Bölüm 1.1

İblisler buradaydı, orası kesin. Peki ya melekler?

*****

Angels don't give up on me today
Cause the demons; they are there...

*******

Derin bir nefes.

Burnuna ulaşan denizin yosunlu kokusu.

Zeytin dallarının gün batımına eşlik eden melodisi.

Ege.

Cemre gözlerini kapatıp bulutların arasında süzülen kuşların kanat çırpışında huzuru aradı. Ilık eylül havası bir sevgili gibi tenini okşuyordu o an. Zeytin kokulu rüzgar ciğerlerini doldurup göğsü arsızca kafesinde yükseldiğinde bir an için gökyüzünde asılı kaldığını hissetti. Ne de güzeldi kırlangıç misali dünyanın tepesinden hayatla alay etmek. Bu gizli kalmış cennet tepesinde, tüm dertlerden arınıp bir başına kalabilse Cemre de o kuşlar gibi özgür olduğunu düşünebilirdi. Oysa o, metrelerce altında uzanan zeytinlikteki her bir ağaç gibi mutlak kaderine kök salmıştı. Ağaçların tepesinde, onlarla birlikte büyümüş; tıpkı onlar gibi günden güne toprağa batmış, boğazına kadar çamura bulanmıştı. Tenindeki çizikler her gün yeniden kanıyor, dallar her defasında biraz daha etine batıyor; ama Cemre inatla içindeki karanlığa doğru büyümeye devam ediyordu.

Gözlerini aralarken derin bir nefes daha aldı. Neredeyse hiç hatırlamadığı bir geçmişe karşı özlem duyması ne garipti. Her dara düştüğünde kendini yeniden ve yeniden bu yalnız tepede çocukluğunun hayaletlerini kovalarken buluyordu. Anne ve babasının bir gün ufukta belirmesini bekliyordu belki de. Karşısında durduklarında onlardan özür dileyecek, hatasının bedelini ödemek için bir ömür boyu debelendiğinden bahsedecek ve ruhunun özgür kaldığına emin olana dek onların ayaklarına kapanmaktan vazgeçmeyecekti. Bu da hayatını kuşatan lanete son vermezse başka ne verebilirdi ki?

Cemre başını sallayıp zihnine dolan yangının kavurucu görüntülerinden kurtulmayı denedi. Evini yaktığında sadece beş yaşındaydı. Kendi evini... Annesini, babasını, geçmişini ve geleceğe dair tüm umutlarını... Uyurgezer olmayı o seçmemişti elbette, ama bu tüm hayatını küle çeviren bir katil olduğu gerçeğini değiştirmiyordu. Alevlerin hayallerinde bile aynı şiddetle canını yakması katlanılmazdı. Aradan onca yıl geçtikten sonra hala, her yeri kızıla boyayan ateş kalbinde yanmaya ve karşısına çıkan her duyguyu kül etmeye devam ediyordu.

Cemre bir nefeslik havayla kendini bir kez daha rahatlamaya zorladı. Berbat başlayan günü giderek içinden çıkılmaz bir iç buhrana dönüyordu. Aslında her şey o sabah yatağında çamura bulanmış geceliği içinde uyandığında başlamıştı. Hatırlamıyordu. Ne gece neler yaşandığını, ne de onu neyin bu hale getirdiğini. Cemre bunun ne anlama geldiğini kendine dahi itiraf edemeyecek kadar paniklemiş, kimseye görünmeden kendini sokaklara atmıştı. Geçmişin laneti sırtına geçirdiği tırnaklarıyla adım adım peşinden gelirken Cemre en iyi arkadaşının kapısına dayanmıştı çaresiz. Burak'ın yanında olmak elbette kalbini kavuran korkuyu bir nebze dinginleştirmişti, ama dehşet bir kez tenine mühürlenmişse ondan kurtulmak kolay olmazdı.

Kabullenmeye hazır değildi Cemre. Hastalığın onca zaman sinsice bekledikten sonra yeniden onu bulduğunu düşünmesi bile mümkün değildi. Bir hata olmalıydı. Çok büyük, ilahi bir hata... Tam da bu yüzden Cemre tüm günü huysuz bir ihtiyar gibi sağa sola saldırarak geçirmiş, sonunda kendini Burak'a sataşan çocuğun üzerinde bulmuştu. Oğlanın şişko suratı o kaşını patlatmadan önce de yeterince çirkindi, ama etraftakiler öyle düşünmüyor olsa gerek Cemre'yi yaka paça onun üzerinden almış, bu da yetmezmiş gibi eniştesine haber vermişlerdi. Bu kasabada biraz olsun mahremiyet yoktu. Herkes birbirini tanır, gereğinden fazla birbirinin işine karışırdı.

Eniştesi Cemre'yi herkesin ortasında azarlarken şişko çocuğun yanağından boynuna süzülen kanı görmese Cemre'nin gururu incinebilirdi. Oysa o aldığı hazla kulaklarını ailesi olarak görmek zorunda bırakıldığı bu adamın sözlerine tıkamıştı. Eve girip kendini odasına kapattığında bile aklı başladığı işi bitirmekteydi. Dişleri kasılıyor, avuçlarının içi kaşınıyordu. O sabah yaşadığı korku, eniştesine karşı duyduğu nefret, hayata karşı hissettiği isyan tek bir hedefte can bulmuştu sanki. Bu yüzden telefonu sevimsiz bir bip sesiyle kaşı yarılan çocuktan gelen mesajı ona gösterdiğinde kalbi heyecanla çarpmış, ikinci kez düşünmeden bisikletine atlayıp yeniden yollara düşmüştü.

Meydan okumak onun doğasında vardı. Zaten hayat da ona başka bir şans hiç vermemişti.

Havanın kararmasını ve kapışma anının gelmesini beklerken gizli sığınağında vakit geçirip sakinleşmek istememiş olsa belki Cemre şimdi çok daha güçlü hissediyor olabilirdi. Oysa geçmişin Olympos'un tepesine bile onun peşinden geleceğini bilmesi gerekirdi. Bir kez daha yenilmişti. Anne, baba, yangın, ev, alevler, evimiz, kül, hayatımız...

Cemre bir kurşun misali parçalayarak aklından geçen düşüncelerden kurtulmak için dişlerini sıktı. Hayaletlerle uğraşmak için bir ömür vakti olacaktı nasılsa. Şimdi kanlı canlı bir düşmanla yüzleşmesi gerekiyordu. Öfkesini, nefretini, kızgınlıkları ve pişmanlıkları o an için yoluna çıkmış tek hedefe yönlendirmeliydi. Şişko oğlanın yüzü yeniden gözlerinin önünde belirince tarifsiz bir haz kalbini ısıttı.

Kapışma vakti gelmişti. Önünde uzanan engin topraklara, güne veda eden gökyüzünün turuncu tonlarına ve kuşların siyah gölgelerine son bir göz kırpıp patikaya sırtını verdi Cemre. Tırmandığı ağaçlı yoldan bisikletle inmek tepeye tırmanmaktan çok daha kolaydı. Kısa sürede iyi bir tempo tutturmuş, anayola ulaştığında pedalları hızla çevirmeyi sürdürmüştü. Hava karardığında buluşma noktasına varacağına emindi, yine de geç kalmayı riske edemiyordu. Ona bugüne kadar pek çok isim takılmıştı: uyurgezer, katil, ateş... ama korkak bu sıfatlardan biri olmayacaktı. Asla! Rakibinin tombul yüzü gözünün önünde belirince pedallara daha bir hırsla asıldı.

Yol düzleşip ağaçların arasından uzanan anayola birleştiğinde biraz daha öne eğilip iyice hızlanmıştı. Beş yaşından beri ona sığınak olan dallar yine bir çatı gibi başının üzerinde salınıyordu. İyice olgunlaşmış zeytinlerin tanıdık kokusu onu aşinalığın sükunetine davet etse de Cemre'nin pes edeceği yoktu. Telefonuna gelen mesajda yazan adrese doğru bir komutan gibi başı dik at sürüyordu. Az sonra yeniden yoldan çıkmış, ağaçların arasından kıvrılarak sahile inen patikaya dalmıştı. Kumsala giden en kestirme yol bu sayılmazdı, ama onu savaş meydanına en hızlı götürecek olanı buydu.

Terkedilmiş kayıkhanenin arkasına vardığında bisikleti binanın sırtına yasladı ve tek katlı, taş yapının etrafından dolanıp yan kapısından içeri daldı. Görünen o ki henüz rakibi teşrif etmemişti. Belki de aldığı darbeyi ikinci kez düşününce düellodan vazgeçmeye karar vermişti çocuk. Cemre'nin dudağı hafifçe yukarı kıvrıldı. Stresini atmak için şöyle sıkı bir kavgaya ihtiyaç duyuyordu duymasına da ter dökmeden galip gelmeye de hayır demezdi hani.

Tam o sırada kot şortunun arka cebine sıkıştırdığı telefonu titremeye başlayınca düşünceleri uçup gitti. Çalan melodi arayanın kimliğini zaten ele verdiğinden ekrana bakmasına bile gerek yoktu. Ani bir suçluluk duygusu tüm benliğini sarıp onu savunmasız, beş yaşındaki haline döndürdü. Elbette arayan abisi Can'dı. Dedeleri sayılmazsa bu hayatta onu gerçekten seven yegane insan, kahramanı ve tek ailesi...

Cemre abisinin az sonra yapacaklarını öğrenmesi halinde fişek hızıyla yanında biteceğine emindi. Ağzından salyalar fışkırtarak bağırıp çağıracak ve onu küçük bir çocuk gibi davranmakla suçlayacaktı. Haksız sayılır mıydı? Cemre düşünmek istemiyordu. Telefona bakmadan elini cebine uzatıp aletin sesini kapatan düğmeyi yokladı. Can'ın boş yere endişelenmesine gerek yoktu, çünkü Cemre şişko oğlanla işini bitirdiğinde güle oynaya eve dönüp hayatına kaldığı yerden devam edecekti.

Derken beklediği düşman onlarca yıl önce parçalanmış tahta kapının önünde belirdi. Gözü şimdi sabahkinden de şiş ve mor görünüyordu. Alnına taşan sargı bezine bakılırsa Cemre'nin açtığı kaşına dikiş atılması gerekmişti. Cemre içten içe gülse de soğuk bakışlarını korudu.

"Demek geldin katil."   

Az sonra dayak yiyecek biri için ne kadar da cüretkâr sözlerdi bunlar. Cemre sessizce gözleriyle ölüm saçmaya devam ediyordu. Oğlanın oyununu görmüş, sözleriyle onu çekmeye çalıştığı tuzağa düşmemek için dişlerini dudağının içine geçirmişti. Daha önce kapışıp da teke tekte canına okumadığı hiçbir rakibi olmamıştı, ister erkek ister kız olsun. Şimdi de basit bir yaşam formunun ilkel çırpınışlarına kulak asıp dikkatini dağıtacak değildi. Havada asılı kalan sözcüğü duymazdan geldi.

Katil, katil, katil....

"Bu kadar cesaretli olacağını düşünmezdim." dedi oğlana tepeden bakarak. "Özellikle de başına gelenlerden sonra... ben olsam insan içine bile çıkmazdım."

"Senin zaten insan içine çıkamıyor olman lazım psikopat. Sen bir katilsin. Herkes gerçeği biliyor."

Cemre sırıttı ama yumruklarını sıkıyordu. "O halde bir katille baş başa kalmayı teklif etmeden önce iki kez düşünmen gerekirdi. Belki de sen içindeyken bu kayıkhaneyi ateşe verip cayır cayır yanışını izlemeliyim ne dersin?"

Oğlanın yüzü bir an için kasıldıysa da kendini hızlı topladı. "Belki de seni şu sandalyeye bağlar, annenle babanı yaktığın gibi biz de senin o turuncu saçlarını tutuştururuz ha?"

Cemre öfkenin midesini delip genzine ulaştığını hissetti. Oğlanın üzerine saldırmasına bir an kalmıştı, ama çocuğun gözlerindeki anlamsız ışıltı hareket etmesine engel oldu. Beyni neler döndüğünü anlamayı başaramadan kulakları arkasından gelen beklenmedik sesi yakalamıştı.

"Tam zamanında çocuklar." dedi oğlan bozuk dişlerinin tamamını ortaya seren mide bulandırıcı gülüşüyle. Cemre'nin arkasını dönmesi ve kayıkhaneye giren iki çocuğu görmesi bir olmuştu. Oğlanların simaları tanıdık olsa da isimlerini hatırlamıyor, dahası ellerinde tuttukları yanan odunlarla ne yapacaklarını kestiremiyordu. O gün karşısında mutlak bir zafer kazanmayı planladığı hantal çocuktan atletik ve kuvvetli olduklarına şüphe yoktu, ama Cemre'yi ateşle korkutamayacaklarını bilmeleri gerekirdi.

"Tam da senden beklenecek bir hareket, tavuk!" dedi Cemre hızla yere eğilirken. Daha içeri ilk girdiği an gözüne ilişen paslı demiri kaptığı gibi doğrulup savunma pozuna geçmişti. Ona yanaşan kim olursa önce metalin sonra tekmesinin tadına bakacaktı.

Kaşı açılan çocuk bu cesaret gösterisinden hiç etkilenmemiş gibi keyifle sırıtıyordu. "En azından kaçmaya çalışacak kadar beynin olduğunu sanırdım." diye mırıldandı. Belki de haklıydı, ama kavga Burak'a sataştığı için sümüklü bir çocuğa dersini vermekten öteydi artık. Ona, geçmişine, dahası anne babasına dil uzatmaya kalkan bu kendini bilmeze sırf kasabaya ibret olsun diye zulmedecekti Cemre.

"Bakalım eliniz ne kadar çabuk beyler." dedi sözlerinden bile hızla ona en yakın çocuğun üzerine atlarken. Bir an sonra oğlan dizlerine aldığı darbeyle yere yığılmış, elindeki meşale kayıkhanenin ahşap zeminine düşüp küllerinden doğan bir canavar gibi kabarmıştı. Cemre arkasında bıraktığı enkaza bakmadan sıradaki hedefine doğru ilerledi ve daha oğlan ona karşı koyamadan spor ayakkabısının tabanını çocuğun karnına yapıştırdı. Elindeki metal sopayı son anda onun sırtına indirmekten geri kalmamıştı. Çocuğun acı çığlığıyla birlikte ikinci meşale de yerle buluşup öncekinin yarattığı alevlere ortak oldu.

"Sıra sonunda sana geldi." dedi Cemre ve ateşlerden biraz olsun etkilenmeden düşmanının üzerine yürüdü. "Hazır mısın?"

Hımbıl çocuk farkında olmadan bir iki adım gerilemişti. Kaçacak mıydı? Zaten korkaklar hep kaçardı. Cemre elindeki metali sırf çocuğu daha çok korkutmak için artistik bir hareketle çevirip parmaklarıyla sıkıca kavradı. "Ateş yanlış bir seçimdi." dedi iyice oğlana sokulduğunda. Onu köşeye sıkıştırdığından şimdi çocuğun gözlerindeki korkuyu rahatlıkla seçebiliyordu. Cemre'yi gerçekten tanıyor olsaydı yanarak ölmenin onun ilk tercih edeceği son olduğunu oğlan da bilirdi. Yıllar önce alevlerin Cemre'yi de yutmamış olması kaderin kötü bir şakasından başka bir şey değildi ne de olsa.

Ateş büyüyordu. Dumanlar iyice göğe ulaştığında sahildeki en yakın restoranlardan yardım gelecek, kasabalılar canla başla yangını söndürüp birer kahraman edasıyla rakı muhabbetlerine geri döneceklerdi. Arsayı ele geçirmek için bile bile canım kayıkhaneyi yakan kötü insanlar mafya yakıştırmasıyla suçlanırken dubleler tekrar tekrar dolacak, kimse gerçekte yaşananları sorgulamayacaktı. Cemre'nin elindeki sopayı düşmanının midesine indirip oradan uzaklaşması için en doğru zamandı. Kimse yangından ya da şişko çocuğun başına gelenlerden dolayı onu suçlayamaz, orada olduğunu dahi kanıtlayamazdı. Cemre metali biraz daha sıkıp çocuğa doğru kaldırdı. Tek bir hareketi noktayı koymaya yetecekti ama...

"Defol git buradan." dedi dişleri arasından. "Bir daha da karşıma çıkayım deme."

Neden sonuna kadar gelmişken hesabını sormaktan vazgeçmişti, kendi de bilmiyordu. Keyfi iyiden iyiye kaçmış, arkalarında bırakacakları enkazın vicdani ağırlığı şimdiden midesine oturmuştu. Düelloyu kabul ederken en kötü biraz hırpalanacağını düşünmüştü, ama zavallı kayıkhanenin başına gelenler... Aptal velet basit bir sokak kavgasını ne hale sokmuştu.

Cemre daha fazla bu kaosun ortasında kalmak istemiyordu. "Bir daha bana bulaşırsan seni affetmem." dedi tehditkâr bir sesle. Elindeki sopayı yere fırlatıp çıkışa yönelmişti ki ensesine gelen beklemediği darbeyle iki büklüm oldu. Gözleri kararırken boynundan sırtına yoğun, sıcak bir dalga aktı. Renkler birbirine girmiş, yüzüne yapışan saçlarının turuncusu alevlerin kızılına karışmıştı. Etrafı yeniden seçebilmeyi başardığında oğlanlardan birinin kollarını zapt ettiğini fark etti. Çocuklardan diğeri hemen karşısında, şişko oğlan ise onun yanındaydı. Cemre ne kadar dirense de kendini tuzaktan kurtaramıyor, her çırpınışında başındaki ağrı biraz daha şiddetleniyordu.

"Gerçekten de ateş kötü bir fikirdi." dedi şişko oğlan. "İçeri girdiğin ilk an yüzünü dağıtmalıydım."

Cemre çocuğun hareketlendiğini fark ettiyse de karşılık verebilecek durumda değildi. Oğlanın sert yumruğu yanağına indiği an dudağının kenarını patlatmıştı. Cemre acının etkisiyle ayağıyla oğlanın taşaklarına sağlam bir tekme savurmuştu ki ikinci darbe diğer oğlandan geldi ve zar zor kazandığı görüşünü yine bozdu.

Ne kadar mücadele ederse etsin, karanlık alevlerin ışığına galip gelmek üzereydi. Cemre kendinden geçmemek için dudaklarını ısırınca ağzı kan dolmuştu. Gözleri körleşmeden yakaladığı son görüntüde şişko oğlan eli havada sırıtıyordu. Vuracağı son darbeyle kızın işini bitireceğine emin gibiydi, ama o darbe asla gelmedi.

Çocuklar duydukları sesle bir an donakalıp kapıya dönerken Cemre'nin başı önüne düştü. Kısa bir süre için de olsa sesler, renkler ve kokular tüm algılarını terk etmiş, onu hissiz bir dünyanın ortasında yalnız bırakmışlardı.

******

İlk bölümün sonu :)

Neler düşünüyorsunuz? Lütfen yorum bırakmayı ve bölüme oy vermeyi unutmayın :)

Pek sık paylaşım yapamasam da hikayenin çizimleri için Instagram hesabına göz atabilirsiniz : www.instagram.com/bahar_uykusu

Bana ulaşmak isterseniz Instagram @ezgicaglar

Şimdilik öpücükler

Kalp kalp <3

E.Ç.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top