23. Bölüm: Maske

Babamların hastaneden gitmesinin ardından hastalarımla ilgilenmek üzere odaya döndüm. Tek tek tüm hastalarımla ilgilenmiş randevuların bitimiyle beni bekleyen sezaryen doğuma girmiştim. Doğumhaneden çıktıktan sonra üzerimi değiştirmek üzere odama döndüm. Dolaptan kıyafetlerimi çıkarıp perdenin arkasında üzerimi değiştirdiğim sırada biri kapımı tıklattı. Mesai saati biteli baya olmuştu. Beni görmeye kim gelmiş olabilirdi ki?

Üzerimdeki bluzu düzeltip perdenin ardından çıktım. Kapıyı araladığımda bizim cingöz Selma ile göz göze geldim. Allah bilir buraya hangi art niyetle geldi? "Senin kocanla birlikte evde olman gerekmiyor mu?" diye sordum bilmiş bir bakışla. Selma içeri girip otuz iki diş sırıtmaya başladı. Ben biliyorum bu gülüşün anlamını. Kesin bana iş kilitleyecek. Nereden bildiğimi sormayın! Çünkü başıma birçok kez geldi! Kaşlarımı çattım. Ciddi olmaya özen göstererek, "Asla olmaz!" diye cırladım onun ağzını açıp tek kelime etmesine müsaade etmeyerek.

Selma saniyesinde dudak büktü. Ama bana bu yavru köpek bakışları, şirin tavırlar sökmez! Benim bunlara bağışıklığım var. "Ama bugün Emre ile yemeğe çıkacaktım," dedi dudaklarını sarkıtarak. Anlaşıldı bana Melisa'yı kitleyecek ya da hastanedeki görevlerinden birini. Bakalım hangisi çıkacak bahtıma! Selma, "Benim yerime bir iki saatliğine nöbete kalamaz mısın? Söz iki saate gelirim," dedi yalvarırcasına. Arkadaşlar ben direnemiyorum! Biri bana yardım etsin! Lütfen!

Selma bana tıpkı Ayla gibi bakmaya başladığından daha fazla dayanamadım. Sıkıntılı bir nefes vermemin ve bir tur göz devirmenin ardından istemeyerek de olsa, "Tamam," demiştim. Selma daha şimdiden zafer dansı yapmaya başlamıştı. Eğer bu saçma dansa biraz daha devam ederse bu kararımdan saniyesinde cayıp kıçına tekmeyi basmak suretiyle odamdan kovmam kaçınılmaz olurdu.

Selma yanağıma sesli bir öpücük kondurup, "Aşksın sen aşk!" demişti. Onun odamı topuklarını vura vura terk edişiyle daha öncesinden askıya astığım önlüğü üzerime geçirip stetoskopumu boynuma astım. İki saatliğine acilde nöbet tutacaktım. En fazla ne olabilir ki? Of! Bu lafı artık kullanmamam gerek! Ne zaman bu felsefeye uysam başıma açılmadık dert kalmıyor! Sıkıntılı bir nefes verip telefonumu önlüğümün cebine attığım gibi odadan çıktım.

Mesai bittiğinden Demet de eve gitmişti. Tek başıma acilde olacaktım. Yalnızken başıma sanki binbir tane musibet gelecekmiş gibi hissetmem sizce normal mi? Asansöre geçtiğim sırada sarı cadı Mutlu da yanıma geçmişti. Kahretsin! Bakın şimdiden söylüyorum! Bu daha başlangıç ve benim bu tip saçmalıklarla uğraşacak daha fazla sabrım kalmadı. Biri beni kurtarsın!

Mutlu, "Senin eve dönmüş olman gerekmiyor muydu?" diye sordu yapmacık bir gülümsemeyle birlikte. O yukarı doğru kıvrılan dolgun dudaklarına baktım. Tehditkar bir bakışla birlikte, "Aynı şeyi bende sana sormak istiyorum," dedim. Mutlu keyifle kıkırdadı. Onu bu kadar keyiflendiren şey neydi? Bir şey mi kaçırdım?

"Acilde nöbetçiyim," dedi Mutlu saçlarını parmak uçlarıyla hafifçe kabartırken. Ben size daha demin ne dedim? Başıma en fazla ne gelebilir ki demiştim öyle değil mi? Ah Başak ah! Dilimi değil eşek arıları zehirli akrepler soksaydı da bu lafı söylemeseydim! Daha şimdiden Selma'ya evet dediğimin pişmanlığını yaşarken aralanan asansör kapısıyla kendimi dışarı attım. Tabii yolumun Mutlu ile aynı istikamete düşmesi daha şimdiden canımı sıkmıştı ki bunun daha başlangıç olduğunu belli edercesine acilin kapısından içeri bir adım atmış ve az ötede duran bir çift mavi gözle göz göze gelmiştim. Allah'ım ölmek istiyorum! Neşterim nerede? Kendimi keseceğim tam şu an!

Mutlu'nun üzerine bir de Soral ile acilde bir başıma olduğumu sanıyordum ki az ötede Şahin'in olduğunu gördüm. Kendisi ölmek üzere olan bir adama kalp masajı yapmakla meşguldü. Stajyerlerden biri panikle beni dürtükleyene kadar kendi kendime neyin içine düştüğümü sorguluyordum. Ellerime eldivenlerimi de geçirdiğime göre nereden başlıyoruz? İlk önce Şahin'in beni yardıma çağırmasıyla ona yardımcı oldum. Tabii gözüm arada bir Soral ile Mutlu'nun yan yana oluşuna takılınca Şahin'in beni, "Başak odaklan," diye uyarması da bir olmuştu.

Kafamı zar zor da olsa topladım. Acil tam kaos alanıydı. Bir hastadan ötekine koşuyordum. Ara sıra bir çift deniz mavisi gözle göz göze gelmek her ne kadar canımı sıksa da en azından Selma sözünü tutup vaktinde gelebilmişti. O an bir şeyin farkına vardım. Emre de kendi görevini meğer Şahin'e iteklemiş. Selma ile Emre gayet neşeli bir şekilde acile geri döndüğünde artık hastaneden çıkıp evime dönebilirdim. Selma topukluluklarını tıkırdatarak yanıma gelip bana sıkıca sarılmıştı.

"Bu iyiliğini asla unutmam," diye ciyakladı. Kulaklarım kan ağlamak üzere olduğundan hafifçe sırtını sıvazlamakla yetinmiştim.

Selma kulağıma doğru, "Şahin Hoca ile acil nöbeti nasıldı?" diye sordu. Ses tonundaki imayı anladığımdan gözlerimi devirme ihtiyacı hissetmiştim. Selma'ya, "Şahin gram umurumda değil. Ama Soral ve Mutlu ile acilde olmak kabus gibi bir şey," dedim fısıltıyla. Selma göz ucuyla kabusumun öznelerine baktı. O da benim gibi göz devirirken beni köşeye çekip, "Amcam partiyi yarına koymuş. Bu yüzden onlara katlanmak için önden bir alıştırma yaptığını var say," dedi. Of baba! Sen benim başımı eğmedin! Sen benim başımı kopardın şu an!

Sıkıntılı bir nefes verdim. Daha sonra görevimi asıl kişiye devredip hastaneden ayrıldım. Eve döndüğümde Ayla'nın çoktan uyuduğunu gördüm. Oyuncak bebeğine sarılmış pespembe yatağında prensesler gibi uyuyordu miniğim. "İyi geceler," diye fısıldadım yanağına tüy hafifliğinde bir buse bırakırken. O gece sinirden nasıl uyuduğumu hatırlamıyorum bile. Uyandığımda cin gibiydim. Gece olacak maskeli saçmalık aklıma geldikçe keçileri kaçıracak gibi oluyordum. Sabah erkenden hazırlanıp hastaneye geçtim. Düşünmekten yanıma kahvaltılık namına bir şey almayı da unutmuştum. Normalde evden çıkarken ekmek falan alıp tıkınırdım. Ama bu sabah kafam hiç yerinde değildi. Bu yüzden soluğu hastanenin kafeteryasında almıştım.

Kafeteryadan kendime çayla simit alıp boş masalardan birine kuruldum. Bir yandan simidimi dişlerken bir yandan da camdan gelip geçmekte olan insanları inceliyordum. En azından böyle yaparak biraz oldun kafama doluşan düşünceleri susturabiliyordum ki birinin, "Başak," dediğini duydum. Kafamı çevirip baktığımda Şahin'in tam karşımdaki sandalyeye kurulduğunu gördüm.

"Günaydın," dedi Şahin gülümseyerek. Az önce aç köpekler gibi simide saldırdığımdan az daha bir parça susam yüzünden ölüyordum. Son dakika çaydan bir yudum almak aklıma gelmese morgda bir yatakta benim olacaktı.

"İyi misin?" diye sordu Şahin endişeyle. Başımı hafifçe salladım.

"İyiyim," diye mırıldandım gülümseyerek. Şahin yakasına astığı stetoskopu düzeltirken, "Bana ayırabileceğin bi beş dakikan var mı?" diye sordu bu sefer. Onun bu mahcup haline hiç alışkın değildim. Onca yıl birlikte çalıştığım hocamın bu halleri benim için alışılmışın dışındaydı. Gülümseyerek, "Tabii ki var Şahin. Sorman hata," dedim.

Rahatlamıştı. Yüzündeki gülümseme genişlemişti. Koskoca profesörün neden bu kadar gerildiğini de anlayabilmiş değildim. Sonuçta kendisi gün içinde onlarca insanın hayatını kurtarmakla kalmıyor adeta bir süper kahraman gibi onlarca zorlu mücadelenin içine korkusuzca atılıyordu. Şahin, "Aslına bakarsan sana söylemek istediğim bir şey var. Ama bunu nasıl dile getireceğimi bilemiyorum," dedi gülerek.

Kıkırdadım. "Şu an yeryüzündeki en rahat insanla aynı masada oturuyorsun. Her ne söylemek istiyorsan çekinmeden pat diye söyle. Ayrıca bunca zamandan sonra benden de çekiniyorsan bir sıkıntı var demektir," dedim bilmiş bir tavırla. Şahin aniden elini elimin üzerine yerleştirdi. Gözlerim ister istemez elimin üzerindeki fazlalığa takıldı.

"Bu geceki maskeli davette bana eşlik eder misin Başak? Kavalyen olmayı gerçekten çok istiyorum."

Şahin'in sözleriyle fena halde dumura uğramıştım. Eğer işitme kaybı veya algılama problemi yaşamıyorsam az önce bana bir nevi çıkma teklifi etti. Size soruyorum. Az önce duyduklarım gerçek mi? Bana aklımı yitirmediğimi söyleyin! Buna gerçekten çok ihtiyacım var! Şahin'i bulan bakışlarımda saf şaşkınlık olduğuna emindim. Açıkçası ondan bana karşı böyle bir hamle beklemiyordum. Gerçi benim çöpçatanım Selma beni Şahin konusunda uyarmıştı. Ama ben her zamanki gibi onu dinlemek şöyle dursun sözlerini bunca zaman büyük bir ustalıkla savuşturmayı tercih etmiştim. Kahretsin! Şu an bana Selma'nın ruhu el hareketi çekiyor! Hatta bana kapak olduğunu çok ayıp bir dilde ifade ediyor şu an!

Selma'nın hayaletini kafamdan savuşturup benden bir cevap bekleyen Şahin'e baktım. Tam o sırada Soral ile Mutlu'nun yan yana kafeteryanın kapısından geçip gittiğini gördüm. Onların yan yana ne işi var? Yani neden bir aradalar? Tek kaşımı bu kısa görüntüye takılıp ayaklanmasına engel olamadım. İçimde beliren adını koyamadığım dürtüyle birlikte Şahin'e baktım ve "O zaman bu akşam beni evimden alırsın," dedim. Şahin sanki ona dünyaları bahşetmişim gibi baktı gözlerime. Onu daha önce hiç bu kadar mutlu görmemiştim.

"Akşam saat yedide seni almaya geliyorum o zaman," dedi Şahin ve hemen sonra yanımdan ayrıldı. Onun gidişiyle yarım kalan simidimi sinirle kemirdim ve buz gibi olan çayı kafama dikip işlerimin başına geçtim. Sabah sabah taze dedikodu almaya odama gelen Demet ile Selma'ya kafeteryada Şahin'in bana söylediklerini anlattım. Çılgına döndüler! İkiside çığlık çığlığa bağırırken kaçacak hiçbir yerim olmadığından bu korkunç sesin susmasını beklemek durumunda kalmıştım.

Selma, "Ben biliyordum!" diye ciyakladı.

"Hocam bende demiştim Başak Hocam'a," diye ekledi Demet. İkisinin aynı kafada olması benim açımdan hiç iyi değildi! Resmen kendi ellerimle Selma'nın klonunu bulmuşum. Şaka gibi!

"İkinizde işlerinize mi dönseniz acaba!"

Aniden iki dişiye karşı sesimi yükselttim. Selma'yı kuş gibi kış kışlayarak odamdan dışarı attım. Sonra da Demet ile birlikte tek tek hastaları içeriye almaya başladık. Günün ilerleyen saatlerinde gözüm saate daha çok kayar olmuştu. Durmadan saate bakıyor akşamki maskeli saçmalığa ne kadar kaldığını kafamda hesap ediyordum. Mesai bitiminde daha önce hiç olmadığım kadar gergindim. Demet ile birlikte odadan çıkarken, "Keşke şu lanet gece olmasaydı," diye mırıldandım. Demet neden böyle bir şey söylediğimi merak etmiş olacak ki, "Hocam neden öyle söylüyorsunuz? Bence bu gece çok eğlenceli olacak," demişti.

Ah Demet ah! Eski nişanlımla ve üstüne üstlük saçını başını yolduğum kadınla aynı hastanede olmam yetmezmiş gibi bir de bu özel geceye Şahin ile gidip onların gözüne girmek istediğimi sana nasıl açıklayacağım ben şimdi? Size soruyorum. Ben cidden ne halt edeceğim? Şaka maka kendi topuğuma sıkmışım da durumun vehametini daha şimdi fark ediyorum! Ah Başak ah! Tahmini ne zaman şu kafanın içindeki organı kullanacaksın acaba? Sadece soruyorum!

Demet ile birlikte hastanenin kapısından çıktığımız sırada, "Umarım dediğin gibi eğlenceli olur Demet," dedim sıkıntıyla. O benim aksime bu gece ne giyeceğine kadar her şeyi en ince ayrıntısına kadar kafasında planlamıştı. Selma ile benzer bir yönleri de buydu anlayacağınız. Tabii herkes senin gibi içi geçkin değil Başak! Millet hayat dolu! Kimse senin gibi koca karı ruhuna da sahip değil! Ayrıca millet beyinlerini kullanıyor. Tam da senin aksine! Baksanıza şu kızdaki heyecana. Bir de bana bakın. Ölü gelinin turuncu saçlı hali gibiyim. Ah! Bu kadar mıydı benim hayat enerjim? Gerçi ben neden kendime kızıyorsam! Hayat enerjimi sömürenler utansın! Siz bence bu sözümle kimi kast ettiğimi çok iyi anladınız.

Demet, "Hocam benim şimdi eve uçmam lazım. Hazırlanmam uzun sürer," dedi koyu renk saçlarını kokoş kadın edasıyla arkaya doğru savururken. Selma evlendi gitti şimdi de Demet çıktı başıma. Benim acilen şu kızı da evlendirip kurtulmam lazım. Yoksa bu iki çöpçatan bir olup beni gelin eder söylemedi demeyin sakın! Gülerek, "Ben seni eve yetiştiririm Demo. Atla," dedim birlikte benim arabaya geçerken. İlk iş olarak Demet'i evine bıraktım. Sonra da yoldan geçerken davette giyeceğim elbiseye uygun bir de maske aldım.

Eve geçtiğimde kapıda beni minik civcivim karşılamıştı. Koşarak bana sarıldığında tüm sinirlerimi boşalttığımı hissettim. "Seni çok özledim," dedi Ayla tatlı tatlı. Onu kucaklayıp kendimi rahat ve geniş koltuğa bırakıverdim. Bütün gün hastanede yorgunluktan ölmüştüm ve oturmak bile tüm kaslarımın gevşemesine yetmişti. Ayla kucağımda saçlarımla oynuyordu. Saçlarımın rengine bayılıyordu. Tabii bende onunkinin.

Ayla aldığım maskeyi yüzüne tutup kendince oyun oynarken gözüm telefondaki saate kaydı. Eyvah! Son bir saatim kalmıştı. Ayla'yı koltuğa bırakıp hazırlanmak için yukarıya koştum. Meraklı minik de doğal olarak saniyesinde peşime takıldı. Odama girdiğim gibi elbisemi giyip makyajımla saçımı yapmak üzere aynanın karşısına oturdum. Yoğun iş temposundan saçlarım kıvılcım misali elektriklenmişti. Saçlarımı alelacele maşaladım. Birer tutamı arkaya alıp küçük bir tokayla tutturduktan sonra makyajıma giriştim.

Ayla yatağın üzerinde oturmuş beni izliyordu. Makyaj yaparken bana öyle bir bakışı vardı ki sanki karşısında ben değilde o çizgi filmlerdeki prenseslerden biri oturuyormuş gibi bakıyordu. Makyajımı yapıp fırçayı makyaj masama bıraktım. Arkamı dönüp, "Nasıl olmuşum?" diye sordum Ayla'ya. Elleriyle o mıncırmalık yanaklarını kapatmış parlak mavi gözleriyle bana hayran hayran bakıyordu.

"Çok güzelsin!" diye şakıdı Ayla neşeyle. Daha sonra oynayıp durduğu maskeyi bana doğru uzattı. Son eksiğimizi de tamamladığımız sırada odaya Betül girdi. "Şahin Bey geldi. Aşağıda sizi bekliyor," dedi Betül. Bunun üzerine Ayla'nın yanaklarına şans öpücüklerimi kondurup odadan çıktım. Merdivenlerden indiğimde Şahin'i tam karşımda görmüştüm. O an aklıma bir anı düştü. Yıllar önce olan sürpriz doğum günümde merdivenlerin başında beni bekleyen kişi Soral'dı. Parlak mavi gözleriyle bana bakarken dudaklarında beliren o etkileyici gülüşü geçen onca zamana rağmen asla unutmam. Beni en çok da bu üzüyordu. Yaşanan onca şeye, geçen onca zamana rağmen baktığım her yerde onu görmek...

"Büyüleyici görünüyorsun," dedi Şahin gülümseyerek. Merdivenin son basamağından adımımı attığımda aklıma dolan anıyı def etmeye çalışıyordum. Şahin'in koluna girdim ve "Teşekkür ederim. Sende çok şıksın," diye mırıldandım. Birlikte Ayla'yı Betül'e emanet etmemin ardından evden ayrıldık. Şahin tam bir centilmen edasıyla benim kapımı açtı. Arabaya geçtiğimde bu seferde aklıma mezuniyet balom gelmişti. Soral'ın evime gelip beni alışı, arabada ona trip atışım, balodaki unutulmaz dansımız her biri bir bir gözümün önüne gelmişti. Kalp atışlarını bile hala net bir şekilde hatırlıyor olmak canımı sıktı.

Şahin arabayı çalıştırırken dikkatimi anılardan başka bir yere vermeye çalıştım. Gideceğimiz yere gidene kadar boş boş camdan dışarıyı izlemiştim. Yolculuk sırasında araba o kadar sessizdi ki bu sessizlik ister istemez beni geriyordu. En sonunda Şahin'in, "Geldik," dediğini duydum. Dalgın bakışlarım onu bulduğunda dudaklarında buruk bir tebessümün belirdiğini fark ettim. Sanki bir şeye canı sıkılmış gibi bir hali vardı. Bunun sebebi olduğumu hissediyordum. Acaba onunla konuşmadığım için kabalık mı ettim? Bir de utanmadan soruyor musun Başak? Tabii ki de ona karşı çok büyük ayıp ettin! Aptalsın aptal!

Şahin arabadan inip kapımı açtı. Elini yavaşça bana doğru uzattı. Derin bir nefes aldım. Alt tarafı saçma bir davete icabet ettiğimi kendime hatırlattım ve elimi nazikçe Şahin'in avucuna indirdim. Arabadan indikten sonra koluna girmek durumunda kaldım. Birlikte içeriye giren iki kişinin peşine takıldık. Büyük kapıdan içeri girdiğimizde bizi klasik müziğin ve onlarca insanın olduğu büyük bir salon karşılamıştı. Ortada koca bir alan dans etmek isteyenler için ayrılmıştı. Kenarlarda ise kokteyl masaları ve etrafta konuklara servis yapmak için arı gibi çalışan garsonlar vardı.

Şahin, "Herkes bize bakıyor," diye fısıldadı kulağıma doğru. O söyleyene kadar bunun farkında bile değildim. Birlikte ağır adımlarla piste doğru ilerledik. Sonrasında Selma, Emre, Korkmaz ve Defne'nin olduğu tarafa doğru ilerlemeye başladık. Şahin şimdiden bizimkilerle konuşmaya başlarken bende Selma ile Defne'yi yanıma çekivermiştim.

Selma sinsisi, "Şahin'in kavalyen olması pek bir manidar," demişti. Defne de en az onun kadar sinsi bir gülüşle, "Selma haklı. Adam sana abayı yakmış," dedi. Bu ikisi ya cidden benim sabrımı sınıyor ya da benimle başka bir dertleri var. Tam olarak bilmemekle birlikte sabrımın yavaş yavaş taştığını hissediyorum.

Etrafta gezinen garsonların dağıttığı kadehlerden birini tepsiden kaptığım gibi büyük bir yudum aldım ve "Saçmalamayın isterseniz," dedim dişlerimin arasından. Selma umursamaz bir tavırla omuz silkmiş başlayan müzikle kocasını piste zorla çekiştirmeye başlamıştı. Emre senin için çok üzgünüm! Bu kadehi senin için kaldırıyorum dostum! Elimdeki uzun kadehten bir yudum daha aldığım sırada saçlarıma vuran sıcak bir soluğun varlığını hissettim. Bu sıcaklık o kadar tanıdıktı ki kadehi elimden düşürmemek için kokteyl masasına bırakmak zorunda kalmıştım.

Sıcaklık daha da yoğunlaştı. Tam arkamdaydı. Öylece bekledi ve "Seni özledim," diye fısıldadı. Tepki veremedim. Ne arkamı dönebildim ne de tek kelime edebildim. Sadece durup onun beni yeniden terk etmesini bekledim. Ama bunu yapmadı. Parmakları usulca belime dokundu. Belimden tuttu ve ona bakmam için beni kendine doğru çevirdi. Artık o bakmaya korktuğum güzel gözlerine bakıyordum.

Denizin engin mavisiyle boyanmış gözleri yüzündeki siyah maskeye rağmen kendini belli ediyordu. Derin bir iç çekti. Ben büyülenmiş gibi onun gözlerine bakarken o ise elimden tutup beni piste çekti. "Ne yapmaya çalışıyorsun?" diye sordum en sonunda. Dudakları keyifle yukarıya doğru kıvrıldı. Elini belime yerleştirip beni kendine çekti. Diğer elimi de tutup omzuna yerleştirdiğinde benimle dans etmeye hazırlandığını çok sonradan anladım. Tam kendimi geri çekeceğim sırada beni kendine hapsetti.

"Babanın gecesini mahvetmek istemezsin bence," dedi Soral imayla. Onunla dans etmeye mecburdum. Babamın uzaktan bize attığı bakışla ve üstüne üstlük basın mensuplarının da burada oluşunu da hesaba katarsak onunla dans etmeye gerçekten mecburdum.

"Sadece bir dans," diye mırıldandım. Kıkırdadı. Birlikte etrafımızda dans eden başkaları yokmuşçasına müziğin ritmine kapılıp dans etmeye başladık. Gözleri bir mıknatıs gibi beni kendine çekiyordu. Dudaklarındaki tebessüm bile hala nefesimi kesiyordu. Yutkundum. Yaşanan onca şeyden sonra ona karşı böyle hissediyor olmak gururuma dokunuyordu.

Soral elimden tutup beni kendi etrafımda döndürdü. Sonra tek koluyla bana sarılıp öylece gözlerime baktığında kulağıma usulca, "Seni seviyorum," diye fısıldadı. Yutkundum. Kalbim mi yoksa söylemek isteyip de söyleyemediklerimden dolayı boğazım mı daha çok acıyordu bilmiyorum. Ama bildiğim bir şey var ki canım fazlasıyla yanıyordu.

"Bana bunu neden yapıyorsun?" diye sordum ağlamaklı bir sesle. Gözleri ilk başta gözlerimde sonra da titreyen dudaklarımda gezindi. Yüzüme çarpan sıcak nefesiyle sersemlediğimi hissediyordum. İşte bu yüzden kendimden nefret ediyordum. Bana yaptığı onca şeye rağmen hala onu seviyor olmama kalbimin hala onu görünce deli gibi çarpmasından nefret ediyordum. Gözlerine sevgiyle bakan gözlerimden nefret ediyordum. Ona sarılmak isteyen kollarımdan onun için akan her bir damla gözyaşımdan nefret ediyordum.

Soral, "Ben sana ne yapıyorum?" diye sordu sakin bir şekilde. Sanki cidden cevabımı merak eder gibi bir hali vardı. Bana bunu sorması bile başlı başına bir hataydı.

"Canımı yakıyorsun," diye fısıldadım. Gözümden akan bir damla yaşta maske sayesinde kaybolup gitti. O bunu fark etmezken, "Yanımda olman canımı yakıyor ve ben buna daha fazla dayanamayacağım Soral," dedim. Afalladı. Benden bu sözleri duymayı beklememişti. Müzik sustu ve pistte sadece biz kaldık. Birbirimizin gözlerine baktık ve ben en sonunda bir çift denizin ağırlığına daha fazla dayanamayıp onun kollarından sıyrıldım. Tam pistten bizimkilerin yanına doğru ilerliyordum ki geri zekalı Mutlu elindeki kadehteki kırmızı içeceği üzerime boce etti. Bunu bilerek yaptığı yüzündeki memnuniyetten okunuyordu.

"Bu aralar çok sakarım," dedi Mutlu yapmacık bir ilgiyle. Ona ters bir bakış attım. Elbisemi peçeteyle silmeye çalışmasına bir son verip, "Beceriksiz olduğunu biliyordum da bu kadarını beklememiştim," dedim ve Selma'nın yanına geçtim.

Selma üzerimdeki elbisenin mahvolduğunu görünce burnundan dumanlar çıkarmaya başlamıştı. "Gel benimle," dedi beni lavaboya doğru çekiştirerek. Emre'ye arabadan elbise hurcunu getirmesini istedi. Emre karısının dediğini yaparak elbise hurcunu bize verdi ve sonrasında salona geri döndü.

Selma elbise hurcundan bir elbise çıkarıp kıkırdadı. "Böyle ortamlarda hazırlıklı olacaksın şekerim. Özellikle de etrafta yılanlar varsa," dedi Selma elime mavi renk bir elbise tutuştururken. Selma elbiseyi elime tutuşturup dışarı çıkarken bende lekeli elbiseyi yenisiyle değiştirip salona geri döndüm. Etraftaki klasik müzik susmuş babamla Adnan amca konuşmalarını yapmak üzere basının karşısındaki yerlerini almıştı.

"Sayın konuklarım davetimize katıldığınız için teşekkür ederim," diyerek söze ilk olarak babam başladı. Salonun dört bir yanında alkışlar koparken söze Adnan amca devam etti. "Ortağımla bu hastaneyi yaptırmamızın asıl nedeni çocuklarımızın en büyük hayalinin doktor olup birçok hastaya umut olmak istemesiydi. Bu hastane şu an onlar için var," dedi Adnan amca bir bana bir Korkmaz'a bakarken. Ona minnettar gözlerle bakarken sözü bu sefer babam devraldı.

"Bu hastanenin yapımında ve ilerlemesinde emeği geçen herkese sonsuz teşekkür ederim. Bu hastanede çalışan her bir yeni doktora görevlerinin hayırlı olmasını diliyorum."

Konuşma bitiminde basın için babamlarla birlikte birkaç da fotoğraf çekindik. Parti bitiminde artık bir an önce evime dönüp dinlenmek istiyordum ki hayatın benim için başka planlarını olduğunu belli edercesine Şahin yanımda belirivermişti. "Benimle gel," dedi Şahin elimden tutup beni dışarı çıkarırken. Beraber dışarı çıkmış ağaçların arasındaki kamelyaya oturmuştuk. "Başak bunu nasıl söylemeliyim bilmiyorum," diye başladı sözlerine Şahin.

Gözlerini kaçırdı. Yüzünde bastırmakta zorlandığı bir gülümseme vardı. "En iyisi direkt söyle," dedim gülümseyerek. Bunun üzerine Şahin gözlerini gözlerime dikti. Ellerimi avuçlarının arasına aldı ve aniden, "Ben sana aşığım," dedi. O an kalakaldım. Selma beni her ne kadar uyarsa da açıkçası Şahin'den böyle bir hamle beklemiyordum. Ben ona şok olmuş bir şekilde bakarken asıl şoku ellerimi bıraktığında yaşadım. Şahin ceketinin iç cebinden siyah kadife bir kutu çıkardı. Kutunun kapağını araladığında gözlerim parlayan yüzüğe takılı kalmıştı.

"Benimle evlenir misin Başak?"

Aşk itirafının üzerine bir de sürpriz bir evlenme teklifi alınca ne diyeceğimi ne tepki vereceğimi bilememiştim. Bakışlarımı kaçırıp kafamda ona ne söylemem gerektiğini ölçüp tartma niyetine girdiğim sırada gözlerim mekanın kapısından çıkan Soral ile Mutlu'ya kaydı. Soral bizi görünce öyle bir baktı ki sanki ben Şahin ile yan yana değilmişim de bu kamelyanın altında adam öldürmüştüm.

Soral'ın gerilen yüz hatlarını aramızdaki mesafeye rağmen net bir şekilde görebiliyorum. Bir anda yanı başındaki Mutlu'nun elini tuttu. Gözlerim ikisinin birbirine kenetlenen parmaklarında takılı kaldı. Soral gözümün içine baka baka Mutlu'nun elinden tutup arabaya doğru yürümeye başladı. Gözümden bir damla yaş aktı. Maskemi çıkarıp onların gidişini izledim. Kalbim onların gidişiyle tuzla buz olurken asıl sorunuma baktım bu sefer. Şimdi ne diyecektim Şahin'e? Kalbimde öldüremediğim aşka ihanet mi edecektim yoksa buradan kaçıp gidecek miydim? Ne yapacaktım?

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top