Bölüm 7


Loving you was young, and wild, and free

But loving you had consequences...

***

BÖLÜM 7:

Camila

Işıklar dans ediyordu gözümün önümde. Avluyu boydan boya kaplayan ışıklar, insanların kıyafetlerinin üstündeki parlak pullar, süslerden uçuşan simler, gökyüzünü kaplayan yıldızlar... Ama hepsinden çok aklımda baştan baştan oynayan görüntülerin pırıltısı... Hipnotize olmuş, dakikalardır tek bir noktaya bakıyordum ben.

Avlu görevliler ve içmeye devam eden tek tük insan dışında boştu artık. Saat gece yarısını çoktan geçmiş, konser bitmiş, eğlence sahile kaymıştı. Peki tüm dostlarım ve sevdiklerim ateşin etrafında dans edip şarkılar söylerken benim ne işim vardı tek başıma bu havuzun başında?

Zamanla savaş... Yaptığım buydu işte. Burada, bu anda yeterince sabit kalırsam dakikaların geçmesine de engel olabilirdim belki. O zaman bu gece hiç bitmez, üzerimden bu kıyafeti çıkarmam gerekmez, o sahnede onunla geçirdiğim dakikalar bir anıya dönüşüp geride kalmazdı. Kalmamalıydı çünkü. O şarkı hiç bitmemeli, o selamı hiç vermemeli ve geldiği gibi hızla kaçıp gitmemeliydi.

Ama gitmişti Shawn. Şu an nerede olduğu konusunda da hiçbir fikrim yoktu. Hala o sahneye baktığımda nasıl gülümsediğini görüyor olmam tamamen benim yıllar içinde geliştirdiğim bir yetenek olmalıydı. Bütün bir ömür harcamıştım onun hayaliyle konuşarak ne de olsa. Ne anlar yaşamıştım kafamın içinde... Neler anlatmış, neler dinlemiştim. Ah... sonunda kendisi gerçekten karşımdayken de edebilseydim o sözlerden bir ikisini... Kendimi anlatmayı geçtim de en azından konuşmayı başarabilseydim... Onun yerine yalan söylemiş, saçmalamış, Lea'nın da başını yakmıştım.

"Ah aptal Camila!" dedim sıkıntıyla.

Yankılanmıştı sesim, çünkü "Camlia," demişti bir başkası aynı anda. Başımı kaldırmamla panikle yerimden sıçramam bir oldu. "Bay Harrison? Şey... Tom..."

"Lütfen, otur," dedi eliyle durmamı işaret edip. "Seni korkuttum sanırım. Sadece görünce merhaba demek istemiştim."

Gözlerimi onun üzerinde tutmayı denesem de anında sağa sola kaymış, onunla birlikte olması fazlasıyla muhtemel olan bir başkasını aramıştı. Ama ortalıkta görünmüyordu Shawn. Aynı anda hem rahatlamış hem de korkunç bir karamsarlığa kapılmıştım.

"Oturabilir miyim?" dedi Tom ve sonra ben bir şey demeden yanıma yerleşti. "İçmezsin diye tahmin ediyorum," demişti cebinden çıkardığı sigara paketini bana doğru uzatıp. Başımla reddettiğimde gülümseyip kendine bir sigara çıkardı ve yaktı. Dumanlar arasından yandan beni izlediğini hissedebiliyordum. Çekinerek ona döndüğümde biraz daha kısıldı gözleri.

"Bugün sahnede gerçekten çok iyiydin."

Mahcup bir tebessümle önüme baktım. "Teşekkürler. Sizin gibi birinin böyle söylediğini duyunca diğerleri de çok mutlu olacak."

"Ben diğerleri demedim," diye düzeltti beni hemen. "Ben senden bahsediyorum Camila. Yanlış anlama, bugün hepiniz çok iyiydiniz. Ama sen..." Sanki yüzümde aradığı bir sorunun cevabını bulmaya çalışır gibi başı yan yatmıştı. "Merak ediyorum, nasıl oldu da müzikle profesyonel olarak ilgilenmeyi hiç düşünmedin?"

Oh, düşünmüştüm elbette. Annemin hastalığı hayatımıza bir bomba gibi düştüğü yıldı bir ömür beklediğim konservatuar sınavı. Ama onu ya da babamı o halde bırakıp o okula gitmek hiçbir zaman bir ihtimal değildi benim için. Zaten sonra onu kaybedince de...

Elimden geldiğince gülümsedim. "Ben bir pastacıyım, unuttunuz mu?"

Benden daha başarılı bir şekilde gülümsedi Tom. "Oh, evet... Palmiye pasta... Tadı gerçekten çok güzeldi. Yine de..." Dudaklarını büzdü. "Bu kasabadakilerin seni dinlerken aldığı hazzı hiçbir pastanda bulamayacağına eminim." İç cebine uzanıp bir kart çıkarmış ve bana uzatmıştı. "Olur da fikrini değiştirirsen ilk beni aramanı çok isterim."

Ben ağzım açık parmaklarım arasındaki kağıt parçasına bakarken o ayaklanmıştı. "İyi geceler pastacı kız," dedi göz kırpıp ve sonra otelin içine girip gözden kayboldu.

Pastacı kız... diye düşündüm. Tom'un öyle bir söyleyişi vardı ki bunu, önceki kelimelerinin hafızama kazınması ve uykularımı kaçırması için son bir vuruş gibiydi. Pastacı kız demeye devam etti kafamın içindeki ses yürüyerek eve dönerken. Partiden kalan çöplerin arasından, onlar gibi terk edilmiş, onlar gibi yalnız hissederek adımladım sokakları. Pastacı kızdım ben. Pastacı kız... hepsi buydu işte. Hep bu olacaktı. Shawn, müzik, sahne... bir gecelik, birkaç saatlik hayallerdi her biri. Geçip gitmişti.

Gece boyu rüyalarımda pastalardan kaçmış, kremalar arasında boğulmuş, dev çileklerle mücadele etmiştim. Sabah beşe gelirken yeniden gözüm açıldığında koca bir pastanın altında kalmışım gibi her yerim ağrıyordu. Yarım saat içinde alarmım çalacağı için yeniden uyumaya çalışmakla uğraşmak yerine kalkıp duşa girdim ve bir süre gözlerim kapalı suyun altında bekledim. Mutfaktan gelen sese bakılırsa Papa Ale çoktan uyanmış kahvesini hazırlıyordu.

"Senin bu saatte ayakta ne işin var?" dedi başımı kapının eşiğinden uzattığımda.

Omuz silktim. "Hep bu saatte gitmiyor muyuz pastaneye?"

"Sabaha kadar kermeste şarkı söyleyip dans ettikten sonra değil," dedi babam bunu nasıl düşünememişim gibi kaşlarını kaldırıp. Öyle tatlıydı ki suratındaki şaşkın ifade karşısında kıkırdadım. Elbette bugün öğlene kadar her yer tatildi Santa Barbara'da. Bunu hatırlayamayacak kadar bulutluydu kafamın içi. Ve o bulutların arasında hangi görüntülerin dans ettiğini söylememe gerek yoktu sanırım.

"Sana da kahve koymamı ister misin?" dedi babam kendi kupasını doldururken.

Bu teklif kulağa ne kadar harika gelse de başımı iki yana sallamıştım. "Sanırım ben yine de pastaneye gideceğim. Ne yaparsın, meslek aşkı..."

Gülümseme çabam babamın suratında karşılığını bulmamıştı. "Meslek aşkı mı, yoksa yine bir şeylerden mi kaçıyorsun?" diye sordu şüpheyle.

Tanrım, neden Yoda gibi bir baba vermiştin ki bana?

"Görüşürüz, seni seviyorum, pastanene bana emanet, merak etme!" dedim bir çırpıda ve o bilge bir şeyler söyleyip aklımı daha da karıştıramadan kendimi sokağa attım. Güneş yeni yeni yükseliyordu dağların ardından, o yüzden morla pembe arasında bir renge boyanmıştı gökyüzü. Sabah sakinliğini ve tertemiz esen rüzgarı içime çekmek için bir an gözlerim kapalı bekledim. Fakat... değişik bir elektrik vardı havada. Bu sokağa, bu saate ait olamaycak bir elektrik, bir hareketlilik, sesler, yabancı sesler...

Evin önüne çıkıp Vespa'nın üzerine oturduğumda ancak garipliğin ne olduğunu anlayabilmiştim. Bir grup araç park etmişti Nana'nın evinin önüne. Etrafında insanlar bekliyordu. Kaldırıma çökmüş, arabalarına yaslanmış, aralarında konuşan insanlar... Bu kasabaya ait olmadıklarını yüzlerini seçmeden de söyleyebilirdim, ama sıradan turistlere de benzemiyorlardı. Ve sonra fotoğraf makinalarıyla kameraları fark ettim. Birinin hemen yanında yerde, ötekinin boynunda, bir diğerinin elinde...

"Lanet olsun!" dedi aynı anda biri arkamda.

Ona dönmem, onu görmem, ondan çok daha sağlam bir küfrü içimden savurmam aynı anda oldu. Dudaklarımdansa tek kelime çıkmamıştı.

"Bu kadar çabuk mu yani?" diye homurdandı Shawn dişini alt dudağına geçirip. Gözleri büyükannesinin evinin önünde bekleyen kalabalıkta, elleri belindeydi. Koşudan dönüyor olmalıydı. Bu saatte mi? diye sorguladı mantığım, ama üzerine yapışmış tişört, ıslak saçları ve ayağındaki ayakkabılar yeterli cevaptı sanırım.

Ona bir şey demem gerekir miydi? Hemen yanımdaydı sonuçta. Ama o bana bir şey dememişti ki? Bir merhaba, bir nasılsın, bir hey ismin Camila'ydı değil mi? Bunun yerine bir iki adım daha atmıştı bekleyen yabancılara doğru.

"Lanet olsun Tom," diye mırıldandı. "Tüm bunları başıma sen sardın. Lanet olsun!" Kendi kendine konuştuğundan sonraki sözlerini anlamasam da canının bir hayli sıkkın olduğunu söyleyebilirdim. Öyle çaresiz görünüyordu ki ona uzanmak için kıvranıyordu ellerim.

"Sha..." diye başladım tüm cesaretimi toplayıp.

"Kahretsin!" demişti o aynı anda. Bana dönmesiyle elimdeki kaskı kapıp kafasına geçirmesi bir oldu. Daha ben bu olayın şokunu atlatamadan "Sür hemen!" dedi. Sür mü? diye düşündüm panikle. Ama o arkama oturmuştu bile. "Sür hadi!" dedi daha sertçe. "Bizi fark ettiler. Sür çabuk! Yüzümüzü görmesinler!"

Kim? Kim bizi fark etmişti? Kim görecekti yüzümüzü?

Öyle bir gaza asılışım vardı ki bu motoru daha önce hiç bu kadar hızlı kaldırmamıştım sanırım. Hatta kimsenin bir Vespa'nın bu denli ivmelenebildiğini bildiğini sanmıyordum. Bir an tekerin yerden kalkacağını ve tepe taklak olacağımızı düşündüm. Ama gidiyorduk işte. Terk edilmiş gibi duran sokaklardan, derin bir uykuda olan kasabanın ortasından... Ve... ve sahiden de sırtımda hissettiğim sıcaklık Shawn muydu?

Yola odaklan, motora odaklan, gaza odaklan, frene odaklan...

Sonunda pastanenin önünde durana kadar tüm yaptığım buydu. Bir saniye bile durup düşünsem çığlık atacaktım çünkü. Shawn anında motordan inip kaskı kafasından çıkarsa da ben Vespa'nın üstünde bu saçma sapan rüyanın sona ermesini bekliyordum. Şüphesiz ki bir kabustu bu. Önceki gün yaşadıklarımın hayal gücümdeki çarpık yansımasıydı. Hala uykudaydım. Uykudaydım ama...

"İçeri girelim!" dedi Shawn. "Sende pastanenin anahtarları var mı?"

Titreyen parmaklarım cebimdeki tomara ulaşıp zar zor ona uzatmıştı. Anahtarı elimden kapıp kapıya koştu Shawn ve kilidi açtığı gibi içeri daldı. Bir gölge gibi peşindeydim ben de. Oldukça yavaş hareket eden bir gölge... Öyle yoğundu ki etrafımdaki hava suyun altındaydım sanki. Ayaklarımın altındaki zemin bataklık olsa ancak bu kadar içine çekebilirdi beni.

Benim aksime yerinde duramıyordu Shawn. Pastanenin içinde ileri geri yürürken eli saçlarında, eli yüzünde, eli ensesindeydi. Sonunda camın önündeki bankoya yaslandığında başı aşağı düştü ve gözleri kapandı. İçinde verdiği kavga yüzünün her karışına yansımıştı. Ama neden? Neydi onu böyle rahatsız eden? İlk karşılaştığımız andan beri bir kez olsun doğru dürüst gülümsediğini görmemiştim. Sahnedeki o kısacık anı saymazsam...

Bir süre bir şey demesini bekledim, ama çenesini elinin üstüne dayayıp kendi kendine düşünmeye devam etmişti. Ben de sessizce tezgahın arkasına geçtim ve dünden kalmış tarçınlı kurabiyelerden doldurdum bir tabağa. Canını sıkan her neyse öyle içinde kaybolmuş olmalıydı ki kahve makinasını çalıştırdığımı bile fark etmemişti Shawn. Sonunda bir fincan cappuccino ve kurabiyeleri önüne bıraktığımda önce tabağa sonra da beni ilk kez görüyormuş gibi suratıma baktı.

"Tarçınlı bir kurabiyenin pek çok sorunu çözdüğüne şahit oldum," dedim çekinerek. "Elbette sıcak, bol sütlü bir kahveyle birlikte."

Sanırım önce anlamamıştı Shawn ne dediğimi. Sonraysa onunla alay ettiğimi düşünmüş olacak "Şaka mı bu?" dedi sinirle. "Sence bir iki kurabiye mi çözecek benim sorunumu?"

Öyle tersti ki üslubu bardağı tutan elim kayıp yanıma düştü. O kurabiyeleri kendinden uzaklaştırdığında ben de gerilemiştim istemsizce. Sanki ittiği tabak değil de bendim. Gözlerimi bir an bile alamıyordum üzerinden. Hala fotoğraflarını biriktirdiğim, her köşesini ezberlediğim yüzdü karşımdaki. Hala Shawn'du. Ama lekeler vardı şimdi gördüğüm resmin üzerinde. Kafamdaki adama hiç ama hiç benzemiyordu bu karanlık gölge. Oflayarak bankodan uzaklaştığında daha da geriledim tezgaha doğru.

"Otele gitmem lazım," dedi benden çok kendine. "Tom'la konuşmam lazım." Bir süre düşünüp bana dönmüştü. "Motoruna ihtiyacım var. Ödünç alabilir miyim? Ne istersen veririm. Sonra sana yeni bir motor bile alırım."

Midem öyle bir kavruldu ki genzime kadar ulaşıp boğazımı yakmıştı. Gözlerimin ıslandığını hissettiğimde yanağımı ısırıp tüm gücümle bastırdım ağlama isteğini.

"Lütfen," demişti Shawn ben konuşmayınca. "Başka şansım olsa istemezdim böyle bir şey."

Ona motorun zerre kadar umurumda olmadığını söylemedim. Bu hayatta herkesten çok ona yardım etmek istediğimi söylemediğim gibi... Denesem de konuşabileceğimi sanmıyordum zaten. Benim hayalimdeki diyaloglara hiç benzemiyordu bu aramızdaki. Monologdu her şeyden önce. Ben yoktum bu hikayede. O vardı, onun çözülmesi gereken dertleri vardı, hep o ve onun kendi dünyası olacaktı.

Yine de başımı sallamış olmalıydım ki "Teşekkürler," dedi hemen. "Söz veriyorum, sana borcumu ödeyeceğim."

Hemen sonra anahtarı kaptığı gibi kapıya atmıştı kendini. Ve ben öylece kalakaldım pastanenin ortasında. Yıllarca göğsümde koruyup sakladığım aşk balonu kollarımda patlamış, beni yara bere içinde bırakmıştı.

***

-BÖLÜM SONU-

Kalpleri kırılanlar tam da buraya bir emoji bıraksın bakalım :'(

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top