önlerinden geçtikleri bir ev ya da insan hakkında Toprak'ın merak etmediği bilgiler paylaşıyordu.
Sahile inene kadar Kerem'in rehberliğinde havadan sudan konuşarak önemli konuları ötelemeyi başarmışlardı. Özellikle babasının mekanı önünden geçerken Kerem epey oyalanmış, işleri ne denli büyütüp ne kadar meşhur olduklarından bahsetmişti. Gündüzleri beach-club, akşamları ise restoran-bar olan bu yer belli ki zenginlerin yeni gözdesiydi.
Toprak hiç umursamadığı halde sabırla Kerem'in babasının mekanıyla ilgili gelecek planlarını dinlemişti. Yeniden sahilde ilerlemeye başladıklarında derin bir nefes aldığını Kerem de fark etmiş olacak arkadaşına şakacı bir omuz atıp gülümsedi. "Buraları bizden daha çok özledin değil mi?"
Toprak yalan söyleyecek değildi. Bir şekilde sevdiği herkesle konuşmayı sürdürmüştü, ama bu kumsal, önünde uzanan deniz, onu sarıp sarmalayan dağlar... Onları ancak eski resimler ve anıları izin verdiği ölçüde yaşayabilmişti. Şimdi, hepsi tüm gerçeklikleriyle karşısında dururken zaman içinde hayallerinin esasından saptığını görebiliyordu. Özlemi asla kapanmayacak bu boşluğu düşündükçe katlanılmaz oluyordu.
Sessizlik büyüdükçe Kerem huzursuzlanmaya başlamıştı. Sabretti, konuşmadan yürümeyi sürdürdü; ama sonunda o kaçınılmaz soruyu soracak cesareti bulmuştu.
"Geri dönecek misin?"
Toprak bakışlarını yere çevirip kalbinin vereceği cevabı duymayı denedi. Duyguları öyle karmaşıktı ki gerçekten ne istediğini kendi bile henüz bulamamıştı. Derin bir nefes alıp başını kaldırdığında Kerem'e öylesine bir cevap vermeye hazırdı, ama arkadaşı artık onunla ilgilenmiyordu. Bedeni bir yay gibi gerilmiş, bakışları az ileride bir noktaya kitlenmişti.
"Yangın!" dedi önce duyulmayan bir sesle. Sonra eli Toprak'ın kolunu sıkıca sardı ve bağırdı. "Yangın var. Eski kayıkhane yanıyor!"
Toprak onun baktığı yere döndüğünde gökyüzüne yükselişe geçmiş kara dumanları gördü. Alevler henüz binayı yutmamıştı, bu da hala bir şansları olabileceğini gösteriyordu.
"Koş, yardım çağır." dedi Toprak sakin kalmaya çalışarak. "Ben gidip içeride biri var mı bakayım."
Kerem daha o sözlerini bitirmeden başını sallayıp gerisin geri koşmaya başlamıştı. Mekanların neredeyse tamamı en az bir kilometre geride kaldığından kayıkhane kumsalın bu ıssız bölümünde bir başına kalmıştı. Toprak bu terk edilmiş binanın içinde kimsenin olacağını zannetmiyordu. Yine de kuma bata çıka kayıkhaneye koştu. Bir an için binanın kapısını görememişti. Taş yapının etrafında dönerken girişin yan taraftan olduğunu fark edip hızla içeri daldı. Aynı anda ısı ve duman genzini yakmıştı.
Kimse var mı diye bağırmaya hazırlanırken alevlerin arasındaki kıpırtıyı yakaladı. Bir an sonra görüntü tamamen netleşip üç oğlanı ve onların arasına sıkışmış kızı ele vermişti. "Ne yapıyorsunuz?" diye bağırdı Toprak öne atılırken. Ateşin üzerinden atlaya atlaya oğlanlara doğru koşarken onlar da panikle diğer kapıya yönelmişti. Çocuklardan birinin tuttuğu kız oğlanın bırakmasıyla tahta zemine düştü. Toprak'ın kalbi korkuyla çarpmıştı. Kız baygın mıydı? O halde birkaç saniye içinde alevlerin arasında kalacaktı.
Toprak tişörtünün eteğiyle ağzını burnunu örtüp hızla kıza yöneldi. Çökmeye başlamış tavandan tam üzerine düşen ahşap parçasından son anda kaçmayı başarmıştı. Binanın diğer ucuna vardığında kendini yere atıp kızın üzerine siper etti. Neyse ki kız baygın değildi.
"Buradan çıkmamız lazım." dedi Toprak nefes nefese. "Yürüyebilecek misin?"
Kız içinde bulunduğu duruma rağmen kendinden emin bakışlarını Toprak'ın yüzüne çevirmişti. Başını sallarken Toprak'ın yardımıyla doğrulmuştu bile. Birlikte oğlanların çoktan kaçıp gittiği çıkışa yöneldiler. Üzerlerine devrilen ağaçtan kolonu Toprak son anda fark edip kızı da kendine çekerek kurtarmıştı. Üçüncü defa bu kadar şanslı olmayacağını bildiğinden kendini hızla toplayıp kapıya doğru kollarıyla siper olduğu kızla birlikte koştu. Az sonra temiz havaya ulaşmış, kayıkhaneyi birkaç metre arkalarında bırakmışlardı.
Kız öksürerek dizlerinin üzerine düşünce Toprak da onun yanına çökmüştü. Ağzına bastırdığı tişörtüyle yüzünü temizleyip iki büklüm olmuş kıza baktı.
"İyi misin?"
Kız öyle öksürüyordu ki sanki içinde ne varsa çıkaracaktı. Bluzuyla yüzündeki isi silmeye çalışırken elleri titriyordu. Dudağının kenarından ve alnından süzülen kan ensesinde pıhtılaşan yaraya kıyasla önemsiz duruyordu.
"Yaralanmışsın." dedi Toprak. Tamamen iyi bir niyetle kızın ensesindeki şişkinliğe bakmak istemişti, ama kız panikle geri sıçradı. Gözlerindeki öfke binayı yutan alevlerden bile daha kavurucuydu. Bakışları Toprak'ın arkasında bir noktaya kilitlendiğinde iyice büyüyüp korkuyla doldu.
"Bisikletim." dedi hızla yerinden kalkıp öne atılırken. Toprak onun ne yaptığını anlayana kadar gerisin geri kayıkhaneye doğru koşmaya başlamıştı. Delirmiş miydi? Binanın çatısından kopan ölümcül parçaları gerçekten göremiyor muydu?"
"Dur!" diye bağırdı Toprak kızın peşinden koşarken. Ahşap zorla tutunduğu yerden kurtulup yanarak kızın ve bisikletinin üzerine düşmek üzereydi. Nerden geldiğini bilmediği insan üstü bir güçle öne atılan Toprak kızı son anda kendine çekip sırt üstü yere yuvarlandı. Aynı anda çatıdan dev bir parça kopup bisikleti yere yapıştırmıştı. Toprak daha bunun şokunu atlatamadan kız kollarından kurtulup onu sertçe göğsünden itti.
"Ne yaptın?" diye haykırıyordu bir yandan. "Bisikletim senin yüzünden paramparça oldu. Neden beni durdurdun? Neden?"
Toprak olanlara inanamıyordu. "Sen manyak mısın?" dedi öfkeyle. Kendi canını tehlikeye attığı yetmezmiş gibi üstüne bir de azar işitiyordu. "O yanan parçanın altında kalıp bisikletinle aynı sonu mu yaşamak isterdin?" diye bağırdı.
Kız sakinleşmiyordu. "Sen karışmasan ne bana ne de bisikletime hiçbir şey olmayacaktı!" diye haykırdı. "Her şeyi mahvettin!"
"Her şeyi maf mı ettim?" Toprak hıncını almak için kendi saçlarına yapışmıştı. "Senin hayatını kurtardım!" diye bağırdı. "Sana yardım etmeseydim şimdi o kayıkhanenin içinde ölmüş olacaktın."
"Senden yardım isteyen mi oldu?" dedi kız sinirle. "Ben kendi başımın çaresine bakabilirim! Hep baktım, yine bakardım!"
Son sözlerini bir çığlık gibi Toprak'ın yüzüne çarptıktan sonra arkasını dönüp ağaçların arasına yönelmişti. Kızın sinirden hala yumruklarını sıktığını durduğu yerden bile görebiliyordu Toprak. Kendi bedeni de yaşadığı şokla titremeye başlamıştı. Kız gözden kaybolana dek bakışlarını ondan alamamış, dişlerini sıkıp aptallığı için kendini azarlayıp durmuştu.
Kerem topladığı kasabalılarla geldiğinde hala aynı yerde durmuş artık kimsenin olmadığı ağaçların arasındaki boşluğu izliyordu. Başına bunların geleceğini bilse alevlerin arasına asla dalmazdı elbette. Ama attığı adım, daha büyük ve derin bir yangının başlangıcıydı sadece. Bekleyecek, görecek ve yaşayacaktı.
********
Bölüm sonu :)
Artık iki ana karakteri de tanıyorsunuz. Ne dersiniz, hangisi favori karakteriniz olacak gibi?
>>>>Cemre ????
>>>>Toprak ????
Beğendiyseniz lütfen benimle paylaşın. Yorumları ve oyları bekliyorummm *)
Sevgiler, öpücükler <3
E.Ç.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top