❄ Aşk İzlerim | 4

-4-

"Biz olamayız. Olmak istesek de, olamayız işte."

Yastığa başını koyduğunda başucundaki gece lambası halâ loş ışıltılar saçıyordu etrafına. Odayı ağabeyinin içki kokusu doldurmuştu ama bu ilk defa umurunda değildi. Yatağa uzandığından beri aklında hep o mahcup kızın utangaç yüz ifadesi dolanıp duruyordu. Balkondan ayrılışından sonra tedirgince etrafa bakışına, çantasıyla yüzünü saklayışına bir türlü anlam verememişti hatta komik bile bulduğunu söyleyebilirdi. Merakına yenilip peşinden gidip derdinin ne olduğunu öğrenmek istemişti. Sonrasında zaten o düşme olayı vuku bulmuştu. Neden veya kimden kaçtığını merak etse de arabada yalnız kaldıklarında sormak istememişti. Onu umursadığını düşünmesini hiç istemezdi. Evet, doğrusu onu umursuyordu ama kızın bunu bilmesine gerek yoktu. "Çünkü biz..." dedi içinden. "Ya aslında cevap çok net, fazla dolandırmaya gerek yok. Biz olamayız. Olmak istesek de, olamayız işte." Sebepler açık ve netti. Kalubeladan beri olan şeyler... Zenginle fakirin aşkı yürümüyordu işte, statü farkı hep bela oluyordu insanın başına. Savaş düşündü bir an. "Şimdi sevsem, değer versem eninde sonunda koparıp alırlar onu benden. Davul bile dengi dengine demişler. En iyisi henüz hiçbir şey yokken uzak durmak..." Bu çekime karşı koymak daha kolaydı. Öyle olmalıydı. İşler kontrol altındayken önlem alınması en iyisi olurdu.

Yatakta yan döndüğünde yayların gıcırtısı kulaklarını tırmaladı. Kim bilir ne yapıyordu şimdi. Yumuşak yatağına uzanıp uykuya dalmıştır kesin, dedi kendi kendine. "Aklına bile gelmiyorumdur mesela. Ben de en mantıklısını yapıp onu düşünmeyi bırakmalıyım. İki günlük hevesler uğruna amaçlarımı unutmamalıyım."

Tüm bunları düşünerek uykuya dalmıştı farkına bile varmadan. Uyandığında sabah altıydı, alarm çalmadan kalkmıştı. Tüm gece huzursuz bir uykuyla uyumuştu zaten, aynaya baktığında gözlerinin uykusuzluktan şiştiğini hissedebiliyordu. Sırtının anlamsız ağrısıyla yüzünü buruşturdu. Hemen duş almak için banyoya girdi. Eski su ısıtıcıları uzun zaman önce bozulduğu için soğuk suyla duş almaya alışmıştı. Üstüne beyaz tişörtü ve hardal rengi kareli gömleğini, altına da siyah kot pantolonunu giydikten sonra dağınık saçlarını taradı. Evden çıkmaya hazır olduğunda yanındaki yatakta horuldayarak uyuyan ağabeyine bakıp iç geçirdi. Olanı biteni gördüğü halde annesi onun hakkında büyük ümitler besliyordu. Zaman zaman kızıp üzülse de, sonunda doğru yolu bulacağına inanması gerçekten fazla iyimser bir yaklaşımdı Savaş'a göre. Onun gözünde bir insan yedisinde neyse yetmişinde de o olurdu. Üstelik bunun aile faktörü de vardı. Cemil ağabeyi tam olarak babaları olacak adama benziyordu. Onun gibi umursamaz, aylak, alkolü fazlasıyla seven bir insan olup çıkmıştı. Başının beladan kurtulmadığını söylemesine gerek yoktu herhalde. Böyle bir aileden çıkıp parlak bir geleceği düşlemek Savaş için fanteziden öteye geçmese de elinden geleni yapıyordu. Çalışıyordu, çok çalışıyordu ama içinde onu dürten bu umutsuz tarafı her seferinde "Mutluluk senin ne haddine?" diye haykırıyor, kimsesizliğini ve yetersizliğini yüzüne çarpıyordu. Yetersizdi, umudu vardı belki ama parası yoktu. Hayallerini gerçekleştirecek hiçbir şey yoktu elinde. Uzun zaman önce diğer insanlar gibi gerçekleşmeyecek hayaller kurmayı bırakalı çok olmuştu. Dışarıdan nasıl uyuz, anlaşılmaz biri gibi göründüğünün farkındaydı ama dünkü kıza o şekilde davranmasının sebebi biraz da buydu. O, zengin bir ailede büyümüştü. Alışkanlıkları farklıydı. Öylesi kızlar Savaş gibilerle ancak aşk oyunu oynayıp eğlenebilirdi. Eninde sonunda dönüp dolaşıp yine kendi kulvarında bir adamla evlenip giderdi. Oysa kendisi ciddi düşünen biriydi. Eğer bir insanı sevmiyorsa kendi vaktini de, onun vaktini de boşa harcamazdı. Bazen Uğur da dâhil diğer erkeklere bakıyordu ve onların bu anlamsız davranışlarına bir türlü akıl sır erdiremiyordu. Ciddi düşünmediği, değer vermediği halde bir kızla çıkmak, birlikte olmak insana ne kazandırıyor olabilirdi? Koca bir hiç. Hem hak etmediği halde bir insanı kandırmış ve üzmüş oluyorlardı, hem de boşa vakit kaybıydı. Bu konuda çok sertti ve net çizgileri vardı. Güvenmediği insanları o çizginin ötesine almıyordu.

Kapının önündeki siyah postallarını giydi ve kapının arkasındaki askıdan siyah kabanını kolunun altına alıp alelacele çıktı. Bugün dersi öğleden önce başlıyordu, bu sebepten işe okul çıkışı gidecekti. Her zamanki durakta Uğur'un gelmesini beklerken karşı yoldan "Savaş!" diye bağıran bir kız sesiyle etrafına bakınmaya başladı. Dünkü kız, karşıdan heyecanlı ve neşeli bir şekilde el sallıyordu. İfadesiz suratıyla nezaketen baş işaretiyle selam verdi adam. Yola bakıp hızla karşıya geçen bu güzel, gerçekten pes edecek bir tipe benzemiyordu.

Genç adamın yanına geldi ve nefes nefese "Selam." dedi. Büyülenmiş bakışları adamın koyu gözlerinde kilitlenip kalmıştı.

Savaş'sa bu bakışların etkisinden hiç de memnun sayılmazdı. Bakışları gerçekten çok güzeldi; ama defalarca söylediği gibi, olmazdı. "Ne işin var bu saatte burada?"

"Okula gideceğim."

Elleri ceplerinde, sabırsızca yola bakarken "İyi dersler o zaman." demekle yetindi delikanlı. Kızın bu ilgisizlikten alınıp gitmesini umuyordu. Zira onu kırıp üzmek istemezdi. Sahi, neden diğer kızlar gibi hemen dudak büküp kırılarak gitmiyordu? Dün akşam balkonda olduğu gibi...

"Baksana, ne diyeceğim... Benim matematik dersiyle alakalı ciddi sorunlarım var."

"Babana söyle, sana özel hoca tutsun."

"Aslında ben... Belki sen... Ne bileyim işte, bana yardım edersin diye-"

Umursamazlığı onu daha çekici kılıyordu da kendisinin mi haberi yoktu? Kızdaki ısrar niyeydi? Göremiyor muydu bu işin bir sonu olamayacağını? "Hiç vaktim yok. Önce okula, sonra da işe gidiyorum."

"Anladım." Soğuktan pembeleşmiş küçük ellerini açık kahverengi uzun kabanının ceplerine soktu. Kızarmış burnunu çekiyordu.

Sanıyordu ki hasta olmuştu. Öyle balolara yarı çıplak kıyafetlerle gelirse, olacağı buydu. Ceplerini mendil bulmak için yokladığını gördü, aradığı şeyi bir türlü bulamadı. Kabanının cebindeki mendil paketini çıkarıp ona uzattı Savaş. "Sen hiç yanında mendil taşımayı bilmez misin?"

Elinden mendil paketini aldığında adamın söylediklerini duymuyormuş gibi "Teşekkür ederim." demekle yetindi. Öyle ki, Savaş'ın tüm olumsuz konuşmalarını umursamamaya yemin vermişti.

Genç adamsa kendisiyle birlikte durakta beklemesine bir anlam veremediğinden "Eee, ne bekliyorsun? Gitsene." dedi.

"Sana ne ya, Allah'ın otobüs durağı. Tapulu malı sanki..."

"Hayır, bana asılmak için bekliyorsan-" Duraksadı ve düşündü. Sonra omuz silkti. İçinden "Bana ne? Sonuçta sevgilim değil, kardeşim değil." dedi. "Sadece daha fazla hasta olacaksın, onun için söyledim."

"Ölürsem kurtulursun belki."

"Saçmalama da okuluna git."

Bu sefer omuz silkip küçük bir çocuk gibi dudak büken o olmuştu. Küskün bir şekilde kollarını kavuşturduğunda Savaş'ın aslında her şeyin farkında olduğunu bilmiyor olmalıydı. Genç adam, Derya'nın kendisine olan ilgisinin farkındaydı. Ama böyle ters davranmazsa asla olamayacaklarını anlatamayacaktı. Zaten onun da anlamaya niyeti yok gibiydi, en az Savaş kadar inatçıydı bu konuda.

Uğur külüstürüyle önlerinde durduğunda "Hadi hoşça kal." dedi ve ön koltuğa oturdu. Halâ beklemekte olan kıza baktığında şu merhametine lanet okuyordu. Ona neydi ki? Kalsaydı burada. Ama yok, Savaş'ın vicdanı illa sızlayacaktı. İçinden söylendikten sonra arabayı çalıştırmak üzere olan arkadaşına "Bekle." dedi. Kollarını kavuşturmuş, durakta mağrur bir biçimde beklerken aynı zamanda sokakta kalmış bir kedi yavrusu gibi titriyordu kız. "Hadi, atla seni de okula bırakalım."

Hevesli bir biçimde "Teşekkür ederim," dedi ve ikiletmeden arka koltuğa kuruldu. Yol boyunca neşeli sohbetler peşindeydi. Genç adam hiç ilgilenmiyormuş gibi yapsa da kulağı Derya'nın anlattıklarındaydı. Ne hikmettir ki, Uğur da tam tersi gibi ilgili bir biçimde dinliyordu. Ona ne oluyorduysa...

"Ben ilkokuldayken bir keresinde koca duvara toslamıştım. O zamandan beri sakarlık üzerimden gitmiyor."

Gözlerini devirerek alaycı bir ses tonuyla "Ve halâ akıllanmadın öyle mi?" diye sordu Savaş.

Uğur'sa eğlenircesine "Demek sen ondan böyle..." derken sözlerini tamamlayamadan kahkahalar atmaya başladı. O an Savaş'ın içinden, ağzına iki tane çakası gelmişti. "Ne gülüyorsun, açıkta bir şey mi gördün?" diye sormak istese de sustu. Ağzını ayran budalası gibi açmış, kızın anlattıklarını dinliyordu. "Eee, sonra ne oldu?"

"Sonra, kafam tabi kanlar içinde. Babamı çağırdılar, sizin kız boğa güreşine merak salmış deyince tabi bizimkileri bir gülme almış..."

Dişlerini sıkarak "Yeter artık, kafam şişti. Oldu olacak kreş anılarını anlat da tam olsun." diye söylendi adam. Uğur'un gevrek gevrek gülmesi, kızın gevezeliği ve bunlar gibi sinirine dokunan bir sürü faktör... Kızı anlıyordu da, Uğur neden kızın asıl derdinin ne olduğunu bildiği halde onu cesaretlendiriyordu? Sonradan kızın üzülebileceğini göremiyor muydu? Aynadan yüzü asılmış kızın küçük kırmızı burnuna takıldı bakışları. Dokunsalar ağlayacak gibiydi.

Soğuk, kırgın bir ses tonuyla "Ben şu sağda ineyim. Teşekkür ederim Uğur." diyerek araçtan indi ve yürümeye başladı. Savaş başını çevirip yola bakmayı tercih ettiğinde düşüncelere dalıp gitti. İşte hep böyle oluyordu, ona yaklaştığı her saniye kızın kalbini kırıyordu ve o arsız gibi yine, yine ve yine geliyordu.

Uğur arabayı çalıştırdıktan sonra "Niye öyle davrandın kıza?" diye azarladı arkadaşını. Sorunu neydi anlamıyordu. Bu çocuğun derdi neydi böyle? Hayır, her zamanki gıcık halleriydi ama bu kız söz konusu olduğunda daha farklı bir şey oluyordu.

"Sana sormalı! Ne diye kızı cesaretlendiriyorsun?"

"Oğlum görmüyor musun? Kız çıra gibi yanıyor sana. Sen de azıcık yüz versen, iki gülsen ne olur yani incilerin mi dökülür?"

"Benim aşkla meşkle harcayacak vaktim yok Uğur, bilmiyormuş gibi konuşma. Şu hayatta annemden başka hiçbir kadına değer verme niyetinde değilim. Benim hayatım ondan ibaret. Sen de şu gariban kızı gaza getirip durmasan iyi olur. Sonra senin yüzünden çok üzülür."

"Ben sana aşk yaşa demiyorum ki! İki üç gün eğlenirsin, fena mı? Baksana, güzel kız."

Sert bir ses tonuyla "Beni kendinle karıştırma." diyerek uyardı arkadaşını. Genç adam her şeyin farkındaydı, bazen neden insanlardan uzak durduğunu anlayamıyordu Uğur. Aslında anlaşılması zor bir şey değildi ama anlamak istemiyordu. "Ben sevmediğim insana ümit vermem."

"E sev o zaman, derdin ne?"

"İstemiyorum diyorum, kafan almıyor mu?"

"Of iyi be, ne halt yersen ye. Sanki kıza bakışlarını görmedik, sen de bizi yiyorsun valla."

Umursamaz bir biçimde yola bakan arkadaşına döndü şaşkın bakışları. "Nasıl bakıyormuşum?"

"Sen de hoşlanıyorsun, belli!"

"Oğlum iki günde hoşlanma mı olur, manyak mısın sen? Yok öyle bir şey. Orada burada konuşma sakın."

"Olur, konuşmam. Zaten okul gazetesi de çok merak ediyordu, ünlü playboy Savaş Bey ne zaman koluna kız takıp getirecek diye. Hey Allah'ım ya..."

Camdan dışarı baktığında kızın üzgün ve kırgın yüzü gözlerinin önünden gitmemişti. Camdaki buğuda bile onun küçük kırmızı burnunu çekişi canlanıyordu. Kaşlarını çatarak başka şeylere odaklandı. Mesela bugün başlayacak olan okul maratonuna. Çok çalışmalıydı. Bu adaletsiz dünyaya rağmen çalışıp kazanmalıydı.

...

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top