❄ Aşk İzlerim | 2

-2-

"Bambaşka dünyalardayız biz. Bambaşka dünyalarda..."

Mağazadaki kızla karşılaşmalarının tamamen bir tesadüften ibaret olduğunu biliyordu Savaş. Bu konuda ne yapabilirdi ki? Adresini araştırıp sapıklık edecek hali yoktu ya. Bir pizzacıda çalışıyordu ve paket servisi için bu mahalleye gönderilmişti. Adres yakınlarda olduğu için de motosikleti almamıştı. Görünüşe göre iyi ki de almamıştı, yoksa bu dalgın kızı ezebilirdi bile. Onunla burada tekrar karşılaşmak tuhaftı. Olasılık kurallarına bile aykırı olabilirdi. Kızın onu takip ettiğini düşünmemesini umuyordu. Savaş ona takılınca çok utanmıştı. Keşke uğraşmasaydım garibanla, diye düşünmeden edememişti genç. Her neyse, soğumadan elindeki pizzaları sahiplerine ulaştırmalıydı. Sonrasında yapacak çok işi vardı. Elindeki adrese baktıktan sonra iki bina ötedeki apartmandan içeri girdi. Pizzaları teslim ettikten sonra iş yerine geri döndü. Akşam, okulun her sene tertip ettiği o saçma hoş geldin partisi vardı fakat gitmeyi hiç ama hiç düşünmüyordu Savaş. Sonuçta liseden üniversiteye geçmek, bir eziyetten diğerine atlamak gibi bir şeydi ve bunun hoş bir yanı yoktu. Henüz karanlık çökmemişken işten izin alıp erken çıktı. Eczaneye uğrayıp annesi için ayırttığı ilaçları alması gerekiyordu. Öte yandan hiçbir zaman bu okula ait olmadığını hatırlamış ve can sıkıntısıyla ensesini ovmuştu. Kazasız belasız mezun olmak dışında düşündüğü bir şey yoktu. İnsanları statülerine göre sınıflandırıp yargılayan aptallar topluluğundan başka bir şey değildi. Bir giydiğini ertesi gün tekrar giyen insanlara ezik muamelesi yapmanın başka bir açıklaması olamazdı. Savaş fakir bir ailenin çocuğuydu ve giydikleri standarttı. Bundan da rahatsızlık duymuyordu. Milyonları da olsa bu değişmezdi, yine aynı şekilde giyinmekten zevk alırdı. Siyah kot pantolonunun üzerine beyaz tişört ve onun da üzerine kareli gömleklerinden biri. Ayağında eski, siyah bir postal vardı her zaman. "Bu benim, bu kıyafetler de benim parçam." diye mırıldanırken buldu kendini. Onu bu yüzden yargılayamazlardı, yargılayan insanlarla da işi olamazdı. Bu sebeptendi ki, hiçbir zaman oraya ait hissedememişti kendini, hissetmek de istemiyordu açıkçası. Tek amacı, hasta annesine geri kalan yaşamında iyi bir hayat sunabilmekti. Hayatı bundan ibaretti işte, bu kadardı. Daha fazlasına ne ihtiyacı ne de hevesi olmamıştı hiçbir zaman.

Eczaneden aldığı ilaçlarla birlikte gecekondunun önüne geldiğinde annesinin öksürük sesleri dışarı kadar taşıyordu. Onu bu şekilde görmek Savaş'ı son derece üzüyor ve kötü etkiliyordu ama bunu fark ettirmemek için elinden geleni yapıyordu. Annesini bir de o üzmek istemiyordu, yeterince sorunları ve hastalıkları vardı zaten. İçeri girdiğinde yine o sahte, güçlü gülümsemesini takındı ve "Annelerin en bir kraliçesi nasılmış bakalım?" diyerek enerjik bir biçimde selam verdi Savaş. Güçlü olmak, en azından güçlü görünmek zorundaydı.

Öksürüklerinin arasından "İyiyim, güzel oğlum." cevabını verdi yaşından genç görünen kadın. Güzel yüzü hastalıkla solmuş, gözlerinin altı mor halkalara bürünmüştü.

"Canım annem. Hayatta olma sebebim ve bir o kadar da hayatta kalma sebebim..." diye geçirdi içinden. O olmasa neden yaşardı, hangi sebebe tutunurdu bilmiyordu. "Ağabeyim buralarda mı?"

Yüzünü ekşiterek "Yok, gitti o." dedi.

Güldü genç adam, ağabeyine yine kızmıştı anlaşılan. Onun sorumsuzlukları annesini üzüyor, kızdırıyordu haliyle. "Maaşını alabilmiş mi?" sorusunu yöneltti umarsız bir biçimde.

"Oğlum, şuna maaş deme Allah aşkına! Tefecinin yanında çalışan adamın parasından ne hayır gelir?"

"Defalarca konuştum anne, biliyorsun." İlaçları karşıdaki koltuğa bıraktıktan sonra hasta kadının yanına geçip oturdu. Onun yanağını okşarken "Üzülme artık sen, herkes kendi kararlarının sonucuna katlanır." demeyi de ihmal etmedi. Biliyordu, annesi içten içe bu duruma çok üzülüyordu. Zaman zaman bunu ifade etmekten de çekinmiyordu ama Savaş ağabeyine bu durumu bir türlü anlatamıyordu. Annelerinin bu duruma ne kadar üzüldüğünü ifade edemiyordu. Kendisi tam anlamıyla bir kalın kafalı olduğu için, böyle tehlikeli adamların yanında çalışmanın ip üzerinde cambazlık yapmaktan farkı olmadığını anlatmak deveye hendek atlatmaktan zordu Savaş için.

"Senin balon varmış oğlum, neden söylemedin bana?"

"Ne balosu anne?" Gözlerini devirerek "Ağabeyim mi söyledi yoksa?" diye sordu. Cevabı bildiği halde sorması da komikti doğrusu. Başka kim söyleyebilirdi ki? Üzerine vazife olmayan konularda söz sahibi olmaya çalışmak kimin huyuydu ki?"Baloya gidecek vaktim de, halim de, hevesim de yok anneciğim. Sen güzel kafanı böyle boş şeylere yorma."

"Oğlum, git. Hemen giyin ve çık."

"Hayır anne, istemiyorum."

Damar damar olmuş, eti çekilmiş küçük ellerinin arasına aldı genç delikanlının yüzünü. "Sen gençsin, benim gibi yatağa bağlı bir ihtiyarla kaldıkça ruhun yaşlandı! Evde, işte, okulda... Her yerde çalışıyorsun. Senin de eğlenmeye hakkın var. Ben böyle olsun istemiyorum. Hadi, git de biraz arkadaşlarınla eğlen. Kafan dağılsın."

Alaycı bir biçimde güldü. "Ne arkadaşı anne? Onların hiçbiri benim arkadaşım falan değil ki. Aralarına bile kabul etmiyorlar beni. Üstelik biliyor musun, bu umurumda bile değil. Beni kabul etmişler, etmemişler... Bana ne! Ben böyle, burada seninle mutluyum."

"Hepsi de öyle olacak değil ya oğlum."

"Hepsi öyle anne, hepsi öyle..."

"Bir arkadaşın vardı hani, Uğur. Ne oldu ona?"

"Bir şey olmadı, duruyor durduğu yerde."

Gülerek "Onu demiyorum. Baloya birlikte gidin." dedi kadın. Bakışlarında saf bir sevgi vardı. Anne sevgisi... Oğlunun halka karışmasını, arkadaşlarıyla iyi geçinmesini canı gönülden istiyordu.

Savaş'sa düşünceliydi. Anlaşılan, annesi onun baloya gitmesi konusunda ısrarcıydı. Yüksek ihtimalle oğlunun içine kapanmasını kendine yoruyordu ve bu durumdan kendisini suçluyordu. "İyi de bu çok saçma!" diye haykırmamak için kendini çok zor tutuyordu. Hoşlanmadığı bir toplulukla kaynaşmıyordu, bunun annesiyle veya onun hastalığıyla ne gibi bir ilgisi olabilirdi ki? Sonunda pes etti ve yorgun bakışlarıyla onayladı kadını. "Tamam, az sonra giyinip çıkacağım. Uğur zaten kaçırmaz böyle saçma şeyleri. Bir saat durup gelirim. Senin gönlün olsun annem."

"Benim gönlüm değil, senin gönlün olsun oğlum." diye düzeltti bilge ses tonuyla. O an ne demek istediğini anlamasa da meraklı bakışlarıyla onu daha fazla rahatsız etmek istememişti oğlu. "Şevki dayının düğününde aldığımız takım elbiseyi giy."

"Anne kim bilir nerededir o şimdi, ütüyle falan da uğraşamam ayrıca. Böyle giderim ben."

"Yatak odasındaki kapının arkasında, jilet gibi de ütülü. Sana da bir zahmet alıp giymek kalıyor, ha oğlum?"

Kendisine bakarak kahkaha atmaya çalışan annesine gülümsedi. Oğlunun dışarı çıkacağını duyunca gözlerinin içi gülmüştü. Onu bu mutluluktan mahrum bırakmamalıydı. Kahkahalarını kesen öksürükleriyle Savaş'ın yüreği ağzına gelse de iyi olduğunu bilmek güzeldi. "Anneciğim, bak ilaçlarını da aldım. Oraya hazırlayıp bırakacağım gitmeden. Suyun da orada, öksürük tutarsa içersin."

"Tamam oğlum, çocuk değilim ki ben."

"Çocuk değilsin ama hastasın. Dikkat et kendine, fazla gecikmem ben." Yatak odasına girip hazırlandıktan sonra aynada dağınık saçlarına gelişigüzel bir şekil verdi. Hayata bir sıfır yenik başlamasına rağmen hiçbir zaman isyan etmemişti. Küçükken baba dediği adamın onları terk edip gitmesine de, parasızlıklarına da isyanla karşılık vermemişti. Çok şükür, demişti hep. Çok şükür. İyi kötü geçinip gidiyorlardı. Aklı beş karış havada ağabeyi dışında bir dertleri yoktu, o da nazar boncuğu olsun diye düşündü. Çalışmaktan da gocunmazdı, evine ekmek getirmek için gerekirse on işte de çalışırdı. Bu ayıp değildi. Asıl ayıp olan, bir şahsın kendisine güvenen insanları yüzüstü bırakıp gitmesi ve insanları sosyal statülerine göre sınıflandırması, itip kakmasıydı. Bu yüzden babasından ve okuldaki o sütü bozuklardan hep nefret etmişti. Son kez annesine göründükten sonra hazır bir biçimde kapıdan çıktı. Evin önünde bahçe demeye utandığı, üzerinde ot bile bitmeyen küçük yerde ağabeyiyle karşılaştı. Yüz yüze geldikleri için leş gibi içki koktuğu gözünden kaçmamıştı. Üstelik bir o yana bir bu yana sallanıyordu. Kendisini görünce "Ooo, kardeşlerin en yakışıklısı! Nereye? Kız durumları mı yoksa ha?" diyerek kaş göz etmişti.

Manalı laf çarpışlarına aldırmadan "İçtin mi yine sen?" diye söylendi sessizce. Aralık pencereden annesinin onları görüp görmediğini kontrol ettikten sonra alelacele ağabeyini çekiştirip eve soktu Savaş. İşaret parmağını dudaklarına götürerek susmasını işareti etti ve "Annem seni böyle görmesin." diye fısıldadı. Onu yatağa yatırıp tekrar çıkmaya hazırlanırken "Ne oldu oğlum?" diye seslenen annesinin meraklı sesiyle duraksadı. "Hiç, telefonumu unutmuşum annem. Sen uyu, dinlen."

"Tamam oğlum, sana iyi eğlenceler."

Başını iki yana salladı. Az önceki manzaradan sonra insanda eğlenme hevesi mi kalırdı? Eğleneceği varsa da eğlenemezdi artık. Her dakika ağabeyinin sızdığı yerden kalkıp evde sarhoş sarhoş dolaşma ihtimali beynini tırmalardı artık. Annesi, büyük oğlunu o halde görürse kahrından ölürdü. Bu adama dayanacak gücü kalmamıştı artık. Bu adam diye hitap ettiği ağabeyine her zaman soğuk ve mesafeliydi. Hani her hareketi yanlış olan, safi zarar insanlar vardır ya... Hah, işte o cümle ağabeyi Cemil'i tanımlıyordu. Ve maalesef kendisiyle aynı genleri taşıyordu. Adalet miydi bu şimdi? Değildi. Ama yine de isyan etmiyordu genç adam. Bu bir sınavdı, farkındaydı. Bu ailede dimdik ayakta durması gereken biri varsa o da kendisiydi. Her zaman mutlu, memnun ve güçlü görünmek zorundaydı. Kararlı ve şefkatli bir ses tonuyla "Annem için." diye fısıldadı.

Annem için...

Balonun yapıldığı yere geldiğinde kapının önünde kızlarla muhabbete dalmış olan Uğur kendisini görür görmez neye uğradığını şaşırmış bir biçimde Savaş'a doğru adeta koştu. "Oğlum, Savaş! Bu sen misin?"

"Yok, Brad Pitt."

"Valla inanırım." Arkadaşını baştan aşağı süzdükten sonra "Oğlum, artist gibi olmuşsun! Kırmızı halıda yürüyen Hollywood yıldızlarından farkın yok şuan!" diye haykırdı. Eğlenceyle alakası olmayan arkadaşını burada gördüğü için oldukça heyecanlı bir havası vardı.

"Abartma Uğur, valla seninle uğraşacak halim yok. Annem ısrar etmese hayatta gelmezdim. Zaten 1 saat kalıp gideceğim."

"Senin baloya gelmene ayrı, bu kadar yakışıklı olmana ayrı şaşırdım oğlum ya. Meğer sen neymişsin böyle?"

"Yeter be oğlum, bir şey yaptığımız yok. Bir ceket bir gömlek giydik diye iş adamı olmadık ya. İki kokteyl içer, defolur gideriz."

Hayretler içerisinde kendisine bakan ve kınayan bakışlarını bir an olsun üzerinden ayırmayan Uğur "8 milyar insanın içinde eğlenceyi bu şekilde tanımlayan tek kişi sen olabilirsin kardeşim, bu konuda ciddi şüphelerim var." diyerek espri yaptığını sanmıştı herhalde.

İçeri girdiklerinde ortam şahaneydi; dünkü sidikli zengin züppelerin papyonlu halleri gülünçtü ve kollarına hediye paketi gibi giyinmiş kızları takmaları onları daha da gülünç yapıyordu. Evet, Savaş durumu kesinlikle bu şekilde özetleyebilirdi. Onlarla aynı gülünçlüğü paylaştığı için bir an kendinden utandıysa da bunun kutsal bir amaç için yapıldığı konusunda kendini telkin etti. Buraya gelmek bir hataydı. Asla onlar gibi olamazdı, olmazdı da. Kalabalığın arasında gördüğü tanıdık yüz onu bulunduğu gülünç durumdan biran olsun uzaklaştırmıştı. Bu kız dün mağazada karşılaştığı kızdı. Aynı zamanda bu sabah şapşalca kendisine çarpan utangaç kız... Onun da bu okulda okuduğuna inanamıyordu doğrusu. Bu conconlarla ne işi olabilirdi ki? Hiç de onlara benzemiyordu oysaki. Bakışlarını kısa süreliğine onun üzerinde gezdirdikten sonra Uğur'a geri döndü. "Hadi, balkona geçelim. Biraz kafa dinlemek istiyorum."

"Oğlum ne kafa dinlemesi ya? Âlem yapacağız bugün, âlem! Bu gece kolumuza bir kız takmadan çıkmayacağız buradan."

"Evde hasta annem bekliyor diyorum, sen halâ bu tikiler gibi konuşmaya devam ediyorsun Uğur." Gözlerini devirdi ve sinirlenmemek için gayret gösterdi. Biran yine o utangaç kızla göz göze geldiğinde onun kendisine uzun uzun baktığını görmüştü. "Ben balkona çıkıyorum." diyerek oradan uzaklaştı. En azından diğer kızlar gibi boya küpüne düşmüş, özenti bir hali yoktu. Normal bir davete gelmiş gibi sade ve şık giyinmişti. Doğal, saf... Ne diyordu, ne saçmalıyordu? Onunla dünyaları bile farklıydı. Bu okulda karşılaşmasalardı, Savaş pizzacıda çalışmasaydı ömürlerinin sonuna kadar aynı kaldırımda karşılaşamazlardı. O an "Bambaşka dünyalardayız biz. Bambaşka dünyalarda..." diye mırıldandığının farkında bile değildi.

...


Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top