Üçüncü Bölüm: Beşinci Kısım

Lambton'dan çıkarlarken, dayısı "Elizabeth," dedi, "ciddi olarak düşününce ben de ablan Jane'in düşüncelerini benimsiyorum. Lydia kimsesiz, kolsuz kanatsız bir kız değil ki bu genç ona böyle göz göre göre kötü niyet beslesin. Sonra kendinden üstün rütbeli bir albayın yanında kalan kıza aklı başında hiçbir genç subay kötü gözle bakamaz. Onun için ben de iyimser düşünmeye başlıyorum doğrusu. Wickham bu kızın tüm çevresinin ayağa kalkacağını, sonra mesleğinin elden gideceğini de düşünür elbet. Bütün bu tehlikeleri niçin göze alsın? Albay Forster'la böyle bir çatışmanın ardından tümeninde gözden düşeceğini de tahmin eder."

Elizabeth bir an için ferahlayarak, "Sahi, böyle mi düşünüyorsunuz?" diye sordu.

Bayan Gardiner da, "İnan, ben de dayına hak vermeye başlıyorum," diye söze karıştı. "Bu iş insanlık ve şerefe sığmadığı gibi, ucunda bir çıkar da yok, onun için Wickham bu alçaklığı yapamaz. Zaten ben onun bu kadar düşeceğine inanamıyorum. Sen inanabiliyor musun, Lizzy?"

"Çıkarına aykırı bir iş yapacağına inanamıyorum, ama başka her şeyi umarım ben ondan. Keşke sizin dediğiniz gibi olsa. Ama iyimser olmayı göze alamıyorum. Eğer Wickham'ın niyeti iyiyse, neden İskoçya'ya gitmediler?"

Bay Gardiner, "Bir kez İskoçya'ya gitmediklerini gösterecek kesin kanıt yok," diye düşüncesini belirtti.

"Ama Clapham'da araba değiştirmişler. Sonra o araba Londra yolunda ilerlerken görülmüş."

"Peki, Londra'da olduklarını varsayalım. Oraya salt gizlenmek için gitmiş olabilirler. Sonra ikisinin de elinde çok para olduğunu sanmıyorum. Londra'ya gidip evlenmenin daha ucuza çıkacağını düşündüler belki de."

"İyi ama, bu gizli kapaklılığın anlamı ne? Yerlerini belirtmekten neden kaçınıyorlar? Neden ille herkesten gizli olarak evleniyorlar? Yok, yok; akla yakın değil bu. Jane'in mektubundan da anlaşılıyor: Wickham'ın en yakın dostu, onun evlenmeye niyeti olmadığını söylemiş. Wickham parasız bir kadınla evlenmez. Durumu buna elvermez. Böyleyken Lydia onu nasıl bağlayabilir? Gençliğinden, canlılığından, neşesinden başka nesi var ki öyle bir erkek onun gönlü için paralı bir kızla evlenmek olanağından vazgeçsin? Lydia'yla kaçarak mesleğini tehlikeye atmasına gelince, bu konuda hiç bilgim olmadığı için bir fikir yürütemiyorum. Ama ileri sürdüğünüz diğer nokta tartışma götürür. Lydia'nın şerefini koruyacak bir ağabeyi, erkek kardeşi yok. Babasının da ilgisizliği, ailesine karşı olan umursamazlığı ortada. Böyle bir durumda da kılını kıpırdatmayacağı sanılabilir."

"Ama sence Lydia ona olan aşkından başka her şeyi unutup da nikâhsız olarak onunla yaşamaya razı olabilir mi?"

Elizabeth gözleri yaşlarla dolarak, "Böyle bir sorunun sorulabilmesi bile ne acı," diye mırıldandı. "Lydia' nın namusuna hiçbirimiz yüzde yüz inanamıyoruz. Ne söyleyeceğimi bilemiyorum. Onun günahını alıyoruz belki de. Ama yaşı öyle küçük ki... Sonra ona ciddi davranmayı öğreten de olmadı. Hele şu son altı ay, daha doğrusu şu son bir yıl içinde gezip eğlenmekten, giyinip süslenmekten başka hiçbir şey düşünmedi. Annemizle babamız onun gereğinden çok gezmesine, başına buyruk kesilmesine göz yumdular. O askerler Meryton'a geldikten sonra Lydia subaydan, aşktan, flörtten başka şey bilmedi. Duygularına gem vurmak şöyle dursun –hep bu konuları konuşa konuşa, kendi kendini– nasıl diyeyim, büsbütün kışkırttı sanki. Wickham'ın da bir kadının gönlünü çelebilecek her türlü çekiciliğe sahip olduğunu hepimiz biliyoruz."

Yengesi, "Ama görüyorsun ya, Jane onun böyle bir alçaklık yapabileceğine ihtimal vermiyor," dedi.

"Jane kim için kötü şey düşünür zaten? Ve böyle bir kötülüğü, elinde kesin kanıt olmadan kime kondurabilir? Ama Wickham'ın ne mal olduğunu Jane de benim kadar biliyor. Onun her anlamda serseri olduğunu, dürüstlük ve onur nedir bilmediğini, sevimli olduğu oranda yalancı ve ikiyüzlü olduğunu ikimiz de biliyoruz."

Yengesi, "Bütün bunları gerçekten kesinlikle biliyor musun?"

Onun bütün bunları nereden ve kimden öğrenmiş olabileceğini pek merak ediyordu.

Elizabeth pembeleşerek, "Yüzde yüz," diye yanıtladı. "Geçenlerde size onun Bay Darcy'ye karşı yaptığı nankörlüğü anlattım. Oysa onun Longbourn'dayken Darcy' yi eleştirirken nasıl yerin dibine soktuğunu siz de duymuştunuz. Daha başka şeyler de var, ama anlatamam. Zaten değmez de. Gene de onu bağrına basıp yetiştiren ailenin çocuklarına attığı iftiraların haddi hesabı yok. En basiti: Bayan Darcy için söylediklerinden, ben kızcağızı burnu havada, soğuk, züppenin biri sanıyordum. Wickham bile bile yalan söylemiş. Bayan Darcy'nin özentisiz, tatlı, sessiz sedasız bir kimse olduğunu çok iyi bilmesi gerekirdi."

"Peki ama Lydia'nın bunlardan hiç haberi yok mu? Jane'le senin bu kadar iyi bildiğiniz şeylerden o habersiz olabilir mi?"

"Olur ya! İşin en kötü yanı da bu! Kent'e gidip de Bay Darcy ile Albay Fitzwilliam'ı yakından tanıyıncaya dek işin içyüzünden ben de habersizdim. Eve döndüğüm zaman askerler Meryton'dan ayrılmak üzereydiler. Ne ben ne de Jane bildiklerimizi ortaya vurmakta bir yarar gördük. Bir iki hafta sonra çıkıp gidecek olan bir adamı bütün çevrenin gözünden düşürmekle ne kazanacaktık? Sonra Lydia'nın Bayan Forster'la gitmesi kararlaştırıldığı zaman bile, ona Wickham'ın içyüzünü anlatmak gereği hiç aklımızdan geçmedi. Onun tehlikede olabileceğini düşünmek bile... Hele böyle bir işin olabileceğini rüyada görsek inanmayacağımızı siz de anlarsınız."

"Yani Brighton'a gittikleri zaman birbirlerini sevdiklerini hiç sanmıyor musun?"

"Sanmıyorum ya! İkisinde de sevdalıymışlar gibi bir tutum yoktu. Böyle bir belirti olsaydı bizim bunu gözden kaçırmayacak bir aile olduğumuzu sanırım siz de biliyorsunuz. Wickham ilk geldiği zaman Lydia ona bayılmıştı, doğallıkla, hepimiz bayılmıştık ona. O ilk iki ay Meryton dolaylarındaki kızların hepsi ona vurgundu. Gelgelelim Wickham'ın Lydia'ya hiçbir zaman özel bir ilgi gösterdiği olmadı. Bu yüzden de Lydia kısa bir süre Wickham için çıldırdıktan sonra onu unuttu. Kendisine daha yakın ilgi gösteren subaylar Wickham'ın yerini aldı."

Gerçi bu konudaki korku, umut ve tahminlerini kaç kez yineleseler yeni bir şey eklemelerinin yolu yoktu. Ama yolculuk boyunca üç dostumuzun durup durup bu konuya döndüklerine sanırız hiç şaşılmaz. Hele Elizabeth küçük kardeşini aklından çıkaramıyordu. Büyük bir acı içinde çırpınıyor ve kendi kendini suçlu görerek bir an bile rahata kavuşamıyordu.

Elden geldiğince hızla yol alıp bir gece konakladılar ve ertesi gün öğle sırasında Longbourn'a geldiler. Elizabeth, hiç olmazsa Jane'in gözlerinin pek yolda kalmadığını düşünerek avunuyordu.

Arabanın geldiğini görünce dışarı fırlamış olan küçük Gardinerlar merdivende duruyorlardı. Araba eve yaklaşıp da içindekileri tanıdıkları zaman, yüzlerini aydınlatan sevinçli şaşkınlık ve yerlerinde sıçramaları, yolcuları karşılayan ilk "hoş geldiniz" oldu.

Elizabeth arabadan atladı ve çocukları aceleyle öptükten sonra hemen içeri koştu. Jane de koşarak annelerinin odasından inmekteydi. İkisi de gözleri yaşlarla dolarak kucaklaştılar. Elizabeth bir dakika bile geçirmeyerek "kaçak"lardan haber olup olmadığını sordu.

Jane, "Daha yok," diye yanıtladı. "Ama artık dayımız geldi ya, her şey yoluna girecektir, umarım."

"Babam Londra'da mı?"

"Evet, salı günü gitti. Benim sana o mektubu yazdığım sırada."

"Sık sık haberini aldınız mı bari?"

"Ancak bir haber aldık. Çarşamba günü bana iki satırlık bir şey yazarak, sağ salim Londra'ya vardığını bildirmiş, adresini de vermiş. Bunu ondan özellikle istemiştim. Ama verecek önemli bir haberi olmadan mektup yazmayacağını söylüyor."

"Ya annem, o nasıl? Sizler nasılsınız?"

"Annem iyice sayılır. Gerçi morali çok bozuldu, doğallıkla. Yukarıda, odasında. Sizlerin gelişinize çok sevinecek. Daha odasından çıkmıyor. Mary ile Kitty iyiler."

"Ama ya sen nasılsın? Çok solgunsun. Kim bilir neler çektin!"

Jane çok iyi olduğuna kız kardeşini inandırdı. Çocuklarıyla kucaklaşmakta olan karıkoca Gardinerların yanlarına gelişiyle iki kız kardeşin konuşması sona erdi. Jane, hemen dayısıyla yengesine koştu ve hem ağlayıp hem de gülerek ikisine de, hoş geldiniz, dedi. Geldikleri için teşekkürler etti.

Hepsi birden oturma salonuna geçtikleri zaman, Elizabeth'in az önce sorduğu sorular, yeni baştan sorulup yanıtlandı. Jane'de yeni bir haber olmadığı çok geçmeden anlaşıldı. Kendi gönül güzelliğinin bir meyvesi olan iyimserliğini Jane henüz yitirmiş değildi. Her işin sonunda iyiye bağlanacağına ve sabahlardan bir sabah, ya Lydia'dan ya da babalarından, nikâh kıyılmış olduğunu muştulayan bir mektup geleceğine inanıyordu.

Biraz dinlendikten sonra yukarıya çıktıklarında Bayan Bennet, onları tam kendinden umulacak biçimde karşıladı: gözyaşları, ahlar vahlar, Wickham'ın alçaklığını lanetlemeler, kendi bahtsızlığına yanmalar ve kendinden başka herkesi suçlamalar... Oysa Lydia'nın başına gelen felaketin başlıca nedeni, belki de annesinin düşüncesiz ve sınırsız hoşgörüsüydü.

"Sözümü geçirebilseydim de Brighton'a evcek gidebilseydik, bu iş başımıza gelmeyecekti. Ama zavallı Lydiacığım yapayalnız kaldı. Albay Forster'la karısının onu bir an bile gözlerinden ayırmamaları gerekirdi. Ben onlarda çok büyük ilgisizlik suçu görüyorum. Yoksa Lydia'ya göz kulak olunsa, böyle bir iş yapacak kız değildir. Zaten ilk baştan hiç doğru bulmadım, kızı onlara teslim etmeyi. Ama sözümü dinleyen olmadı. Benim sözüm ne zaman geçer zaten bu evde! Zavallı yavrucuğum! Şimdi artık Bay Bennet de Londra'ya gitti. Biliyorum, Wickham'la düelloya tutuşacak, yaralanarak ölüp gidecek. O zaman halimiz nice olacak? Collinsler daha babamızın mezarı soğumadan bizi kapı dışarı edecekler bu evden. Ah, kardeşim, sen bize kol kanat germezsen biz sürünürüz."

Odadakiler bu acıklı sözlere karşı hep bir ağızdan, "Tanrı saklasın!" dediler. Bay Gardiner ablasına, onun ailesinin kendi ailesi sayılacağını söyledikten sonra, hemen ertesi günü Londra'ya gideceğini ve Lydia'nın bulunması için Bay Bennet'e her türlü yardımı yapacağını anlattı.

"Boş yere telaşa kapılmayın," dedi. "Gerçi insan kendini kötü sonuca alıştırmalı, ama olmamış bir şeye olmuş gözüyle bakmanın gereği yok. Onlar Brighton'dan kaçalı daha bir hafta bile olmadı. Birkaç gün içinde bir haberleri çıkar. Evlenemediklerini, evlenmeye de niyetleri olmadığını kesin olarak öğrenmedikçe umudumuzu kesmeyelim. Londra'ya varır varmaz, ağabeyimi alıp bizim eve götüreceğim. Ondan sonra artık birbirimize akıl danışarak işleri yürütürüz."

Bayan Bennet, "Ah, sevgili kardeşim, ben de senden bunu beklerdim zaten," dedi. "Kuzum, Londra'ya gider gitmez nerede olurlarsa olsunlar bul onları. Eğer evlenmemişlerse, zorla evlendir. Çeyiz çimen sorununa, gelinliğe filan gelince, bunun için bekleyip gecikmesinler. Lydia'ya söyle, evlendikten sonra istediği kadar para vereceğim ona, her gerekeni alabilir. Aman kardeşim, Bay Bennet'i düelloya tutuşmaktan, ne yap, yap, vazgeçir. Ona benim hasta olduğumu söyle. Korkudan aklı başında değil de. Her yanı öyle titriyor, öyle sancıyor, öyle ağrıyor, yüreği öyle çarpıyor ki gece gündüz, rahat, dirlik nedir bilmiyor, de. Sevgili Lydiama da söyle, ben gelmeden sakın hiçbir elbise, çamaşır filan ısmarlamasın. Neyin nereden alınacağını o bilemez. Ah kardeşim, sen ne iyisin! Her şeyi hemen yoluna koyuvereceksin. Biliyorum."

Bay Gardiner, elinden geleni yapacağına yeni baştan güvence vermekle birlikte, ona kötümserlikte olduğu gibi iyimserlikte de aşırıya kaçmamasını salık verdi. Yemek sofraya gelene kadar böyle konuştular ve onu bu kez tüm duygularını, kızları yokken onunla ilgilenen evin kâhyasına aktarsın diye odasında bırakarak yemeğe indiler.

Gerçi Bay ve Bayan Gardiner, Bayan Bennet'in böyle odasına kapanmasına şimdilik bir neden bulunmadığı kanısındaydılar, ama onu bundan vazgeçirmeye de kalkışmadılar. Çünkü onun hizmetçilerin önünde dilini tutamayıp ileri geri konuşacağını biliyorlardı. Odasından çıkmadığı sürece onu tek kâhya kadın görüp duyuyordu, ki en güvenilir hizmetli olduğu için her şeyi tek onun bilmesi, bütün hizmetçilerin ağzına sakız olmasından yeğdi.

Yemek odasında Mary ve Kitty'yi buldular. Odalarında çok işleri olduğundan yolcuları karşılamamış olan iki kızın biri kitaplarının, öbürü de tuvalet masasının başından kalkıp geldiler. İkisi de oldukça serinkanlı görünüyorlardı. Yalnızca Kitty'nin, en sevdiği kız kardeşini yitirmenin ve babasından çok azar yemenin sonucu olarak, her zamankinden daha huysuz ve mızmız bir hali vardı.

Mary'ye gelince, o derece serinkanlıydı ki Elizabeth'i bir köşeye çekerek şöyle fısıldadı:

"Çok kötü oldu bu iş. Şimdi artık dedikoduyu da herkes duyacak. Ama bizler zehirli dilleri susturmaya ve birbirimizin yarasına, kardeşlik merhemi sürmeye çalışmalıyız."

Sonra, Elizabeth'in hiç karşılık vermediğini görünce ekledi:

"Gerçi bu olay Lydia için büyük bir felakettir, ama bizler bu olaydan şöyle bir yararlı ders alabiliriz: Bir genç kız iffetini bir kez yitirdi mi, bir daha eline geçiremez, attığı tek bir yanlış adım onu sonsuz felakete sürükleyebilir, genç kızın namusu sırça gibi güzeldir ama inceciktir de, kırılıverir. Bir genç kız erkekler konusunda ayağını ne denli denk alsa azdır."

Elizabeth'in gözleri inanmazlık ve şaşkınlıkla açılmıştı. Ama içi öylesine kararmıştı ki hiç karşılık veremedi. Mary de uğradıkları felaketten bu tür ahlak dersleri çıkararak avunmayı gönlünce sürdürdü.

Yemekten sonra en büyük iki kız kardeş baş başa kalmak için ancak yarım saat ayırabildiler. Elizabeth hemen bu fırsattan yararlanarak öğrenmek istediği şeyleri sordu. Jane de zaten ona her şeyi anlatmak için can atıyordu.

"Jane, her şeyi anlat bana. Bütün ayrıntıları ver. Albay Forster ne dedi? Olaydan önce herhangi bir durumdan kuşkulanmamışlar mı? Onlarla her zaman her dakika bir arada bulunuyorlardı elbet."

"Albay Forster'ın dediğine göre, önceden beri bir şeylerden, özellikle Lydia'nın davranışlarından kuşkulanırmış, ama kaygıya kapılacak kadar değil. Onun hesabına da öyle üzülüyorum ki... Çok yakın ve ilgili davrandı. Bize zaten gelmek üzereyken onların İskoçya'da olmadıkları duyulunca bir an önce gelmiş."

"Demek Denny, Wickham'ın evlenmeye niyetli olmadığını kesinlikle biliyormuş, öyle mi? Onların kaçacağından Denny'nin haberi var mıymış? Albay Forster onunla, yani Denny ile kendisi konuşmuş mu?"

"Evet, ama albayın karşısında Denny her şeyi yadsımış. Yani hiçbir şeyden haberim yok, demiş. Evlenmek konusundan da söz etmemiş. Belki önceden söylediği zaman da öyle dememiştir de yanlış anlamışlardır. Benim tek umudum bunda."

"Albay Forster gelinceye dek, onların evlenmemiş olabileceği hiçbirinizin aklından bile geçmemiştir, sanırım. Öyle değil mi?"

"Böyle bir şeyi nasıl düşünebilirdik? Üzüldük elbette; hele ben. Wickham'ın çok yanlış işler yapmış bir adam olduğunu bildiğimden, böyle bir evlenmenin Lydia'ya mutluluk getirmeyeceğinden korkuyordum. Annemizle babamız bir şey bilmedikleri için yalnızca bu evlenmeyi uygunsuz buluyorlardı. O zaman Kitty, hepimizden çok şey bildiğiyle övünmek isteğine kapıldı. Lydia'nın son mektubunda böyle bir şeye değinmiş olduğunu ağzından kaçırıverdi. Onların birbirlerini sevdiklerini de haftalardır biliyormuş."

"Ama buradayken aralarında bir şey yoktu, değil mi?"

"Hiç sanmıyorum."

"Ya Albay Forster'ın Wickham konusundaki düşünceleri olumlu mu? Yoksa onun ne mal olduğundan haberi var mı?"

"Ne yalan söyleyeyim, Wickham'ı eskisi gibi övmedi bu kez. Onun başına buyruk, ölçüsüz bir adam olduğunu söyledi. Zaten bu tatsız olay duyulduktan sonra, herkes Wickham'ın Meryton'da çok borç bırakmış olduğunu söylüyor. Ama doğru değildir umarım."

"Ah, Jane, bildiğimizi gizlemeyip de onun içyüzünü ortaya vursaydık böyle olmazdı."

Ablası, "Gerçekten bildiklerimizi ortaya vurmamız daha iyi olacakmış galiba," dedi. "Ama o zaman buna hiçbir neden yoktu ki. Geçmişteki günahları yüzünden onu küçük düşürmek istemedik. İyi niyet gösterdik."

"Lydia, Bayan Forster'a yazdığı mektupta ne diyormuş? Albay'ın aklında mıydı?"

"Mektubu bize göstermek için alıp getirmiş."

Jane mektubu çıkarıp Elizabeth'e verdi. Lydia şöyle yazıyordu:

Sevgili Harriet,

Benim nereye gittiğimi öğrenince çok güleceksin. Yarın sabah, benim yokluğumu haber alır almaz nasıl şaşıracağınızı düşündükçe ben de gülüyorum. Gretna Green'e gidiyorum ben. Kiminle gittiğimi bilemezsen alnını karışlarım. Çünkü dünyada sevdiğim tek bir adam var, o da bir melek! Onsuz yaşayamayacağıma göre, bu yaptığım iş de zararlı sayılmaz. İstersen bizim evdekilere benim gidişimi hiç haber verme. Onlara mektup yazıp da Lydia Wickham, diye imza attığım zaman tam bir şaşırtmaca olsun. Aman ne eğlenceli şey! Öylesine gülüyorum ki kalemi zor tutabiliyorum. Lütfen Bay Pratt'ten de benim adıma özür dile. Bu gece onunla dans etmek için verdiğim sözü tutamayacağım. İşin içyüzünü öğrenince beni bağışlayacağını umuyorum. Ona söyle, bundan sonraki baloda bol bol dans ederiz.

Longbourn'a döndüğüm zaman adam göndertip elbiselerimi aldırtırım. Ama kuzum, ne olur Sally'ye söyle, işlemeli opalimde büyükçe bir yırtık var; bavula kaldırmadan önce onu tutturuversin. Hoşça kal, Harriet, Albay Forster'a da selam ve sevgilerimi bildir. Umarım yolculuğumuzun şerefine kadeh kaldırırsınız bu gece.

Seni seven arkadaşın,

Lydia Bennet

Elizabeth mektubu okuyup bitirdiği zaman, "Ah, aklı havada Lydia!" diye inledi. "Öyle bir sırada böyle mektup yazılır mı hiç! Ama bu mektup hiç değilse onun niyetinin ciddi olduğunu gösteriyor. Şerefsiz bir serüvene razı olarak yola çıkmış değil. Zavallı babacığım! Kim bilir ne oldu bunu duyunca..."

"Ömrümde böylesine serseme dönmüş bir insan görmemiştim. Belki on dakika ağzını bile açmadı. Annem dersen hemen hastalandı. Senin anlayacağın evin altı üstüne geldi."

"Ah, Jane! Hizmetçilerden olayı duymayan kalmamıştır, sanırım."

"Bilemiyorum. Ama o sırada insanın kendini tutması pek zor oluyor. Hele annem kendini olduğu gibi kapıp koyuvermiş, bunalımlar geçiriyordu. Ona yardım etmek için elimden geleni yaptım, ama yazık ki pek işe yarayamadım. Ne yapayım, olup bitenin dehşeti benim de aklımı başımdan almış gibi oldu."

"Bir de anneme bakmaktan yorgun düşmüşsün. Bitik durumdasın. Ah, keşke ben senin yanında olsaydım. Bütün yükü, bütün derdi tek başına taşıdın."

"Mary'yle Kitty de çok üzüldüler. Onlar da bana yardım için ellerinden geleni yaparlardı, ama onları yormaya benim içim razı olmadı. Kitty zayıf ve çelimsiz bir kız. Phillips teyzemiz salı günü, babam Londra'ya gittikten sonra geldi, eksik olmasın. Perşembeye dek yanımızda kaldı. Bize çok yardımı dokundu. Bizi avuttu. Bayan Lucas da çok yakınlık gösterdi. Çarşamba günü geldi. 'Yardım gerekirse beni ve kızlarımı çağırmaktan sakın çekinmeyin,' dedi."

Elizabeth, "Evinde otursun daha iyi," diye dudak büktü. "Belki iyi niyetle gelmiştir, ama böyle zamanlarda insan doğrusu konu komşu çekemiyor. Nasılsa ellerinden gelen hiçbir şey yok. Avuntu sözleri de diken gibi batıyor insana. Herkes otursun oturduğu yerde."

Sonra da babasının, Londra'ya gidince kızını bulmak için ne gibi yollara başvurmak niyetinde olduğunu sordu.

Jane, "Sanırım Epsom'a gidecek," diye yanıtladı. "Bizimkiler orada arabalarının atlarını değiştirmişler. Babam seyislerle filan görüşüp bir şeyler öğrenmeye çalışacak. Başlıca amacı onların Clapham'dan bindikleri arabanın numarasını öğrenmek. Başkaca ne gibi planları var, bilmiyorum ama öyle apar topar gitti, öyle perişan durumdaydı ki bunları bile öğrenmekte güçlük çektim."

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top