İkinci Bölüm: Onuncu Kısım
Parkta yaptığı gezintiler sırasında Elizabeth birkaç kez Bay Darcy ile karşılaştı. Başka hiç kimsenin uğramadığı yerlere onun gelmesindeki tersliğe sıkılarak, kendisinin her zaman buralara geldiğini özellikle belirtti. Öyle olduğu halde Bay Darcy ile gene aynı yolda bir ikinci kez karşılaşmaları doğrusu pek tuhaftı. Yalnızca ikinci kez karşılaşmakla kalmayıp bir üçüncü kez bile karşılaştılar. Adam bunu ya bile bile, Elizabeth'i kızdırmak için ya da kendi kendine işkence etmek için yapıyor olmalıydı. Çünkü karşılaşınca, resmî olarak hatır sorup, şöyle soğuk bir duralamadan sonra ayrılıp gitse, gene iyi. Adam, genç kızın yanına katılıp onunla birlikte yürümesi şartmış gibi davranıyordu.
Elizabeth'in de konuşmak ya da ona kulak asmak sıkıntısına pek katlandığı yoktu. Ama üçüncü karşılaşmalarında, ona öyle geldi ki, genç adam bir sürü acayip, birbiriyle ilişkisiz sorular sormaktaydı: Onun Hunsford'u beğenip beğenmediği, tek başına, ıssız yerlerde yürümeyi sevip sevmediği, Bay ve Bayan Collins'in mutlulukları üstüne... Sonra Darcy, Rosings Konağı'ndan ve Elizabeth'in konağı henüz tam olarak tanıyamadığından söz ederken öyle bir ağız kullanıyordu ki, genç kızın Kent'e bir dahaki gelişinde konakta kalacağını söylemek ister gibi.
Acaba Albay Fitzwilliam'ı düşünerek mi böyle konuşuyordu? Bu gibi sözlerinden ancak bu türlü bir anlam çıkartılabilirdi: Albayla Elizabeth arasında kurulabilecek bir bağlılığa değiniyor olsa gerekti. Elizabeth heyecanlanıp sıkılmaktan kendini alamadı ve papaz evinin karşısındaki parmaklık kapısına geldikleri zaman çok sevindi.
Bir keresinde de Elizabeth, yürüyüşü sırasında Jane' den aldığı son mektubu yeniden gözden geçirmekteydi. Jane'in pek de mutlu olmadığını belirten kimi bölümleri inceliyordu ki karşısına birdenbire Darcy değil de bu kez Albay Fitzwillam çıktı. Elizabeth mektubu hemen cebine koydu, gülümsemek için kendini zorlayarak, "Sizin buralarda yürüdüğünüzü hiç bilmiyordum," dedi.
Genç adam, "Parkın her yanını dolaştım," diye yanıtladı. "Her gelişimde bir kez yaparım bunu. Gezintimi papaz evine giderek bitirecektim. Siz daha yürüyecek misiniz?"
"Hayır. Ben de dönmek üzereyim."
Ve böylece genç kız da döndü ve papaz evine doğru birlikte yürümeye başladılar.
Elizabeth, "Cumartesi günü gideceğiniz kesin mi?" diye sordu.
"Evet, yani Darcy gene geri bıraktırmazsa. Ben ona bağlıyım. O dilediği gibi karar veriyor."
"Dilediği gibi karar vermeyi, her konuda kendi beğendiğini yapıp yaptırtmayı Bay Darcy kadar seven bir insana ben daha rastlamadım."
Albay Fitzwilliam, "Gerçekten de Darcy her şeyin kendi keyfince yapılmasını sever," dedi. "Aslını sorarsanız hepimiz böyleyizdir, ama onun dilediğini yapmak için elinde daha çok olanak var. Bir kez varlıklı, birçoklarımız ise değiliz. Bunu yürekten söylüyorum. Bir kontun küçük oğlu olarak, parasızlığa, birçok zevklerimden vazgeçmeye kendimi alıştırmam gerekiyor."
"Bana kalırsa bir kontun küçük oğlu parasızlığın da, başkalarına bağımlı olmanın da gerçek anlamını dünyada bilemez. Ciddi söylüyorum, siz ne zaman parasızlık çektiniz kuzum, zevklerinizden ne zaman vazgeçtiniz? Ne zaman parasızlık yüzünden dilediğiniz bir geziden geri kaldınız ya da canınızın çektiği bir şeyi alamadınız?"
"Bunlar ölçüye göre değişen sorular. Bu çeşit yoksulluk çektiğimi belki söyleyemem. Ama daha önemli konularda parasızlığın acısını çektiğim bir gerçektir. Örneğin unvan taşıyan babaların küçük oğulları gönüllerinin istedikleriyle evlenemezler."
"Meğerki paralı kızları sevsinler. Sanırım çoğu zaman da öylelerine akıyor gönülleri."
"Ne yaparsınız, yetiştirilme tarzımız yüzünden bolluğa alışıyoruz. Onun için para sorununu göz önüne almadan evlenmemizin yolu olmuyor."
Elizabeth içinden, "Acaba bana bir şeyler ima etmek için mi söylüyor bunları?" diye düşündü ve hafifçe pembeleşmekten kendini alamadı. Sonra hemen toparlandı ve hafif, şakacı bir gülüşle, "Kuzum, bir kontun küçük oğullarının piyasa değeri nedir?" diye sordu. "Ağabeylerinizin sağlık durumu bozuk olmadıktan sonra, sanırım elli binin üstünde bir şey isteyemezsiniz."
Genç adam da aynı şakacılıkla karşılık verdi ve konu böylece kapanmış oldu. Şu sırada sessiz durmanın üzülmüş olmaya yorumlanacağını düşünen Elizabeth hemen, "Bana öyle geliyor ki kuzeniniz Bay Darcy salt buyruk verebileceği birisi bulunsun diye sizi buraya getirmiştir," diye fikir yürüttü. "Onun evlenmeyişine şaşıyorum. Çünkü evlenirse her zaman buyurabileceği bir kişiye kavuşacaktır. Şimdilik kız kardeşiyle yetiniyor olsa gerek. Velisi olduğuna göre onu dilediği gibi çekip çevirebiliyordur, sanırım."
Albay Fitzwilliam, "Yok," diye yanıtladı. "Darcy bu onuru yazık ki benimle paylaşmak zorunda. Çünkü Bayan Darcy'nin ortak velileriyiz."
"Öyle mi? Görevinizi nasıl başarıyorsunuz, bari? Ya küçükhanım sizi hiç üzüyor mu? O yaştaki kızların yönetimi bazen güç olur da. Eğer o da ağabeyine çekmişse başına buyruk olmayı isteyebilir."
Genç kız, albayın kendini ciddi bir ifadeyle süzdüğünü gördü. Sonra erkeğin hemencecik, "Bayan Darcy' nin bizi üzebileceği de nereden aklınıza geldi?" diye soruşu onu büsbütün inandırdı ki bilmeden gerçeğin üzerine basmıştı.
Hemen, "Korkmayın, Bayan Darcy'yi kötüleyen hiçbir şey duymuşluğum yok," diye karşılık verdi. "Belki de dünyanın en iyi kızıdır. Üstelik tanıdığım iki hanım var ki onun üzerine toz kondurmazlar. Onları tanıdığınızı söylemiştiniz, yanılmıyorsam."
"Uzaktan tanırım. Ağabeyleri çok hoş, efendi bir çocuktur; Darcy'nin canciğer arkadaşıdır."
Elizabeth, buruk bir alayla, "Hem de nasıl!" dedi. "Bay Darcy adeta onun gözünün içine bakar, üstelik ona bekçilik eder, onu korur."
"Korumak mı dediniz? Evet, onun bazı yönlerden gerçekten korunması gerektiğini, Darcy'nin de bu yönden onu koruduğunu sanıyorum. Buraya gelirken anlattığı bir şeye bakılırsa Bingley'ye geçenlerde büyük bir iyilik etmiş. Özür dilerim. Onun söz ettiği kimsenin Bingley olduğunu ileri sürmem doğru değil. Benimki sadece bir tahmin."
"Ne demek istiyorsunuz?"
"Bu konunun herkese yayılmasını Darcy kuşkusuz istemez. Çünkü söz konusu olan genç hanımın ailesinin kulağına giderse hiç de hoş bir şey olmaz."
"Benim kimseye bir şey söylemeyeceğime güvenebilirsiniz."
"Gene de bu kimsenin Bingley olduğunu ben yalnızca kafamdan çıkartıyorum, bunu unutmayın. Darcy' nin bana söylediği şundan ibaret: Geçenlerde yakın bir dostunu uygunsuz bir evlilik yapmaktan kurtardığı için kendi kendini kutladığını söyledi. Ne ad verdi ne de başkaca bir bilgi. Söz ettiği yakın dostun Bingley olduğunu ben sezinledim. Çünkü onun bu tür düşüncesizliklerle başını derde sokabilecek bir genç olduğunu sanıyorum. Sonra, Darcy'nin geçen yaz hep onunla birlikte olduğunu da biliyorum."
"Bay Darcy bu işe neden engel olduğunu da anlattı mı size?"
"Söz konusu olan hanım Darcy'nin dostunun dengi değilmiş."
"Ya Bay Darcy, onları ayırmak için ne gibi bir beceri göstermiş?"
Albay Fitzwilliam gülümseyerek, "Bana kendi becerilerini anlatmadı," diye yanıtladı. "Size anlattığım kadar söyledi."
Elizabeth karşılık vermeyerek yürüdü. İçinde dalga dalga bir hırs kabarıyordu. Bir süre sonra genç albay ona neden böyle düşünceli olduğunu sordu.
Elizabeth, "Bana anlattıklarınızı düşünüyorum," dedi. "Kuzeninizin davranışı bence doğru değil. Neden ille onun düşünceleri benimsenecekmiş?"
"Onun araya karışmasını bir çeşit işgüzarlık mı sayıyorsunuz yani?"
"Arkadaşının tasarladığı evliliğin uygun olup olmadığına karar vermeye Bay Darcy'nin ne hakkı vardı? Bunu anlayamıyorum. Sonra arkadaşının ne gibi koşullar altında mutlu olacağına, yalnızca kendi yargılarına göre karar vermek, işleri bu yargıya göre ayarlamak da ona düşmezdi." Sonra genç kız kendini toparlayarak, "Gene de! İşin içyüzünü bilmediğimize göre onu böyle yermeye hakkımız yok," diye ekledi. "Ortada büyük bir sevgi yokmuş, demek. Olsa olay böyle sonuçlanmazdı."
Albay Fitzwilliam, "Akla yakın bir düşünce," dedi. "Yalnız, ortada sevgi yoksa, Darcy'nin rolü de pek önemli sayılmaz."
Elizabeth, bu konuyu sürdürürse duygularını ele vermekten korkarak hemen sözü değiştirdi. Papaz evine gelinceye dek çeşitli şeylerden konuştular.
Ziyaretçi gider gitmez Elizabeth kendi odasına kapandı. Artık rahat rahat düşünebilirdi. Darcy'nin Fitzwilliam'a anlattığı kişiler Bingley ile Jane'den başkası olamazdı. Çünkü dünya yüzünde, Darcy'nin bu derece sonsuz etkisi altında kalan bir kişi daha bulunması akıl almaz bir şeydi.
Bingley'yi Jane'den ayırmak için çevrilen dolapta Darcy'nin de rolü olduğuna Elizabeth başlangıçtan beri inanmıştı. Gelgelelim bu dolapları hazırlayıp uygulayanın esasta Bayan Bingley olduğunu sanmıştı. Ama her şey Darcy'nin başının altından çıkmış meğerse. Jane'in bütün çektiklerinin ve hâlâ da çekmekte olduklarının nedeni oymuş: onun gururu ve kaprisleriymiş. Darcy dünyanın en sevecen, en temiz yüreğini hiç olmazsa bir süre yaralamıştı ve açtığı yaraların ne zaman kapanacağını da kimse bilemezdi.
"Söz konusu olan hanım, Darcy'nin dostunun dengi değilmiş..."
Albay Fitzwilliam böyle demişti. Jane'in Bingley'ye denk sayılmayışının nedeni de akrabalarının yeter derecede kalburüstü olmayışıydı.
Elizabeth, Jane'in kendisine hiçbir kusur bulunamaz, diye düşünüyordu. Tepeden tırnağa güzellik ve iyiliktir o. Zekâsı ince, kültürü yerinde, terbiyesi kusursuz, huyları sevimli. Babama da kusur bulunamaz, sanırım. Gerçi birtakım tuhaf huyları vardır, ama nezaket ve centilmenlik konusunda Bay Darcy'ye bile ders verebilir.
Aklına annesi gelince genç kızın güveni biraz sarsılır gibi oldu, ama Darcy'nin Jane'e anneleri yüzünden sakınca bulmayacağını sanıyordu. Çünkü onun gibi kibirli bir adam için seçkinlik ve mevki her şey demekti. Bir kızın yakınları yeter derecede mevki sahibi, seçkin kişiler olsunlar da, ne kadar akılsız olursa olsunlar, pek aldırış etmezdi.
Böylece Elizabeth sonunda şu karara vardı: Darcy' nin bu sorundaki tutumunun kökeni biraz gururuna, biraz da Bingley'yi kendi kız kardeşine "yapmak" isteğine dayanıyordu.
Bu konunun tazelenişinin verdiği üzüntü ve gözyaşları, sonunda genç kızın başını zonklatmaya başladı. Akşama doğru bu baş ağrısı o derece arttı ki, Elizabeth konakta çay içmeye gidecek olan ev halkına katılmamaya karar verdi. Zaten Bay Darcy'yi görmeyi de hiç istemiyordu.
Arkadaşının gerçekten rahatsız olduğunu gören Charlotte onun gelmesi için diretmedi. Kocasının üstelemesini önlemek için de elinden geleni yaptı. Gene de Bay Collins, Elizabeth'in evde kalışının hanımefendi hazretlerini sinirlendirmesinden korktuğunu ne yapsa gizleyemedi.
. İngiliz geleneğine göre bakanın unvanı, mülk ve servetinin önemli bölümü en büyük oğluna geçer. (Ç.N.)
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top