24. Bölüm: Onca Zaman Sonra
Hayatıma yön vermem için bir seçenek sunmuştu bu gece Şahin. Ama ben hangi yoldan gideceğimi bilmiyordum. Hani sıkça sorarlar ya o bilindik soruyu. Aşk mı yoksa gurur mu diye. Ben o ikilemin tam ortasında kalakalmıştım. Bir yanım evet deyip hayatıma Soral'ın dahil olma ihtimalini kökünden halletmek istiyordu. Bir yanımsa bunu Şahin'e yapamayacağımı bas bas bağırıyordu. Bunca zaman yan yana olduğum adamın bana aşık olması bir yana ben ona hiç o gözle bakmamıştım. Üstelik ona evet desem ne olacaktı? Muhtemelen evlenecektik. O beni severek bir ömrü heba ederken ben yine de onu sevmeye devam edecektim. Böylesi ikimiz için de haksızlık olmaz mıydı?
"Başak bir şey söylemeyecek misin?" diye sordu Şahin. Bir gecede yaşadıklarım aklımı karmakarışık yapmıştı. Gözlerim el ele gittikleri noktaya kilitliyken Şahin'in sesiyle tekrar ona döndüm. Evet dememi beklediği gözlerinden okunuyordu. Ama ben buna hazır değildim. Derin bir nefes aldım. Onu her ne kadar kıracağımı bilsem de sözlerimi sıraladım. "Şahin bak kalbini kırmak istemiyorum," diyerek başladım sözlerime. Daha ilk cümlemle birlikte yüzünde belirgin bir dalgalanma olmuştu. Yüzü düşmüş artık gülmüyordu. Öylece gözlerime bakıyordu.
"Ama yapamam."
Şahin usulca elindeki yüzük kutusunun kapağını kapatırken, "Sana içi boş bir ümit veremem. Bana aşık olduğunu bile bile bunu sana yapamam. Lütfen beni anla," dedim ve ayağa kalktım. Şahin ağzını açıp tek kelime edemezken arabama doğru yürümeye başladım. Arkama bakmaya cesaretim yoktu. Gözyaşlarım sicim gibi akarken ayaklarım yere basmıyordu sanki. Bacaklarım titrerken yürüdüğümü hissedemiyordum. Ağlayarak kendimi arabaya attım. Kendimi yıpranmış ve bir o kadarda çaresiz hissediyordum. Bana yaptığı onca şeye rağmen hala onu düşünüyordum. İçimde bitiremediğim sevgiyi düşünüyordum. En kötüsü de Mutlu'nun elini tutup gidişi geliyordu gözümün önüne.
Arabada ağlarken ayağımdaki topuklu ayakkabıları çıkarıp dizlerimi karnıma kadar çektim. Gözlerimi yumup ağlamaya devam ettim. İçim acıyordu. Ben bunları hak edecek ne yaptım diye düşünmeden edemiyordum. Ben ona ne yaptım da bana bunları yaşatmıştı? Sevmekten başka ne yapmıştım? Hıçkırıklarım usulca boğazımda düğümlendi. Yutkunamadım bile. Tam o sırada birisi arabanın camını tıklattı. Başımı kaldırıp camı tıklatana baktım.
Camın ardından ağladığımı gören Selma korku dolu gözlerle bana bakıyordu. Kapımı açıp, "Kuzum bu halin ne?" diye sordu endişeyle. Onun sesiyle ağlamam şiddetlendi. Artık nefes almadan ağlayabildiğimi fark ettim. Ağlayarak ve bir o kadar da zorla, "Selma ben hiç iyi değilim," dedim. Selma ne diyeceğini bilememişti. Eğilip ayakkabılarımı giymeme yardım etti. Sonra da arabadan inmemi sağlayıp arabayı elimden aldığı anahtarla kitledi.
"Şimdi bize gidiyoruz. Asla itiraz kabul etmiyorum," dedi Selma beni belimden tutup yürütmeye başlamadan hemen önce. Zaten değil itiraz etmek ağzımı açmaya mecalim yoktu. Selma'nın kolunun altında öylece adımlıyordum. Nereye gittiğimin veya nereye gideceğimin zerre önemi yoktu benim için. Selma ile birlikte arabaya geçtik. Dikiz aynasından Emre'nin bana attığı endişeli bakışa bakılırsa gerçekten berbat görünüyordum. Emre neden bu halde olduğumu sormaya niyet ettiğinde Selma'nın delici bakışlarına maruz kalmış bununla birlikte arabayı çalıştırmıştı.
Selma ile Emre'nin evine ayak basana kadar arabada arka tarafta ölü gibi oturmaktan başka bir şey yapmamıştım. Ağlamayı artık bir müddet sonra kesmiş salonda oturmuş çizgi film izleyen Melisa'nın yanına oturmuştum. Melisa tüm her şeyden habersiz sessizce çizgi film izlerken Emre Selma ile beraber rahatça konuşabilmem için Melisa'yı kucağına alıp arka odaya geçti. Selma Emre'nin gidişiyle, "Şimdi bana ne olduğunu anlatıyorsun. Asla itiraz kabul etmiyorum biliyorsun," demişti.
Selma'ya karşı gelemeyeceğimi çok iyi biliyordum. Olan biteni anlatmazsam acısı var demez kafamı ütülemek suretiyle öğrenirdi. Hoş böyle bir şeyi ona nasıl açıklayacağım da tamamen muamma. Selma bana endişeyle bakarken yutkundum. Boğazımda acımtırak bir tat belirdi. Yüzümü buruşturdum. Sanki boğazımda kırık bir cam parçası kalmış ki konuştukça canım yanmaya başladı.
"Davetin bitimiyle Şahin beni elimden tutup bahçeye çıkardı."
Selma yüzündeki ifadeye akılırsa bu işin nereye varacağını az çok tahmin etmişe benziyordu. "Benimle konuşmak istemişti. Tabii ben onun benimle neden konuşmak istediğini sorgulamadığımdan hazırlıksız yakalandım," diye mırıldandım. Selma'nın yüzünde o dedektiflik yaptığında beliren sorgulayıcı ifade belirdi. Röntgen cihazı gibi bakan gözleri şüpheyle yüzümde gezinirken, "Neye hazırlıksız yakalandın?" diye sordu. İşte şimdi asıl bombaya gelmiş bulunmaktayız. Pimi çekilmiş bombayı ortaya salıyorum. Kaçın!
"Şahin bana aşkını ilan etti."
"Ne?" diye bir çığlık kopardı Selma. Sonrasında ses tonuna Melisa'nın uyuyor olma ihtimaline karşılık bir ayar vermişken, "Sadece bununla kalsa yine iyi. Hemen ardından bana bir de evlenme teklifi etti," dedim. Artık değil Melisa'nın uyuyor olması sağır sultanın bile duymasını istercesine dünyayı ayağa kaldıran bir çığlık kopardı Selma. Şoktan dizlerini dövmeye başlamıştı. Her an telefonu kapıp Show ana habere bunu ilan edebilecekmiş gibi bakıyordu gözlerime. Ah Selma! Şu an Şahin benim en son dert ettiğim şey!
"Sen ne cevap verdin peki?" diye sordu Selma yarı şaşkın yarı da heyecanla. Yüzümdeki donuk ifadeyle ağzımı açmama kalmadan cevabı almış oldu. Sonuçta başıma gelenlere rağmen benim hala Soral'a kör kütük aşık olduğumu çok iyi biliyordu. Ne de olsa zamanında onun az başının etini yememiştim. Sıkıntıyla, "Tam o sırada Soral bizi gördü. Yanında da Mutlu vardı. Gözümün içine baka baka Mutlu'nun elini tutup gitti," dedim asıl karın ağrımı ağlamaklı bir şekilde dile dile getirerek.
Selma ne diyeceğini bilememişti. Bir süre sessizce bu konuyu düşünmeye başladı. Sonrasında, "Hala ona aşıksın," dedi bu durumun canını sıktığını belli eden bir ses tonuyla. Canının sıkılmasına hak veriyordum. Sonuç olarak Soral benim bir zamanlar evleneceğim adamdı ve beni çocuğunu bana bırakmak suretiyle terk etmişti. Onun başka bir kadın ile olduğunu kendime hatırlatmam gerekiyordu. Göz pınarlarımdan birkaç damla yaş aktı. Bazen kabullenmek her şeyin içinde en zor olandır.
"Artık onu unutmak zorundasın Başak," dedi Selma. Daha önce hiç olmadığı kadar sakindi. Bu sakin hali açıkçası beni korkutmuyor desem yalan söylemiş olurum. Selma, "O adam düğün gününde kızını sana bıraktı. Sonra da karısının tedavisini üstlenmek için çekip gitti. Kusura bakma ama kıçında Soral'ın boynuzlarının izleri varken bana hala ona aşığım deme," diyerek sözlerini art arda sıraladı. İç çektim.
"Ama elimde değil. Onu hala seviyorum ve bundan geçen onca zamana rağmen kurtulamadım."
"Kurtulamadın. Çünkü etrafına bakmadın. Seni sevenlere seni gerçekten sevebilecek olanlara hiç şans vermedin. Hayatının merkezine Soral'ı koydun ve onun yörüngesinden ayrılmayı denemedin bile."
"Bu kadar haklı olmak zorunda mısın?"
"Gel buraya seni sümüklü portakal," dedi Selma bana sarılırken. Onun kollarında bir süre sessizce ağladım. Sonrasında koltukta uyuyakaldım.
(Soral'dan...)
Başak'ın o Şahin denen adamla dışarı çıkması sinirlerimi bozmuştu. Bu da yetmezmiş gibi Mutlu bir saniye olsun yanımdan ayrılmıyordu. Aklım fikrim dışarıda neler olduğundaydı. Tahammülüm kalmamıştı. Meraktan içim içimi yerken kendimi dışarı attım. Dışarı çıkmamla yanımda biten Mutlu sinirlerimi zorlarken gözüm ağaçların arasındaki kamelyaya takıldı. Kızıl saçlarından onun Başak olduğunu anlamam uzun sürmedi. Karşısındaki adamla bir şeyler konuşuyordu. Şahin ile!
İkisi kamelyada konuşurken kapıda durmuş öylece onları izliyordum. Hedefime kitlenmişken bir anda o herifin elinde siyah küçük bir kuru belirdi. Kutunun kapağını araladığında beynimden vurulmuşa döndüm. Yüzüğün parlak taşını aramızdaki mesafeye rağmen net bir şekilde görebiliyordum. Öylece yüzüğe baktım. Başımdan aşağı kaynar sular döküldüğünü hissediyordum ki Başak'ın beni bulan gözleri ile çenemi sıktım. O an için tek hissettiğim duygu hayal kırıklığıydı. Turkuaza dönük mavi gözleri beni gördüğüne her ne kadar şaşırdığını belli etse de onu daha da şaşırtacak bir hamlede bulundum. Bir anlık hışımla yanımda duran Mutlu'nun elini tuttum. Mutlu'nun parmakları benimkilere kenetlendiğinde sinirle bu can sıkıcı görüntüden olabildiğince uzaklaşmak için arabaya doğru yürüdüm. Arabaya geldiğimizde direksiyon başına geçtim. Sinirlerim öylesine bozuktu ki başımı direksiyona vurmamak için çok zor duruyordum.
O adamın Başak'ın yanında olması bir yana ona evlenme teklifi ettiğini görmüş olmak beni delirtmişti. Ben o anın etkisinden çıkmaya çalışırken Mutlu, "Soral ben çok mutluyum. Az önce elimi tuttun ya dünyalar benim oldu," dedi. Yanı başımda boş boş konuşan Mutlu'nun sesi beynimi tırmalarken arabayı sürmeye başladım. Yola bakıyordum ama sanki arabayı başkası kullanıyordu. Bedenim arabadaydı ama ruhum onun yanında olmak için yanıp tutuşuyordu. Onun güzel yüzü gözümün önünden gitmezken bir de yanında o herifi düşündükçe kafayı yiyecek gibi oluyordum. Şahin denen adamı düşündükçe gaza daha çok bastım. Arabanın hızı o kadar çok artmıştı ki biraz daha gaza yüklenirsem kontrolü kaybedebilirdim. Yer yön duygumu düşünmekten tamamen kaybetmiştim ki arabayı bir anda Mutlu'nun evinin önüne çektim.
"Soral ne demek bu? Beni evime bırakmak için mi arabaya bindirdin?"
Sinirlerim yeterince bozuk değilmiş gibi bir de şansını fazlasıyla zorlayan Mutlu'ya en sonunda dayanamayarak bağırdım. "İn arabadan!" diye bağırdığımda bu sesin benden çıktığına kendim bile inanamamıştım ki Mutlu da benden böyle bir tepki beklemiyor gibi görünüyordu. Mutlu hışımla arabadan inip kapıyı sertçe kapatınca biraz olsun rahatlamıştım. Mutlu'nun inmesinin ardından arabayı son sürat sürmeye devam ettim. İçimden Başak ya evet dediyse diye düşünmeden edemiyordum. Hayır demiş olmasını öyle çok isterdim ki...
Arabayı sahil kenarına çekip denize bakmaya başladım. Ona deniz kabuğunu verdiğim sahildi burası. Onunla mutlu olduğum yerlerden sadece biriydi. Gerçi onunlayken zamanın veya mekanın önemi yoktu. Ben onunla mutluydum. Onunla yaşıyordum ve sadece onunla nefes alıyordum. Gözlerimi denize diktim. Onunla yaptığımız yarış ve ona deniz kabuğunu verdiğim an geldi aklıma. Deniz kabuğunu verdiğimdeki gülümsemesi, utangaç bakışları hatta yarışı kaybedince üzülmüş gibi yaptığı tatlı mimikleri daha dün gibi aklımdaydı. Sahile bakıp derin bir iç çektim.
"Ne olur evet deme Başak."
Sesim bir fısıltıdan farksızdı. O burada değildi. Beni duyamazdı. Gerçi ben bile bu cümleyi içimden söyleyip söylemediğimi düşünüyordum. "Beni bırakma," dedim bu sefer. Gecenin karanlığında onun duymasını kalpten dileyerek fısıldadım. Her ne kadar duyamayacağını bilsem de...
Öylece saatlerce denizin dalgalarının sahile vuruşunu izledim. Sonrasında sabahın ilk ışıklarının yüzüme vurmasıyla yeni bir güne uyandım. Direksiyon başında uyuyakalmıştım. İlk işim eve geçip üzerimdeki takımdan kurtulmaktı. Sonrasında hastaneye geçtim. Uzunca bir süre Başak'ın hastaneye gelmesini bekledim. Ama gelmedi. Geçen her dakika sanki aleyhime işliyormuş gibi hissediyordum. Bu his tüm sinir sistemimi alt üst etmeye yetmişti. Tabii bir de Şahin denilen adamın ortada olmaması da bu denkleme eklenince kafamın içinde karıncalanma başlamıştı. Ya Başak dün gece ona evet dediyse diye düşünmekten kendimi yiyip bitirmiştim.
"Soral Hocam şu raporlara bakar mısınız?"
Kafam o kadar doluydu ki sesin kimden geldiğini bile anlamamıştım. Sonradan dönüp baktığımda benimle konuşanın Başak'ın asistanı Demet olduğunu gördüm. Belki Başak'ın neden bu saate kadar hastaneye gelmediğini biliyordur. Demet'e bakıp, "Başak Hoca'ya neden göstermedin?" diye sordum imayla. Sanki onun hastaneye gelmediğini bilmiyormuş gibi yapmam da ayrı bir konuydu.
Demet yarı mahcup yarı da keyifli bir ifadeyle, "Hocam size göstermeye mecbur kaldım. Malum dün geceden sonra ne Başak Hoca ne de Şahin Hoca hastaneye geldi," dedi. Duyduğum isimle sinir kat sayım katlanarak artarken Demet resmen sabrımı sınayacak şeyleri sıraladı. Demet koyu renk saçlarıyla oynarken bir yandan da, "Soral Hocam dünki davete Başak Hocayla Şahin Hoca'nın beraber katıldığını gördüm. Ay sizce de çok yakışmıyorlar mı?" diye mırıldandı.
Demet'in aşık aşık tavanı izleyişiyle elimdeki raporların olduğu dosyayı eline gerisin geri tutuştururken, "Hayır hiç yakışmıyorlar. Ayrıca bir daha benim yanımda bir daha Şahin Hoca'nın adını bile almayacaksın. Anlaşıldı mı?" diye sordum şüpheyle. Demet söylediğim sözlerle kalakaldı. Elindeki raporları yeniden bana uzatmaya yeltendiğinde, "O raporları da git Emre Hoca'ya göster. Ben şimdi çıkıyorum," dedim.
Sinirle koridoru aşıp asansöre bindim. Aklıma Demet'in söyledikleri geldikçe delirecek gibi oluyordum. Dün gece ne oldu? Başak Şahin'in evlenme teklifini kabul etti mi? Bugün neden işe gelmedi? Yoksa hala o adamla mı beraber? Soruların ardı arkası kesilmiyordu. Benim Başak'ı görmem lazımdı hem de bir an önce.
(Başak'tan...)
O gece Selmalarda kaldığımı az çok anlamışsınızdır. Resmen ağlamaktan yorgun düşüp koltukta sızmıştım. Ertesi günün sabahında Selma yanıma geldi. "Başak biz hastaneye geçiyoruz," dedi Selma askıdan çantasını aldığı sırada. Selma'nın sesiyle yorgun bakan gözlerimle ona baktım. Karşımda resmen bana acıyarak bakıyordu. Yerimden doğrulup koltuktan kalktım. Üzerimde dünden kalma gece elbisesini görünce derin bir iç çektim. O nasıl bir geceydi öyle diye düşünmeden edemiyordum. Her şey bir gecede olup bitmişti. Gerçi bitti demek için fazla erken davrandığımı söylemeden edemeyeceğim.
"Başak sen istersen Melisa ile burada kal işe gelme bugün," diye bir öneride bulundu Emre. Yerimden kalkmaya dahi halim olmadığından başımla onayladım. "Tamam ama Melisa'ya kendi evimde baksam daha iyi olur. Hem eve uğramam lazım hem de Ayla'yı merak ediyorum," dediğimde Selma üstümün vaziyetinden dolayı anlayışla başını salladı. Hep beraber Melisa'yı da alıp evden çıktık. Emre arabayla beni evime bıraktıktan sonra Selma ile hastaneye geçti. Kucağımda boncuğum minik Melisa'm ile eve girdim.
Ayla hem beni gördüğünden hem de oyun arkadaşı Melisa'yı gördüğünden dolayı epey mutlu olmuştu. Betül salonda onlarla ilgilenirken üzerimi değiştirmek üzere yukarı çıktım. Odama gidip dolaptan kendime göre rahat bir şeyler seçtim. Hızlıca giyinip Ayla ile Melisa'nın yanına indim. Elindeki oyuncakla oynayan minik tıpkı annesine benziyordu. Resmen Selma'nın minyatür hali gibiydi. Ona bakıp gülümsedim. O sırada çalan kapıya bakmaya gittim. Kapıyı açtığımda Betül'ün yemeklik siparişlerinin geldiğini gördüm. Poşetleri mutafa aldıktan sonra iki minikle oynamak üzere yeniden salona geçtim. Üçümüz halıya oturmuş bebeklerle ve renkli çay takımlarıyla oynuyorduk.
Elimdeki bez bebekle onlara şaklabanlık yaparken tekrar kapı çaldı. Betül kapıyı açmaya yeltendiğinde onu durdum. Yerimden kalkıp kapıyı açtığımda karşımda bana bakan kişi resmen içimdeki hayat enerjisini emmişti. "Senin burada ne işin var?" diye sordum dayanamayarak. Soral ona olan donuk bakışlarıma rağmen gülümseyerek bakıyordu bana.
"Seni burada bulacağımı biliyordum," dedi rahat bir nefes verirken. Aklımda hala dün gecenin etkileri vardı. Değil onu görmek şu an sesini bile duymak istemiyordum.
"Git buradan," diyerek kapıyı hızlıca yüzüne çarpmak istediğimde kapıyı tutup içeri girmişti bile.
"Sen ne yaptığını sanıyorsun? Çık evimden!"
Beni dinlemedi. Dinlemek şöyle dursun beni kâle bile almamıştı. Gayet rahat bir tavırla içeri geçmiş etrafı incelemeye başlamıştı. Sanki bir şey arıyor gibi bir hali vardı. Ya da birini...
Tam olarak ne yapmaya çalıştığından emin olmasamda Soral'ın bakışları en sonunda halının üzerinde oyun oynayan miniklere kaydı. Soral onca zaman sonra ilk kez kızını görüyordu. Göğsümün ortasında şiddetli bir çarpıntı başladı. Göğsümün ortasındaki ağrıyı umursamamaya çalıştım. Fakat bunu yapmak sandığımdan daha zor olmuştu. Baba ile kızının bir araya gelişini izliyordum.
"Ayla," dedi Soral miniklere doğru yaklaşırken. Ayla'nın mavi gözleri Soral'ı buldu. Onların ilk bir araya gelişiydi bu. Bu anın bir gün geleceğini biliyordum. Ama bana bu kadar acı verebileceğini düşünememiştim. Soral sevinçle Ayla'yı kucaklarken bense öylece onları izliyordum. Yan yana gelince benzerlikleri daha çok belli oluyordu. Aynı gözler, aynı bakışlar kısacası tam anlamıyla Soral'ın kızıydı. "Seni çok özledim," dedi Soral ve Ayla'yı yanaklarından nazikçe öpüp Melisa ile oyununa kaldığı yerden devam edebilmesi için yere geri bıraktı.
Açıkçası kızını sadece bir anlığına kucağına almasını beklemiyordum. Onca zamandan sonra bunun bu kadar kısa sürmesi normal miydi? Soral gözlerini Ayla'dan alıp bana dönünce yüzündeki gülümseme solmuştu. Çünkü ona sıcak olmak şöyle dursun son derece öfkeyle bakıyordum. Kollarımı göğsümün altında bağlayıp o sanki burada yokmuşçasına mutfağa doğru ilerledim. Açıkçası şu an bir bardak soğuk suya ihtiyacım vardı. Mutfağa geçtiğim gibi dolaptan çıkardığım sürahiden kendime koca bir bardak su doldurdum. Sonra beynimin ağrımasını gram umursamadan soğuk suyu kafama diktim. Ama bu da yeterli olmadı.
Sinirden nefes dahi alamıyordum. Sanki görünmez bir el boğazıma yapışmış da var gücüyle sıkıyormuş gibi hissediyordum. Belki de ihtiyacım olan şey su değildi. Biraz hava almam gerektiğini hissediyordum. Mutfaktaki kapıyı açıp bahçeye çıktım. Temiz hava beni biraz olsun rahatlatmıştı. Derin derin nefesler alarak sakinleşmeye çalıştım. Az önce olanları, dün gece yaşananları ve hayatımın tepetaklak olduğu o ana kadar olan her şeyi bu nefesler aracılığıyla unutmaya çalıştım. Tabii böyle bir şey ne kadar denersem deneyeyim imkansızdı. Derin bir iç çektim. Sinirlerim o kadar bozuktu ki kafam düşünmekten her an çatlayabilirmiş gibi hissediyordum. Tam o sırada omzuma dokunan bir elle en sonunda patladım.
"Ne var ne?" diye bağırdım. Öyle çok dolmuştum ki ona karşı en ufak hareketi bile bana fena halde batıyordu. Onun artık gitmesini istiyordum. Her ne kadar canım yanacak olsa da geldiği gibi gitmesini diliyordum. Çünkü onu ne kadar özlesemde en azından o uzaktayken hayatıma kaldığım yerden devam etmem daha kolay oluyordu.
Soral verdiğim tepkiyle afallamıştı. Açıkçası benden böyle bir şey beklememişti. Ama bende artık sabrımın son demlerindeydim. "Senin neyin var Başak?" diye soru Soral. Ardından, "Hastaneye ayak bastığım ilk andan beri bana öldürecek gibi bakıyorsun. Hatta bana tokat bile attın. Neden bana karşı bu kadar soğuksun?" diye de ekledi.
Söyledikleri bende histerik bir gülme krizine girmeme yol açmıştı. Resmen karşısında sinir krizi geçirmemek için deli gibi gülen biri vardı. "Neyim mi var? Bir de soruyor musun?" dedim inanamayarak. Sinirden başımı ellerimin arasına almış karıncalanan saç diplerimi parmak uçlarımla ovuşturmaya başlamıştım.
Soral, "Evet soruyorum," dedi gayet sakin bir şekilde. "Sen bana iyi gelmiyorsun," diye parladım birden. Sonra da onun karşımda kalakalmasını fırsat bilerek can alıcı sözlerimi art arda sıraladım.
"Hala anlamamazlıktan geliyorsun. Daha ne yapmam lazım benden uzak durman için? Sana ne söylemem gerek benden uzak durman için? Madem anlamamakta ısrarcısın o halde kulaklarını aç ve beni iyi dinle. Ben senden nefret ediyorum. Senden nefret ediyorum Soral Soydan!"
Sesim bağırmaktan çatallaşmaya başlamıştı. Boğazıma keskin bir ağrı saplandı. Elimle boğazımı hafifçe sıkıp yutkundum. Tam onu itip içeri gireceğim sırada kolundan tutup gitmeme mani oldu. "Ne dedin ona?" diye sordu bu sefer. Sesi sert ve yüzündeki ifadeye bakılırsa oldukça da ciddiydi.
"Kime?"
"Şahin denen adama ne dedin Başak?" diye bağırdı Soral. Sesi yükseldikçe korkmaya başlamıştım. Sabrının sonunda taştığını anladım. Soral'ı daha önce hiç böyle sinirli görmemiştim. O her zaman sakin biri olmuştu. Ama şimdi kıskançlıktan gözü dönmüştü. Karşımda durmuş bana Şahin'e hayır demiş olmam için umutla bakıyordu. Sanki aksi bir cevap versem tüm olayların seyri değişecekmiş gibi hissettim.
"Bu seni ilgilendirmez!" diye bağırdım dayanamayarak. Soral artık sakin kalmakta epey bi zorlanıyordu. Gözlerini yumdu. Deniz gözlerini yeniden gözlerime diktiğinde ateş saçan bakışlarla, "İlgilendirir! Seninle ilgili olan her şey beni ilgilendirir!" diye gürledi. Sinirden kıpkırmızı olmuştu. Bana doğru yaklaştı. Aramızdaki iki adımlık mesafeyi sabırsızca kapatıp, "Kimse sana benim baktığım gibi bakamaz. Kimse sana seni sevdiğini söyleyemez. Kimse benim sevdiğim kadına evlenme teklifi edemez," dedi sakin ama oldukça net bir şekilde.
Ağzımdan histerik bir kahkaha çıkmıştı. Elimde değildi. "Sevdiğim kadın derken ne demek istedin acaba? İnsan sevdiğini yarı yolda bırakmaz çünkü," dedim iğneleyici bir tonda. Soral manidar sözlerime karşılık yüzüme bundan bir şey anlamadığını belli eden bir ifadeyle bakarken sinirlenip içeri girdim. İçeri girdiğimde halıda uyuyakalan minikleri gördüm. Melisa'yı kucağıma alıp merdivenlerden yukarı çıktım.
Odama gidip Melisa'yı yatağıma yatırdım. Arkamdan gelen ayak seslerine baktığımda Soral da kucağında Ayla ile gelmişti. Onu da Melisa'nın yanına yatırdığında beraber kızları uyandırmamaya özen göstererek sessizce aşağıya indik. Salondaki koltuğa kendimi bıraktım. Az önce birbirimize bağırmamışız gibi Soral da yanıma oturdu. Delici bakışlarımı yanımdaki adama yöneltmekten geri durmadım.
"Bak anlamamazlıktan mı geliyorsun bilmiyorum ama yapma bunu bana artık yeter! Dayanamıyorum tamam mı? Sürekli yanımda olmana dayanamıyorum!"
Kızları uyandırmamak için sesimi fazla yükseltmesemde sesimdeki isyankar tınıyı anlamasını istiyordum. Artık bir şeyleri zorlamamasını istiyordum. Ayla'yı alıp gitmesi gerekiyordu. Bunu biliyordum. Sadece Ayla ile vedalaşabilecek gücü kendimde bulmaya çalışıyordum o kadar. Soral'ın deniz mavisi gözlerinden bir damla yaş süzülerek dudaklarına damladı.
"Ben anlayacağımı anladım Başak. Sen artık beni sevmiyorsun. Sen beni çoktan bitirmişsin kalbinde!"
Yanımdan hışımla kalkıp kapıya doğru giden Soral'ın peşinden gittim. Onun kapıyı açmasıyla son bir kez bana bakması da bir olmuştu. "Ben değil sen bitirdin! Bizi sen bitirdin Soral!" dedim son gücümle. Soral son bir kez bana baktı. Öyle uzun baktı ki sanki beni bir daha hiç görmeyecekmiş gibi. Sanki beni ezberine almak istercesine uzun uzun baktı gözlerime. Sonra da tüm hayal kırıklıklarını da yanına alıp kapıyı çarptığı gibi çıkıp gitti.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top