❄ Aşk İzlerim | 1
-1-
"Sevgiden bihaber yaşamak, yaşamak mıydı?"
Bugün denediği otuz yedinci kıyafetiydi bu. Şaka değil, ciddiydi. Kıyafet denemekten dizlerinde derman kalmamıştı. Üstelik soyunma odasının önünde bekleyen ablası da iyiden iyiye bunalmıştı. Dile kolay, otuz yedi kıyafet! İki gündür sabahtan akşama kadar mağazaları tavaf etmekten ayaklarına kara sular inmişti. En sonunda denediği fuşya renkli tek kolu askılı elbisenin içinde kendini daha rahat ve güvende hissediyordu. Dışarıdan kendisine "Hadi Derya, yeter artık! Ne alacaksan al da gidelim artık, bunaldım vallahi!" diye seslenen ablası Zuhal'in bezgin sesinden ne kadar yorgun ve bitkin düştüğü anlaşılabiliyordu. Gülümseyerek "Tamam, tamam geliyorum." diyerek dışarı çıktı. Halâ üzerindekinin aradığı kıyafet olup olmadığı konusunda şüphedeydi ancak gezecek hali de vakti de kalmamıştı doğrusu. Tereddüde kapılmış bakışlarla gözlerini kısarak "Nasıl olmuş?" diye sordu.
"Vallahi... Daha öncekileri bilmem ama bu senin için tasarlanmış canım. Ben bunu çok beğendim. Hadi alalım hemen."
"Bak, bunaldığın için geçiştirmiyorsun değil mi?"
"Saçmalama kızım! Mağazadaki yüz kişiye sorsan bir popüler cevap alırsın, o da 'Harika olmuş!' cevabı olur."
Kendisini tutamayıp güldü Derya, ondan yalnızca birkaç yaş büyük olan ablasının bezgin ve sıkılmış halleri de en az sözleri kadar komikti. Kabinde üzerini değiştirip çıktığında aradığı kıyafeti bulmuş olmanın rahatlığıyla derin bir nefes alıp bıraktı. Ablasıyla kasada sıra beklemeye başladığında son derece sıkılmış görünüyordu. 2 gündür mağaza köşelerinde çürümüş olmanın verdiği sıkıntıydı bu. Neyse ki sonunda bir karar verip kendisini de ablasını da bu eziyetten kurtarmayı başarmıştı. Etrafına bunalmış bakışlarla bakınırken erkek reyonunda kareli gömleklerin önünde bakınan bir adam çekmişti dikkatini. Esmer, uzun boylu adamın sıcacık bakışları biran olsun ona bakmıştı sanki. Genç kızın bakışlarının üzerinde olduğunu hissetmiş gibiydi. Derya o sıcak, samimi kahvelerden çekti meraklı gözlerini. Ama adamın arkasından güldüğüne neredeyse emindi. "O nasıl bakıştı ya... Keşke bakmasaydım, rezil oldum." diye mırıldandı içinden. Zaten fark etmeden iç geçirmişti, ablası Zuhal dönüp "Ne oldu, niye iç geçirdin?" diye sormasa durumun farkına bile varamayacaktı. "Hiç..." diyerek geçiştirse de mağazadan çıktıklarından beri aklı o adamdaydı. Onun canlı ve ulaşılmaz kahvelerini düşünmeden edemiyordu. Utanmasa ilk görüşte aşk diyecekti. Fakat otobüse binip evin yolunu tuttuklarında ilk zamanki kadar düşünmüyordu, neredeyse çoktan unutmuştu. Ara sıra aklına gelse de önemli bir balo için hazırlanması gerektiğinin farkına varıyor, giyeceklerine ve yeni okuluna odaklanıyordu. Kendini tamamıyla yarınki baloya adapte etmişti. Onun için planlar yapıyor, hazırlıklarını gözden geçiriyordu. Kim bilir onu nasıl bir üniversite hayatı bekliyordu... Üniversitedeki arkadaşlıkları için ilk izlenim önemliydi, bu baloya gereğinden fazla önem vermesinin nedeni de buydu zaten.
Eve geldiği ilk dakikalarda yatağına uzanıp yeni hayatıyla alakalı tozpembe hayaller kurup bunlara inanmayı tercih etti. Belki hiçbir şey korktuğu gibi olmazdı. Nitekim derslerden yana hiçbir şekilde korkusu yoktu, lisede de her zaman parmakla gösterilen çalışkan bir kız olmuştu. Ancak edineceği arkadaşlar, herkes tarafından kabul görülmesi... Bu düşünceler onda garip hislere sebep oluyordu. Kendine yeterince güvenmiyordu, galiba tek sorun buydu. Kurşun kalemle tutturduğu dağınık depresyon topuzuyla ve bol modelinden dolayı sol omzundan düşen ince, lacivert penyesiyle tam anlamıyla bir paspala benzediğini kabul etti. Oysa salonda bu külkedisinin yarın akşamki baloda Sindirella olmasını bekleyen bir zihniyet vardı. Annesi dakikalardır meraklı bir edayla Derya'nın aldığı kıyafeti inceliyordu ve defalarca giymesi konusunda ısrar etse de bir türlü ikna çalışmaları sonuç vermemişti. Derya kendini öyle yorgun hissediyordu ki, kolunu kaldıracak takati bile yoktu. Başını yastığa koyduğunda yeni okulunu düşünmeye başladı. Henüz 1 hafta olmuştu, bomboş gidip gelme dönemiydi bu hafta. Yalnızca alıştırma turlarıydı. Asıl dersler haftaya başlayacaktı. En başından beri üniversiteyi İstanbul'da kazanmak istemiş ve nihayet kazanmıştı da. Çünkü bilindiği üzere taşınmak zor geliyordu. Bir ev değiştirmek en az bir hayat değiştirmek kadar zordu ona göre. Yeni bir eve alışmak, yeni komşular ve hiç tanımadığı bir çevreye ayak uydurmak anında yapılabilecek bir şey değildi. Lu dönemde tüm bunlara alışamayacak kadar üşengeç hissediyordu kendini. Bunun yanında en çok istediği bölümü kazanınca, ne kadar şanslı olduğunu düşündü kendi kendine. Şans mı, başarı mı? Tartışılırdı tabi. Ama eğer mezun olabilirse desinatör olacaktı ve bu da Derya için çok iyi bir atılım olacaktı. Sonuçta bu mesleğin önü açıktı, çok geniş bir yelpazeye sahipti.
Yarı uyku halindeyken telefon çaldığında umursamadı Derya, sırtını dönüp yattı. Bir süre çaldıktan sonra kendi kendine kapandı. Ya şarjı bitmişti, ya da arayan ısrarcı kişi vazgeçmişti. Aslında arayan kişiyi bile tahmin edebiliyordu, muhtemelen babasıydı ve onunla görüşmeye pek de hevesli sayılmazdı genç kız. Bir süre sonra aralık kapısından salonda çalan ev telefonunun sesi çalındı kulağına. Bu defa odanın kapısına sırtını dönerek gözlerini yumdu, bir an önce uyumak istiyordu fakat istemsizce kulağına gelen sesler sayesinde bu pek de mümkün görünmüyordu. Telefona bakan annesinin buz kesilen sesinden haklı olduğunu anladı, arayan kesinlikle babasıydı. Aksi takdirde annesi başka kimseye böyle soğuk cevaplar vermezdi.
"Alo, İsmet. Evet, burada Derya." Kocasının ısrarı üzerine küçük kızının aralık kapısından içeri soktu başını. Bir melek gibi mışıl mışıl uyuyordu, uyandırmaya kıyamadı. "Uyuyor şuan, çok yorulmuş. Sonra ara sen."
Onu duyan fakat hiç oralı olmayan kız bezgince diğer tarafa döndü. Çocukluğu tam anlamıyla bir kâbus gibi geçmişti. Aniden gelen zenginlik, para bir insanın hayatını kâbusa çevirebilir miydi? Başına gelenlerden önce böyle bir şeyin olma ihtimaline hiç inanmazdı Derya. Ancak seneler önce anne ve babası boşandığında gerçeklerle yüzleşti. Babası İsmet Bey saygın bir firmada mali müşavirlik yaparken yaklaşık 7 yıl önce, yani kendisi henüz 12-13 yaşlarındayken vefat eden dedesinin onlara bıraktığı mirasla tüm hayatları değişmişti. Memleketleri İskenderun'da babasından İsmet Beye oldukça iyi durumda bir arsa kalmıştı. Adam o arsayı satıp çocukluk arkadaşı Mahmut Beyin de önerisiyle paranın bir kısmını borsaya yatırıp değerlenmesini sağladı. O olaydan öncesinde orta halli bir aileydiler. Çok fazla paraları yoktu belki ama kimseye de muhtaç olmuyorlardı. En azından mutluydular. Şimdiki hallerine bakıldığı zaman aslında yanlış kullanıldığında paranın ne kadar zararlı bir şey olduğunu iyice tecrübe etmişti Derya. Kendi kendine "Mahmut Amca sağ olsun..." diye mırıldandı. Tabi, buradaki sağ olsun temennisi alayla söylediği bir cümleydi. Babasının borsada parayı katlayıp zengin olmasıyla genç kızın tüm hayatı tepe taklak olmuştu. Paranın tadını alan adam önce annesini boşamış, sonra genç bir kadınla evlenmişti. Bu da yetmezmiş gibi kadın Derya'dan yalnızca 10 yaş büyük olmakla birlikte son derece kibar, çıtkırıldım bir karaktere sahipti. Yeni bir hayata adapte olmaya çalışan kız zamanla babasının yeni eşine de alıştı, onunla bir üvey anne olarak değil de arkadaş olarak görüşmeye başladı ancak bu durum babasına olan kızgınlığını ve kırgınlığını asla değiştirmedi. Halâ ona çok kırgındı. Kızını temelli bırakıp gitmemişti belki, ama küçük yaşta psikolojisinin bozulmasına sebep olmuştu ve bunun farkında bile değildi. Tabi bir de babasının eşi Açelya'yla olan dostluğundan son derece şikâyetçi olan annesi vardı. O da kendince haklıydı, ama Derya'ya göre biraz fazla tepki veriyordu. Olmuş bitmiş bir şeydi, üstelik suçu kadında değil de eski kocası olacak o adamda aramalıydı. Derya'nın gözünde belli bir yaştan sonra tabiri caizse kafayı sıyıran, andropoza yaklaştığını anlayınca hayatını baştan sona değiştirmeye yeltenen oydu sonuçta. Açelya olmasa başka bir kadınla evlenecekti. Onların arasında kalmaktan yorulmuştu kız. Ablası Zuhal'e gelince, etliye sütlüye karışmıyor, nişanlısıyla gezip tozuyordu. Bu durumdan pek de etkilendiği söylenemezdi. En küçük olduğu ve sürekli evde kaldığı için tüm bu sancıları kendisi çekmek zorunda kalıyordu. Harikaydı, değil mi?
Tüm bunları düşünürken uykuya dalmış olduğunu fark edemeyen kız, gece yarısı uykulu gözlerini araladığında midesinden acayip gurultu sesleri geliyordu. Hızlı adımlarla mutfağa yürüdü ve buzdolabını açıp önünde geleneksel bekleme eylemini birkaç dakika sürdürdü. Niçin her zaman karar vermek bu kadar zordu ki? Önce şöyle bir şişe buz gibi soğuk suyu kafasına dikti, muhtemelen annesi görseydi olduğu yerde tepinerek bağırırdı. Şişeyi kafasına dikmesinden hiç hazzetmezdi. Sonra domates, zeytin, peynir üçlüsüyle kendine hafif bir sandviç hazırladı. Görünüşe göre herkes uyumuştu ve evin en sakin saatleriydi. Normalde gündüzleri bu evde aynı sessizliği yakalamak çok zordu. Ablası Zuhal'in odasında bağıra bağıra nişanlısıyla konuşması hatta çoğu zaman kavga etmesi, annesinin yakın arkadaşlarını çağırıp dolar günü yapması gibi saçma olaylara şahitlik ediyordu bu ev. Şu duvarların dili olsa da konuşsa, diye geçirdi içinden. Dili olsa da dolar gününde çağırılan Trakyalı falcı kadının salladığı tahminleri bir bir anlatsa herkese. O an içinde istemsizce bir gülme hissi oluştu.
Saate baktığında gece bire geliyordu. Tam televizyonun karşısına geçmiş kanalları gezerken telefonu çaldı. Nerede olduğunu bilmediği için bir süre aradı, aradı ve aradı... Telefonunun kaybolması sürekli başına gelen bir şeydi. Hele etrafında bir yerlerde çalarken kaybolması normal kaybolma durumundan çok daha sinir bozucuydu. Telefonun yanında olduğunu biliyordu, ama nerede olduğunu bulamadığı için zil sesine uzunca bir süre tahammül etmesi gerekiyordu. En sonunda "Odamda bırakmıştım herhalde," diyerek odasına geçti. Yatağın üstündeki telefonu aldı ve yeni arkadaşı Banu'nun aramasını cevapladı. Kendisiyle kayıt günü tanışmıştı ve aynı bölümde, aynı sınıfta okuyacaklarını öğrendiklerinde ikisi de çok mutlu olmuştu. Daha okula başlamadan bir arkadaş edinmişti bile. "Alo..."
"Derya, merhaba! Nasılsın?"
"İyiyim, sen?"
"Ben uyuyamıyorum heyecandan! Yarınki balo için kıyafet aldın mı?"
"Aldım." Bir yandan elindeki sandviçi kemirirken diğer yandan Banu'ya laf yetiştirmeye çalışıyordu. "Bence abartma bu baloyu, alt tarafı yeni gelenler için hoş geldin balosu. Ertesi gün hiçbir şey olmamış gibi okula devam yani, bir numarası yok. Aslında ben gelmeyi bile düşünmüyordum ama sen ve annem o kadar ısrar ettiniz ki-"
"Kızım, delirdin mi? Ne demek gelmiyordum? Şimdi bu balo yakışıklılarla dolup taşar, görürsün. En güzel kıyafetini giy tamam mı? En güzelini giy!"
Derya'ysa bezgin ve umursamaz bir tavır takınarak "Tamam, tamam." demekle yetindi. Sahiden de şu dizilerdeki sıkıcı başrol kızla eğlenceli kızın kombini olmamışlar mıydı? Gerçekten sıkıcı.
"Bak, gözünü seveyim nenem gibi giyinme Derya, ne olursun."
"Tamam dedim ya Banu, seni ikna etmek için daha ne diyeyim ki?"
"Yarın sabah erkenden konum atacağım, kuaförde ol."
"Ben saçlarımı kendim yaparım, fazla abartma."
"Sen beni dinle, yoksa sizin eve helikopterle sorti yaparım."
Alaycı bir ses tonuyla "Gerçekten yapabileceğinin farkındayım, o potansiyeli gördüm." diye karşılık verirken gülmek üzereydi. "Ya senin benden başka uğraşacak kimsen yok mu kızım?"
"Yok, canım, yok. Olsaydı seninle vakit harcamazdım. Çünkü görüyorum ki seni yontmak yıllarımı alacak. Ölü yatırımsın sen, ölü yatırım!"
Gülerek telefonu kapattığında suratındaki mutlu ifadenin sebebi belliydi; arkadaşlık, dostluk... Yanında birilerinin bulunduğunu bilme hissi. Şu kız... Banu. Gerçekten eğlenceli bir yanı vardı, ama Derya ne yazık ki onun kadar hayattan zevk alamıyordu. Sandviçini bitirdikten sonra tekrar yatağa yatıp uyumayı denediyse de pek başarılı olamamıştı. Her ne kadar Banu'ya belli etmese de balo için heyecanlıydı. Fakat onun heyecanı yakışıklı erkekler veya güzel ortam yüzünden değil, insan içine çıkmasıydı. Gerekmedikçe ortalarda görünmeyi seven biri değildi. İnsanların gözüne batmak, ilgi odağı olmak onun alıştığı şeyler arasında yoktu. Bu yüzden biraz tedirgin olsa da önemsememeye gayret gösterdi. Sabah onun için hızlı bir maraton olacağından ötürü ışığı kapatıp yatağına uzandı ve gözlerini yumdu.
Sabahın sekizinde annesi tepesine dikildiğinde halâ uykusunu alabilmiş değildi. Ayılıp kendine gelmesi fazlasıyla zaman alacaktı ancak bir yerden başlamalıydı. Üstelik annesinin bitmek tükenmek bilmeyen söylenmeleri iyiden iyiye dayanılmaz bir hal almıştı.
"Kızım, Banu seni aramaktan helak oldu! Daha uyanmadığını duyunca da epey köpürdü, benden söylemesi. Kıza sekiz buçukta kuaförde olacağını söylemişsin, kız ağaç olmuş!"
Banyoda yüzünü yıkarken bezgin bir ses tonuyla "Sekiz buçuk demedim ben, sabah erkenden demiştik. Belli bir saat vermemiştik. Hem ayrıca sekiz buçuk bile olsa henüz saat sekizi çeyrek geçiyor! O erken gitmişse ben ne yapayım?" diye üste çıkmayı ihmal etmedi. Yüzünü defalarca yıkamasına rağmen halâ gözlerini açamıyordu. "Uykumun içine ettiniz gerçekten, sağ olun."
"Aman, şuna bak! Sanki ben ettim uykuna. Kızım seni uyandırmasak 30 yıl uyuyacaksın be, Uyuyan Güzel oldun çıktın başımıza! Azıcık gözlerini açıp gez, toz, sosyalleş! Bu yaşa geldin, halâ bir sevgilin yok. Gerçi şu saatten sonra olacağı da yok ama neyse..."
"İnanamıyorum ya, duyan da evde kaldım sanacak. Ben daha 19 yaşındayım anne, rica edeceğim saçmalama ya. Bu yaşta sevgili yapan kızlarını terlikle döven anneler tanıyorum, sabah sabah bunu tartışmayalım istersen."
"Ben modern bir anneyim ama yine de yaranamıyorum. Nankörsünüz, vallahi nankörsünüz."
Yaşına rağmen gayet genç ve bakımlı görünen kadın Derya'nın başının etini yerken genç kız çoktan giyinip evden çıkmaya hazırlanmıştı bile. Bu cehennemden ne çabuk çıkarsa o kadar iyiydi, yoksa başka türlü bu çeneden kurtulması mümkün görünmüyordu. "Tamam anneciğim, akşam görüşürüz. Çok öpüyorum." Şuna adı gibi emindi ki, kapıyı çekip çıktıktan sonra annesi birkaç saat boyunca söylenmeye devam etmişti. Kendisinin kızdığı bir konu üzerine söylenip durmaya bayılmasını saymasalar bile her annenin geleneksel bir huyuydu bu. Beş dakikalık tartışmadı kırk beş dakikaya yaymak kolay bir iş değildi en nihayetinde. Gözlerini devirerek açtı çalan telefonunu. "Tamam, Banu. Geliyorum. Çıktım evden, yeter! Taciz etme beni artık!"
"Kızım benim saçlarım bitti, seni bekliyoruz! Acele et, hadi!"
"Tamam, az sonra oradayım." Telefonu kapatıp adımlarını hızlandırdığında etrafına bakmak aklının ucundan bile geçmemişti. Sokağın sonuna kadar başı önünde aceleci adımlarla yürürken sert bir cisme çarptığını fark ettiği an korkuyla irkildi. Başını kaldırdığında o tanıdık bakışlar kalbini ısıtırcasına Derya'ya bakıyordu.
Unutmuştu. Vallahi de billahi de unutmuştu. Ama ne çare! Adam ta mahallesine kadar gelmişti, bunda kendisinin suçu neydi? Açıkçası genç kız bu durumun evrensel bir yasa olduğunu düşünüyordu. Yasanın adını henüz tanımlayamamıştı ama bunun başka bir açıklaması olamazdı. Ne kadar hatırlamıyormuş gibi davranmaya çalışsa da bakışları onu ele veriyordu. Bu yüzden başını tekrar önüne eğdi ve "Affedersiniz." diyerek yoluna gitmeyi tercih etti. Genç adam arkasından seslendiğinde ise ilk defa onun sesini duydu.
"Önüne bakmamayı alışkanlık haline getireceksen hayat sigortası yapmalısın. Benim yerime kamyonla da çarpışabilirdin ve o zaman bu kadar şanslı olmazdın."
Gerçekten utanmıştı hatta başından kaynar sular dökülmüş gibi hissetti. Çünkü rezil olmuştu, yüzünün alev aldığını hissedebiliyordu. Normal bir insan bu kadar abartıp önemsemezdi belki ama o Derya'nın hoşlandığı çocuktu ve ömrünün sonuna kadar genç kızı bir sakar gibi hatırlaması muhtemeldi. Muhtemelen hiç hatırlamazdı, bu olasılık daha üzücü gelmişti. Arkasını döndü ve onunla göz göze gelmemeye çalışarak "Tekrar özür dilerim." dedi. Tekrar konuşmasına fırsat vermeden oradan uzaklaştığında yüzü halâ pancardan halliceydi.
...
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top