Çilek
"Kim kaza yapmış?"
Eda'nın arkamızdaki sesi bizi telaşlandırdı. Allah'tan masadakiler koyu bir sohbete dalmıştı. Ama yine de işimi garantiye alıp Eda'nın ağzını kapatıp ön bahçeye yönelttim.
Alaz peşimizdeydi.
"Hazal ne yapıyorsun, bıraksana kızı?"
"Bırakacağım önce ev ahalisinin menzilinden çıkalım."
Bahçeye çıkınca elimi ağzından çektim.
"Sen kafayımı yedin Hazal? Size kim kaza yaptı dedim sadece."
"Ben de o yüzden kapattım zaten. Bak Eda, sakin ol. Alaz'ın sana söyleyecekleri var" diyerek topu Kehribara attım.
Alaz'ın bakışları bana doğru lazer moduna geçmişti.
"Eda, Mert dün değil bu sabah yola çıkmış. Bir kaza geçirmiş rica ediyorum annem ve babam duymasın."
Eda'nın yüzü bembeyaz oldu. Yüzündeki şok ve acının karışımıyla birlikte gözyaşları yanaklarından süzülmeye başladı. Uysal bir şekilde
"Tamam" dedi sadece.
Alaz bana dönüp "Meneviş gözlüm ben şimdi gidiyorum. Siz annemlere ve amcanlara bir mazeret bulun."
"Hayır biz de geliyoruz. Onlara mazereti sen bul!" diye çıkıştım.
İtiraz etmeye niyetlendiği sırada Nihal annem dışarı çıktı.
"Hayırdır çocuklar bir şey mi oldu?"
Alaz'ın yüzü artık renk sıkıntısı yaşıyordu. Bana yalvaran gözlerini çevirince dayanamadım.
"Yok Anneciğim, şirkette biraz sıkıntı çıkmış. Alev Hanım sağolsun yurt dışında olduğu için Alaz dönmek zorunda."
"Ya... Demek öyle. Ne oldu diye sormayacağım. Sorsam da anlamam ya. Tamam o zaman yavrum biz de hazırlanıp yola çıkalım" dedi kaşlarını kaldırarak.
Alaz'ın telefonun çalması bizi bir nevi kurtarmış oldu. Konuşma ilerledikçe Alaz'ın yüz ifadesi mutlu bir hal alıyordu.
Telefonu kapattıktan "Anne sana bir şey söyleyeceğim. Sakin ol panik yapma."
Olaya giriş şeklinden dolayı hiç panik yapmadı benim şapşal kocacığım. Keşke önce ambulans çağırsaydık. Kadıncağızın rengi kağıt gibi oldu.
"Mert ufak bir kaza geçirmiş ama şimdi çok iyi. Sizin gelmenize gerek yok. Yiğit yanında bir kaç küçük sıyrığı varmış..." Nefes almadan bir seferde anlattı.
"Neeee!" Diye haykırdı kadıncağız. Sesi titreyerek, "Ne kazası? Neden bana bir şey söylemedin? Nasıl şimdi yavrum? İyi mi? Beni kandırmıyorsunuz değil mi? Bak doğruyu söyle..."
"Sakin ol anne sakin. Mert çok iyi..."
"Olmaz. Benim de gelmem lazım. Oğlumu görmem lazım."
Kehribar annesinin omuzlarından tutarak itiraz edecek olduysa da annesinin gözlerindeki ateş oğlunun ısrarını kırdı. "Tamam konu kapandı ne olursa olsun biz de geliyoruz. Kızlar hazırlanın bir an önce yola çıkalım" Nihal sultanın lafını ikiletmeden hepimiz hazırlandık. Bizimkilerle vedalaşıp yola çıktık.
Yiğit sürekli bizi arayıp haber veriyordu. Hatta annemin içini rahatlatmak için Mert'in her anını bize gösteriyordu. Eda sessiz ve düşünceli bir şekilde köşeye çekilip karaları bağlamıştı. Bir yandan çok üzülsem de bir yandan da kızgındım. İlk başında Mert'le konuşsaydı bu iş bu şekilde olmayacaktı.
Gece yarısına doğru eve ulaştık. Doktor hayati tehlikesi olmadığı için Mert'i taburcu etmişti. Biz geldiğimizde Yiğit verandadaydı. Onu konuşturup uyanık tutmaya çalışıyordu. Hasan abi, Hacer abla da onlarla birlikteydi.
Nihal annem sevgili oğlunu görünce üzerine atıldı. Nasıl kucakladı nasıl öptü yanaklarından anlatmam. Anne sevgisi başka bir şeymiş. Gözlerimle şahit oldum. Bu manzara beni duygulandırmıştı. Gözlerim dolmuştu. Ama kimseye çaktırmadan gözyaşlarım aşağıya süzülmeden onları silebildim.
Çok şükür ki Mert'in durumu bizden daha iyiydi. Özellikle Eda mahvolmuştu. Hepimiz Mert'in iyi olduğunu iyice idrak ettikten sonra Eda'yla ikisini yanlız bırakıp dinlenmek için odalarımıza çekildik. Yarın mevzuya dahil olurum gözlerimden uyku akıyordu.
Kıyamam, ben duştan çıkana kadar Alaz'ım üstünü değiştirmeden uyuya kalmış. Hemen kurulanıp giyindim. Daha sonra da Alaz'ın kıyafetlerini çıkarttım. Yanına sokulunca beni kollarıyla ahtapot gibi sardı. Kehribarımın mis gibi kokusuyla huzurlu bir uykuya daldım.
"Hazal."
"Hımmm..."
"Uyan hadi."
"Git başımdan Eda."
"Eda mı?"
Gözlerimi hemen açtım. Önce Alaz'ın olduğu tarafa bakıp yerinde yeller estiğini görünce Eda'ya dönüp
"Hayırdır? Kocam nerede ve senin burada ne işin var?" Diye sordum.
"Alaz ve Yiğit Mert'i doktor kontrolüne götürdü. Tedbir için yeni tetkikler yapılması gerekiyormuş. Sen de çok güzel uyuduğun için kocacığın seni uyandırmaya kıyamamış."
"Tamam işte düşünceli kocam bana kıyamamış sen neden kıyıyorsun?" Dedim şımarık bir tavırla.
"Çünkü o seni seviyor. Ama ben bu aralar gıcık oluyorum."
"Neden?" Dedim umarsızca.
"Benden Mert'in gidişini gizlediğin için."
"Eeee! Sen de Mert'ten o şıllığın söylediklerini sakladın."
"Ama" dedi şaşırarak.
"Aması maması yok. Şimdi onu bunu bırak da bu olayı çözelim." Umarsızlığım bir level azalıp yerine bir level kızgınlığa dönmüştü.
"Tamam ne yapacağız?"
"İlk olarak en önemli şeyi"
"Neymiş o?
"Tabii ki kahvaltı yapacağız"
Eda'nın gözbebeklerinde az önce yanan ışık aniden sönüverdi. İşte ben böyle insanı neye uğradığına şaşırtırım. Sen misin beni güzel uykumdan uyandıran. Hayret bir şey ya. Bir de benden hesap sormaya çalışıyor. Bu kız aşık olunca tümden beyin nöronları uzak bir diyara tatile çıkmış. Olacak iş değil. Ah ah bitmedi benim çilem. Bir mantıklı insan ben miyim bu çevrede.
"Bunun neresi önemli?" Diye afalladı Eda.
"Çokk çokkkk önemli bir mevzu. Eskiler ne demiş" diye pişkinliğime devam ediyorum.
"Ne demiş? Aç ayı oynamaz mı demiş?"
Damağımı şaklattım. "Yok o değil. Mantıklı ve akıllı kafalar tok karınla çalışır demişler."
"Bunu büyüklerimiz mi demiş?"
Ay hala soruyor. Yok bunun. Nöronlar baya uzaklaşmış. Fizana mı gittiniz a dostlar.
"Benim gibi açlığa dayanamayan bir büyük kesin demiştir. Çünkü aç olunca ve sürekli yemek düşününce mevzuya odaklanamaz insan."
"Yani sen gibi. Hadi öyle olsun bakalım... Ya bu aralar sen fazla yemek düşünmüyor musun yok yani normalde de çok yerdin ama sanki şimdi daha fazla yiyorsun."
Aha mantık belirtisi bir cümle. Bunu bir düşünüyorum. "Sanırım Ege'nin havası iştahımı açtı."
"Öyle olsun bu gidişle tatlı, sevimli tombiş bir Ege gelini olacaksın." Dedi manidar bir şekilde.
"Gıcık şey, hadi bırak çene çalmayı da kahvaltı yapalım."
Aslında ben de farkındaydım ama elimde değil. Sanki midemde kurt var sürekli acıkıyorum...
-Alaz-
Yaşadığımız bütün korku ve heyecandan sonra Mert'e çok kötü bir şey olmadığını görmek hepimizin içini rahatlatmıştı. Onlara belli etmesem de kardeşimin kaza yaptığını duyduğum anda yüreğime büyük bir ağrı saplandı. Bir de buna anne ve babamı telaşlandırmamak için takındığım sakinlik beni yeteri kadar zorlamıştı. Yiğit sürekli haber verse de onu görene kadar içim içimi yemişti. Onları verandada oturmuş sohbet eder bulunca içimden sağlam bir yumruk atma isteği geçmedi desem yalan olur. Annemin her zaman bir lafı vardır. "Sürüden ayrılanı kurt kapar" diye. Yola çıkmak için acele etmeseydi başına bunlar gelmeyecekti.
Stres vücudumu o kadar etkilemişti ki Mert'i sağlıklı olduğunu gördükten sonra duş almadan kendimi yatağa attım. Meneviş gözlümün banyodan çıkmasını beklerken çok kısa süreliğine göz kapaklarımı kapattım. Nasıl uyudum, ne ara uyudum hatırlamıyordum.
Sabah ciğerlerime dolan mis gibi bir kokuyla Hazal'ımın kokusuyla uyandım. Boynumun altına kedi gibi sokulup o güzel kokusunu tüm benliğime işlemesini sağlarken öte yandan bacağını da üstüme atıp tüm ağırlığını bana vermesi... Sahi insan bu şekilde nasıl bu kadar rahat uyuyabiliyor? Hoş o kadar güzel uyuyordu ki uyandırmaya kıyamadım. Yavaşça öpüp kokladım. Aslında yanından hiç kalkmak istemiyorum ama önce Mert'i kontrole götürmek sonra da şirketteki önemli bir anlaşma beni buna mecbur bıraktı.
-Hazal-
Sindire sindire kahvaltımı yaptım. Herkesin gözü bendeydi. Evet, bu aralar fazla iştahlı yiyor olabilirim. Bu mis gibi doğanın etkisinden, temiz hava iştahımı açtı sadece. Son vişne reçelli ekmeğimi de ağzıma atıp çayımdan da şöyle güzel bir yudum aldıktan sonra Eda'ya döndüm. "Şimdi ne istiyorsan yapabiliriz arkadaşım."
Gözüne far tutulmuş tavşan gibi o badem gözlerini bana dikip transa geçmiş gibiydi.
"Sen de kesin kurt var. Maşallah dokuz köyün yiyeceğini yedin tek başına."
"Eda çok ayıp dünden beri stresten düzgünce bir şey yemedi benim kızım. Haliyle çok acıktı. Ye kızım ye sen gençsin enerjiye ihtiyacın var."
"Doğru söylüyorsun Nihal teyze Hazal bu şekilde yemeye devam ederse enerjisi Akyaka'yı aydıntacak."
İşte şimdi Eda seni yok etmek için o enerjinin gözlerimde lazer gibi olmasını isterdim. Boşboğaz şey.
Eda'ya olan kızgınlığımı bir kenara atıp ikimiz benim odama geçtik. Planımız hakkında en ince detayına kadar konuşup üstünden geçtik. Plana dahil etmemiz gereken bazı yardımcılarımız olacaktı ama şimdilik onların bunu bilmesine gerek yoktu.
Eda'yı gönderip gecikmeli de olsa işimin başına geçmeliydim. Patronla çok samimi bir ilişkimiz olsa da işlerimi aksatmamalıydım. Nihal annem arabalardan biriyle gitmem konusunda ısrar etse de ben Muğla'ya giden minibüslere binmekte ısrarcıydım. Tabii ısrarım işe yaramıştı. Akşam Alaz'la birlikte dönecek olmam bunda etkili oldu.
Minibüsler evin iki yüz metre ilersinden geçiyordu ama servise bindirilecek bebeler gibi yanımda Hacer abla ve Hasan abi de bana eşlik ettiler.
"Hacer abla siz eve gidin ben beklerim sıcakta bunalmayın" dedim mahçup bir tavırla.
"Olmaz öyle gelin hanım buralar çok güvenlidir ama Alaz oğlum tembihledi tek başına bırakmayın, o buraların acemisi bir de bela paratoneri gibidir dedi." Hacer abladan önce Hasan abi cevapladı. Hacer abladan yediği dirseklede sözünü tamamladı.
"Hasan amcanın kusuruna bakma Hazal kızım."
"Sorun değil ablacığım."
Bak sen Alaz efendiye bela paroteneri nasıl olurmuş akşama bilahare göstereceğim ona buraların acemisiymişim görür o.
Çok fazla beklemeden minibüs geldi. Beş altı kişi vardı içinde. Yerime oturduktan sonra parayı uzattım. İneceğim durak şirkete çok yakındı. Yanına oturduğum teyze çok sevimli ve şirindi resmen benimle konuşmak için yerinde duramıyordu. Para üstüm geldikten sonra ona dönüp kafamla selam verdim.
Konuşmak için beklediği fırsat doğmuştu. Selam vermek yerine direkt mevzuya girdi.
"İyi günler güzel kızım sen kimlerdensin?"
"Ben buralı değilim teyzeciğim."
"Nerden geldin nerelisin?"
"İstanbuldan geldim teyze."
"İyi bakam hoş geldin. Şimdi nereye gidiyorsun?"
Maşallah teyze CIA'in Akyaka sorumlusu birazdan T.C.mi isteyip GBT'me de bakacak galiba?
"Muğla'ya işe gidiyorum teyze."
"Ne işi mesleğin ne?"
"Mimarım ben teyzeciğim yeni mezun oldum."
"Oh oh pek güzel, sen de çok güzelsin maşallah. Ailen İstanbul'da mı yaşıyor?"
Çok şükür cevaplayamadan şoför beyin sesiyle konu dağıldı.
"İneceğiniz yere geldik hanımefendi."
Etrafıma bakınınca minibüs şirketin önüne kadar gelmişti. Şöför de Alaz'a selamlar dedi. Teyzeye iyi günler dileyip indim.
Alaz'la alakam olduğunu nereden biliyor diye düşünürken düğünden olduğunu düşündüm. Kapıda sevgili kehribarımı gördüm. Yolda şoförü arayıp kapının önüne kadar bırakmasını söylemiş. Kızayım mı? seveyim mi, bilemedim. İçimden bu kadar fazla ilgi ihtimas pek bana göre değil dedi. Kocasının kollarında prensesler gibi yürüyen şahsı muhterem. Kendi kendime konuşup şapşal bir sırıtışla asansöre doğru ilerken birden durdum.
Haliyle Alaz da durmak zorunda kaldı.
"Hayırdır bir şey mi oldu?"
"Evet oldu. Sen Hasan abiye benim için ne dedin?"
Alaz'ın yüzündeki anlık değişimler tam görülmelikti.
"Şeyy, ııı... Hazal çok uysaldır buralara yabancıdır dedim."
"Emin misin bunları dediğine ben sanki..."
Cümlemi bitiremeden kulaklarımda tırmalanan ses her şeyi unutturdu.
"Alazzzz Hazalll bekleyin beni!"
Sadece Kehribarla ikimizin duyacağı şekilde "Bela geliyorum demez cıyaklayarak gelir."
Gelen gıcıklıklar şahı Alev'di.
Haddinden fazla mutlu ve neşeliydi.
"Acaba neden? "
"Ne dedin aşkım."
"Hiççç! Alevin sevincinin sebebini merak ettim sadece."
"Selam canlar" dedi ve vantuz gibi sarılıp öptü beni tam Alaz'a yönleniyordu ki kolundan tutup tekrardan sarıldım. Kehribarın yuvalarından çıkan gözlerini görmezden gelerek "Ay hoşgeldin Alev'ciğim."
Allah'ım kıskançlık ne kadar kötü bir şey, insana neler yaptırıyor.
"Hoşbulduk şekerim."
Alevin koluna girip hemen asansöre yönlendirdim.
"Eee nasıl geçti yolculuk? Sorunları çözelbildin mi?"
"Ah anlatılacak o kadar çok şey var ki içim kıpır kıpır."
Asansör ofisin katında durunca Alaz centimenliği es geçerek kendini dışarıya atıp bize döndü.
"Ben sizi başbaşa bırakıyorum! Yiğit'le görüşmemi yarım bıraktım. Sonra görüşürüz Alev" dedi ve hızla yanımızdan uzaklaştı.
Haliyle bu durumda Alev bana kalmış oldu. Of piyangonun böylesi.
Son gördüğüm Alev'le şimdiki Alev arasında dünyalar kadar fark vardı. Yüzünde güller açmış gözlerindeki ışıltı gözlerimi kamaştırıyordu.
"Hadi ofise geçelim çok merak ettim anlatacaklarını."
Alaz'ın odasındaki koltuklara yerleşip iki orta şekerli kahve söyledik. Alaz uzun bir süre yanımıza uğramayacağı kesindi. Yerinde kıpır kıpır duramayan Alev...
"Ben aşık oldum."
Ağzımdan istemsizce çıkan bir "hığğğ..."la birlikte birden aklıma çok severek izlediğim bir dizinin bölümü geldi. Kız annesine repliği söylüyor anneside okkalı bir cevap veriyordu.
(diziyi tahmin edenler yorumlara cevabı yazabilir.)
"Harbiden mi?"
İlk şoku attıktan sonra aklıma gelen soruyla..
"Kime?" Diyebildim
"Carlos, adı Carloss" dedi el çırparak.
İsminden anlaşılacağı üzere Muğla ve eşrafından olmadığı kesindi.
"eeee başka"
"Brezilya da tanıştık filmlerdeki gibi bir tanışmaydı anlatamam muhteşemdi."
Senden de normal bir tanışma beklenmezdi zaten canım.
"Hadi daha fazla meraklandırma da anlat."
"Tamam anlatıyorum Havalimanında inince beni almaya gelen araç gelmedi. Çok sinirlendim. Daha fazla beklememek için taksiye binmeye karar verdim. Az ilerideki taksiye yürüyüp binmek için hamle yaptım. Ben sağ kapıdan oda sol kapıdan bindi."
"Eeeeee..."
Olayın gidişatı Alev'in çok az film izlediğini düşünmeme sebep oldu. Ama sustummmm...
"Zaten çok sinirliydim. Ona bu taksinin benim olduğunu anlatttım ama o inatla dinlemedi. İkimiz de taksinin kendi hakkımız olduğu konusunda ısrar etsek de..."
"Carlos'un ana tarafımı baba tarafı mı Türk?"
"Yooo... O nerden çıktı?"
"Taksi için tartıştık deyince! Carlos'un ana dili Türkçe zannettim."
"Ay anladım! Sen çok yaşa emi beni güldürdün. Önce İngilizce konuşuyorduk ben sinirle Türkçe bir kelime söyleyince Türk müsün diye sordu."
Alev nefes almak için duraksayınca bu hali bayağı sevimli ve şapşal geldi gözüme.
"Evet Türk'üm dedim. Nerede yaşıyorsun diye sordu. Muğla diyince çok sevindi. Sonra oradan burdan konuşurken şehir merkezine geldik. Türkiye'de iş anlaşmaları varmış. Özellikle İstanbul ve İzmir'e sürekli geliyormuş. Bizim ülkeye aşıkmış."
"Sen de o ülkeme ben de ona aşık olayım dedin herhalde"
Alev'in kahkahası şirketi yerinden oynattı. Bana göz kırpıp devam etti.
"Alaz gerçekten çok şanslı senin gibi tatlı bir karısı var."
Carlos olmasaydı etrafında pisi gibi dolaşıyordun Alev hanım dedim içimden. Bozuntuya vermeden cevap verdim.
"Ay teşekkür ederim. Teveccühün."
"Benim kalacağım otelin önünde taksi durunca yardım etti otelin kapısına kadar bana eşlik etti."
"Bir kahve içip kırk yıl hatrınız kalaydı."
"Ay içtik! Akşam yemeği için randevulaşıp ayrıldık."
Kahvelerimizi Alev'in filmlere konu olacak aşk hikayesiyle birlikte içtik. Alev anlattıkça benim kafamdaki tilkilerde fazla mesai yapıyordu. Mert ve Eda için her türlü yardım ve yataklığa ihtiyacım vardı.
Alev için gerçekten çok mutlu olmuştum. Sohbetimize benim planımla devam ettik. Büyük bir istekle bize yardım etmeyi kabul etti...
Kahveydi, sohbetti plandı derken çalışmadan bir günü daha bitirip eve dönüş yolundaydık.
"Sanırım Alev'le barış imzaladın."
"Ay ben ne zaman onunla savaştaydım ki?"
Alaz'ın yandan çarklı gülüşüyle bana bakıyor olması inanmadığının bir kanıtıydı. Ve haklıydı!
"Asansörün önünde az daha Alev'i kündeye getirecektin bana sarılmasın diye."
Ne kadar zorlasam da kahkahamı daha fazla tutamadım. Gözlerimden yaş gelene kadar güldüm Alaz da bana eşlik etti.
"Sen tam bir çılgınsın Meneviş gözlüm. Sen benim yaşam kaynağım hayat enerjimsin."
Elimi tutup doyasıya kokladı. Yavaşça dudaklarına götürüp resmen kendine mühürledi. Teninin teması içimden bir şeylerin kıpırdamısına sebep oldu. Daha fazla kendimden geçmeden evin kapısındaydık.
Akşam yemeği harikaydı Hacer abla ve Nesrin döktürmüştü. Yemekler yenilip kahveyle birlikte sohbetimizi ettikten sonra Alaz ve Yiğit hariç herkes odasına çekildi. Yanağıma kondurduğu öpücükle işleri bitirmek için izin istedi.
Odama girince duşumu alıp yatağa uzandım. Uzun süredir okumayı ertelediğim kitabımı okumaya başladım. Uykunun gözlerimi rehin almaya başlamasına daha fazla dayanamayıp uykuya teslim oldum.
İçim kavruluyor. Şöyle buz gibi bir karpuz olsa da yesem ya da ekşi ekşi erik... Uykuyla uyanıklık arasında kendimi yataktan kalkmaya zorladım. Alaz ne zaman gelip yanıma yatmıştı onu bile ruhum duymamıştı. Mutfağın ışığını yakmadan direkt buzdolabına yöneldim. Ay ışığı etramı aydınlatıyor buzdolabı ışığı da aradığımı bulmamı kolaylaştırıyordu.
Canımın çekip uykumdan uyandıran her şey buzdolabındaydı ama ben dolabın vermiş olduğu serinlikten kendimi bir türlü mahrum bırakamıyordum. Elimden gelse içine girip oturacak şekilde kavruluyordum.
"Hazal, aşkım"
"Efendim hayatım"
Yavaşça belime sarılırken
"Hayırdır! Aşkım buzdolabını esir almışsın?"
"Şeyyy! Benim biraz içim yandı. Biraz da karnım acıktı."
Elleri tehlikeli sulara ilerlerken
"Peki içinin yangını söndü mü?"
"Sen gelmeden önce sönmek üzereydi."
"Ama..."
"Ama tekrardan harlandı sayende."
Bir eli göğsümü okşarken diğer eli göbeğimden aşağı yol çiziyordu.
Birden ona doğru döndüm
"Alaz, yaramazlık yapma. Şimdi biri içeri girecek ve rezil olacağız!"
Benim daha fazla konuşmama fırsat vermeden dudaklarıma yapıştı. Beni kucaklayıp mutfak tezgahına oturttu. Dudaklarımdan ayrılıp dudaklarını yaladı.
"Çok lezzetli sen çilek mi yedin?"
Dudağımın altını ısırıp kafa salladım.
Gözlerinde parlayan kıvılcımla.
"Merak etme kimse gelmez." Dedi ve tekrardan yapıştı dudaklarıma.
Aman Allah'ım vücudumdaki tüm hormonlar bile bana karşı çıkıp ayağa kalkmış Alaz Alaz diye tezahürat yapıyordu.
Birkaç günün yokluğu katlanarak su yüzüne çıkıyor bir müddet sonra ben de etrafım ve dünyayla olan ilişkimi kesip Alaz'ın arzularına kapıldım. Ne ara yatak odamıza geldik ne ara soyunduk hatırlamıyordum...
-Alaz-
Hazal canıma okuyacak! Ama başka seçeneğim yoktu. Hasan amca arayıp Hazal'ın tek başına minibüsle geldiğini söyleyince kafamdaki tehlike çanları çalmaya başladı. Buraların acemisiydi üstelik bela paratonerliğinde uzman olması onun ve Muğla eşrafının güvenliğini emniyete almamı mecbur kıldı.
Minibüs şoförünün benim çocukluk arkadaşım olması işimi daha da kolaylaştırdı. Yusuf'u arayıp aracındaki kıymetli misafiri direkt şirketin önüne getirmesini tembihledikten sonra Hazal'ın bu olayı çakmaması için dua etmekten başka seçeneğim yoktu. Ah Alaz ah bir meneviş gözlü dilberin beni bu hale düşüreceğini söyleseler kahkahalarla konuşanların önünden yürüyerek geçerdim.
Minibüsten inip salınarak bana gelmesi içimde ona karşı olan arzuyu nirvanaya çıkarmıştı. Halka açık bir alanda olmamız... O kiraz dudaklarına yapışmamak için nefsimle son gücümle savaşmamın sebebiydi.
Yüzündeki tatlı sersemlik bu işten yırttığımı söylüyordu bana. Koluna girip şirkete içinde asansörlere yönelince Bayan Sherlock'um olayı kavradı. Okkalı bir zılgıt yiyeceğimi beklerken hiç ummadığım biri tarafından kurtarıldım. Minnet ve saygıyla Alev'i selamladım. Onları yanlız bırakıp uçarcasına Yiğit'in yanına gittim ve uzun sürede yanlarına dönmedim.
Akşam yemekten sonra Yiğit'le kalan işleri bitirmek için çalışma odasına geçtik. Bir an önce Hazal uyumadan onun yanına gitmek için tüm çabamla uğraştım. Yatak odasına girdiğimde aynı masallarda tasvir edilen peri kızları gibiydi. Beyaz tenine inat o kömür karası saçları
yastığa şelale gibi yayılmıştı.
Banyoya girip üzerimdekileri çıkarıp duşumu aldım. Belime sardığım havluyla odaya geçtim aklıma evliliğimizin ilk günleri geldi. Hazal'ın beni ilk belimde havluyla görüp panikleyip şapşallaşması tam bir şölendi. Ben çok şanslı bir adamım dedesinin zalimliği benim bu dünyada ödülüm oldu. Üzerime hemen bir penye şort giyip yatağa uzandım. Aklımdan geçen şeyler vardı ama uyandırmaya kıyamadığım için sonraki akşama erteledim ve ben de uykuya daldım. Uyku arasında avucumu Meneviş gözlümün göğsünde tutmam alışlanlık haline gelmişti. Bu arada güzel bir alışkanlık edinmiştim. Elimde hissettiğim boşluk uyanmama sebep oldu.
Hazal yoktu! Biraz bekledim banyoda da değildi!
Hemen yataktan fırladım. İlk önce dışarıya havuz kenarına baktım ardından banyouu kontrol ettim yoktu!
Susamış olacağını düşünüp mutfağa gittim. Işığı yakmadım çünkü gerek yoktu. Buzdolabının önünü kendine parsellemiş bir şeyler atıştırıyordu. Minyonlu geceliğiyle hem sevimli hem de seksi olan tek kadın sanırım benim karım. Yavaşça arkasına yaklaştım korkup çığlık atmasın diye sessizce ismini seslendim. Beline sarılıp o mis kokusunu ciğerlerime doldurdum. İçi yanmış güzel karımın. Yangını sönmeden harlamak lazım! Ellerim yolları biliyordu. Hazal'ın uyarılarını dikkate almadım çünkü ok yaydan fırlamıştı. Sanırım bu durumlarda akıl tatile çıkıyordu. Birden bana döndü bu durumu fırsata çevirip onu kalçalarından tutup kucakladım ve tezgaha oturttum.
Bütün duygularıma dolan çilek tadıyla birleşen Hazal'ımın tadı muhteşemdi.
Mutfakta daha fazla oyalanıp kimseye yakalanma riskine girmeden dudaklarımı o müthiş tatdan mahrum bırakmadan harika karımı kucaklayıp yatak odasına yöneldim.
-Hazal-
Sabah odaya dolan kuş cıvıltıları ve dışarıdan gelen ılık esintiyle uyandım. Alaz'ın eli her zaman ki gibi sol göğsümdeydi. Resmen parselledi.
Çenesindeki Kirk Douglas çukurunda parmaklarımı dolaştırdım. Daha sonra ufak bir öpücük kondurdum.
Dudaklarım o karizmatik çukurun üstündeyken Kehribarın uyanma belirtileri gösteren parmakları parsellediği yerde kıpırdamaya başladı....
Duşlarımızı alıp hazırlandık. Kahvaltıyı yaptıktan sonra Alaz'la birlikte yola çıktık. Beni Eda'ya bırakmasını istedim. Çünkü görevimiz yosma imha için start vermemiz gerekiyordu. Eda ile birlikte tüm planın üstünden geçip en ince detayına kadar hesaplarımızı yaptık.
İkimiz birbirimize bakıp aynı anda aynı cümleyi kurduk.
"Gazamız mübarek olsun"
Uzun bir aradan sonra nihayet sizinle buluşabildik. Gecikmeden dolayı kusura bakmayın sevgili okurlarım🤗elimde olmayan sebeplerden dolayı bölüm yazmakta zorlandım. İnşallah yeni bölümlerle daha sık sizinle olacağım.
Beğeni ve Yorumlarınızı eksik etmeyiniz? 🌸
Lütfen Beğenileriniz için ⭐ işaretlermisiniz? 🤗🌸
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top