Bölüm 1.15
Tüm kalelerim düşene dek gözlerim açık kalacak damarlarımdaki ateşle...
*******
I need that fire just to know that I'm awake
Until we go down
*******
Cemre uyanır uyanmaz panikle yataktan kalkıp ilk bulduğu şeyi üstüne geçirmişti. Yüzünü yıkaması da dahil mutfağa koşması beş dakikadan fazla sürmedi. Beyni dönüyor, uyku onu henüz geride bıraktığı rüyaya geri çağırıyordu.
"Geldim!" dedi mutfağa daldığında. Düşünmeden tezgaha gidip hazır olan kahvaltı tepsisini kucaklamıştı. "Uyuya kalmışım. Çok özür dilerim. Şimdi hemen kuruyorum masayı."
"Dur kızım n'apıyorsun?" dedi Ayşe Kadın tepsiyi gerisin geri ondan alıp.
"Ayşe Abla, valla nasıl uyuya kaldım bilmiyorum. Çok özür dilerim. Alarm çalmadı. Yoksa beni biliyorsun."
"Tamam bırak, bitmedi daha o tepsinin işi. Sen şu tabakları çıkar önce."
Cemre ikiletmeden üst üste dizili porselenleri kucakladı ve terasa çıktı. Dedesi her zamanki gibi sedirine kurulmuş, sabah güneşiyle yıkanan zeytinliği seyre dalmıştı. Cemre'yi fark edince omzunun üstünden gülümseyip "Aferin kızım." dedi. "Sözünü yerine getiriyorsun değil mi?"
"Evet dedeciğim." dedi Cemre panikle. Henüz uyandığının belli olmadığını umuyordu. "Şimdi hazır ediyoruz kahvaltıyı."
Dedesi başıyla onaylarken Cemre gerisin geri mutfağa koşmuştu. Ali bir köşede annesinin önüne koyduğu fasulyeleri ayıklamaya dalmış, Lale ise taze reçelleri cam kaselere doldurma işini üstlenmişti. İkisi de Cemre'nin yataktan az evvel kalktığını haykıran saçlarını görünce güldü.
"Cemre Abla çok komik olmuşsun." dedi Lale kıkırdayarak. Çocuklar bunu masum bir sakarlık olarak düşünse de Ayşe Kadın onlar kadar saf değildi.
"Gece yine sabahı buldu eve gelmen." dedi taze kesilmiş peynir dolu tabağı tepsinin ortasına yerleştirirken.
"O kadar geç değildi aslında." dedi Cemre ama sesi cümlenin sonuna doğru içine kaçmıştı. Ayşe Kadın o evde yalan söyleyebileceği son kişiydi. Defalarca kez Cemre'yi arka bahçedeki ağaçtan odasına tırmanırken yakalamış, düştüğünde kızın suçunu ört pas edip yaralarına merhem sürmüş, yeri geldiğinde onu korumak için yalan bile söylemişti. Yine de her defasında aynı şekilde azarlamaktan geri kalmıyordu.
"Yalnız dönmedin eve değil mi?" diye sordu ocağın başına döndüğünde. "Sarı oğlan mı getirdi seni?"
"Evet." dedi Cemre gözlerini devirip. "Çocuğun gözünü nasıl korkuttuysan ne desem bırakmıyor beni."
"Edebinle evinde otursan, gecenin bir yarısı sokaklarda sürtmesen biz de peşine adam takmayız herhalde."
"Ayşe Abla..."
"Hadi, hadi tamam. Tepsiyi al da kur masayı. Beklerler."
Cemre kendi kadar ağır olan tepsiyi kucakladı. "Kimse yoktu daha terasta. Bir dedem kalkmış."
Ayşe Kadın Lale'nin eline reçelleri tutuşturup Cemre'nin peşinden yolladı. "Eliniz çalışsın, eliniz. Ağzınız değil! Onları bırak da çayı almaya gel Cemre."
Emredersiniz komutanım diye düşündü Cemre. Elindekiyle zar zor terasa ulaşmıştı ki Duru alaycı bakışlarıyla karşısına dikildi.
"Hımm çok acıktım." dedi tabaktan bir peynir aşırıp. Cemre'nin zorlandığını gördüğü için özellikle önünde oyalanıyordu. "Bir şeyler eksik mi bu tepsi de ne?"
"Şöyle daha yakından bak, belki bulursun." dedi Cemre dişlerini sıkıp. Aynı anda tepsiyi öne ittirdiğinden Duru'nun midesine çarpmış, kızın yapmacık gülüşünün yerini acıklı bir yüz ifadesi almıştı. "Ah, pardon, görmedim." dedi Cemre kızın yanından geçip masaya tepsiyi bırakmadan önce. "Aksilik işte."
Duru kavga etmek için ağzını açmıştı ki dedenin yerinden kalktığını fark etti. Sevimsiz gülüşü anında yeniden dudaklarına yerleşmişti. "Dedeciğim." dedi tüm samimiyetsizliğiyle yaşlı adama sarılırken. Bu haliyle ulu bir çınara dolanan çirkin bir yılana benziyordu. Cemre tepsidekileri masaya yerleştirirken özellikle onun gözlerinin içine baka baka yerine kuruldu ve tabağını doldurmaya başladı. Çay almak için mutfağa dönmese Cemre elindekileri kızın üstüne fırlatabilirdi.
"Dikkat et sıcak." dedi Ayşe Kadın çaydanlığı eline verirken. "Hadi sen çık, ben de yumurtayı getiriyorum."
Cemre yeniden terasa döndüğünde donuk suratlı teyzesi ve kızı gibi takıp takıştırmış Levent de masadaki yerlerini almışlardı. "Açık doldur." diye ikaz etti Ayça Cemre'ye bakmadan. Yıllardır bitmeyen matemine yaraşır, her zamanki siyah elbiselerinden birini giymişti.
"Eline sağlık kızım." diyen dedesi olmasa Cemre kendini görünmez bir köle gibi hissedebilirdi o anda. Çaydanlığı bir kenara koyduktan sonra yumurta servisine de yardım edip sonunda kendi yerine oturdu. Can henüz uyanmamış olmalıydı, bu da düşmanların çoğunlukta olduğu bir masada yemek yemeye çalışmak anlamına geliyordu. Cemre'nin alışması gereken bir yalnızlıktı bu. Tabi abisinin teklifini kabul edip onunla gitmeye karar vermezse...
Çayından bir yudum alıp ayılmaya çalıştı. Yumurta burnuna kötü kötü kokuyor, masadaki her şey iştahsızlığını perçinliyordu. Az ileriden ona göz kırpan kızarmış ekmek bile o gün keyfini yerine getirmeyi başaramamıştı. Gözlerini olabildiğince karşısında oturan Duru'dan ve hemen yanındaki babasından kaçırmaya çalışıyordu. Yan yana geldiklerinde çirkinlikleri iki kat daha büyüyordu sanki. Birbirlerine mavi mavi bakarken tüm pis düşünceleri katlanıyordu adeta. Cemre onları zeytin çekirdeği kadar sevmiyordu.
"Can kalkmadı mı?" dedi dedesi boş koltuğu işaret edip.
"Uyuyor herhalde dede. Gidip çağırmamı ister misin?"
Yaşlı adam başını salladı. "Geç yattı duydum. Toplanmaya çalışıyor, ne yapsın."
Cemre zar zor ağzındaki lokmayı yuttu. Her şey özellikle gitme vaktinin yaklaştığını hatırlatır gibiydi. Hala bir şansı vardı. Abisiyle olmayı seçebilir, ona asla gerçek bir aile olmayan bu yabancı insanlardan sonsuza dek uzaklaşabilirdi. Dedesini yalnız bırakmak elbette istemezdi, ama Ruhi Dede anlardı. Torununun kalbindeki acıyı mavi gözleriyle okur, kırışmış elleriyle saçını okşamayı bilirdi. Tek gereken Cemre'nin karar vermesiydi. Biraz cesaret, bir seçim ve ayrılık. Hepsi bu kadardı.
"Bugün kahvaltıdan sonra biraz konuşabilir miyiz?" dedi Levent durup dururken.
Cemre gibi Ruhi Dede de şaşırmıştı. "Konuşuruz elbette de ne hakkında?"
Levent suratını asıp çatalla bıçağını tabağına bıraktı. "Şu hasat meselesi hakkında bilmeniz gereken şeyler var." dedi.
"Neymiş bilmem gereken? Söyle şimdi."
Levent yüzünü buruşturdu. "Ruhi Bey. Herkesin ortasında açmayalım tatsız konuları dilerseniz. Yemekten sonra biz..."
"Ailemin yanında konuşamayacağım ne olabilir Levent?" dedi Ruhi Dede sinirle. Gür sesi masadakilerin yemeğe ara vermesine neden olmuştu. Şimdi herkes bir ona, bir Levent'e bakıyordu.
"Ne oluyor baba?" diye sordu Duru merakla. Problemin ucunun ona dokunup dokunmadığını anlamaya çalışıyordu elbette.
Levent kızının başını okşayıp dedeye döndü. "Size bahsettiğim işçi sorunu çığırdan çıktı." dedi. "Hiç kimse bizimle çalışmak istemiyor. Karasular..."
Dede yumruğunu masaya çarpıp ayaklandı. "Yine mi bu konu? Bizimle çalışmak istemiyorlar da ne demek?"
"Karasular nerdeyse iki katımız para veriyor Ruhi Bey. Elbette bizimle çalış..."
"Ne demek elbette?" diye bağırdı Ruhi Dede. "Senin dediğini kulağın duyuyor mu? Bu topraklarda görülmemiştir böyle ihanet. Bu ne cüret. Sultan'ın anısına da mı saygıları kalmadı. Ya o köylüler... Böyle mi ödüyorlar borçlarını?"
Levent derin bir nefes aldı. "Maalesef elimiz kolumuz bağlı. Korkarım bu yıl zeytinleri toplayamayabiliriz bile."
Ruhi Dede bağırmak için ağzını açtı, ama aynı anda kalbini tutup sandalyesine devrildi.
"Dede!" diye bağırdı Cemre yerinden fırlayıp. Öfkesi korkusuna karışmış, bedeni titremeye başlamıştı. "Dede iyi misin?" dedi adamın yanına vardığında. "Su getirin! Lale koş! Su getir! Biri dedemin ilaçlarını getirsin! Çabuk!"
"Baba?" dedi Ayça da ayaklanıp.
"Ruhi Bey?" diyordu Levent. "Sakin olun Ruhi Bey."
Dede zar zor nefes alıyor gibiydi. Kırışık elleri boğazını yokladıysa da derdine çare olmamıştı. Lale'nin döke saça getirdiği suyla tansiyon ilaçlarından birini Cemre'nin yardımıyla zorla yuttu.
"İyi misin dede?" diye sordu Cemre korkuyla. Yaşlı adama bir şey olması düşüncesi tüm bedenini paralize etmişti. "Doktor çağır!" diye bağırdı boş boş bakan Levent'e. Gözleri yaşarmış, boğazı düğümlenmişti. "Bir şey yapsana, öyle durmayın! Biri bir şey yapsın!"
Levent ağır ağır telefonunu çıkarmaya çalışırken Cemre dedesinin elinin saçını okşadığını fark etti. "Kızım iyiyim." dedi Ruhi Dede. "Korkmayın, geçti."
"Dede, dedem konuşma. Sakin ol, doktor gelecek. Levent doktor çağır!"
Ruhi Dede hayır anlamında başını salladı. "Çağırmayın doktoru falan. Geçti diyorum size."
Cemre Levent'in telefonu geri cebine koyduğunu gördü. "İyisin değil mi baba?" demişti Ayça. "Dedeciğim nasıl hissediyorsun?" diye sordu Duru yalandan. Herkes ne kadar rahat, ne kadar vurdum duymazdı. Ruhi Dede, bu ailenin kökü, gövdesi, dalları, her şeyi gözlerinin önünde devriliyordu neredeyse. Bu nasıl bir sakinlikti...
Cemre sıktığı yumruklarını birinin suratında patlatmamak için kendini zor tutuyordu. Dedesinin doğrulmasını izlerken zihninde tek bir görüntü dönüyordu. Ona, sevdiklerine, ailesine zarar vermeye çalışanlara hak ettikleri dersi vermeliydi. Rıfat Abi ve Levent dedenin koluna girip onu sedire taşırken Cemre olduğu yerde kala kalmış, kalbini delip geçen öfkesiyle içindeki nefreti beslemişti.
Ruhi Dede'nin etrafına toplanan ailesi onun çıkışa doğru yürüdüğünü bile fark etmedi. Cemre'nin fişek gibi bahçeyi geçip dış kapıya ulaşması saniyeler almıştı. Ne diyeceğini ne yapacağını düşünmeden hedefine kilitlendi ve toprak yola çıktığı an koşmaya başladı. Üzerindeki ağaçlar merakla gidişini seyrediyorlardı sanki. Her adımında ayağı altında ezilen çalılar onu savaşa hazırlayan davullar gibi çınlıyordu kulağında. Kalbi ağzında atıyor, ruhu panter olmuş önden koşturuyordu. Karasuların çiftliğine vardığında tüm gücüyle kapıyı yumrukladı.
"Açın!"
Bekçi adam bu ısrarcı gürültüye anlam verememiş olmalıydı. Sürgülü kapıyı kenara çekerken Cemre'yle karşılaşmayı beklemediği yüzünden anlaşılıyordu. Elbette gelenin kim olduğunu tanımış, ama ne yapacağına karar verememişti.
"Bir dakika!" diyebildi Cemre hırsla onu itip yanından geçince. "Dur, ne yapıyorsun?"
Cemre peşindeki adamı umursamadan seslerin geldiği tarafa yöneldi. Evin arkasından yükselen bağırış çağırış her adımında daha da netleşiyordu. Belli ki Karasular için de pek güzel bir sabah olmuyordu ve Cemre onun daha kötü gitmesi için elinden geleni ardına koymayacaktı. Evin etrafından dolanıp arka bahçeye vardığında bir an için gördüğü manzara karşısında durakladı. Kendi evleri ne kadar gelenekselse şimdi önünde duran yapı o kadar moderndi. Tamamı cam kaplı duvarlardan bembeyaz döşenmiş evin içi görünüyordu. Ortadaki dev havuz altlarında uzanan vadiye bakıyor, sonsuzluğa doğru yüzebilirmişsin hissi veriyordu.
Cemre aradığı düşmanları evin önündeki verandada bulmuştu. Ağzına kadar donatılmış masanın etrafında nedense herkes ayakta duruyordu. O an için küçük Su dışında kimse onun varlığını fark etmemiş gibiydi. Toprak babasının tam karşısında, annesi ise masanın gerisinde Su'yla birlikteydi.
"Sen bir yüz karasısın!" diye bağırıyordu baba. "Oğlum olduğuna utanıyorum!"
"Haluk!" diye bağırdı anne ama adam onu duymuyordu. Önünde dimdik duran oğlunu bakışlarıyla öldürecek gibiydi.
"Bugüne kadar seni bunun için mi okuttuk?" dedi tiksinerek. "Sen her şeyi çöpe at diye mi döktük onca parayı."
"Paranızı ben istemedim." dedi Toprak öfkeyle. Yumuklarını sıkmış, yüzü bembeyaz olmuştu. Cemre kesinlikle böyle bir manzarayla karşılaşmayı beklemediğinden bir an ne yapacağını bilemedi. Kendi kızgınlığı havadaki nefretin içinde eriyip gitmişti sanki. O anda ortalarına dalmakla olduğu yerden bağırıp çağırmak arasında kalmıştı ki Su ona el sallamaya başladı.
"Cemyeee!" diye bağırıyordu küçük kız. "Cemye beni göymeye geldiii!"
Kız oturağında ileri geri tepinirken tüm gözler Cemre'ye çevrilmişti. Birkaç saniye için Toprak'la göz göze gelen Cemre onun suratındaki şaşkınlığı yakalamıştı. Çocuğun gözleri gerçekten mi der gibi kocaman açılmıştı. Ne o ne de babası bir şey diyemeden Cemre kendini toparlayıp yanlarına gitti. Nefreti yeniden damarlarındaki kana karışmaya başlamıştı.
"Haluk Bey." dedi dişlerini sıkıp. "Sen nasıl bir adamsın be? İnsan mı diyorsun sen kendine? Bir halt olduğunu mu sanıyorsun, ha?"
Cemre karşısındaki adamın renginin attığını görebiliyordu. "Ne diyorsun sen be?" dedi Haluk. "Kimsin sen?"
Cemre tiksintiyle güldü. "Ben o sahtekarlık yaptığın zeytinliğin kızıyım. Hani alavere dalavereyle yok etmeye çalıştığın yan zeytinlik..."
"Manyak mısın kızım sen? Ne sahtekarlığı, ne dalaveresi?"
"Yalancı!" diye bağırdı Cemre. Gözlerinde asılı kalan yaşlara yenileri katılıyordu. "Benim dedem senin yüzünden ölüyordu az daha. Sen bize ihanet ettin diye... Topraklarımıza ihanet ettin diye... Sen... Senin gibi bir..."
"Yav ne diyor bu be?" dedi Haluk soran gözlerle etrafına bakıp. Evin hizmetlileri seslere koşup geldiğinden Cemre şimdi düşmanların ortasında kalıvermişti. Haluk üzerine yürüdüğü halde gözünü bile kırpmadan olduğu yerde dimdik durdu. "Yavrum sen kendinde misin?" dedi Haluk sesini alçaltıp. Sanki kafa atmamak için kendini zorla zapt ediyordu.
"Ne yaptığını öğrendik." dedi Cemre bakışlarını kaçırmadan. "Arkamızdan işçilere fazla para verip ekmeğimizle oynadığını biliyoruz. Sen nasıl bir kalleşsin be! Sen kendine adam mı diyorsun? Sen..."
"Lan!" diye bağırdı Haluk. "Ne kalleşi lan!" Aynı anda eli havaya kalkmıştı. Cemre'nin kaçamayacağı kadar hızlıydı, ama Toprak babasından atik davranıp adamın bileğini inmeden yakaladı.
"Kendine gel baba!" dedi öldürücü bakışlarıyla adamın önüne geçip. Cemre'yi arkasına almış, bir duvar gibi ikisinin arasına dikilmişti. "Ne yapıyorsun sen?"
Tam o sırada arkalarından bir bağırış geldi. "Cemre! Cemre!"
Cemre hala yüzünde patlamak üzere olan tokatın etkisinde olduğundan bir an sesi tanıyamadı. Daha kendini toparlayıp arkasına dönemeden abisinin eli kolunu kavramıştı. "Sen ne yaptığını sanıyorsun hayvan herif!" diye bağırdı Can Haluk'a. "Kardeşime nasıl el kaldırırsın lan sen?" Cemre'yi tutup geri çekerken Toprak'ın arkasındaki Haluk'un üzerine yürümüştü.
"Abi dur." dedi Toprak onu göğsünden durdurup. "Yapma ne olur. Belli ki bir yanlış anlaşılma var. Oturup konuşalım. Daha büyük tatsızlık çıkmasın."
"Daha ne tatsızlığı çıkacak?" diye bağırdı Haluk. "Siz kim oluyorsunuz da evimi basıyorsunuz? Kardeşi yetmezmiş gibi bir de abisi gelmiş. Defolun gidin lan! Defolun!"
Can Toprak'ın sözleriyle geri adım atacaktıysa da bu çıkıştan sonra tamamen kontrolü kaybetti ve Haluk'un üzerine atladı. Toprak son anda onu durdurmayı başarmıştı, ama zaten Haluk karşılık verecek gibi durmuyordu. Adamlarının gelip onu kurtaracağından emin bir iki adım geriledi ama yılan dilinden zehirli sözcükler dökülmeye devam ediyordu.
Olduğu yerden işe yaramadan olanları izlerken Cemre eskisinden de öfkeli hissediyordu. Bu eve, bu yüzsüz insanların arasına gelmekle hata etmişti. Onların laftan anlayacağını düşünmek hataydı. Abisinin peşinden geleceğini düşünememek hataydı. Sadece kendini değil, Can'ı da bu pisliğin içine çekmişti. Hatalıydı. Başka bir yol bulmak, hatasını telafi etmek ve düşmanlarına göstermek zorundaydı.
Evin hizmetlileri de kavgaya karışıp Can'ı zapt etmeye çalışırken Cemre arkasını dönüp yeniden koşmaya başladı. Abisinin gittiğini fark edip ardından bağırdığını işittiyse de durmamıştı. Bu kadar kolay pes etmeyecekti. Dedesi için, hala sahip olduğu küçücük aile için sonuna kadar savaşmaya hazırdı.
"Görürsünüz!" dedi ağaçlı yola çıktığında.
Göreceklerdi. Kimse onun sevdiklerine zarar veremezdi. Veremeyeceklerdi.
*******
Bölüm sonuuu :)
Nasıl gidiyor? Neler düşünüyorsunuz? Hadi biraz sohbet edelim burada :)
Sonraki bölüm Cemre ortalığı birbirine katacak tahmin edebileceğiniz üzere. Tahminler var mı?
Yorumlarınızı bekliyorum.
Öpücükler x)
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top