İkinci Bölüm: Birinci Kısım
Caroline Bingley'nin beklenen mektubu en sonunda geldi ve bütün kuşkuları sildi. Genç kız daha ilk cümlesinde Londra'da bütün kış kalacaklarını kesin olarak bildiriyor ve mektubuna da ağabeyinin oradan, dostlarına veda etmeden ayrıldığı için duyduğu üzüntüyü belirterek son veriyordu.
Bütün umutlar yıkılmıştı, hem de temelden. Jane kendini toparlayıp da mektubun geri kalan bölümünü okuduğu zaman, Caroline'ın sevgi sözlerinden başka bir avuntu bulamadı. Mektupta Bayan Darcy'nin övülmesine aşırı yer verilmişti. Genç kızın sayısız erdemleri yeniden sayılıp dökülüyor, Caroline onunla gitgide yakınlaştıklarını övünerek söylüyor ve bir önceki mektubunda sözünü ettiği tasarının yakında gerçekleşeceğini belirtiyordu. Ağabeyinin Bay Darcy'nin evinde kaldığını sevinerek haber veriyor ve Bay Darcy'nin kimi eşyaları yenilemek konusundaki tasarılarını kendinden geçercesine anlatıyordu.
Jane biraz sonra mektubun özünü Elizabeth'e anlattı ve genç kız ablasının söylediklerini sessiz bir öfke içinde dinledi. Yüreğinde ablası için duyduğu sızıyla ötekilere karşı beslediği hınç çarpışıyordu. Bingley'nin Bayan Darcy'ye tutkun olduğu konusunda Caroline'ın yazdığı şeylere Elizabeth'in inandığı yoktu. Bingley'nin Jane'i gerçekten sevdiğine eskisi kadar inanıyordu. Genç adama ilk baştan beri bir sevecenlik duymuştu, ama şimdi onun aşırı yumuşak başlılığını ve uysallığını düşündükçe öfkeleniyor, üstelik onu hor görüyordu. Çünkü Bingley, bu huyları yüzünden o arayı bozmak isteyen kardeşleriyle dostunun elinde oyuncak olmuş ve kendi mutluluğunu onların esinti ve dilekleri uğruna kurban etmişti. Kurban ettiği şey yalnızca kendi mutluluğu olsa neyse, paşa gönlü nasıl isterse öyle yapsın, denilebilirdi. Ama işin içinde Jane'in mutluluğu da vardı ve Bingley işin bu yönünü düşünmesin, olamazdı. Anlayacağınız, insanın durmadan kafasını yorduğu halde bir sonuca bağlayamadığı bir konuydu bu. Elizabeth'in kafası hep bu konuyla doluydu. Ama ne olursa olsun –Bingley'nin sevgisi ister sönmüş, ister çevresindekilerce bastırılmış olsun; genç adam Jane'in aşkını ister sezmiş, ister sezmemiş olsun– bu işin içyüzünü öğrenmek Elizabeth'in Bingley konusundaki düşüncelerini kuşkusuz değiştirecekti, ama Jane'in durumunu hiçbir yönden değiştirecek değildi. Jane'in iç huzuru zedelenmişti bir kez.
Jane, duygularını Elizabeth'e açmak yürekliliğini buluncaya dek birkaç gün geçti. Ama sonunda bir gün Bayan Bennet, Bingley konusunda her zamankinden daha ileri geri atıp tuttuktan sonra odadan çıkarak iki kız kardeşi baş başa bırakınca Jane, "Ah, anneciğim kendini biraz tutabilseydi," demekten kendini alamadı. "Durmadan onun sözünü etmekle bana ne derece acı verdiğini görmüyor bile. Ama üzülmeyeceğim. Bu da geçer elbet. Onu unuturum, gene eskisi gibi olur her şey..."
Elizabeth ablasına inanmazlık ve sevgiyle baktı, ama sesini çıkarmadı.
Jane pespembe kesilerek, "İnanmıyorsun bana!" diye söylendi. "Ama inan. Bingley ömrümde tanıdığım erkeklerin en cana yakını olarak anılarımda yaşayacaktır belki, ama hepsi bu. Hiçbir beklentim olmadığı gibi, hiçbir şeyden de korkmuyorum. Hele ona suç bulmam için ortada hiçbir neden yok. Tanrı'ya şükür! Hiç olmazsa o acıdan korudu beni. Biraz zaman geçsin aradan. Duygularımı sanırım yeneceğim."
Sonra genç kız daha kararlı bir sesle ekledi: "Şimdiden beni avutan bir şey var: Bu sorunun tümüyle benim kendi kafamda yarattığım bir yanılgıdan oluşması, bir de kendimden başka kimseye bir zararı dokunmaması."
Elizabeth, "Sevgili Jane, aşırı iyisin sen!" diye bağırdı. "Şu bencillikten uzak, güzel gönüllü duygularınla melekler gibisin. Sana ne diyeceğimi bilemiyorum, inan. Sanki senin değerini hiçbir zaman tam anlamıyla bilememişim, seni hiçbir zaman layık olduğun kadar sevmemişim gibi geliyor."
Jane olağanüstü iyi olduğunu yadsıyarak bu tatlı sözleri kardeşine, sevgisinin söylettiğini ileri sürdü.
Elizabeth, "Yok," dedi. "Haksızlık bu. Sen kendin, dünya âlemin iyi olduğuna inanmak istiyorsun. Ben herhangi bir kimseyi yerdiğim zaman sana ters geliyor. Beri yandan ben senin kusursuz olduğuna inanmak istediğim zaman hemen kendi kendini yeriyorsun. Benim seni ya da başka herhangi bir kimseyi boş yere öveceğimden hiç korkma. Gerek yok buna. Çünkü benim gerçekten sevdiğim insanlar azdır, beğendiklerim ise büsbütün az. Dünyayı görüp tanıdıkça hoşnutsuzluğum artıyor. İnsanların içyüzünün nasıl hiç göründüğü gibi çıkmadığını; iyi ya da akıllı gibi görünenlere bile nasıl hiç güven olmadığını her gün daha açıkça anlıyorum. Şu son günlerde bunun iki örneğiyle karşılaştım. Birincisinden hiç söz etmeyeceğim. İkincisi de Charlotte'un nişanı. Akla sığmaz bir şey bu, hiçbir bakımdan akla sığmıyor."
"Bir tane Lizzyciğim, bu tür duygulara kaptırma kendini. Kafan bunalır yoksa. İnsanlar arasındaki kişilik ayrımlarını, çeşitli durumların gereklerini yeter derecede hesaba katmıyorsun. Örneğin Bay Collins'in temiz ahlakını ve Charlotte'un hesaplı, kararlı kişiliğini düşünmelisin. Unutma ki Charlotte'un daha birçok kardeşi var. Yani bu evlenme maddi bakımdan uygun. Sonra arkadaşımızın kuzenimize karşı saygı ve beğenmeye benzer bir şeyler duyabileceğine, herkesin hatırı için inanabilmelisin."
"Seni hoşnut etmek için hemen hemen her şeye inanmaya razıyım; ama böyle bir inanç kimsenin işine yaramaz ki. Kuzenimize saygı beslediğine inanırsam, Charlotte'un kafasız olduğuna da inanmam gerekir. Bir tanem, Bay Collins kendini bir şey sanarak şişinip duran, dar kafalı, saçma sapan herifin biri. Bunu sen de biliyorsun benim bildiğim gibi. Onunla evlenmeye razı olan kızın doğru düşünmediğine sen de benim kadar inanırsın sanırım. Yok, cancağızım, Charlotte Lucas'ı bile savunmana izin vermiyorum. Bir tek kişinin hatırı için ilke ve dürüstlük sahibi olmanın tüm anlamını değiştiremezsin. Bencilliğin vurdumduymazlık ve hesap, maddi güvenin mutluluk demek olduğuna beni de, kendini de dünyada inandıramazsın."
Jane, "Nişanlılardan söz ederken kullandığın dili aşırı buluyorum," dedi. "Sanırım onları mutlu görerek sen de buna inanacaksın. Ama bu konuyu kapatalım artık. Demin iki örnekten söz ettin. Birinci örneğin ne demeye geldiğini anlamamak elde değil. Gene de, Lizzyciğim, ne olur o kişinin suçlu olduğu için gözünden düştüğünü söyleyerek beni üzme. Kendimize yapılan kötülüğün kasıtlı olduğuna böyle hemencecik inanmayalım. Yaşam dolu bir genç erkeğin bu derece art niyetli işler yapması beklenemez. Bizi asıl aldatan şey çok zaman kendi kendimizi beğenmişliğimizdir. Kadın kısmı çok zaman karşıdan gördüğü hayranlığı gözünde büyütür."
"Erkekler de bunu isterler zaten."
"Eğer yalnızca bu amaçla davranılmışsa, bu bağışlanamaz, elbet. Ama ben gene de insanların sanıldığı kadar kötü niyetli ve ikiyüzlü olduğunu sanmıyorum."
"Ben de Bay Bingley'nin bile bile art niyetli olarak davrandığını sanmıyorum zaten. Ama aklından kötü niyet geçmeden, başkalarını mutluluktan alıkoymayı düşünmeden de insan yanılgıya düşebilir. Bu yüzden çevresine acı çektirir. Vurdumduymazlık, başkalarının duygularına karşı duyarlı davranmamak ve kararsızlık gibi huylar da çevreyi mutsuz kılmaya yeter."
"Ya sen, benim mutsuzluğumu bunlardan birine mi yoruyorsun?"
"Evet, Bingley'nin kararsızlığına. Ama bu konuyu sürdürürsek, beğendiğin bir insan konusundaki düşüncelerimi açıklayarak seni gücendireceğim. Onun için yol yakınken sustur beni."
"Yani kız kardeşlerinin onu etkilediği savında direniyorsun, öyle mi?"
"Evet, kız kardeşleriyle o arkadaşı."
"Ben buna inanamıyorum. Onu etkilemeye niçin kalkışsınlar? Onlar da onun mutlu olmasını isterler, değil mi? Eğer o beni seviyorsa başka bir kızla mutlu olamayacağına göre..."
"İlk inancın yanlış. Onlar Bingley'nin mutluluğundan daha başka birçok şey de isteyebilirler. Sözgelimi onun daha varlıklı ve parlak olmasını; yüksek sosyeteden, paralı, tanınmış bir ailenin kızıyla evlenmesini..."
Jane, "Onun Bayan Darcy'yi seçmesini istedikleri hiç kuşku götürmez," diye yanıtladı. "Ama bu konudaki düşünceleri senin sandığından daha iyi olabilir. Ne de olsa Bayan Darcy'yi çok daha önceden tanıyorlar, onu benden daha çok sevmeleri akla yakındır. Gene de, kendi istekleri ne olursa olsun, ağabeylerinin isteğine karşı geleceklerini hiç sanmam. Ortada çok uygunsuz bir durum olmadıkça hangi kız kardeş kendinde böyle bir hak bulabilir? Onun beni sevdiğine inansalardı bizi ayırmaya kalkışmazlardı. Kalkışsalar bile ayıramazlardı ki... O beni sevseydi! Onun beni sevdiğine inanmakla sen herkesin hareketlerine aykırı ve yanlış bir anlam veriyorsun. Beni de çok üzüyorsun. Ne olur bu tür düşüncelerle yaralama beni. Bu sorunda yanılmış olmaktan ötürü utanç duymuyorum. Daha doğrusu duysam bile az bir şey. Onun kız kardeşlerini kötü gözle görmenin vereceği mutsuzluk yanında bu hiç kalır. Ne olur bırak, bu olayı en iyi yönden, aklımın alabileceği açıdan göreyim ben."
Elizabeth böyle bir isteğe karşı gelemezdi elbet. O günden sonra aralarında Bingley'nin adını hemen hemen hiç anmaz oldular.
Bayan Bennet ise Bingley'nin Londra'dan bir türlü dönmeyişi karşısında kendi kendini yiyip bitiriyordu. Gün geçmiyordu ki Elizabeth bu konuda ona bir açıklama yapmasın. Buna karşın annesinin şaşkınlığını bir türlü gideremeyecek gibiydi. Elizabeth her defasında annesine, kendisinin de inanmadığı bir şeyler söylüyordu. Bingley' nin Jane'e gösterdiği ilgi sıradan, geçici bir şey olsa gerekti, çünkü Jane'den uzaklaşınca ilgisini de unutuvermişti. Bayan Bennet de bu açıklamayı her duyuşunda, "Öyle olsa gerek," demekle birlikte ertesi gün gene dizini dövmeye başlıyor ve Elizabeth aynı teraneyi yinelemek zorunda kalıyordu. Bayan Bennet'in başlıca avuntusu Bingley'nin yazın belki de gene Hertfordshire'a geleceğini düşünmekti.
Bay Bennet ise soruna başka gözle bakıyordu. Bir gün, "Ey, Lizzy, duyduğuma göre ablan aşkta hüsrana uğramış," dedi. "Kendisini kutlarım. Bir genç kızın gelin olmaktan sonra en çok sevdiği şey ara sıra aşkta hüsrana uğramaktır. İş çıkar insana, hem de arkadaşları arasında bir çeşit seçkinlik kazandırır. Senin sıran ne zaman gelecek, dersin? Uzun zaman Jane'den geri kalmaya dayanamazsın sanırım. Tam sırasıdır, kızım. Hazır şu sırada, Meryton'da memleketin bütün kızlarına acı çektirmeye yetecek kadar subay varken. Gel sen Wickham'ı seç. Çok hoş bir çocuk. Yüreğini pek güzel yaralayabilir, sanıyorum."
"Eksik olmayın, babacığım ama daha az sevimli bir erkek bana yeter de artar bile. Hepimiz Jane kadar talihli olamayız ya!"
Bay Bennet, "Doğru," diye yanıtladı. "Ama başına ne türlü felaket gelirse gelsin, bu işin tam anlamıyla tadını çıkarabilecek olan sevecen bir anan var ya bununla avun."
Son zamanlardaki kötü olaylar Longbourn'dakilerin içlerini karartmıştı. Bu karamsarlığı dağıtmakta Bay Wickham'ın varlığı önemli bir rol oynuyordu. Kızlar onu sık sık görüyorlardı. Genç adamın eskiden beri bilinen üstünlüklerine şimdi bir de açık yürekliliği eklenmişti. Çünkü Wickham'ın Elizabeth'e ilk baştan söylemiş olduğu her şey, yani Bay Darcy ile olan yakınlığı ve ondan gördüğü kötülükler uluorta açıklanmış ve herkesin üzerinde tartıştığı bir konu olup çıkmıştı. Eskiden beri, daha bu olaylardan haberleri yokken bile Bay Darcy'den nefret ettiklerini düşünmek herkesi hoşnut ediyordu.
Bu konuda kendilerinin bilmediği bazı hafifletici nedenler bulunabileceğini düşünen tek yaratık Jane Bennet'ti. Yumuşak, gene de sarsılmaz bir içtenlikle genç kız her zaman herkesten hoşgörü diliyor ve işin içinde bir yanlışlık olması olasılığını ileri sürüyordu. Ama ondan başka herkes Bay Darcy'ye, insanların en kötüsü, diye damgayı vurmuştu bile.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top