Haziran
Buray-Deli Kız
Haziran en sevdiğim ay, yazın başlangıcı. Kirazların bolluğu... Bayılırım. Ne vakit anneme esprisine "Ben ne zaman doğdum?" diye sorsam o da bana aynı espriyle cevap verirdi. "Kirazların bol olduğu zaman!"
Evet, ben bir yengeç burcuyum ama ikizlerin bitimi, yengecin başlangıcı. Tam ortada kalmışım yani. İkisinden de yeteri kadar var kişiliğimde.
Ruhum bütünüyle rengarenk. Gökkuşağı kıskanır gönlümün şenliğini... Hayatı tam anlamıyla dolu dizgin yaşamayı severim. Tüm canlılığıyla anı yaşamayı, eğlenmeyi tercih ederim.
Keyfime birazcık düşkün bir karakterim ama sorumluluklarımı asla ihmal etmem. Hayatın üzücü yanlarını değil de keyifli yanlarına meyletmek içimde var daha doğrusu. Çılgın mıyım? Bunun cevabına anlattıklarımdan sonra siz karar verin o halde.
Hala yataktaydım. Ah kafamın içi yine çivit çarşısı gibiydi. Kalkıp bir duş almalıydım yoksa kafamdaki her telden çalan orkestra susmayacaktı. Su dengelenmemi sağlayan yegane araçtı benim için. Duşumu aldıktan sonra giyinip işleri planlamaya koyuldum.
Yapacaklarım neydi? Önce bankadaki açıkları kapatmak sonra okul ve kızlar...
Ben bugün nihayet diplomamı alıyordum. Artık görev aşkıyla yanan bir çalışan olacaktım. İlk önce mobil bankacılıktan ödemelerimi içim acıya acıya hallettim. Ardından üniversiteye gittim ve hemen öğrenci işlerine uğradım. Veee artık mezun olmuştum. Yehuuu! Peki, ben ne halt yiyecektim? Önümde tüm belirsizliğiyle upuzun bir gelecek beni bekliyordu. Maratona hazırdım ama koşmadan önce şöyle bir açma germe yapmam şarttı.
Kampüsten henüz çıkmamıştım. Aklıma çok geç olmadan kızları aramam gerektiği geldi. Görüntülü çoklu arama yaptım. Ah gözünü sevdiğimin teknolojisi, nimet bu nimet... Eda, Zeynep ve Yeşim... Bu hanımefendiler benim dert ortağım. Kan bağı olmadan, can bağım olan kardeşlerim...
"Hopp Ayşe, Fatma, Hayriye... Selamlar size."
Bizim tayfanın hepsi çok tatlıdır ama kafası tam kırıktır. İnsan onlarla sıkılmaz, dertlenmez. Seviyorum bu haspaları.
"Nerede kaldın! Senin yüzünden ağaç olduk burada? Filizleneceğiz yakında" diye söylendiler hep bir ağızdan.
"Relaks, sakin, çok mu özlediniz siz beni? Hasretime dayanamadınız mı?"
"Hımm... Çok özledik, hasretinden prangalar eskittik" dedi gıcıklıklar prensesi Eda ve devam etti. "Hadi acele et, geç kalacağız. Kımıldansan mı diyorum biraz."
"Birkaç ufak işim kaldı. Sonra çabucak size katılacağım."
Ayyy! yine başladılar dırdıra... "Valla sizi alan kocalara Allah sabır versin, makineli gibisiniz."
Zeynep o bilmiş sesiyle, "Doğru senin turşunu kurup içine bolca da sirke koyup rafa kaldıracağız bozulma diye!"
"Püüü! Çirkefe bak sen. Haydi tutmayın beni işimi halledip hazır olacağım." diye kazuletlere seslenirken o anda sülalemin halini hatrını konuştuklarına neredeyse emindim.
Hızlıca eve yollandım, bavulumu itinayla hazırladım. Hiçbir şeyi umutmamam gerekti. Çok sıcaktı, tekrar duşumu aldım.
Evde kapatmam ve kontrol etmem gereken bütün şeyleri hallettim. Tam kendimi koltuğa bırakıyordum ki telefonum çaldı. Arayan Eda'ydı. "Hadi biz geldik bekliyoruz seni."
Arkadaş bu ne hız ya. Bir dinlenemedik gitti.
"Tamam iniyorum" dedim mecburen. Sırt çantamı ve bavulumu aldım. Evime şöyle bir baktım, "Birkaç gün sonra görüşmek üzere" diye vedalaştım ve kapıdan çıktım.
Hepimiz çok heyecanlıydık. Okullarımız bitmiş rahatlamıştık. İçimiz kıpır kıpır, keyfimiz gıcır, gönlümüz şendi.
Huzurlu ve mutlu bir şekilde Edaların Akyaka'daki dedesinin evine tatile gidiyorduk!
Şaka yollu bir tehditle "Ben uyuyacağım, bana bulaşanı yakarım" dedim ve kestirmeye başladım. Ne de olsa sırtımdan tam dört yıllık eğitim hayatı geçmişti. Bu andan itibaren dinlenme motivasyonu ile şu tatili geçirecektim.
"Cehenneme mi gelmiştik? Biri sobaya odun mu atıyor? Sıcaklık yüzüme yüzüme vuruyor. Yanıyorum, yanıyorum. İtfaiye çağırın a dostlar!" dedim. Gözlerimi açmamla arabanın hareket etmediğini anladım. Açık camlardan gelen alev kavrulmama sebep oluyordu. Bir anda kendimi dışarı attım.
"Tereyağı sürmeyi unutmuşsunuz. Bu şekilde nar gibi olmam" diye cırladım hepsine ve o anda suratlarını görmenizi isterdim, sıcaklığı unutmuş o yüzlerin şapşallığıyla yıkılıyordum.
"Kız size ne oldu böyle?"
Eda dudaklarını bükerek "Arabanın lastiği patladı. Üstüne bir de hararet yaptı. Biz de seni uyandırmadan lastiği değiştirelim dedik ama anca bir iki tane vida sökebildik."
Gülmem daha da şiddetlendi ve Yeşim artık ağlıyordu. Bu arada en sulu gözümüz odur. Gözündeki musluğun contası kesinlikle bozuk.
Kendimi sakinleştirmeye çalışsam da yüzlerini gördükçe daha çok kıkırdıyordum. Rambo serisi gibilerdi. Lastiğin tüm kiri tozu yüzlerindeydi. Üçünü de anası babası görse ellerine beş lira tutuştururlardı.
"Eda senin Kaskon yok mu?"
"Var olmaz olur mu? Babam her sene yaptırır."
"Peki, onu zevk için mi yaptırıyor baban. Neden yol yardımını aramadın benim zekası arşa yükselen arkadaşım?"
"Hiç aklıma gelmedi. Ay ne bileyim, panik oldum işte... İnsanın başına her zaman böyle şeyler gelmiyor. Uzun yol acemiliğine say."
"Aferim sana, üstelik o söktüğünün adı vida değil bijon. Çekilin kenara ya!"
Benim emektar sarı papatyamdan idmanlıydım lastik değiştirmeye.
Allah'tan az ileride bir çeşme vardı.
"Gidin şurada yüzünüzü gözünüzü yıkayın. Kimse sizi böyle görmesin. Hoş nazar değmez artık size böyle merak etmeyin."
Kızlar dünden razı olarak çeşmeye ilerledikleri sırada bir araba yanımda durdu. İçinden üç kişi indi. İnerken çaktırmadan baktım. Biraz da tırstım açıkçası ama renk vermeye niyetim yoktu. Güçlü kız imajından taviz veremezdim. Başıma hiç dert alamazdım.
"Kolay gelsin, yardıma ihtiyacınız var mı?"
Hiç kafamı kaldırmadan, ağır takılıyordum yani yüz göz olmadan "Teşekkür ederim. Lüzum yok, siz yolunuza devam edebilirsiniz!"
"Sizin için zor bir iş, kendinize zarar verebilirsiniz!"
Bak bak... Ağızlara bak sen... Al işte kadının gücünü küçümseyen bir zihniyet daha. Oğlum var ya aklınızı alırım sizin. Sanki niyetinizi anlamadık. Yardım etmek bahanesiyle... Ohoo ho...
"Siz sanayide lastikçimisiniz, tecrübelisiniz, mesleğiniz galiba?"
"Yoo... Ben avukatım, sadece yardım etmek istedim. Elimden gelir diye..." Sesindeki bozulmuşluğu keyifle karşıladım.
Ketumluğuma devam ettim. "Gerek yok, yardım istesek yol yardımını ararız. Siz devam edin. İnceliğiniz içinde teşekkürler" dedim ve mevzuyu kapattım.
İçlerinden biri "Yürü ya gidelim. Kendi göbeğini kendi kesmeye çalışanlardan. Ne hali varsa görsün" dedi.
İçimden ondan geriye saymaya başladım. On, dokuz, sekiz, yedi, altı, beş, dört... Hareket ettiler. Üç, iki, bir...
"Sen kendi göbeğini kesmeyi bilmiyorsan yardım ederim dallama" dedim. Demez olaydım, arka cam açıkmış. Püü!.. Bazen gerçekten söz gümüşse suküt altındır lafını boynuma kolye yaptıracağım. Ya da bileğime dövme de yaptırabilirim. Hay boş ağızlı ağzıma çakayım! Sen misin milletin arkasından salllayan...
Camdan çıkardığı koca kafasıyla genç bir adam bir kaşını kaldırarak imalı bir bakış attı. "Merak etme bir gün bir yerde karşılaşır, ben senin göbek bağını keserim güzellik" dedi ve yola devam ettiler.
Gördüğüm bir kıl yumağıydı ama o gözler neydi Allahım. Siyah mıydı, kahverengi miydi, kehribar mıydı... Uzay boşluğundaki kara delik gibi içine çekti beni. Sanki ruhumu sömürdü o gözler. Bu şekilde bön bön dikilirken kızların sesiyle kendime geldim.
"Ay daha bitiremedin mi lastiği?"
"Sizi bana parayla mı verdiler. Haspalar... Üç kişi bir lastiği doğrultamamışsınız, hala konuşuyorsunuz!"
Üçünün de sesi içine kaçtı.
"Çenesini açana pis sayarım. Lastiği tamir ettikten sonra arabaya bindirmem. Arkadan koşarak gelir" tehdidini de savurduktan sonra işe koyuldum.
Hem lastiği söküyor hem de söyleniyordum. O gözleri aklımdan anca öyle çıkarabilmiştim. Ve nihayet lastiği değiştirdim. Çeşmeye gidip elimi yüzümü güzelce yıkadım.
Bu hengamede hiç aklıma gelmeyen şey geldi. Bir adet sigara çıkarıp çeşmenin yanındaki dut ağacının altına gelen geçen otursun, soluklansın diye yapılan sedire oturdum ve sigaramı yaktım. Oh be dünya varmış.
Bu arada araba kendine gelmişti. Eda arabayı yanımıza getirdi. Hepimiz sedirin üstüne oturduk. Sigaramızı tellendiriyorduk. Bir tek Yeşim Yeşilaycıydı. Sürekli söyleniyordu. O ne tarafa geçse rüzgar dumanı ona götürüyordu.
"Sevmediğin ot burnunun dibinde bitermiş" diye söylenip durdu, yedi bitirdi dırdırıyla.
Ve en son sonunda cennet gibi bir manzarayla karşılaştık.
Eda dedesinin evinin önünde parketti. Ama hiç de öyle saklı keşfedilmemiş gibi bir yer değildi. İnsanlar artık denizden evlerine ya da kaldıkları otellere dönüyor veya yemek yemek için şirin lokantalara yürüyordu.
Saat yirmi birdi biz eve girdiğimizde. Dedesi ve anneannesi bizi o kadar büyük bir çoşku ve sevecenlikle karşıladılar ki bir an kendimi onların torunu gibi hissettim. Daha önceden İstanbul'da birkaç defa karşılaşmıştık ama çok sohbet etmemiştik. O andaki yakınlıklarıyla yüreğimin burukluğunu hemen savuşturdum ve bu güzel insanlara sıkıca sarıldım. Ellerini ve nur yüzlerini öptüm.
Selma teyze bize öyle hitap etmemizi tembihledi. "Ben daha cillop gibiyim bu ihtiyarla beni karıştırmayın" diyerek Haldun amcayı işaret etti.
"Sen cillop gibiysen ben de dipcik gibiyim. Taşı sıksam suyunu çıkarırım hala."
Birbirleriyle resmen aşık atıyorlardı bu muhteşem gençler.
Sofraya gömülmemizle silip süpürmemiz göz açıp kapama mesafesiydi. O anda dışarıdan biri görse arkasına bakmadan kaçardı. O kadar hızlı ve çok yemiştik ki! Yerimizden bizi anca vinç kaldırırdı.
Selma teyze o yüzden bize hiç seslenmedi. İki ihtiyar genç sofrayı kaldırdı. Tabii ki normalde onlara asla bırakmazdık. Maşallah hepimizin elinden iş de aş da gelirdi ama o kadar yorgunduk ki o anda yangın var deseler yansın boş verin diyecek moddaydık.
Biraz kendimize gelmeye başlayınca üst kattaki odalarımıza çıktık. Bavullarımızı açtık. Dünya varmış resmen. Sanki yoldan gelmemişiz de üstümüzden tır geçmişti. O kadar perişan olmuştuk ki duşla kendimize geldik ve tabii ki gözümüz de açıldı. İçimizdeki kurtlar da dinlenmişti. Enerjilerini toplamıştı herkes.
Dışarıya çıkar çıkmaz ne kadar şirin ve neşeli bir ortam olduğunu gördük ve biz de onlara dahil olduk. İtişe kakışa ilerleyip gülüşüyorduk. Tam kızlara yüzümü dönmüştüm ki sanırım bir direğe toslamıştım. Direk mi, yol ortasında hem de diye düşünürken "Önüne bak küçükhanım. Burası kişiye özel yürüyüş yolu değil" dedi. Canına susamış lavuk diye geçirdim içimden ama bir saniye, bu ses sanki çok tanıdıktı.
Ani cıngar çıkarma hevesiyle dönmemle o kara deliğe kapılmam bir oldu. Bu gözlerde kesin bir şey vardı. Hipnotize ediyordu beni. Bermuda şeytan üçgeni gibi içine giren kayboluyordu. Bir meçhule gidiyordu gönlüm. Kızların böğrümü delmesiyle kendime geldim. Tabii ki çirkef ruhumda tam ağzımı açacaktım ki Eda'nın beni sürüklemesiyle "Oğlum ben senin..." diyebilmiştim sadece.
Sürüklenirken o gözlerin içinde hınzırca bir ışık gördüğüme yemin edebilirim ama kimseye ispat edemezdim. Bir anda kendime geldim.
"Kızım sen manyak mısın, beni yem çuvalı gibi sürüklüyorsun?"
"Bana bak dişi Jet lee sakin ol. Burada hep dedemin arkadaşları ve ahbapları var. Bizi mimletecek misin ahaliye?"
"Aslında tam bir hanımefendiyimdir. Çizgimi asla bozmam bilirsiniz." Tabi ben bunları söylerken bizim haspalar yüzüme anlat anlat çok heyecanlı oluyor sırıtışıyla baktıkları için inandırıcı olmuyordu kelimelerim.
"Üfff tamam... Hadi dondurma yiyelim. Vişne ve limonlu olsun benimki. Gıcıklar... Ağız tadıyla kavga edemedim. Dondurma yiyeyim de bari içim soğusun."
Dördümüz de deniz kenarındaki banklara oturmuş dondurmalarımızı yiyorduk ve o sırada denize vuran yakamozla harika bir aşk yaşadığımız kesindi. Bu huzurlu meditasyonumuzu ise bir öküzün böğürmesi bozdu. Telefonun karşısındaki kimse bu konuşma sonrasında kesinlikle KBB doktorundan randevu alacaktı. Kulak zarı kesinlikle tacize uğramıştı. Aslında hayatta hiç yapmadığımız bir şeyi yaparak kulak misafiri olduk. Benim anladığım kadarıyla telefonun diğer ucundaki kişi çok büyük bir halt yemiş ve sanırım böğüren öküzün hayatını altüst etmişti.
"Sen benim hayatıma nasıl karışırsın? Nasıl bana sormadan annemi ararsın? Sen anneme nasıl böyle söylersin?" dediğini net duydum ama gerisi için dekoder lazımdı. Bir ara karşı tarafın ailesiyle ilgili çok mühtehcen fanteziler havada uçuştu. Küfür dağarcığı bayağı geniş bir arkadaştı. Bunu da öğrenmiş olduk ne yazık ki!
Bizim kızlara baktım maşallah açık hava sinemasındalar sanki, bir mısırla gazozları eksikti.
"Kızlar keyfiniz yerinde mi?"
Üçü de "Hıhı..." dedi kıkırdayarak.
Dedim "Aklıma mükayet ol Allahım. Kalkın kızlar, öküz fark edecek sonra bize dönecek. Bu küfür dağarcığına fantezi olmak istemiyorum!"
Söylene söylene kalktı bizimkiler "Merak etmeyin, söz yarın akşam sizi yine getireceğim açık hava sinemasına. Artık film türü şansınıza..." diyerek inatçı keçilerimi önüme katarak evin yolunu tuttuk.
Tam bankta bir şey unuttum mu diye döndüğümde böğüren öküzün bize doğru söylenerek geldiğini gördüm ve o gözlerle tekrar karşılaştım ama bu sefer çabuk toparlandım. Çünkü hem ben artık antrenmanlıydım hem de o gözlerden bu sefer ateş çıkıyordu. Çok korkutucuydu.
Kızlarla hızla eve yürüdük. Hepimiz üstümüzü çıkardık ve pijamalarımızı giyip yattık. Yol yorgunuyduk hemen uyuyakalmışım!
Uykumda yemyeşil bir orman ve şarıl şarıl akan bir şelalenin yanındaydım. Ruhuma huzur veren cennetteydim. Çimenlerin üzerine uzanıp sesleri dinliyordum. Birden burnum çok farklı bir kokuyla doldu. Gözlerimi açıp ne diye bakmak istedim ama gözlerimi bir türlü açamıyordum. Koku resmen tüm hücrelerimi esir almıştı. Sanki bütün komutları o veriyordu ama şu anda gözlerime açmamasını emrediyordu. Kokuyla birlikte yüzüme bir nefes değdi. İliklerime kadar ürperdim ve tekrardan yönetimi devralarak gözlerime açılmasını emrettim. Sadece saç ve sakaldan bir kafa yüzüme eğilmiş nefesiyle yüzümü yakıyordu ama benim tek odağım kara delik gözleriydi. O kadar çok yakındı ki bana nerdeyse dudakları dudaklarıma değmek üzereydi. O koku başımı döndürüyordu. Bakışları beni ele geçirmişti ve nefesi nasıl güzeldi. Bir insanın nefesi bu kadar güzel olamazdı. O dudaklara kavuşmaya milim kalmıştı ki
"Hazal hadi uyan" diye bağırdı, kulağımın dibinde canına susamış bir adet Eda.
"Hayırdır hanımefendi, ne görüyordun rüyanda. Resmen mest olmuş bir yüz ifadesiyle dudaklarını uzatıyordun."
"Aaa üstüme iyilik sağlık, hiç de bile, içiniz fesat sizin" diyerek hızla yataktan kalktım ve uçarcasına banyoya daldım.
"Aman Allahım, ben ne gördüm. Şimdiye kadar erkek arkadaşım bile olmadı ama ben rüyamda az önce o öküzle öpüşecektim. Kim olduğunu bile bilmediğim biriyle" dedim kendime ve içimden küfürler saydırırken yüzümün ateşini de soğuk suyla yok etmeye çalışıyordum. En sonunda sakinleşip dışarı çıktığımda üç şirine yatağımın üstüne tünemiş beni bekliyordu.
Hayırdır bir durum mu var gibisinden el işareti yaptım ama çok kararlıydı bu cadılar, kesin konuşturacak gerekirse işkence bile yaparlardı. Hocaları kimdi iyi yetiştirmiştim haspaları ama işte bir gün o okların bana döneceğini hesaplamamıştım.
Bakın ben çok acıktım. Üstümüzü giyinip aşağı inelim. Kahvaltıyı hazırlayalım, önce karnımız doysun, aklımız başımıza gelsin, ne istiyorsanız anlatacağım. Aslında kayda değer bir şey yok ama yine de siz inatçı keçilerimi eli boş bırakmayayım."
Bu arada ikna yeteneğimin çok iyi olduğundan size bahsetmiş miydim?
Evet, hepimiz hazır ve nazır bir şekilde aşağıya indik. Tam mutfağa yönelmiştik ki Selma teyze seslendi. "Kızlar balkona gelin ben her şeyi hazırladım."
Hepimiz istikameti balkona yönelttik. Bu arada balkondan sesler geliyordu. Üçümüz de Eda'ya doğru bakıp "Misafir mi var?" diye sorduk. O da omuzlarını silkip bilmediğini söyledi.
Balkona adımımızı attığımızda kahvaltı masasında Haldun amca hariç üç kişi daha oturuyordu. İkisini gözüm bir yerden ısırıyordu ama çıkaramadım. Arkası bize dönük olan hiç zahmet edip dönmeye bile tenezzül etmedi zaten.
Haldun amca "Gelin kızlar, misafirlerimiz var. Can dostumun çocukları bizi ziyarete gelmiş. Hep birlikte kahvaltımızı yapalım."
Bizler de kibar hanımefendiler olarak koro şeklinde "Hoşgeldiniz" dedik.
Fakat o da ne? Bu arkası dönük olan... Tanıdık gibiydi. Olamaz bu ne...
Beğeni ve Yorumlarınızı eksik etmeyiniz? 🌸
Lütfen Beğenileriniz için ⭐ işaretlermisiniz? 🤗🌸
Hikayenin devamını okumak için sayfayı yukarıya kaldırıp sonraki bölümleri okuyabilirsiniz
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top