Üçüncü Bölüm: Birinci Kısım
Arabayla giderlerken Elizabeth, karşıdan Pemberley Korusu'nun ilk görüneceği dakikayı heyecanla bekliyordu. En sonunda park kapısından içeri girdikleri zaman yüreği yabana atılmaz bir çırpıntı içindeydi.
Park son derece geniş ve inişli çıkışlıydı. Arabaları bahçenin en alçak yerinden içeri girdi ve bir süre geniş ve güzel bir koruluğun içinde yol aldılar.
Elizabeth, kafası çok dolu olduğundan konuşacak durumda değildi, ama çevresine dikkatle bakıyor ve hiçbir güzelliği kaçırmıyordu. Yavaş yavaş bir yokuş çıkarak iki kilometre kadar sonra kendilerini oldukça yüksek bir bayırın üzerinde buldular. Tepeye varınca koru sona eriyor ve bir vadinin karşı yamacında duran Pemberley Konağı hemen göze çarpıyordu.
Geniş, hem gösterişli hem oturaklı bir taş yapıydı bu. Arkada koruluk sırtlar yükseliyor ve önündeki vadinin içinden de bir ırmak akıyordu. Irmak evin önünde genişletilip gölleştirilmişti. Ama bu çok doğal bir biçimde yapıldığından, kıyıları ne belirgin olarak sınırlandırılmış ne de yapmacık süslere boğulmuştu. Elizabeth bu manzaraya bayıldı. Doğanın bu denli özenerek yarattığı ve insan elinin bu denli zevkle ve gerçeğe bu denli uyarak onardığı başka bir yer görmemişti. Dayısı da, yengesi de bu manzara karşısında duydukları hayranlığı yürekten ortaya vurmaktaydılar. Pemberley Malikânesi'nin hanımı olmanın yabana atılmaz bir anlam taşıyabileceğini Elizabeth şimdi anlıyordu. Yokuş aşağı, vadiye inip köprünün üstünden geçtiler ve konağın kapısına vardılar. Evi böyle yakından görünce Elizabeth'in tüm korkuları geri gelmişti. Ya handaki oda hizmetçisi yanılmışsa ve Darcy buradaysa? Genç kız bunu düşününce dehşete kapılıyordu.
Konağı gezmek istediklerini bildirince içeri buyur edildiler ve kâhya kadını beklemeye koyuldular. Pemberley Konağı'nın ta içinde bulunduğuna Elizabeth'in inanamayacağı geliyordu. Kâhya kadın çıkageldi. Orta yaşlı, hanım hanımcık bir kadındı. Elizabeth'in sandığından daha kibar, daha alçakgönüllüydü. Ziyaretçiler onun peşi sıra yemek salonuna girdiler. Çok güzel döşenmiş, geniş, iç açıcı bir salondu bu. Elizabeth çevresine şöyle bir göz gezdirdikten sonra, manzaraya bakmak üzere pencereye gitti. Demin tepesinden konağı görmüş oldukları o ağaçlık bayır, böyle uzaktan bakınca daha dik ve çok güzel görünüyordu. Elizabeth bütün manzarayı, ırmakla kıyısındaki ağaçları ve kıvrımlı vadiyi zevkle seyretti.
Diğer odalara geçtikçe vadiyi, ırmağı, karşı sırtları başka başka açılardan görüyorlardı, ama her odanın manzarası birbirinden güzeldi. Odalar da yüksek tavanlı ve geniş, döşemeleri ağır ve zevkliydi. Elizabeth eşya ve süslerin hiçbir zaman aşırı gösterişli, çiğ ve cicili bicili olmadığını görerek Darcy'nin zevkini çok beğendi. Rosings'le kıyaslanınca Pemberley daha az görkemli, ama gerçek anlamda çok daha zevkli ve güzeldi. Genç kız durup durup, "Ben de isteseydim bu yerin hanımı olacaktım," diye düşünüyordu. "Burası benim evim, bu odalar benim odalarım olacaktı. Buraya bir yabancı gibi geleceğime, dayımı ve yengemi şimdi ben karşılayıp ağırlayacaktım. Ama hayır..." Genç kız birden kendini toparladı. "İşte bunun olanağı kalmayacaktı. Buranın hanımı olunca akrabalarımla ilişkimi kesmem istenecekti benden."
İyi ki işin bu yönü aklına gelmişti. Bu düşünce Elizabeth'i pişmanlığa çok benzeyen bir duygudan kurtardı.
Şimdi Elizabeth, kâhya kadına evin efendisinin burada olup olmadığını sormaya can atıyor, ama bunu bir türlü göze alamıyordu. Neyse ki sonunda bu soruyu dayısı sordu. Elizabeth öylesine heyecanlandı ki başını öte yana çevirdi. Kâhya kadın efendisinin şimdilik burada bulunmadığını söyledi, sonra da, "Ama kendisini yarın bekliyoruz," diye ekledi. "Büyük bir arkadaş topluluğu da getiriyor."
Bunu duyan Elizabeth kendi gelişlerinin bir gün geriye kalmadığına öyle şükretti ki!
Tam o sırada yengesi seslenerek ona bir resim gösterdi. Genç kız, yaklaşınca şöminenin üzerindeki duvara serpiştirilmiş duran birçok minyatürün arasında Wickham'ın resmini seçti. Yengesi gülümseyerek, "Nasıl buldun?" diye sorunca, kâhya kadın yanlarına yaklaştı ve bunun ölmüş efendilerinin kâhyasının oğlu olduğunu ve efendinin onu, hiçbir masraftan kaçınmayarak yetiştirdiğini anlattı. Sonra, "Kendisi şimdi orduda subaydır," diye ekledi. "Ama yazık ki çok hayırsız çıktı."
Bayan Gardiner yeğenine gülümseyerek şöyle bir baktı, ama Elizabeth'te gülümseyecek güç kalmamıştı.
Bu arada kâhya kadın Bayan Reynolds bir başka minyatürü göstererek, "Bu da şimdiki efendimiz," dedi. "Ötekiyle aynı zamanda yapılmıştı bu minyatür – aşağı yukarı sekiz yıl önce."
Bayan Gardiner resme bakarak, "Efendinizin yakışıklılığının ününü çok duydum," dedi. "Gerçekten de çok yakışıklı bir yüz. Lizzy, sen söyleyebilirsin bize; bu resim Bay Darcy'ye gerçekten benziyor mu, benzemiyor mu?"
Bayan Reynolds'ın Elizabeth'e karşı gösterdiği saygı, efendisini tanıdığını öğrenince sanki artmıştı.
"Hanımefendi Bay Darcy'yi tanıyorlar mı?"
Genç kız pembeleşerek, "Biraz," diye yanıtladı.
"Onu, gerçekten yakışıklı bulmuyor musunuz, efendim?"
"Evet, gerçekten çok yakışıklı."
"Ben kendim, onun gibi yakışıklı bir centilmen henüz görmüş değilim. Ama yukarıdaki galeride onun daha büyük, daha güzel bir resmini bulacaksınız. Bu oda ölen efendimizin, yani Bay Darcy'nin babasının en sevdiği odaydı. Minyatürler de buraya asılırdı. Efendi bunları pek severdi. Ölümünden sonra odayı hiç değiştirmedik."
Bu sözleri duyan Elizabeth, Wickham'ın resminin hâlâ niçin burada bulunduğunu anlamış oldu.
Bayan Reynolds bu kez onlara, Bayan Darcy'nin, ancak sekiz yaşındayken yapılmış olan resmini gösterdi.
Bay Gardiner, "Ya Bayan Darcy, o da ağabeyi gibi güzel mi?" diye sordu.
"Aa, evet, dünyanın en güzel kızıdır o. Son derece de güzel yetişti. Öyle becerikli ki. Resim yapar. Bütün gün piyano çalar, şarkı söyler. Yanımızdaki odada yeni piyanosu duruyor. Ağabeyi ona sürpriz yapmak için almış, göndermiş. Bayan Darcy yarın onunla birlikte geliyor."
Candan, tatlı sözlü bir adam olan Bay Gardiner, kâhya kadını sorduğu sorularla konuşturuyordu. Bayan Reynolds da besbelli, efendisinin ailesini çok sevdiği ve onlarla övünç duyduğu için bu konu üstüne konuşmaktan büyük zevk alıyordu.
"Efendiniz Pemberley'de sık sık kalır mı?"
"Bize kalsa burada daha da uzun bulunmasını isteyeceğiz; ama yılın aşağı yukarı yarısını burada geçiriyor sayılır. Bayan Darcy de yaz mevsimini her zaman burada geçirir."
Elizabeth içinden, Ramsgate'e gittiği yaz dışında, diye düşündü.
Bay Gardiner, "Efendiniz evlendiği zaman, sanırım, burada daha uzun kalacaktır," diye fikir yürüttü.
"Evet, ama onun da ne zaman evleneceğini artık Tanrı bilir. Zaten kendine layık bir kız bulabileceğini hiç sanmıyorum ya..."
Bay ve Bayan Gardiner gülümsediler. Elizabeth ise kendini tutamayarak, "Sizin böyle düşünmeniz efendiniz için yüksek bir nottur," dedi.
Kâhya kadın, "Ben yalnızca gerçeği dile getiriyorum," diye yanıtladı. "Onu tanıyan herkes benim bu düşüncemi paylaşacaktır." Elizabeth, bu kadarı da artık biraz aşırı, diye düşünmekten kendini alamadı. Gene de kadının bunu izleyen sözleri onu büsbütün şaşkınlığa uğrattı. "Ömrümde Bay Darcy'nin bir acı sözünü duymuş değilim. Oysa dört yaşındaydı elime geldiğinde."
İşte bu, iyice şaşırtıcı, Elizabeth'in düşüncelerine tam anlamıyla aykırı olan bir övgüydü. Genç kız, Darcy' nin huysuz, zor bir erkek olduğuna öylesine inanmıştı ki. Bu yüzden şimdi kâhya kadını biraz daha konuşturmak için can atıyordu. Neyse ki gene dayısı imdada yetişerek, "Böyle kimselere binde bir rastlanır," dedi. "Böyle bir efendiniz olduğu için ne mutlu size!"
"Evet, beyefendi, çok şanslı olduğumu ben de biliyorum. Dünyayı dolaşsam ondan iyi efendi bulamam. Ama eskiden beri dikkat etmişimdir: Çocukken iyi huylu olanlar, büyüyünce de iyi huylu olurlar. Bay Darcy de küçükken dünyanın en uysal, en tatlı, en iyi yürekli çocuğuydu."
Elizabeth'in gözleri fal taşı gibi açılmıştı. İçinden, gerçekten bizim Bay Darcy mi bu, diye geçiriyordu.
Bayan Gardiner, "Babası da eşsiz bir adamdı," diye araya karıştı.
"Evet hanımefendi, gerçekten öyleydi. Bay Darcy de tıpkı babasına benziyor. Yoksullara karşı da öylesine açık elli bir insan ki."
Elizabeth dinledikçe şaşkınlıktan şaşkınlığa ve bazen de kuşkuya düşüyordu. Ve dinledikçe dinleyeceği geliyordu. Başka hiçbir şeyde gözü yoktu. Bayan Reynolds' ın salonlar, döşemeler, tablolar üstüne anlattıkları bir kulağından girip öbür kulağından çıkıyordu. Kâhya kadının Darcy ailesine karşı beslediği bu derin ve sorgusuz sualsiz bağlılık Bay Gardiner'ın pek hoşuna gitmişti. Onun için çok geçmeden gene bu konuyu açtı ve Bayan Reynolds da geniş merdivenden yukarı çıkarlarken, Bay Darcy'nin sayısız iyiliklerini yeni baştan ve candan anlatmaya koyuldu:
"Dünyanın en iyi efendisi, en iyi patronudur o. Şimdiki başıboş gençler gibi değildir. Onların çoğu kendilerinden başka bir şey düşünmez. Bizim efendiyi, hizmetçiler ya da toprağını işleyen kiracılardan hangisine sorarsanız sorun, hepsi onun iyiliğini söyleyeceklerdir. Kimileri onu çok gururlu bulurlar. Ama ben kendim onun hiçbir gururlu, kibirli halini görmedim. Başka gençler gibi uçarı ve züppe olmadığı için öyle diyorlar bence."
Elizabeth, onun gözüyle bakılınca Bay Darcy ne kadar kusursuz görünüyor, diye düşündü.
Yengesi de onun kulağına, "Bu övgü sözleriyle onun zavallı Wickham'a ettikleri birbirini tutmuyor," diye fısıldadı.
"Belki yanılmışızdır."
"Buna pek aklım yatmıyor. Ne de olsa Wickham'ın kendi ağzından duyduk."
Yukarıdaki geniş sofadan geçerek çok sevimli bir oturma odasına girdiler. Burası daha yeni döşenmişti ve aşağıdaki odalara oranla daha hafif, daha ince bir ruh taşıyordu. Kâhya kadın, Bay Darcy'nin burasını kız kardeşini sevindirmek için yeni döşettiğini anlattı. Bayan Darcy son zamanlarda bu odayı çok sevdiğinden söz etmiş de.
Elizabeth pencerelerden birine doğru yürürken, "Gerçekten de Bay Darcy örnek bir ağabeymiş," diye mırıldandı.
Bayan Reynolds, Bayan Darcy'nin odayı böyle dayalı döşeli görüverince kim bilir nasıl sevineceğinden söz ediyordu.
"Ama efendimiz oldum olası böyledir zaten. Kız kardeşini sevindirecek bir şey düşündü mü hemencecik yapar. Dünyada kız kardeşi için yapmayacağı şey yoktur."
Portreler ve tablolar galerisiyle birkaç yatak odasından başka her şeyi görmüşlerdi. Galeride birçok tablo vardı; ama Elizabeth resimden pek anlamazdı. Bayan Darcy'nin kara kalemle yapmış olduğu kimi şeyler onu daha oyaladı, çünkü bu resimlerin konuları daha ilginç ve canlıydı.
Galeride Darcy ailesinin birçok portresi vardı, ama bunlar bir yabancının dikkatini pek çekmezdi. Elizabeth de kendi tanıdığı tek yüzün portresini arayarak ilerledi ve sonunda bunu görerek durdu. Bay Darcy'yi gerçekten olduğu gibi yansıtan bir portreydi bu. Yüzünde de öyle bir gülümseyiş vardı ki, genç kız bunu birçok kez onun yüzünde, kendisine bakarken belirdiğini görmüştü. Portrenin önünde dakikalarca kaldı, uzun uzun seyretti ve galeriden çıkmadan önce bir kez daha dönüp baktı. Bayan Reynolds bu resmin, Bay Darcy'nin babasının sağlığında çizilmiş olduğunu söylüyordu.
Şurası gerçektir ki, Elizabeth'in içinde şu dakikada resmin sahibine karşı, dostluklarının en ileri olduğu zamanlarda bile duymadığı bir yakınlık, bir yumuşama belirmişti. Kâhya kadının Darcy'yi böyle göklere çıkarması yabana atılacak bir şey değildi. Aklı başında bir hizmetçinin övgüsünden daha değerli hangi övgü vardır ki? Bir ağabey olarak, bir patron ve efendi olarak bu adam ne kadar çok sayıda insanın huzur ve rahatından sorumluydu. Çevresine zevk veya acı saçmak için elinde ne olanaklar vardı. Kendine bağlı olanlara ne büyük iyilikler ya da ne büyük kötülükler yapabilirdi. Kâhya kadının bütün anlattıklarıysa olumluydu. Ve Elizabeth şu anda onun resminin karşısında durmuş, gözlerini yüzünde hissederken, onun, kendisine yapmış olduğu evlenme önerisini şimdiye dek duymadığı bir zevk ve minnetle anımsıyordu. Şimdi erkeğin söylediği kırıcı sözleri unutmuş, yalnızca aşk sözlerindeki ateş ve içtenlik aklında kalmıştı.
Konağın, ziyaretçilere açık olan bölümleri gezildikten sonra aşağı kata dönüldü. Ziyaretçiler kâhya kadına veda ettiler. Onlara şimdi bahçıvan eşlik ediyordu.
Çimlerin üzerinden ırmağa doğru yürürlerken, Elizabeth bir ara durdu ve dönüp gene konağa baktı. Dayısıyla yengesi de döndüler. Bay Gardiner konağın yapılış tarihini kestirmeye çalışıyordu ki, konağın sahibi birdenbire, samanlıkların arkasındaki yoldan gelerek ortaya çıkıverdi.
Aralarında beş on metre bir uzaklık vardı ve Darcy öylesine yerden bitercesine belirivermişti ki, karşılaşmamalarının yolu yoktu. O saat göz göze geldiler ve ikisinin de yüzüne koyu bir renk dalgası yayıldı. Darcy o derece irkilmişti ki, sanki yerinden sıçramış ve sonra bir an şaşkınlığından donup kalmıştı. Neyse ki çok geçmeden kendini toparladı ve ileri doğru gelerek, Elizabeth'i serinkanlı olmasa da nazik bir sesle selamladı.
Genç kız onunla göz göze geldikten sonra elinde olmayarak başını çevirmişti. Ama onun yaklaştığını görünce döndü ve selamlarıyla hatır sormalarına, bir türlü yenemediği bir utangaçlıkla karşılık verdi. Eğer biraz önce gördükleri portreyle aralarındaki benzerlik, bu gelenin evin efendisi olduğunu Gardinerlara belirtmeye yetmese bile, bahçıvanın şaşkınlık sözleri yeterdi. Karıkoca biraz geride durarak, Pemberley'nin efendisinin yeğenleriyle konuşmasını seyre daldılar. Elizabeth o derece şaşalamış, öyle utanmıştı ki, genç adamın nazik sorularına ne yanıt verdiğini bile bilmiyordu. Darcy'nin davranışları son görüştükleri zamana oranla öylesine değişmiş ve yumuşamıştı ki... Onun dudaklarından dökülen her cümle Elizabeth'in sıkıntısını artırıyor ve kendisinin orada bulunuşunun yakışıksızlığını yeniden aklına getiriyordu. Öyle ki, baş başa konuştukları şu birkaç dakika içinde ömrünün en büyük tedirginliklerinden birini yaşadı.
Beri yandan Darcy'nin de pek öyle rahat bir hali yoktu. Sesi ve konuşması bile eski ağırlığını yitirmiş gibiydi. Elizabeth'in Longbourn'dan ne zaman ayrıldığını, Derbyshire'da ne kadar kalacağını öylesine bir telaşla, öyle üst üste sordu ki, onun da aklının pek başında olmadığı belliydi.
Sonunda söyleyecek başka bir şey bulamayarak bir süre sessiz durdu; sonra birden kendini topladı ve Elizabeth'in iznini isteyerek oradan ayrıldı. O zaman Bay ve Bayan Gardiner, yeğenlerinin yanına geldiler ve Bay Darcy'nin boyunu bosunu övmeye başladılar. Ama kulağına tek bir söz bile girmeyen Elizabeth, kendi düşüncelerine dalmış olarak, sessizlik içinde yürüyordu. Utanç ve can sıkıntısından bunalmış durumdaydı. Buraya gelmesi ne büyük aksilik ne kötü bir yanlışlık olmuştu. Kim bilir, Darcy bunu nasıl tuhaf karşılayacaktı. Böylesine onurlu bir erkek kim bilir onun bu yaptığı işi nasıl kötüye yoracaktı. Onun kendi peşinden koştuğunu sanacaktı. Ah, neden gelmişti, sanki, neden? Ya da Darcy, neden böyle beklenildiğinden bir gün önce dönmüştü? Kendileri konaktan on dakika önce çıkmış olsalardı karşılaşmayacaklardı. Çünkü Darcy'nin hemen şimdi gelmiş olduğu, atından veya arabasından henüz indiği ortadaydı. Şu karşılaşmanın tersliğini düşündükçe, genç kızın her zerresine ateş basıyordu. Ama ya erkeğin tavırlarındaki göze batan değişiklik, bunun anlamı ne olsa gerekti? Elizabeth'le konuşması bile şaşılacak şeydi ya, hele böyle nazik, yumuşak bir ifadeyle konuşup evdekilerin bile hatırını sorması... Genç kız onu şimdiye değin hiç böyle uysal, böyle alçakgönüllü görmemişti. Rosings Park'ta, mektubunu Elizabeth'in eline tutuşturduğu zamanki haliyle, bugünkü hali arasında dağlar kadar fark vardı. Elizabeth ne düşüneceğini, bütün bunları neye yoracağını bilemiyordu.
Şimdi ırmak kıyısındaki güzel bir yola sapmışlardı ve attıkları her adım gözlerinin önüne bir öncekinden daha şahane bir görünüm sermekteydi. Ne var ki Elizabeth bir süre hiçbir şeyi açıkça göremedi. Gerçi dayısıyla yengesinin, "Güzel değil mi?" diye üst üste sordukları sorulara makine gibi yanıtlar veriyor ve onların gösterdiği yana doğru dönüp bakıyordu, ama baktığı şeyleri seçecek durumda değildi. Aklı hep Darcy'deydi. Onun şu anda kafasından neler geçtiğini bilmeye can atıyordu. Darcy onun için ne düşünüyor olabilirdi? Her şeye karşın, onu hâlâ seviyor muydu acaba? Belki yalnızca ilgisiz ve rahat olduğu için o denli kibar ve yumuşak davranmıştı. Gelgelelim sesinde öyle bir titreyiş vardı ki, hiç de ilgisizliğe ve rahatlığa benzemiyordu. Genç kız bu karşılaşmanın ona zevk mi, yoksa acı mı verdiğini gerçi kestiremiyordu, ama onun serinkanlı olmadığına da gerçekten emindi.
Sonunda yanındakilerin, onun dalgınlığından yanıp yakınmaları biraz uyardı da, Elizabeth kendini toparlamak gereğini duydu.
Şimdi koruluğa girmişlerdi. Bir süre ırmak yolundan ayrılarak daha yukarılara tırmandılar. Ağaçların arasındaki açıklıklardan yer yer vadi, karşı tepeler ve ırmak görülüyordu. Bay Gardiner bütün parkın çevresini dolaşmak istediğini söyledi. Ama parkın çevresinin bir kerede dolaşılamayacak kadar geniş olduğunu kestirebiliyordu. Nitekim bahçıvan, övünç dolu bir gülümseyişle, park çevresinin on beş kilometre uzunlukta olduğunu bildirdi. Böylece bu sorun da çözümlenmiş oldu ve onlar da bütün ziyaretçiler gibi bu kadar bir geziyle yetinmeye karar verdiler. Tuttukları yol onları bir süre sonra gene ırmak kıyısına çıkardı. Suyun en dar boğazlarından biriydi bu. Karşı yana, küçük bir köprünün üzerinden geçtiler. Burası korunun en el değmemiş köşelerinden biriydi. Vadi son derece daraldığı için, su kıyısını izleyen fundalık bir yoldan başka da yol yoktu. Elizabeth bu yolu tutturarak ırmağın kıvrımları boyunca keşfe çıkmaya can atıyordu. Gelgelelim köprüden geçip de evden ne kadar uzaklaşmış olduklarını gördükleri zaman, yürüyüşten zaten pek hoşlanmayan Bayan Gardiner daha ileriye gitmek istemedi ve en kısa yoldan arabaya dönülmesine karar verdi. Elizabeth'in de bu karara boyun eğmekten başka çıkar yolu olmadığı için geri döndüler ve gene konağa doğru yürümeye başladılar. Ama çok hızlı gittikleri söylenemez. Çünkü balık tutmayı pek seven ama buna pek az zaman bulan Bay Gardiner, ırmağın sularında birkaç alabalık görünce o kadar ilgilenmişti ki durup bakmaktan ve bahçıvanı bu konuda sorguya çekmekten yürümeyi unutuyordu. Böyle ağır ağır ilerlerken Bay Darcy' nin yaklaşmakta olduğunu görerek bir kez daha şaşkınlığa kapıldılar. Elizabeth'in şaşkınlığı ilk karşılaştıkları zamanki kadar büyüktü. Neyse ki yolun bu bölümü daha açıklık olduğu için bu kez onu, burun buruna gelmeden önce görebildiler. Böylece Elizabeth bütün şaşırmasına karşın, hiç değilse kendini bu karşılaşmaya hazırlayacak fırsat bulabildi. Eğer yüz yüze gelirlerse serinkanlı görünüp serinkanlı konuşmaya karar verdi. Bir ara yolun bir kıvrımıyla gözden gizlenince, onun başka bir yöne sapmış olabileceğini düşündü. Ama köşeyi döner dönmez karşılaştılar. Genç kız onun biraz önceki yumuşaklığından hiçbir şey yitirmemiş olduğunu bir bakışta anladı. Ve bu nezakete karşılık vermek için hemen parkın güzelliğini övmeye başladı. Gelgelelim, "şahane" ve "çok güzel" sözcüklerinden başka bir şey söyleyemedi, çünkü kimi tatsız anılar aklını çeldi ve genç kız Pemberley'yi övüşünün başka anlama çekilebileceğini düşündü. Benzi solarak suspus oldu.
Bayan Gardiner biraz geriden gelmekteydi. Darcy' yi görünce duralamıştı. Bunu ayrımlayan genç adam Elizabeth'e, "Beni arkadaşlarınıza tanıtırsanız onur verirsiniz," dedi.
Elizabeth ondan bu derece yakınlık beklemiyordu doğrusu. Onun, bir zamanlar hor gördüğü, kendi akrabalığına yakıştıramadığı kimselerle şimdi tanışmak istediğini düşününce gülmemek için kendini zor tuttu. Ve içinden, "Onların kim olduğunu öğrenince kim bilir ne şaşacak," diye düşündü. "Şimdi onları yüksek tabakadan bir hanımla bey sanıyor."
Ve tanıştırma sırasında yanındakilerin dayısıyla yengesi olduğunu belirtirken, yan gözle, bakalım nasıl bir tepki gösterecek diye Darcy'nin yüzüne bakıyordu. Onun böyle sıradan ve "avamdan" kişilerin yanından koşa koşa uzaklaşacağını da aklından geçirmiyor değildi.
Darcy'nin bu akrabalığı öğrenince şaştığı gerçi yadsınamaz; ama genç adam bunu soğukkanlılıkla karşıladı ve kaçıp gitmek şöyle dursun, onların yanına katılarak Bay Gardiner'la konuşmaya bile başladı. Bu durum karşısında sevinmemek, üstelik bir zafer duygusuna kapılmamak Elizabeth'in elinde değildi. İki erkeğin arasındaki konuşmaları can kulağıyla dinliyor ve dayısının ağzından çıkan her sözle yeni baştan kıvanca boğuluyordu. Çünkü Bay Gardiner'ın zekâ ve zevk sahibi, kibar bir beyefendi olduğu her sözünden anlaşılıyor, üstünden akıyordu. Söz döndü, dolaştı, balık avına geldi ve Elizabeth, Darcy'nin dayısına, bu yörede kaldığı sürece istediği zaman gelip Pemberley Irmağı'nda balık tutmasını söylediğini duydu. Darcy aynı zamanda Bay Gardiner'a olta ve yem sağlayacağını söz veriyor ve ırmağın nerelerinde balığın bol olduğunu gösteriyordu.
Elizabeth'le kol kola yürümekte olan Bayan Gardiner, yeğenine şaşkınlığını belirten bir bakışla baktı. Elizabeth sesini çıkarmadı; ama duyduğu sevinç sonsuzdu. Bütün bunları Darcy, onun hatırı için yapıyor olsa gerekti. Gene de genç kız büyük şaşkınlıklara kapılmaktan kendini alamıyordu: Nasıl değişmiş böyle? Nedir onu bu derece değiştiren? Ben olamam. Bu derece yumuşak, alçakgönüllü oluşu benim sayemde olamaz. Hunsford'da ettiğim sitemler onu böylesine etkileyip kökünden değiştirmiş olabilir mi? Beni hâlâ seviyor mu acaba? Olamaz ki! Bir süre böyle, hanımlar önde, beyler arkada yol gittiler. Sonra, şaşırtıcı bir su bitkisini daha yakından görmek için suyun kıyısına indikleri sırada, Bayan Gardiner çok yorulduğunu ve kocasının koluna girerse daha rahat yürüyeceğini söyledi. Bunun üzerine Darcy, Elizabeth'in yanına geçti ve böylece yürümeye başladılar.
Kısa bir sessizlikten sonra Elizabeth konuşmaya karar verdi. Onun burada olmadığını sandıkları için konağa geldiğini anlatmak istiyordu. Böylece, onun dönüşünün hiç beklenmedik bir sürpriz olduğunu söylemekle konuyu açtı.
"Kâhya sizin konağa ancak yarın döneceğinizi söylüyordu," dedi. "Üstelik Bakewell'den ayrılmadan önce de sizin burada olmadığınızı ve şu günlerde beklenmediğinizi söylüyorlardı."
Darcy gerçekten hiç habersiz, birdenbire geldiğini itiraf etti. Kâhyasıyla görüşülecek bir iş olduğu için, birlikte yolculuk ettiği arkadaşlardan önce gelmiş. Sonra Darcy, "Onlar yarın sabah erkenden burada olacaklar," dedi. "Aralarında tanıdıklarınız da var: Bay Bingley ile kız kardeşleri."
Elizabeth yalnızca başını eğmekle yetindi. Aklına hemen Bingley'den son olarak söz edişleri gelmişti. Ve eğer yüzündeki kırmızı renk dalgasına bakılırsa, Darcy' nin aklına da aynı şey gelmiş olsa gerekti. Bir duralama oldu. Sonra genç adam, "Geleceklerin arasında öyle birisi var ki sizinle tanışmayı çok istiyor," diye sözünü sürdürdü. "Kız kardeşimi size tanıtmama izin verir misiniz? Yoksa çok mu ileri gidiyorum?"
Elizabeth'in bu dilek karşısında duyduğu şaşkınlık gerçekten büyük oldu. Bayan Darcy'nin onunla ille tanışmak istemesi için bir neden olmadığı ve bu tanışmayı Darcy'nin istediği belli bir şeydi. Demek ki Darcy evlenme isteğinin olumsuz karşılanışına kızmakla birlikte Elizabeth'i hor görmemişti.
Şimdi ikisi de derin düşüncelere dalmış olarak sessizlik içinde yürüyorlardı. Elizabeth rahat değildi. Rahat olamazdı ama gene de gururu okşanmıştı, sevinçliydi. Darcy'nin ona kız kardeşini tanıtmak isteyişi en yüksek övgü sayılırdı.
Faytonun durduğu yere geldikleri zaman ötekileri çok geçmiş olduklarını, Bay ve Bayan Gardiner'ın ta gerilerde kaldığını gördüler. O zaman Darcy genç kıza içeri buyurup oturmasını söyledi, ama o yorulmadığını ileri sürdü. Çimlikte, baş başa duruyorlardı. Böyle bir zamanda konuşulacak çok şey vardı ve susmak sıkıcıydı. Elizabeth bir şeyler konuşmak isteğini duyuyordu, ama her konuda bir sakınca var gibiydi. En sonunda yapmakta olduğu yolculuk aklına geldi. İşte bundan tehlikesiz konu olamazdı. Böylece bir süre, büyük dirençle, Oxford' dan ve Blenheim'dan konuştular. Gene de dakikalar geçmek, yenge hanım gelmek bilmiyordu. Ve genç kızın hem sabrı hem de sözleri tükenmek üzereydi.
Gardinerların gelişi üzerine ev sahibi onları ille de içeriye girip birer çay içmeye çağırdı. Ama ziyaretçiler bunu kabul etmeyince birbirlerinden büyük bir nezaketle ayrıldılar. Bay Darcy, hanımların arabaya binmelerine yardım etti ve Elizabeth onun yavaş yavaş, düşünceli adımlarla konağa doğru döndüğünü gördü.
Araba kalkınca karıkoca Gardinerlar, Pemberley'nin sahibi konusundaki düşüncelerini ortaya döktüler. İkisi de onu umduklarının çok daha üstünde bulmuşlardı.
Bayan Gardiner, "Baştan aşağı ince, terbiyeli, kibirsiz bir insan," diyordu.
Bay Gardiner, "Gerçi üzerinde gururlu, ağır bir hava yok değil; ama bu yalnızca gösterişte kalıyor, sonra ona yaraşıyor da," diye fikir yürüttü. "Şimdi ben de kâhya kadınla aynı şeyi söyleyeceğim. Bazıları onun kibirli olduğunu söyleyebilirler, ama ben onda hiç öyle burnu büyük hava bulmadım."
"Bize karşı takındığı tavır çok şaşırtıcıydı. Yalnızca nazik davranmakla kalmadı, iyiden iyiye ilgilendi bizimle. Oysa hiç gereği yoktu. Çünkü Elizabeth'le olan dostlukları bir tanışıklıktan ibaret."
Bayan Gardiner, "Lizzyciğim, evet, Bay Darcy, Wickham kadar yakışıklı değil," dedi. "Daha doğrusu Wickham gibi şirin değil, yoksa çizgileri son derece düzgün. Sen bu adamın ters, kötü bir adam olduğunu nereden çıkardın, Tanrı aşkına?"
Elizabeth elinden geldiğince kendini haklı çıkarmaya çalıştı. Darcy'nin yakından tanındıkça daha iyi anlaşılan bir tip olduğunu ileri sürdü.
Dayısı, "Belki de günü gününe uymayan bir adamdır," dedi. "Bu soylu aileler çok zaman böyledir. Onun için ben onun balık tutmak konusunda söylediklerine pek kulak asmam, daha iyi. Neme gerek, belki başka bir gün düşüncesini değiştirip surat çevirir."
Elizabeth onun bu düşüncesinin temelden yanlış olduğunu biliyordu ama sesini çıkarmadı. Yengesi, "Senden duymasam, onun hiç de taş yüreklilik yapacak tipte olduğunu, zavallı Wickham'a öyle kötülükler edebileceğini sanmazdım, Elizabeth," dedi. "Hiç de kötü bir insana benzemiyor. Tersine, konuşurken ağzının ifadesi çok cömert. Yüzünde de öyle bir vakar var ki bu tipler çoğunlukla iyi yürekli olur. Zaten bizi gezdiren hanım kişi de onu göklere çıkardı ya... Kadıncağız konuştuğu sırada çok kez yüksek sesle gülmemek için kendimi zor tuttum. Ama kim bilir? Bay Darcy'nin eli çok açık olsa gerek. Bazı hizmetçilerin gözünde, eli açık olan bir insan her türlü erdeme sahiptir."
Elizabeth, şimdi Darcy'nin bir dereceye kadar savunmasını yapmayı boynuna borç bilmeye başlamıştı. Bu yüzden, üstü kapalı bir biçimde, Kent'te kaldığı sırada onun akrabalarından birtakım şeyler duyduğunu ve bu duyduklarına bakılırsa olayların çok başka bir biçimde yorumlanabileceğini; ne Darcy'nin karakterinin ilk sandıkları kadar kusurlu ne de Wickham'ınkinin ilk göründüğü kadar temiz olduğunu anlatmaya çalıştı. Buna kanıt olarak da Darcy ile Wickham'ın arasında dönen parayla ilgili işleri anlattı. Bunu kimden öğrendiğini bildirmedi, yalnızca inanılır bir kaynaktan duymuş olduğunu söyledi.
Bayan Gardiner şaşmış, üzülmüştü. Ama şu sırada çok sevdiği yerlere yaklaşmaktaydılar. Genç kadın tatlı anıları tazelemek keyfi içinde her şeyi unuttu. Eskiden tanıdığı ilgi çekici yerleri kocasına göstermeye öyle daldı ki her şeyi unuttu. Sabahki yürüyüşten yorgun düşmüş olmakla birlikte, yemekten hemen sonra eski dostlarını bulmak için gene yollara döküldü. O akşamı da yıllarca ayrılıktan sonra gene tazelenen bir dostluğun zevki içinde geçirdi.
Elizabeth'e gelince, o gün olup bitenler kafasını öylesine oyalıyordu ki yeni tanıdığı kimselerle ilgilenecek durumda değildi. Durmadan, Darcy'nin gösterdiği ince yakınlığı ve kız kardeşini ona tanıtmak istediğini düşünmekten ve her seferinde yeniden şaşkınlığa düşmekten başka bir şey yapamıyordu.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top