Eskişehir

Bu sabah Alaz ve Mert'in kuzenim Burak'a karşı verdikleri keskin cevaba çok şaşırmıştım. Hadi Mert'i anlıyordum yani belli ki bir tür kıskançlık evresine girmişti ama peki canım kocam Alaz'a ne olmuştu? Dayanamadım kahvaltıdan sonra sordum nedenini. Bana tek başıma olunca başını belaya sokarsın demez mi? Paratoner gibiymişim. Tabii bu cevapla paparayı yedi benden. Her neyse... Kahvaltıdan sonra yeterince dinlenme şansımız oldu. Hasret de giderdik... Kuzenlerimle bol bol sohbet ettik. Hele halam beni rahat ettirmek için gözümün içine bakıyordu. Halam ve amcalarım yaptığım iyiliği bir kez daha anımsatıp hem mahçup hem de nasıl memnun olduklarını anlattılar. Aslında bir nevi onlar bana hayatımın aşkını armağan etmişlerdi daha doğrusu dedem...

Halam bir ara ortalıktan kayboldu. Daha sonra yengelerimle birlikte elleri kolları dolu bir şekilde geldiler. Adetmiş tatlı yemeğe gelen oğlan tarafına hediyeler verilirmiş. Süslü, şık bohçalar koyuldu. Herkesin önüne yaş gününde hediye alan çocuklar gibiydik. Halam ve amcalarım bana altın takılar taktılar. Kesin bu sefer kuyumcuyu açıyorum dedim içimden. Sürekli bir şeyler gösteriyorlardı. Biz tam şaşkınca hediyelere bakarken içeriye fişek gibi dört tane bebe ve dünya tatlısı küçük halam girdi. Onunla şahsen karşılalmamıştık ama teknoloji sayesinde görüntülü görüşmüştük. Hep bir ağızdan biz geldik diye bağırdılar.

Halam "Hani siz akşama geliyordunuz?"

"Abla bunları tutmak mümkün mü? Başımızın etini yediler. Biz de daha fazla beklemeden yola çıktık."

Arzu halamın "İyi halt ettiniz" demesiyle ona baktım, o da bana bakıp ellerini kaldırıp
"Akşama kalmaz sebebini anlarsın kızım."

"Hazal kuzum halasının bir tanesi telefonda konuşup görüştük ama ben yanınıza gelip düğünde bulunamadım. Telefonda gördüğümden daha da güzelmişsin. Allah'ım nazarlardan korusun" dedi küçük halam.

Konuşa konuşa kollarını açmış bir şekilde bana doğru geliyordu. Çok tatlı ve güzeldi. Biraz balık etliydi. Benim bu yemek sevdamla ilerideki halimdi.
Nasıl bir sarılma anlatamam. Beni öpe koklaya içine sokarca sevmesi ve benim bu sevgiye kayıtsız kalmadan aynı tepkiyi vermem inanılmazdı.

Arzu halam "Yeter kızı bırak artık. Dışarı çıkıyor onlar geç kalmasınlar. Hadi dünürlerle tanış."

"Hiçbir yere bırakmam. Sen yeterince hasret giderdin onunla. Düğüne de götürmedin beni."

Arzu halam "Sen de çifter çifter doğurmasaydın."

"Kusura bakma ablacığım doktora söyleyip birini çıkarın diğeri büyüyünce onu da çıkarırsınız diyemedim."

"Bana laf söyleme o zaman. Götürseydim de Akyaka'yı haritadan silseydi senin afacanlar" dedi ve büyük bir gürültü koptu. Herkes bir anda panikle sesin nereden geldiğini hesaplamaya çalışırken mutfakta çalışan Esma ablanın çığlığı şangırtının konumunu bildirdi. Hepimiz mutfağa gittiğimizde gördüğümüz manzarayla önce şoke olduk sonra da kahkaya boğulduk. Dışarıya çıkarılacak ikramlıkları alaşağı etmişler. Ortalarına oturmuş onları yiyorlardı. Ama çok sevimli bunlar ya insanın sıktıra sıktıra sevme isteği arşa çıkıyor.

En sonunda kan ter içinde arabayı boşaltıp yanımıza gelen Alper eniştem "Hani bana yardım edecektin Sevgi?"

"Dörtlü canavar ortalığı yıkmasaydı gelecektim ya da birini yollayacaktım. Bırak şimdi sitemi de gel Hazal'ımla tanış."

Eşyalarla uğraşmaktan bitap düşmüş adamı sürükleyerek yanımıza getirdi.

"Hazalım bu benim eşim.."

"Memnun oldum.."

"Alper ismim Alper. Ben de çok memnun oldum, biraz geç oldu ama kusura bakmayın."

"Önemli değil, memnun oldum Alper enişte."

Alazı gösterip "Eşim Alaz" dedim.

"Hoşgeldin damat bey çok memnun oldum."

"Ben de memnun oldum efendim."

Alaz'la aralarında çok yaş farkı yoktu. Sanırım aslında Sevgi halam da daha otuzlu yaşlarında değildi..

Sevgi halamın mızıldamalarına kulak tıkayan Arzu halam bizi en sonunda evden dışarı çıkarmıştı. Uykusuz, huysuz ve aksi olan sevgili Kehribarım ve Mert de bizimleydiler. Bizi onlarsız göndermeye dayanamadılar ya da korktular. Bizim yaşlarımızdaki kuzenler gruba dahildi. Dörtlü canavar timi gelmek isteyip kabul edilmedikleri için isyan çıkarmışlardı ama ev ahalisi tarafından çeşitli aktivite vaatleriyle isyan bastırıldı. Bir an rüyam geldi aklıma benim de ikizlerim olmuştu. Acaba ileride olacakların fragmanını mı izliyordum diye düşünmeden edemedim. Kız halaya oğlan dayıya lafı yankılandı beynimde. Yok canım hurafe onlar öyle öyle hurafe...

İlk önce Adalara gittik. Küçük Venedik'ti resmen gondollar ve tekneler vardı.

Nehir kenarındaki çimlere insanlar oturmuş çaylarını kahvelerini yudumlayarak sokakta gençlerin çaldığı muhteşem melodilerle sohbet ediyorlardı. Biz de nehirde gezip çimlerde oturup sohbet ettik. Daha sonra Eskişehir'in simgelerinden biri olan Hamamyolu'na gittik. Burada şifa kaynağı hamamlar bulunuyordu ve insanların alışveriş yaptığı dükkanlar vardı. Gezerken burnuma gelen o taze çekilmiş kahve kokusunu anlatamam. O kavruk kavruk ciğerlerime dolan daha içmeden damağımda tadını hissettirdi ve diğer muhteşem kokular bana acıktığımı hatırlattı.

"Çocuklar ben çok acıktım."

Alaz ve Eda aynı anda gülmeye başladılar.

Alaz "Ben de ne zaman aşkım acıkacak diye merak ediyordum."

"Gezdik dolaştık ondan canım. Size de fırsat çıktı geçin dalganızı."

Biz konuşurken Burak
"Hadi gelin size Eskişehir'imizin meşhur lezzetini ısmarlıyayım."

Birden kendimi tutamadım ve "Çibörek" diye bağırdım..

Tarif edemem hani derler ya anlatılamaz yaşanır. Bu lezzet anlatılmaz buraya gelip yenilir. Eskişehir'in en meşhur Çibörekçisinde dışarıda sıra bekledikten sonra herkesin bana o garip bakışlarının altında yaklaşık iki porsiyon gömerek karnımı doyurdum. Tamam normaldede çok yerim ama bu sefer ben bile şaşırdım. Sanırım bu şehrin havası iştahımı açtı.

"Hazal aşkım bir porziyon daha söyleyeyim mi ne dersin?"

"Yoo!... Sağol doydum çok lezzetliymiş."

"İstersen yanımıza yolluk yaptıralım, dolaşırken acıkırsın."

Geç dalganı Alaz efendi. Ay açım işte ne var bunda. Sanki midemin içi derin bir kuyu olmuş, ne kadar doldursan da kafi gelmiyor. Galiba bende kurt var yoksa bu kadar çabuk açıkıp yemek yemem normal değil tamam benim için biraz normal ama bu biraz anormal....

Eda'nın Mert'e mesafeli olup kuzenimin ise Eda'ya fazla sırnaşması hiç hayra alamet değildi. Mert'in her geçen dakika yüz ifadesi sertleşiyordu.

"Hazal'ım kuzenine bir şeyler mi söylesen acaba? Yoksa bu ziyaret hoş bitmeyecek."

Farkındayım aşkım farkındayım Eda'nın aklınca Mert'i kendinden uzaklaştırmak için Burak'a yeşil ışık yakıyormuş gibi görünmesi Mert'in sorunu bilmeden bir savaşa yol açmasına sebep oluyor gibi görünüyordu.

"Tamam Alaz'cığım ben konuşacağım sen merak etme"
Bu olaya bir an önce müdahil olmalıydım yoksa hoş şeyler olmayacak anlaşılıyordu.

Odunpazarı bir şehrin kuruluşu bir tarihin var oluşu her taşında her zerresinde yaşanmışlık. Eski evlerin aslına uygun bir şekilde restore edilişi, cam ve bal mumu müzeleri muhteşem bir yer biz buraları gezerken Alaz'ın telefonu Alev sayesinde hiç susmadı. Uçağı aldın daha ne istiyorsun kadın bir işide kendin hallet.

En son yaptığı telefon konuşmasından sonra yanına yaklaşıp "Eğer bir daha o telefonu eline alırsan 15 gün dışarıdaki şezlongta yatarsın aşkım" dedim ve göz kırpıp koluna girip yürümeye devam ettim.

Mert "Abi hayırdır bir yerin mi? Ağrıyor yüzün acıyla şok karışımı bir şey oldu. Telefonda tatsız bir şey mi oldu?"

"Yoo ama telefonla konuşmaya devam edersem olacak."

Kolunu okşayarak "Good boy" dedim.

Kulağıma eğildi ve yumuşak ancak manidar bir ses tonuyla "Ben iyi çocuk olurum peki sen 'Will you be the bad girl and misbehave' olacak mısın?"

Kendi kazdığım kuyuya yine kendim düştüm çok çakalsın kocacığım çokkk diye içimden geçirdim.

İnanılmaz güzellikteki parkları gezdik ve en son Sazova parkına geldik aman Allah'ım yapay bir göl, gölde su sporları yapılıyor. korsan gemisi, trenler, çocuklar için hayvan figürleriyle dolu parklar, konser salonu ve en önemlisi masallar şatosu...

"Ben buraya aşık oldum" cümleler ağzımdan dökülü verdi.
Alaz arkamdan usulca sarılıp "Benden başka hiç bir şeye aşık olamazsın Meneviş gözlüm."

Kokusu bir anda bütün benliğimi sardı. 'Sen benimsin tüm benliğinle bana aitsin tek aşkımsın'tabii ki öyle demedim.

"Ee kocamsın sana da bir şeyler hissediyorum. Nihayetinde bir çay içeriz artık ne dersin?"

Kafamı ona çevirip göz kırptım.
"İçeriz karıcığım, içeriz sen merak etme. Elektrik aldık bir kere birbirimizden."

Yanağımı öpüp mührünü basmış oldu...

Şato muhteşemdi bayıldım. Büyülü bir havası vardı. Masal kahramanları çok tatlıydı. Kendimi bir anlığına masal prensesi gibi hissettim. Parkın her yerini gezerek çıkışa yöneldik. Hayvanat bahçesi ve su altı müzesi hemen parkın karşısındaydı rotayı oraya yönelttik. Çeşit çeşit balıklar suyun içinde zarifçe süzülüyorlardı. Alaz'la çocukların arkalarından yürürken birden önümüzde kıyamet koptu. Biz birbirimizle meşk ederken Mert ve Burak da birbirleriyle cenk edip didişiyorlarmış meğerse. Tam manasıyla birbirlerinin boğazına yapışmışlardı. Olaya müdahale ettikten sonra Alaz Mert'i uzaklaştırdı. Eda tam ağzını açacak oldu.
"Sen sıranı bekle. Önce başka birinin ifadesini almalıyım" dedim. Burak'ın kolundan tutup konuşmasına fırsat vermeden
"Sen ne halt ettiğini sanıyorsun?"

"Hazal ben bir şey yapmadım Eda'nın ayağı tökezledi ve ben de onun kolundan tuttum. Daha ne olduğunu anlamadan üstüme atladı."

"Atlar tabi Eda'yı deli gibi seviyor Eda da onu..."

"Hiç öyle durmuyor Eda ona sürekli mesafeli davranıp konuşmuyor. İnsan sevdiğinden kaçar mı?"

İçimden kuzenim olman seni parça pinçik etmemi engellemiyor diye geçirdim.

"Senin anlayamayacağın durumlar var. Lütfen ortalık zaten karışık, daha fazla karıştırma. Eve gidelim artık."

Alaz Mert'i alıp önden gitti. Biz de toplanıp yola çıktık. Eda birkaç kere benimle konuşmak istedi ama çok sinirliyim. Doğruluğu kanıtlanmamış bir şey yüzünden Mert'in aşkına, sevgisine gözünü kapatıp sözde onu düşündüğü için ona acı çektiriyor. Bu böyle devam edemez. Mert'le kesinlikle konuşmalıydım.

Alaz çoktan eve gelmiş herkesten müsade isteyip odaya çıkmıştı. Biz de evdeki ahaliye selam verip yemeğe kadar duş alıp üstümüzü değiştirmek için odamıza yöneldik. Eda odaya varmadan beni durdurdu.

"Hazal gerçekten üzgünüm. Bu şekilde davranırsam benden uzaklaşır, üstelemez diye düşündüm. Ama konuşacağım merak etme her şeyi yoluna sokacağım."

İkisine de kıyamıyorum. Eda benim canım ciğerim Mert'le yeni tanışmış olsam da onun ne kadar beyefendi biri olduğunu biliyorum. Artık o benim ailem. Kendini bilmez biri yüzünden canparelerimin üzülmesine izin veremezdim.

"Tamam Eda'cığım şimdi birer duş alıp kendimize gelelim yemekten sonra oturup her şeyi yoluna sokarız" diye teselli verdim.

Eda'nın gözlerindeki hüzün sevince dönüştü.

"Hemen odama gidiyorum ve hazırlanıyorum."

"O kadarda acele etme. Biraz dinlen istersen."

"Tamam Hazal'ım sen harikasın Mert nerede acaba odasında mı?"

"Büyük bir ihtimalle dinleniyordur. O da biraz yanlız kalıp kafasını toplasın akşam bayağı karışacak çünkü."

"Haklısın canım arkadaşım, keşke buraya gelmeden önce seni dinleseydim. Belki çok daha farklı bir gün geçirmiş olurduk."

"Tamam tamam hadi boşver. Konuşacağız nasıl olsa git dinlen."

Evet biraz korkmuş olabilirim. Çünkü aklım Alaz'da inşallah sakinleştirebilmiştir Mert'i.

Eda odasına yol alırken ben de sessizce kapıyı açıp içeri girdim. Alaz koltuğa oturmuş sırtını ciddi bir edayla yaslayıp bacak bacak üstüne atmıştı. Kurbanını bekleyen bir kiralık katil edasıyla oturuyordu. Şimdi tezeği avuçladın Hazal'cığım sanırım bu ihale sana kaldı...

"Selam aşkım ben hemen bir duş almalıyım. Çok terledim çıkınca konuşuruz"

"Bir adım daha atayım deme. Neler dönüyor hemen anlat."

İçimden Eda'ya saydırarak döndüm.

"Bak Kehribar gözlüm her şeyi anlatacağım. Daha doğrusu bildiğim kadarını ama şimdi duş almalıyım."

Cevap vermesini beklemeden banyoya girip hızlıca soyundum. Soğuk suyun ısınmasını bile beklemeden duşun altına geçtim. Aslında ürpermem biraz işe yaradı. Kafamdaki düşüncelerin dağılmasını sağladı. Yavaş yavaş ısınan su vücudumu gevşetip rahatlatması çok güzeldi. Duşun altında neredeyse uyumak üzereydim. Neredeyse diyorum çünkü duş zevkime davetsiz bir misafir dahil olmuştu...

Havluyla yatağa Alaz'ın yanına uzanıp göğsüne yattım. Alaz'ın uyku mahmurluğuna yenilen gözlerini kapatıp havlunun açıkta bıraktığı omuzlarımı hafifçe okşayarak dinleniyordu. Benimse parmaklarım onun göğsünde daireler çizerek dolaşıyordu.

Hırkası üzerinde olan erkeklerden değildi ama benim hoşuma gidecek kafi derecede kılları mevcuttu. Annem hep göğsü kıllı erkek merhametlidir derdi. Hatta kıl için birçok şey söylerdi. Ama onlar gizli kalsın. Alaz kafasını kaldırıp.
"Hazal artık anlatacak mısın bana olup bitenleri."

Mevzu dönüp doluşup Mert ve Eda'ya geliyordu.

"Akşam yemekten sonra oturup hep birlikte bu sorunu çözeceğiz. Hatta sizin de olaya dahil olmanız gerekiyor."

"Nasıl?"

"Eda Mert'e bir anda neden bu kadar mesafeli davranmak zorunda olduğunu anlatacak."

Alaz gözlerini açıp biraz doğruldu.

"Önce sen bana anlat bakalım küçük hanım."

"Olmaz bu beni aşar. İlk Eda söylemeli Mert'e."

"O zaman beklemek zorunda Eda."

Bulunduğum pozisyondan bir anda zıpladım.

"Neden?"

Ve tabii ki ben o anki heyecanla havlunun sardığım yerden gevşeyip yere kalçalarımın üzerine düşmesini hesaplayamadım.

İşaret parmağıyla meme ucumda daireler çizerek o kehribar gözlerini meşgul eden gül goncalarımda yoğunlaştırarak dalgınlaştı.

"Çünkü Mert gitti."

Bir yandan elini ittirmeye çabalarken bir yandan da
"Nasıl gider nereye gider? Ben şimdi Eda'yla nasıl uğraşacağım?"

"Eve geri dönüyor! Hazal aşkım bir şey fark ettim"

"Birazdan seni yastıkla boğma planı yaptığımı mı?"

"Cıkss! Senin meme uçların gün geçtikçe kırmızılaşıp tomurcuklanıyor."

"Ne yapsınlar senin gibi bir arsızın sürekli onları utandırmasından kızarıyorlardır."

Benim aklım nerede adamın aklı neyde yaa. Ben kafamdakilerle cebelleşirken beni bir anda sırt üstü kündeye getirdi. Artık eminim, Alaz önceki hayatında kesinlikle Kırkpınar güreşçisiydi.

Dudaklarımı öpücükler kondurarak
"İyi o zaman biraz da başka yerleri utandıralım." Cümlesini bitirip taarruza geçmişti ki kapı çaldı.

"Hazal hadi ben hazırım inmiyor musunuz aşağıya ben çok acıktım." Diye seslendi Eda.

Alaz "Yok biz birbirimizi yiyeceğiz" dedi sessizce.

İçimden oh çeksem de dışımdan üzgün surat ifadesiyle
"Şimdi geliyoruz canım sen in!"

Eda'nın sesinden çok mutlu olduğu o kadar belliydi ki... Birkaç gündür doğru dürüst yemek yemediğine emindim. O benim tam tersimdi, üzülünce ağzına kilit vuranlardandı. Sevinci kursağında kalacak garibimin.

"Alaz hadi hemen hazırlanalım. Öğrensin Mert in gittiğini."

Alaz çokta hoşnut olmayarak

"Tamam." dedi..

Eskişehir'in yaz akşamlarının serin olduğunu hesaplayıp çeyrek kollu bir yazlık elbise giydim. Alaz'da lacivert keten pantalon ve rahat açık haki renk bir tişört giydi.

Aşağı indiğimizde Eda ve mahşerin dört atlısı bahçede koşuşturuyordu. Gündüz bizimle dolaşan gençler bir köşede telefonlarıyla sosyal medyaya akıp sözde sosyalleşiyorlardı. Selma teyze, Nihal Annem Hülya halamla koyu bir sohbete dalmıştı. Amcalarım ise ortalıkta yoktu. Sedat babam ve Haldun amcayla bahçeyi dolaşmaya çıkmışlardı.

Ortalığa şenlendiren o neşeli sesiyle Sevgi halam girdi.
"Vay benim güzeller güzeli kuzum burdaymış!"

Bir yandan konuşup bir yandan da masaya bir şeyler taşıyordu. Elindekileri almak için hamle yaptım.

"Sen otur kuzum dinlen. Bitti bizim işimiz zaten. Abimler gelsin otururuz sofraya."

Alaz'la birlikte biz de Eda ve çocukların çoşkusuna dahil olduk. Çocuk güzel şey gerçekten.

Beklenenler de gelince hepimiz sofraya oturduk. Tahmin ettiğiniz gibi ben yine çok acıkmıştım. Gösterişli bir masayla haşır neşir olurken büyük halam.

"Ee çocuklar beğendiniz mi Eskişehir'i sevdiniz mi?"

"Ben gelmeden araştırma yapmıştım. Biraz ama öyle resimlerle olmuyor gezip dolaşıp o muhteşem kokuları manzaraları iliklerinde hissetmen gerekiyormuş Halacığım."

"Aynen öyle kuzum bizim buranın havasını koklayan, suyunu içen bir daha buradan vazgeçemez derler."

Alaz'da "Önceden gelip gezenler hiç abartmıyormuş. Denizi olmayan İl'e deniz getirilmiş. Porsuk çayı sağ olsun. Çok güzel düzenlenmiş... Bilim müzesi ne kadar güzel düşünülmüş. Odunpazarı zaten ayrı bir nostalji."

Alaz hem yemeğimizi yiyip hem de turumuzu hayran kaldığımız güzellikleri anlatmaya dalmışken

"Hazal'cığım yarın annenin doğup büyüdüğü eve götürmek istiyorum seni. Bir de babaannenin sakladığı babana ait eşyalar var. Onları sana teslim etmenin zamanı geldi yavrum" dedi halam.

İştahla ağzıma attığım lokma ağzımda büyüdü. Yüreğime yumru oturdu resmen. Alaz'ın elinin sırtımı sıvazlaması bir nebze rahatlatsa da ruhumda kıyamet kopuyordu. Uzatılan bardağı alıp bir yudum su içtim. Yutma organımın felçe uğrasa da su onun görevini yerine getirmişti. Kendimi zorda olsa toparlayarak.

"Çok sevinirim Halacığım! Babamın bir zamanlar dokunduğu, zaman geçirdiği eşyaları görmeyi isterim... Ama benim bildiğim kadarıyla annemin evini biz İstanbul'da ev alırken satmışlardı. Evi alan kişi bizi gezdirmeye izin verecek mi?"

Ortamda hissedilir bir sessizlik oldu.

"Hazal o evi deden almış. Ama bunu kimse bilmiyordu. Biz de yeni öğrendik. Evde oturan kişilere bir mektup bırakıp evin sana ait olduğunu yazmış."

"Nasıl yani!"

"Bizde bilmiyoruz! Yarın oraya gidince hepbirlikte öğreniriz."

Şokların şokunu yaşıyordum ama bu sefer yanlız değil tüm ailede benimle yaşıyordu...

Dedem nasıl bir insandı? Sırf sevdiği kişiyle evlenmek istedi diye evlatlıktan reddedip yıllarca yüzüne hasretine kalmış. Daha sonra beni emrivakiyle başkasıyla nişanlayıp hayatımı düzenimi tepetaklak etmişti. Ölmüş olmasına rağmen hala hayatımıza müdahil olmaya devam ediyordu. Uzunca bir sessizlikten sonra
"Tamam halacığım gidelim dedim" dedim ama kafam allak bullak olmuştu.

Tabii bu arada ben Eda'ya Mert'i söyleme fırsatını bulamamıştım. Tatlılarımızı yerken Eda yanıma gelip "Hazal Mert neden yemeğe inmedi, hala bana küs mü?" Diye sordu.

Ben de tam o sırada tatlımı bitirdim. Herkesten müsade isteyip Eda'ya kafamla bahçe tarafını gösterdim.

Eda'nın koluna girip az ilerideki çardağa yürüdük. Hasır sandalyelere oturduk. Eda sabırsızlanıyordu. Biraz daha oyalanırsam üstüme atlayacaktı. Aslında onun kıvranması hoşuma gidiyordu çünkü beni dinlememişti.

"Tamam sakin ol konuşacağım. Eda, Mert eve geldikten sonra ayrılmış Muğla'ya dönüyormuş."

Yüz ifadesinden anladığım kadarıyla birazdan kıyamet kopacaktı.

"Bak sakin ol. Sakın kıyameti koparma derin derin nefes al. Eğer zırlamaya başlarsan herkes bir sorun olduğunu anlayacak."

"Ama Hazal neden?"

"Nasıl neden Eda'cığım hiçbir şey söylemeden Mert'i ittin. Karşı tarafa inanıp ondan kendince ayrıldın. Üzgünüm hiç kimse öyle sebepsiz terk edilmez."

"Sen olsan ne yapardın? Sen de Alaz'ın kız arkadaşı var diye az daha terk etmemiş miydin?"

Aman da hiçbir şeyi unutmayın.

"Bizim olayımız çok farklıydı bir kere. Biz evleniyorduk."

"Ne fark eder belki biz de o süreçte olabilirdik. Üstelik benim sana söylemediğim bir şey daha var."

Enteresan benden saklanılan bir sır onun icabına bilahare bakarım.

"Dökül bakalım sır küpü."

"Kız bana sadece sevgili olduklarını söylemedi."

"Eeee..."

Altıncı, yedinci bütün hislerim birazdan taşikardi geçireceğimi söylüyor hadi hayırlısı.

"Kız bana..."

"Ay şimdi bayılacağım Eda! Kız bana banadan başka bir şey bilmiyor musun? Devam et..."

"Kız... Şey hamile olduğunu söyledi."

"Ay bana bir şey oluyor!"

Resmen kafamdan aşağı kaynar su döküldü kulaklarım uğuldamaya başladı...

"Hazalllll iyi misin... Alazzzz yetiş!"

Gözlerimi açamıyordum ama Sevgi halamın ağlamasını net duyuyordum.

En sonunda tüm irademi toplayıp gözlerimi açtım ve tabii ki karşımda ilk Kehribar gözlümü gördüm. Şu iki buçuk ayda adamın ömründen ömür yedim.

"Meneviş gözlüm iyi misin?"

"İyiyim canım iyiyim."

Sonra diğer ahaliye dönüp onlarında içine ferahlattım.
Ama ya benim içimi kim ferahlatacaktı.
Alaz benim dinlenmem gerektiğini söyleyip herkesi gönderdi. Eda gitmek istemese de bakışlarım sayesinde daha fazla ısrar etmesine engel oldu.

Evet, başbaşa kaldık. Şimdi ben nasıl anlatacağım? Tekrar mı bayılsam acaba?

Alaz banyoya gidip üstünü değiştirdi. Ona yeni aldığım pijama takımlarıyla çok şirindi. Biranda üzüntümü unutup onun o sevimli haline takılı kaldım. Tazmanya canavarı resmi olan şortlu bir takım almıştım.

"Hazal aşkım sen bunu bilerek mi aldın?"

"Evet, aşkım çok yakışmış sana çok şirin olmuşsun."

Alaz bir üstüne bakıp bir bana bakıyordu.

"Meneviş gözlüm ben otuzuna merdiven dayayan çok kapsamlı dünya şirketleriyle çalışan bir şirketin CEO'suyum."

"Biliyorum aşkım çok başarılı bir iş adamısın, yeteneklisin, karizmasın."

"Ve sen şu anda benim karizmama çizikler attın."

"Ay dur kımıldama."

Daha o ne olduğunu anlamadan resmini çektim.

Sabah hep beraber mükellef bir kahvaltı yaptık. Alaz telefonla görüşmelerine devam ediyordu. Eda suratsız bir şekilde karşımda oturuyordu. Burak bir ara yanına oturmaya yeltendi ama bakışlarım sayesinde niyet etmesiyle vazgeçmesi bir oldu. Kahvaltımı sindire sindire yaptım. Alaz en son görüşmesini de yapıp yanıma oturunca
"Mert'le konuştun mu sağ salim varmış mı?" Diye sordum.

"Evet, konuştum. Mert dün eve dönmemiş. Eskişehir'de bir otelde kalmış. Morali çok bozuk olunca yola çıkamamış sabah çıkmış."

Tabii biz bunları oldukça sessiz bir şekilde konuşuyorduk.

"İyi yapmış. Sağlıklı bir kafayla yola çıkması daha iyi."

Biz konuşurken Eda ruhlar aleminden geri dönüp
"Hayırdır Hazal bir sorun mu var?"

"Yok canım yok, Alaz'a tereyağla bal ye diyordum."

"Aman da aman kocasını da nasıl düşünür benim kuzum" diye Sevgi halam lafa müdahil oldu.

"Sen de şu bebelerine bir baksana. Maşallah hepsinin yüzü gözü reçel çikolata için de paniler gelip yalasa doyarlar maşallah." Dedi Hülya halam.

Masada kopan kahkaha tufanı Eda'yı bek etkilemese de ortam çok neşeliydi

"Tamam abla merak etme kahvaltıdan sonra banyoya sokarım."

Gülüş cümbüş kahvaltıyı bitirdik. Kahvelerin ardından biz Alaz, Hülya halam, Mahir amcam ve ben annemin büyüdüğü eve gitmek için yola çıktık. Evde kalan ahali de bahçeleri ve etrafı dolaşmak istediler. Dönüşte çibörek ziyafeti vardı..

Çok şirin bahçeli bir evdi. Mahir amcam zile bastı ve daha sonra kapı kolunu çevirip açtı.

"Amca kızmazlar mı? Bu şekilde girdiğimize."

"Merak etme kızım bizim buralarda hepimiz aile gibiyiz. İçin rahat olsun."

Geniş bir bahçesi bahçesinde bir sürü ağaçları vardı.
Ben etrafı incelerken içimde hüzünle karışık bir özlem oluştu. Annem bu bahçede gezip dolaşmış bu ağaçlardan meyve toplamış her santimini adımlamıştı.

"Hoşgeldiniz sefa getirdiniz. Hanım gel misafirlerimiz teşrif etti."

Ben yaşanmışlıklara dalarken bu tonton neşeli amcanın çoşkulu sesiyle kendime geldim.

"Selamuün aleyküm Hüseyin amca nasılsın?"

"Aleyküm selam Mahir'im sen nasılsın misafirlerimiz gelmiş onlar nasıl?"

Hepimizle tek tek görüştü. Biz Alaz'la elini öptük. Tatlı mı tatlı nur yüzlü Nurhan teyzemizlede tanıştık.

Nihayet hoşbeşten sonra Mahir amcam konuya girdi.

"Hüseyin amca biz yıllardır komşuyuz bize hiç babamın yaptığı şeyden bahsetmedin."

"Oğlum biliyorsun biz bu evde kiracıydık. Evin satılık olduğu zaman baban yanıma geldi bana aramızda kalacak diye yemin ettirdi. Ben onun adına satın aldım. Ölmeden bir ay öncede evi devir ettim bizden bu sürede kirada almadı tek şartı vardı. Ben ölünceye kadar kimseye söylemeyeceksin dedi. Benim nihayet burda görevim bitiyor."

Yerinden yavaşca kalktı içeriye gitti bu sırada Nurhan teyze çay demlemişti.

Ben de onu yardım etmek için mutfağa geçtim. Ne kadar bakımlı ve temiz bir evdi.

Ben çayları servis ederken Nurhan teyze de bisküvilerin arasına konulmuş lokum dolu tabakları getirdi.

Ben de çayımı alıp Alaz'ın yanına geçip oturdum ama tek odak noktam tabaktaki bisküvilerdi.

"Al kızım al bisküvi arası lokum kıstırmadır o.  Bizim buralarda çok severiz hatta nişanlarda sözlerde bile damat tarafı gelin kıza götürür misafirlere ikram edilsin diye."

Tabii davete icap etmek lazım. Kimseyi kırmamak adına ben hemen alıp yemeğe başladım. Ama bu çok güzel.

Ben bisküvi tarafından kıstırılan lokumu gömerken Hüseyin amca elinde belgelerle geldi. Bu arada ben ikinciyide mideye indirmiştim.

"Hazal kızım bu senin tapun."

Elinde bir de beyaz zarf vardı.

"Bu da dedenin senin için bıraktığı mektup. Ben bana teslim edilen emanetleri teslim ettim."

Herkesin gözü bana çevrilmişti. Bense herkesten bir cevap bekler şekilde yüzlerine bakıyordum.
Hüseyin amca tekrar konuşmaya başlayınca ortamdaki gerilim yok oldu.

"Kızım biz bir karı kocayız. Sen ne dersen onu yaparız. Evden çıkın dersen senden...."

"Hayır yok yok ben öyle bir şey istemiyorum oturun düzeninizi bozmayın."

"Allah razı olsun kızım peki o zaman kirayı belirle ben her ay sana göndereyim."

"Bak Hüseyin amca bu zamana kadar nasıl oturduysanız o şekilde devam ediyorsunuz. Sizin hayır duanız yeter bana. Kira mira yok. Ben kıstırmalı bisküvili lokum yedim o yetti."

Bahçeye dolan kahkaha her şeye bedeldi nihayet vedalaşıp ayrıldık. Yanıma yolluk almayı da ihmal etmedim.

"Hazal evde çibörek ziyafeti var. bunlar yüzünden yiyemeyeceksin benden söylemesi."

"Hiç merak etme kocacığım onların bölümünü ayırdım afiyetle yerim."

Aslında nedense benim bu aralar iştahım fazlasıyla açıldı. Sanırım buranın havasından.
Ev ahalisi geziyi tamamlayıp dönmüştü. Biz eve adım attığımızda son çibörekler kızarıyordu. Sevgi halam hemen masaya oturttu. Hiç kimseyle konuşamadan çibörekleri yemeğe başladık. Artık doymuştum ama bana beni de beni de ye diyen böreklere karşı koyamıyordum.
Eda sabahtan beri Mert'i arıyordu ve oda açmıyordu. Suratsızlığı her dakika daha da çekilmez oluyordu.

Alaz'ın telefonu çalmasıyla dikkatimi Eda'dan Alaz'a yönelttim. Alaz'ın yüz ifadesi çok kötü bir şey olduğunu anlatıyordu. Yüzündeki bütün renkler gitmişti. Yanıma yaklaşıp.
"Hazal aşkım gelir misin?"

Kesinlikle kötü bir şey oldu. Yerimden kalktım ve masadakilerin bizi duyamayacağı bir mesafeye gelince
"Alaz ne oldu"

"Hazal sakin ol sakın sesini yükseltme, kimse duymasın."

Kalbim yerinden fırlayacakmış gibi atıyor duyacağım şeyin hiç hoşuma gitmeyeceğini adım gibi emindim.

"Mert kaza yapmış"

"Nasıl kaza?.."



Evet sevgili okurlarım uzun bir süreden sonra nihayet bölüm paylaşabildim. Sağlık sorunlarım yüzünden Rötarlı geldi kusura bakmayın.

Evet sanırım bizi bayağı hareketli entrikalı günler bekliyor.

Beğeni ve Yorumlarınızı eksik etmeyiniz? 🌸

Lütfen Beğenileriniz için ⭐ işaretlermisiniz? 🤗🌸

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top